Bir radyonuzun olduğunu düşünün. Kapatmak isteseniz de inadına kapanmayan bu radyonun her saniye, her dilden, her dalgadan durmadan konuşması karşısında yapabileceğiniz iki şey vardır:
Ya radyoyu tutup pencereden dışarıya fırlatmak, ya da yeniden tamir edebileceğinize inanarak kulaklarınıza pamuk tıkayıp radyonun orasını burasını kurcalamak ve radyonun içine, size göre fazla yerleştirilmiş parçaları ayırmak…
Ama sözkonusu olan; hiç susmadan konuşan bir insansa, ona bu iki yöntemi de uygulayamazsınız. Onu ne pencereden sokağa fırlatabilirsiniz -böyle bir işe kalkıştığınızda ceza yasalarına göre öldürmeye tam girişimden ceza alabilir, yıllarca hapishanelerde çürürsünüz- ne de onu susturmak için orasını burasını kurcalayabilirsiniz. -Böyle bir girişimde de ceza yasasının düşünce özgürlüğü ve kişi hak ve özgürlüklerine karşı gelme suçunu işleyebileceğiniz gibi yaralama suçlarından da cezalandırılmanız ve yine yasa gereği süründürülmeniz olanaklıdır.-
Ama adam susmuyor kardeşim. Sabah saat yedide başladığı konuşmasını sigara, çay, kahve içerken, öğle yemeği yerken, akşam üzeri yağlı ekmeğini yutarken bile sürdürüyor.
Konunun hiçbir önemi yok onun için. Önemli olan konuşmak, konuşmak… Gece herkes derin uykulara dalarken o parlamentoya mektuplar yazıyor ve işin ilginci bu mektupları ertesi gün mutlaka postalıyor.
Adam her zaman tertemiz giyiniyor. Siyah takım elbisesi, bembeyaz gömleği, gömleğinin üzerinde gözalıcı renkleriyle kravatı, her zaman boyalı olan ayakkabıları, günlük traşlı yüzü, yaşını göstermeyen simsiyah, yana taranmış saçları ile normalde tam bir salon beyefendisi görünümünde olan bu insan sizi istediği anda, istediği yerde rahatlıkla çileden çıkarabilir.
“Günaydın! Böyle bir çakmağı sadece beş marka alabilirsiniz.”
“Çakmağım var, teşekkür ediyorum” demenizin hiçbir önemi yoktur onun için. Bir kez konu açılmıştır ve o her zaman elinde, parmaklarının arasında hazır ve nazır bulunan sigarasından bir nefes çekerek ve önünüzde ileri geri yürüyerek konuşmaya dalar.
“Bir çakmak beş mark. Gerçekte çok ucuz değil mi? Ama siz de almamakta haklısınız. Geçen yıl aynı çakmak üç marktı. Daha önceki yıl iki mark. Bir kaç yıl önce ise elli feniğe rahatlıkla bu çakmağı alabilirdiniz. O günlerde bin çakmak almış olsaydınız bugün binlerce mark kazanmış olacaktınız. Bugün bu çakmağı beş marktan aldığınızda gelecek yıl bir mark kazanacaksınız. On yıl sonra ise on mark.
On mark ne işe yarar, diye düşünebilirsiniz. Ama dikkatinizi çekerim, her şey pahalılanıyor. Herşeyden birkaç adet aldığınızı düşündüğümüzde on yıl sonra zengin olmanız işten bile değil. Örneğin ben, bu çakmağı beş yıl önce aldım. Siz onu benden satın almıyorsunuz ve ben kâr edemiyorum. Ama başka biri bunu mutlaka alacaktır. Biliyorsunuz, kâr gereksinimden doğar. Yani istem ve sunuş sorunu. Buna eski komünistler arz ve talep sorunu diyorlar. Marks bunu biliyordu, çünkü o da bir spekülatördü. Hayır, hayır yanlış anlamayın, ben Marks’a karşı değilim, ayrıca o mal değil bilgi biriktiriyor, zamanı gelince piyasaya sürüyordu. Marks bazı bilgileri zamanından önce piyasaya sürme ve ortaya atma gibi psikolojik bir hastalığa tutulduğundan erken doğum yaptı ve bu nedenle hem çocuk sakat doğdu, hem de Marks ürünlerini en iyi şekilde pazarlayıp zengin olamadı. Bu nedenle Engels gibi bir milyarderin kanatlarının altında kaldı. Başka birinin kanatları altında kalmak özgür olmamak anlamına geldiğinden, biz Marks’ın özgür yaşayamadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Biliyorsunuz siyasi bağımlılık ekonomik bağımlılıkla başlar ve bu söz bana ait değil.
Peki ama Engels neden sıkıntı çekmedi? Çünkü babasının mallarını uygun dönemlerde uygun biçimde pazarlamayı biliyordu. Marks neden aç kaldı diye de sorabiliriz. Aç kaldı, çünkü ağzını açmış, yem bekleyen bir kuş yavrusu gibiydi ve annesi gelmedikçe karnını doyurabilecek güçten ve olanaktan yoksundu. Yani çakmak biriktirmesini bilmediği gibi hayatında hiçbir işte de çalışmamıştı ve hiç kimse Marks’ın haklarını savunduğu proleterler gibi çalıştığını, bu nedenle sömürüldüğünü söyleyemez.
Çakmak! Çakmak deyip geçmemek gerekir beyefendi. Günümüzde siyasi iktidarlar da aynı şekilde yaşamlarını sürdürüyorlar. Yani basit bir çakmak pazarlığı bu. Parası olan parası olmayana çakmak satmaya çalışıyor. Bunun aptallık olduğunu söyleyebilirsiniz. Değil. Önce istem çoğaltılıyor. Yani hergün yeni bir şekilde üretilen çakmağın güzelliğini gören kişide, sigara içmese bile çakmak satın alma isteği doğurtuluyor. Ama adamın parası yok. Ne oluyor o zaman? Pazarlık başlıyor. Bana bir sigara verebilir misiniz? Paketi evde unuttum da.
