Güney Dergisi’nin Düzenlediği
1. Kültür Konferansı başarıyla gerçekleştirildi!
Güney Dergisi 2-4 Ekim tarihlerinde İstanbul’da bir Kültür Konferansı düzenledi. Konferansın iki ana konusu vardı: “Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz?” ve “Sovyetler Birliği deneyiminde öne çıkan bazı noktalar”.
Konferansın gündeminde duran bu konularla ilgili bir araştırma dosyası Güney Dergisi’nin 5. sayısında, Temmuz ayında, konferans çağrısıyla birlikte yayınlanmış ve böylelikle tüm katılımcılara konferansa hazırlanma olanağı sağlanmıştı.
Konferansın açılışı 2 Ekim akşamı bir tanışma ve sohbet toplantısıyla yapıldı. Güney Dergisi sahibi ve yazıişleri müdürü arkadaşların kendilerini tanıtmalarının ve konferansın genel gidişatı hakkında ön bilgiler vermelerinin ertesinde geç saatlere kadar süren sohbetlerde ilk görüş alışverişlerinde bulunuldu. Böylelikle konferansa resmen başlamadan Güney dergisinin çalışanları, konferansa katılan kültür ve sanat emekçileri ve okurların tanışarak birbirleriyle yakınlaşmaları sağlanmış oldu.
Konferans, cumartesi günü, tüm devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamları yitirenlerin ve özelde devrimci sanatçı Yılmaz Güney’in anısına yapılan saygı duruşuyla başladı. Güney Dergisi Yazıişleri Müdürü İlyas Emir, konferansın amaçları üzerine aşağıda yayınladığımız açılış konuşmasını yaptı.
Toplantı iki güne yayılmıştı ve her gündem maddesi için yaklaşık altışar saatlik bir tartışma süresi planlanmıştı. Her iki gündem maddesinde de tartışma Güney Dergisi adına sunulan ve dosyada yeralan araştırmanın özünü tezler halinde ortaya koyan birer tebliğle açıldı. Bu tebliğleri de ekte yayınlıyoruz.
“Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz” konulu tebliğ sunulduktan sonra anlayış sorularına cevap verildi ve daha sonra tartışmaya geçildi. Tartışmada çok sayıda kişi söz aldı. Tartışmada savunulan bazı görüşler şunlardı:
• Bir arkadaş, sunulan tebliğe temelden itirazını dile getirerek “hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz” tartışmasının bugün bizi ilerletmeyeceği görüşünü savundu.
“Sanat için mi sanat? yoksa kitleler için mi sanat” tartışmasının geçmişte kaldığı ve geçmişin kavramlarıyla, geçmişin tartışmalarıyla oyalanmanın gereksiz olduğunu, bugünün sorunlarına bakmamız gerektiğini belirtti. Sanat ve kültür alanında bugün egemen olanın ne olduğuna bakmamız gerektiğini ileri sürdü. “Envanter çalışması yapacak halimiz yok” diyerek, bugün devletin kültür ve sanat politikasının nasıl değerlendirildiği ve bunun karşısına hangi kültür ve sanat politikasıyla çıkıldığı konusuna eğilinmemesini eleştirdi.
Tartışma içerisinde başka konuşmacılar da özelde bugünün devlet politikası karşısındaki tavrın ne olduğu tartışmasının önemli bir tartışma olduğunu belirttiler.
Güney adına konuşan arkadaşlar, bu tartışma içerisinde iki noktayı öne çıkardılar:
“Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz?” başlığı altında ortaya konulan çalışmanın “gereksiz” bir “envanter çalışması” olarak değerlendirilmesi yanlış bir yaklaşımın ürünüdür. Güney, bugünün kavranması ve açıklanması ve bugün gündemde duran sorunların çözülmesi için önce temellerin ortaya konulması gerektiğini tespit etmiş ve buna uygun davranmıştır. Bu, genel hattıyla Marksist-Leninist önderlerin kültür ve sanat alanındaki temel yaklaşımlarını ortaya koymak, geçmişte yürütülen tartışmaları dikkate alarak bu konuda tavır belirlemek ve sosyalist kültür adına yapılan olumlu çalışmalara sahip çıkmak anlamına gelmektedir. Güney, bu çalışmada kültür ve sanat politikasında hangi yaklaşıma sahip olduğunu tezler halinde ortaya koymaya çalışmış ve bunu tartışmaya sunmuştur. Temellerin ortaya konması bugünkü mücadelenin çıkış noktalarının belirlenmesi demektir. Güney, kültür ve sanat alanındaki mücadelede bugün tartışma konusu olan en önemli noktalara değinmiş ve ilk tavrını belirlemiştir. fiüphesiz bunların daha da açılması ve derinleştirilmesi gereklidir. Konferans ve onu izleyen tartışmalar buna hizmet edecektir.