Evet, sağolun, güzel bir sigara. Ben de önceleri bu markayı içiyordum. Ama sonradan yeni markalar çıkınca bunu bıraktım. Siz hep eskide duruyorsunuz anlaşılan. Bu güzel sigarayı yakmak için insanın böyle güzel bir çakmağı olmalı değil mi? Bakın nasıl yanıyor.
Bu çakmağı üç marka alabilirsiniz. Ama hemen, şimdi. Gidiyorum. Bir adım atıp yanınızdan birazcık uzaklaştığım anda siz iki mark birden kaybetmiş olacaksınız. Hergün iki mark kaybederseniz ayda, yılda ve on yılda neler kaybedebileceğinizi bir düşünün.
Neden satmak istiyorum bu çakmağı? Önemli bir soru bu ve siz bunu henüz sormadınız. Ama içinizden böyle düşündüğünüzü çok iyi biliyorum. Bu çakmağı satmak zorundayım, çünkü cüzdanımı evde unuttum ve içimde kahve içme isteği arttı. İnsan birşeyi yapamayacak konumdaysa o şeye karşı içinde müthiş bir istek duyar ve bu da psikolojik hastalıklara yol açar. Hırsızlık ve soygunlarla sonuçlanabilecek bu tür hastalıkların önlemi ise birisine çakmak satmaya çalıştığınız zaman o kişinin çakmağı hemen almasıdır.
Almıyorsunuz demek? İkibuçuk mark!
Hemen yanıtlamanız gerekmiyor. Birşeyi, özellikle de size sunulan birşeyi reddetmeden önce, reddetme halinde neler yitireceğinizi, kabul halinde neler kazanabileceğinizi düşünmelisiniz. Günümüzde insanlar hemen, çok acele konuşuyor ve büyük şeyler kaybediyorlar. Düşünmek gerekir, zaman kazanmak gerekir ve konuşma bundan sonra gelmelidir.
İki mark. Bu çakmak şimdi tam iki mark.”
Yanıt vermenize gerek yok. O uzaklaşıyor yanınızdan. Sinirli bir kaç adımdan sonra sertçe geriye dönüp geliyor.
“Bu kliniğin hergün kaç kahve sattığını biliyor musunuz? Kliniğin her kahveden elli fenik kazandığını düşünelim. Ne yapıyorlar bu parayı? İlaç alıyorlar. Evet, evet biliyorum bunu. Bize vermek için ilaç alıyorlar. Şimdi ben bu çakmağı satamayınca klinik benim içeceğim kahveden kazanacağı elli feniği kazanamayacak. Yani ilaçları eksik almak zorunda kalacaklar ve o zaman bir hasta günlük ilacını tam alamayacağından depresyona girecek. Böylesi bir durumda hastanın diğer insanları rahatsız etmesinden elbette çakmağı satın almayanlar sorumlu olacaklardır. Belki de işin içine polis karışacak.
Bildiğiniz gibi polis her işe karışır. Hangi parti döneminde olursa olsun polis onun hizmetindedir. Buradan yola çıkarak polisin partilerüstü olduğu gibi saçma bir sonuca varanlar olabilir. Ama sonuç böyle değildir kesinlikle. Polislerin de düşünebilen insanlar oldukları gözönüne alındığında, onların da değişik siyasi görüşleri savunabildiklerini görürüz. Burada bir çelişki yok mu? Var. Nasıl oluyor da değişik siyasi görüşleri olan polisler, sevmedikleri bir partinin iktidarını savunabiliyorlar?
Bu konu tam anlamıyla bir psikoloji sempozyumunun konusu olabilir. Yani başlıbaşına bir kişilik erozyonu sözkonusudur burada. Çakmak gibi. Sahibi kim olursa onun elinde gazı bitinceye kadar yanmak zorundadır çakmaklar. Gazı biten çakmaklara ya supap takılarak yedek gazla kullanılıyor ya da günümüzde supaplar çakmaklardan pahalı olduğundan, çakmaklar atılıyor. İşe yaramayan polislere de supap takılması olanaksız olduğundan gaz doldurulamıyor ve emekli ediliyorlar.
Emekli… Başlıbaşına bir tüketici kurum. Ben insanların emekli edilmelerine karşıyım. Neden derseniz, her insanın ölünceye kadar yapabileceği bir iş olduğuna inanıyorum. Bu emeğin sonsuza kadar değerlendirilmesi demektir. Yetkin bilginin üretime aktarılmasıdır. Ülke ekonomisi için gereklidir bu ve her emekli evinde oturarak çakmak parçalarını pekala birbirine monte eder ve ülke ekonomisine katkıda bulunabilir.
Son olarak bu çakmağı bir marka size bırakabilirim.”
Çakmak isterse akşama kadar bir alıcı bulmasın. Çünkü gerçekte amaca ulaşılmış, konuşulmuştur. Ertesi gün satılmak istenilen malın cinsi mutlaka değişecektir. Bir paket çiklet, bir tarak, bir kitap, bir ağızlık…
Bir zamanlar ünlü bir şirketin gözde muhasebecisi olan bu adamın bir psikiyatri kliniğinde ne aradığını mı düşünüyorsunuz?
Peki ama, çakmak almayı düşünmediğiniz halde siz ne arıyorsunuz orada? Neden konuşturuyorsunuz adamı boşu boşuna kardeşim?
- Kadir Konuk