“Sanat için mi sanat” tartışmasının geçmişte kalmış bir tartışma olduğu noktasına gelince. Evet
, bu tartışma geçmişte yürütülmüş ve “sanat için sanat” anlayışının burjuva yaklaşım olduğu tüm açıklığıyla ortaya konularak bu tartışmada son söz söylenmiştir. Tartışmanın bir dönem yürütülerek kapanmış olması ama, tartışmanın bütün zamanlar için kapandığı anlamına gelmemektedir. Bilakis, bu tartışma çeşitli kılıflara bürünerek hep yeniden gündeme gelmektedir. Ve bugün de demokrasi ve sosyalizm adına konuşanların saflarındaki “sanatçının bağımsızlığı”, “sanatçı özgürlüğü”nün sınırı vb. tartışmalarında bu sorun gündemdedir.”
• Aynı konuda bir başka arkadaş, kendine devrimci-sosyalist diyen bazı kültür ve sanat emekçilerinin genel siyasi tartışmalardan uzak durmalarını, salt kendi alanlarıyla ilgili tartışmalara katılmalarını yanlış bir yaklaşımın ürünü olarak eleştirdi. Kültür ve sanat emekçilerini –örneğin Yılmaz Güney’i– örnek alarak kendi ilgi alanlarının ötesinde genel siyasi tartışmalara katılmaları ve tartışmalara bizzat müdahale etmeleri gerektiğini vurguladı.
• Toplum için sanat! Bu noktada tartışmaya katılanlar arasında yaklaşım birliği sözkonusuydu. Hasan Kıyafet, sol kültürün taşıyıcılarının anlaşılır olmayı hedeflemesi gerektiğini vurguladı. “Sade olmak basitlik değildir, hatta sade olmak, kolay anlaşılır olmak son derece zordur” diyerek, Yılmaz Güney’in sinemasının da basit olmadığını, fakat kitleler açısından kolay anlaşılır olduğunu vurguladı.
• Tartışmada, “kültür ve sanat alanı geçmişte –60’lı 70’li yıllarda– solun mevzisi iken, şimdi bu mevzinin tümden egemenlere/burjuvaziye terkedildiği”; “devletin kültür ve sanat politikasının karşısında solun bir politikası olmadığı” şeklinde yer yer uç noktada nihilist görüşler de savunuldu.
Bu noktada Güney, doğru bir biçimde şunu tespit etmektedir:
Bugün, tüm diğer mücadele alanlarında olduğu gibi kültür ve sanat alanında da burjuvazi egemendir. İlerici-devrimci sanat ve kültürün etkisi hareketin yüksek olduğu geçmiş dönemlere göre çok daha azdır. Fakat buradan yola çıkarak “sol” siyasetlerin, devrimcilerin sanat ve kültür politikasının olmadığını ileri sürmek, devrimcilerin kültür ve sanat alanından tümüyle dışlandığını ileri sürmek doğru olmaz. Geçmişe oranla daha az olsa da ve daha az ürün verseler de müzik, tiyatro, yazın alanında uğraş veren bir dizi kültür ve sanat emekçisi mevcuttur. Ne var ki, bunlar arasında yeterli bir diyalog kurulamamaktadır. Bunun yolunu açmak gereklidir.
Bir dizi “sol” siyasetin bir kültür ve sanat politikası vardır. Ancak bu kültür ve sanat politikalarının doğruluğu/yanlışlığı tartışılmak zorundadır. Güney, diğerlerinden farklı olarak kendi kültür politikasını, dayandığı temelleri ortaya koyarak bunu okurlarıyla tartışmaya çalışmaktadır. Bu tartışma daha da ilerletilmek zorundadır. Bugün, devrimci kültür politikası adına yapılanlar gözden geçirilmeli ve eleştirilmelidir. “Allah-Muhammed ya Ali”yle söze başlayan ozanların yeraldığı geceler, salt adları kültür merkezini anımsatan mekânlar, yayınları cafe-bar reklamlarıyla dolup taşan radyolar vb. … tüm bunlar, doğru/devrimci bir kültür politikasının ürünü olamaz. Bunların açık eleştirisi yapılmak zorundadır.
• Tartışma içinde çeşitli konuşmacıların üzerinde durduğu önemli bir diğer sorun, bugün devrimci sanat emekçilerinin örgütsüzlüğü ve yalıtılmışlığıydı. Burjuvazinin, karşı devrimin bombardımanı karşısında sağlam bir pozisyonda durabilecek ve kitleler içinde yeniden etki kazanmanın yol ve yöntemlerini araştırma becerisini geliştirebilecek türden bir “modele” (M. Esatlıoğlu), organizasyona duyulan ihtiyaç önemle vurgulandı. Dahası, bugün sanat ve kültür cephesinin çeşitli alanlarında mücadele edenlerin birbirleriyle buluşarak sorunları tartışmasının dahi sağlanamadığı tespit edildi. Bu anlamda, sorunları tespit etme ve tartışma imkanı sağlayan bu konferansın bir ilk adım olarak olumlu olduğu çeşitli tartışmacılar tarafından dile getirildi.
•••
İkinci gün konferansın diğer gündem maddesi olan “Sovyetler Birliği deneyiminde öne çıkan bazı yönler” konusuna Güney adına sunulan bir tebliğle geçildi. Tartışmaya ilgi oldukça büyüktü.
Tartışmayı Güney dosyasında konulan görüşlere iki zıt kutuptan yönelen eleştiriler biçiminde özetleyebiliriz. Bir kesim tartışmacı Sovyetler Birliği deneyiminin kazanımlarının abartıldığı ve Stalin dönemi uygulamalarının yanlışlığının küçümsendiği yönünde görüş belirtirken, diğer bir bölüm ise bugün esas olarak sosyalizmin kazanımlarının savunulması üzerinde yoğunlaşılmasının gerekliliğini vurgulayarak, dergide getirilen eleştirilerin bilimsel temelden yoksun olduğunu ileri sürdü.
• Bir tartışmacı, Güney dergisinde sosyalizmin kazanımları sayılırken kitlelerin okuma-yazma oranı ya da basılan kitap sayısının örnek olarak verildiğini, bunların ama bu kadar abartılacak bir yanı olmadığını ileri sürdü. Kültür ve sanat alanında Ekim Devrimi’yle açılan dönemin başarılarının hiç de büyük olmadığını, tam tersine Ekim Devrimi öncesi dönemde başlayan atılımın sürdürülemediğini iddia etti.
Bu görüşü savunanlar, eğitim seferberliğinin kitlelerin bilinç seviyesinin yükseltilmesi açısından büyük önemini kavramamaktadırlar. Sosyalist bir toplumda en önde gelen görev kitlelerin bilinç seviyesinin yükseltilmesidir. Ayrıca, Güney dergisinde ortaya konulan veriler, Ekim Devrimi’nden sonra ne kadar zamanda, nereden nereye varıldığını somut olarak ortaya koymaktadır. Bunlar, sosyalizmin yadsınamayacak kazanımlarıdır. Çarlık Rusyasında ezilen ulus ve azınlıklar henüz bir alfabeye bile sahip değilken, kısa zamanda kendi dillerinde bir edebiyata sahip olmaları uygulanan doğru politikanın ürünüdür.
• Bir diğer tartışmacı, tebliğde 1917 Ekim Devrimiyle başladığı savunulan büyük gelişmenin aslında yüzyılın başında olduğunu ileri sürdü. Nasıl ki 1917 Ekim Devrimi ani bir ayaklanmanın değil, tarihi bir gelişmenin ürünüyse, sanat ve edebiyat alanı için de aynı şeyin geçerli olduğunu belirtti. Sanat ve edebiyat alanındaki büyük atılım yüzyılın başında başlamıştır. Örneğin, tiyatro alanında Stanislavski, Çehov, Dançenko “tiyatro artık bugünü anlatmıyor” teziyle ortaya çıkmış ve yeni bir tiyatro geliştirmişlerdir. Bundan tam yüzyıl önce, Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Çehov’un “Vişne Bahçesi” sahnelenmiştir. Bu, tiyatro dalında yeninin başlangıcı olmuştur. Bunun gibi, diğer sanat dallarında da varolan atılım devrimden sonra daha da gelişmiş ve büyük eserler yaratmıştır. Ne var ki, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesinde, savaşa hazırlık aşamasında, sosyalist demokrasinin kurum ve kuruluşları işlevsizleştirilmiştir. Bütün bunlar şüphesiz yaşanan zorluklardan kaynaklanıyor. Daha sonraları sanat alanına müdahale daha da artıyor ve nelerin yapılabileceğine dair çerçeve daha da darlaştırılıyor: Önderlerin resmini çizin, halkın sosyalizmdeki mutluluğunu çizin diyorlar.
Aynı arkadaş, yaşanmış sosyalizm pratiğindeki hataların ortaya konarak değerlendirilmesinin son derece önemli olduğunu vurguladı. Spekülasyonları, dedikoduları bertaraf etmek için bu araştırmaların daha da genişletilmesini talep etti.
Bu bağlamda Güney çevresinden arkadaşlar, Sovyetler Birliğinde kültür ve sanat alanında herşeyin Ekim Devrimi’yle başladığı iddiasında olmadıklarını açıkladılar. Ekim Devrimi sonrasında çeşitli sanat dallarındaki gelişme daha önceki gelişmelerin devamıydı. Ancak, siyasal devrimin yarattığı ortam bütün alanlarda büyük bir atılımın gerçekleşmesi ve yaygınlaşmasına hizmet etti. Eskiyi yıkan siyasal devrim büyük bir özgürlük ortamı yaratmıştır. Sıçramanın temeli bu olmuştur.
• “Ben bir duvar işçisinin oğluyum. Stalin’i anlıyorum ve seviyorum” diyen Hasan Kıyafet, Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin inşasında yaşanan zorlukları şu benzetmeyle açıklamaya çalıştı: “Anadolu’da okuyan çocuklar vardır. Bir aileden tek bir çocuğun elinden tutulmuş, yatılı okula verilmiş, okutulmuştur. On kişilik bir ailedir. O bir kişi o ailenin Vehbi Koç’udur, çünkü düzenli maaşı vardır. Diğerler okuyamamıştır ve herkesin gözü ondadır. Herkes ona hem dosttur, hem düşmandır. Dosttur, aileden birisidir, maaşı vardır. Düşmandır, yaşam tarzı, giyinişi diğerlerine benzemez. En azından düzenli bir ayakkabı giyer. Herkese ayakkabı alamaz, herkese elbise alamaz. Maaşı yetmez. Sovyetleri ben biraz okuyarak ailesi içinden sivrilmiş Anadolu çocuğunun durumuna benzetirim. Koskoca dünyada bir tek Sovyetler! Çinli komünistler yardım istiyor 1945’de… Vietnam yardım istiyor… Türkiye kurtuluş savaşında yardım istiyor… Küba… Dünyanın bir dizi ülkesinin yükü Sovyetlerin sırtındaydı. Her yeninin yanlışı olacaktır. Onlar bir sürü şeyi ilk denediler. Karşı devrim şimdi seviniyor, sevinmesin hiç. 60-70 yılda ideoloji kültüre dönüşmez. Selam sosyalizm! diyoruz. Daha yeni başlıyoruz.”
• Güney’in değerlendirmesine eleştiri getiren arkadaşların bir diğer bölümü, yukarda da değindiğimiz gibi, Stalin dönemindeki uygulamalara getirilen eleştirilerin kanıtlarının yetersiz ve dolayısıyla bilimsellikten uzak olduğu iddiasını ileri sürdüler.
Bu görüşlerini şunlara dayandırdılar:
– Olayları değerlendirirken, tarihi koşullarından bağımsız olarak ele alamayız. İkinci Dünya Savaşı dikkate alınmalıdır. Emperyalistlerin sosyalizmi boğmak için kapıya dayandığı bir dönemde, bazı şeyleri yasaklamak, sınırlamak doğrudur. Bir takım olguları tarihi koşullarından kopartarak değerlendirmeye kalkışırsak herşeyi olumsuzlaştırabiliriz. Güney’in yöntemi yanlıştır.
– Güney’deki değerlendirme esasen Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ne dayanılarak yapılmaktadır. Bu kaynak kesinlikle yeterli değildir. Değerlendirme bilimsellikten uzaktır.
– Değerlendirmede kişiye tapmanın gelişmesinde ustaların rolü olduğuna dair ciddi tespitler var. Bu tespitleri doğrulamak için ama yeterli kanıt yok. Bu bağlamda aceleci davranılmıştır. İddia edilen noktalarda belgeler ortaya konmalıdır.
– Meyerhold’un tiyatrosu beğenilmediği için değil, casusluk suçundan dolayı asılmıştır. Değerlendirmede bu noktadaki tavır muğlaktır.
– ‘Biçimde sınırlama olmamalı’ diyen Güney Dergisi, sosyalist devletin içerikte sınırlamaya gideceğini kabul ettiğini söylüyor. Diğer taraftan ama, Zoşçenko örneğine atıfta bulunarak, dergilerin kapatılmasını eleştiriyor. Bu noktada Güney’deki yazıda çelişki bulunmaktadır. Proletarya diktatörlüğü ekonomi ve siyasette gerekli olduğu kadar kültür ve sanat alanında da gereklidir. Kültür ve sanat alanında burjuvaziye karşı proletarya diktatörlüğü uygulanmayacak mı? Sanatçının dokunulmazlığı mı var? Güney’in bu konudaki tavrı net değil.
– Zoşçenko, kendini ideolojilerüstü, sınıflarüstü gören bir edebiyat grubunun üyesi. Jdanov, Zoşçenko ile yeterince tartıştıklarını, fakat Zoşçenko’nun kendini bir türlü değiştirmediğini söylüyor. Ve kendisini değiştirmediği noktada Zoşçenko’yu Sovyet edebiyatından kovma direktifini veriyor. Sovyetler antifaşist savaş kazanıyor, savaşın yaralarını sarıyor. Zoşçenko ise kahraman Sovyet halkı ile alay ediyor. Bu noktada Jdanov’un tavrında yanlış bir şey yoktur. Güney, burjuva düşüncelere karşı salt ideolojik mücadeleyi savunma yanlış pozisyonunda durmaktadır.
– Sosyalist gerçekçiliğin içeriği “sovyet yurtseverliği, vatanın savunulması, özgür emekçilerin yaşamındaki mutluluk ve büyük önderler Lenin ve Stalin’e sevgi” biçiminde doldurulduğu noktada daraltıldığı iddia ediliyor. Bu yanlıştır. 1950’lerde Sovyetler’deki gerçeklik tam da budur.
Bu iddialara karşı şu pozisyonlar savunuldu:
– Güney’in değerlendirmesinde tarihi koşulları gözardı ettiği doğru değildir. Yöntem olarak da, değerlendirmede kazanımlar ortaya konmuş ve genel çerçeve belirlenmiştir. Bu temelde kimi hatalar da açıkça ifade edilmiş ve doğrudan bugün ve gelecek için sonuçlar çıkarılmıştır. Bunlardan en önemlisi “biçimde sınırlama olmaz!” düşüncesidir.
– Değerlendirmede büyük ölçüde Sovyet Ansiklopedisine dayanılmıştır, ancak kaynaklar salt sözkonusu ansiklopediyle sınırlı değildir. Kaynaklardan bir diğeri örneğin Jdanov’un yazılarıdır. Tartışmanın yürüdüğü noktalarda başka kaynaklara da başvurmak mutlaka gerekecektir. Fakat, bu değerlendirmenin sağlam kaynaklara dayanmadığı anlamına gelmemektedir.
– Meyerhold bağlamında değerlendirmedeki eleştiri anlaşılmamıştır. Değerlendirmede hata olarak değerlendirilen şey, Meyerhold’un casuslukla suçlanarak asılması değildir! Değerlendirmede eleştirilen şey, Sovyet tiyatrosunun gelişmesinde büyük bir rol oynayan ve bir dönem Tüm Sovyet Tiyatroları Yönetmenliğini yapmış olan Meyerhold’un adının bile Sovyet Ansiklopedisinin ilgili bölümünde yeralmamasıdır. Değerlendirmede reddedilen yaklaşım “istenmeyen kişilerin tarihten silinmesi, yok sayılması yöntemi”dir.
– İçerik ve biçim noktasındaki tartışmada değerlendirmede çelişki değil, iki noktada tavır vardır. Birincisi, içerikte sınırlama getirmenin yanlış olduğu ileri sürülmektedir. İkincisi, belirli bir noktadan itibaren içerikte de çizilen çerçevenin çok darlaştırıldığı söylenmektedir. Bunun kanıtı Sovyet Ansiklopedisi’nde yapıldığı biçimiyle sosyalist gerçekçiliğin tanımıdır. Devamen Zoşçenko örneği de bu noktada devreye girmektedir. Jdanov, ilgili konuşmasında, Zoşçenko’yu, açıktan karşıdevrimci bir faaliyet içinde olduğu gerekçesiyle değil, Sovyet toplumunu eleştirdiği için Sovyet basınından kovmak istenmektedir. Yanlış olan budur.
Bu noktada Jdanov Lenin’i kötü bir şekilde kullanmaktadır. Güney bunu eleştiriyor. Jdanov, Lenin’in Parti yazını için söylediklerini Zoşcenko’yu Sovyet basınından kovmak için kullanıyor. Zoşçenko’nun eleştirilen yazıları, parti yayın organlarında yayınlanan ideolojik-siyasi makaleler vb. değil, edebiyat-sanat dergilerinde yayınlanan öykülerdir. Bunlar birbirine karıştırılmamalıdır. Doğrudan parti basını ile, edebiyat-sanat yayınları aynı çerçevede ele alınırsa yanlış yapılır.
– Sosyalist gerçekçiliğin içeriği nasıl dolduruluyor? Sosyalizmin önderlerinin resmini yapmak, “mutlu insan çizmek” şüphesiz yanlış değildir. Fakat sosyalist gerçekçiliğin içeriğini bu şekilde doldurmak, içeriği sınırlamak, darlaştırmaktır. Sosyalist gerçekçilik, sorgulamayı emreder. O, andaki toplumsal durumda temel çelişkiyi bulmak ve ondan yola çıkarak gerçekliği değiştirmeye çalışmaktır. Bunu yakalayan bir kültür faaliyeti, bir sanat kitleleri arkasına alır, onları doğru bir biçimde yönlendirebilir.
Oldukça canlı geçen tartışmaların ertesinde tüm katılan ve destekleyenlere teşekkürlerin dile getirildiği bir kapanış konuşması yapıldı.
Tartışma kültürü bağlamında yeni bir gelenek yaratılmak istendiği bir kere daha vurgulandı. Güney’in bu Konferans’la atmış olduğu adımın ileriye götürülmesi için tüm kültür ve sanat emekçilerine ve tüm ilgililere ortak çalışma ve dayanışma çağrısında bulunuldu.
Bu iki günlük Konferans süresinde cumartesi ve pazar akşamları kültürel etkinlikte de bulunuldu. Cumartesi akşamı Ankara Birlik Tiyatrosu Yılmaz Güney’in yaşamından kesitler sunan “Bir güzel çirkin kral” oyununu oynadı. Pazar akşamı yapılan kültürel etkinliğin ilk bölümünde Yılmaz Güney’in filmlerinden derlenen ve büyük ilgi toplayan bir belgesel gösterildi. Belgesel, Yılmaz Güney’in ilk çalışmalarından başlayarak filmleri temelinde onun sanatçı ve siyasetçi kişiliğinin gelişmesini yorumluyordu. Daha sonra Yenigün Müzik Topluluğu ve Grup Kızılırmak programlarını sundular. fiiirler okundu, kısa konuşmalar yapıldı, gelen mesajlar okundu ve en son olarak fiükrü Erşan Tiyatro Topluluğu’nun güncel olaylardan esinlenerek hazırladığı bir gösteri sunuldu.