Çocuklarımızı nasıl eğitmeliyiz?
Çocuklarımızı ruhsal anlamda acaba ne kadar doyurduğumuzu hiç düşündünüz mü? Mutlu ve doğru bir çocuk yetiştirebildik mi? Tabii ki bu öyle kolay cevaplanacak bir soru değil.
Ama hiç olmazsa nasıl çocuk yetiştirilir konusunu kendi doğrularımızca bir masaya yatıralım istedik.
Çocukluk dönemi dediğimiz dönem 2-12 yaş arasıdır. Çocuğun ilk yaşları, okul öncesi dönemi kapsamaktadır. Kimi bilimsel araştırmalara göre öğrenmenin % 60-70’inin kazanıldığı, Freud’a göre kişiliğin temellerinin atıldığı bu dönem; bireyin eğitimi açısından önemli bir dönemdir. Bu dönemde dolayısıyla, anne ve babaların, daha sonra içinde bulunduğu çevrenin (kitle dernekleri, vb.) büyük önemi vardır. Çünkü bu dönemlerde çocukların örnek alacağı modeller gereklidir. Açık aile modeli içerisinde, sosyal, toplumsal çocuk yetiştirmenin de çeşitli kriterleri vardır. Bazı temel kriterleri şöyle örnekleyebiliriz: Aile ve çevre içindeki etkileşim çocukları ya “ben değerliyim” ya da “değersizim” duygusuna götürür.
İçinde bulunduğumuz çevrelerde çocuklarımıza karşı davranışlarımızla, onlara verdiğimiz değeri, önemi tam olarak yansıtabiliyor muyuz? Kendi gözlemlerime dayanarak, geçmiş yıllarla kıyaslarsak, evet daha fazla değer verdiğimizi söyleyebiliriz. Fakat tam olarak yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin derneklerde çocuklara yönelik faaliyetler, onların yeteneklerine göre eğitilmesi, çocukların eğitimlerine yönelik çalışmalar, bilgilendirme, onların fikirlerinin alınması gibi önemli konular, çoğu kez lafta kalıp, ikinci plana itilmiştir. Bütün bunlar bir yana dernek çalışmalarında saatler süren toplantılarda çocukların susturulması, uzun süren toplantılarda çocuklara uygun programların yapılmaması, ileriki dönemlerde çocukların dernek çalışmalarından uzaklaşmalarını sağladığı gibi, çocukların bu ortamlarda kendilerini değersiz görmelerinin yolunu da açıyor. Her ortamda öncelikle çocuklarımızın varlığının bizim için değerini onlara hissettirmeliyiz. “Ne de olsa çocuktur!” deyip geçmemek lazım. Toplumsal alandaki çalışmalarımız içerisinde hızla geçen zamanın yanında çocuklarımız bir ayrıntı olarak kalmamalıdır. Özellikle gelecekte kendisine güvenen değerli (değer verilerek yetişmiş) birer birey olarak yetiştirmeliyiz onları.
Çocuklar için yine çok önemli olan yakınlık ve dayanışma duygusu temel alarak, aile içinde bulunduğu sosyal çevre içinde gereğince verilmelidir. Çocuğun ilk tanıştığı sosyal çevre tabii ki ailesidir. Ailenin çocuğa sağladığı yakınlık ve dayanışma çocuğun daha sonraki yaşamında paylaşımcı, sosyal, dayanışmacı ruhunu geliştirerek tam da istediğimiz gibi birer birey olarak kazanabiliriz.
Dayanışma ve güvenin baskın olduğu ailelerden gelen kişiler, bu güven ve dayanışmayı diğer insanlarla olan ilişkilerinde de gösterirler; karşısındakinin iyi niyetli olduğuna inanmak onların temel varsayımıdır. Güvensizlik ortamının baskın olduğu aile ortamından gelen kişiler ise, kendileri de dahil hiç bir kimsenin sözüne inanmazlar ve kimseyle dayanışma içine girmezler. Güvensizlik duygusu o kadar derinlere inmiştir ki, kendilerine dahi güvenemezler. Bu insanlar, her an değişebilen, kimsenin diğeriyle dayanışma içinde olmadığı herkesin birbirini kullanmaya çalıştığı bir dünyayı temel varsayım olarak kabul ederler. Çocuklarımızla her zaman dayanışma içerisinde olmalıyız. Onları tabii ki bir denetleme kapsamı içerisinde güvenerek, güven vererek yetiştirmeliyiz. Bu denetleme her zaman suçlayarak, polis gibi takip ederek değil, onların her zaman yanında, yakınında bir arkadaş gibi yaşamı paylaşarak gerçekleştirebiliriz.
Biraz da sorumluluk duygusuna değinelim…
Acaba yaşamı çocuklarla gerçekten ne kadar paylaşıyoruz, onların bütün sorumluluklarını üzerimize alıp, sonra da yaşam içerisinde onların sorumluluklarını bilen birer birey olarak mı yetişmelerini bekliyoruz? Aile sistemi içinde temel birim olan anne ve baba, davranış ve sözleriyle sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde yanlız anne ve baba değil, herkes sorumluluk duygusunu paylaşmak zorundadır. Çocuklar kendi yaşları oranında sorumluluk yüklenmeli, bu sorumlulukla aile içindeki davranışlarını biçimlendirmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan ve çocuklarını her türlü sorumluluktan kurtaran anne ve babalar, kendi yaşamını biçimlendirmekten aciz, sürekli başkalarının yönetiminde olmaya yönelik bireyler yetiştirirler. Bu tür aile içinde yetişen kişiler, kendi yaşamlarında yer alan olaylardan kendilerini değil, başkalarını sorumlu tutarlar. Çevremizde öylesine aileler var ki, güzel bakma adına(!) 8-9 yaşına gelmiş çocuğuna ayakkabısını, elbisesini kendisi giydirip “Ne yapayım ona kıyamıyorum!” diyen aileler var.
Böylelikle yaşamın birçok alanında çocuğa sorumluluk verilmediği için, ileriki dönemde çocuk da sorumluluk duygusunu taşıyamıyor. Okulda başarılı olmayan öğrenci kendi çalışma yöntemini ve konuyla etkileşim biçimini inceleyip, yaptığı hataları keşfederek daha başarılı olma yolları arayacağı yerde, sürekli ya okul idaresini ya da öğretmeni suçlayarak kendi başarısızlığından başkalarını sorumlu tutar.
Uzun lafın kısası, gelişim aşamalarına uygun bir denge içinde, çocuklara kendi yataklarını yapma, oturdukları odayı temizleme, ev işlerine yardım etme gibi görevlerle kendi yaşamlarından kendilerinin sorumlu olmasını öğretmek anne ve babanın yapabileceği en sağlıklı görevlerden biridir. Çocuğa her şey hazır verilmemelidir. Sorumluluk duygusu ile ilgili söylediğim her şey, çocukların zorluklarla mücadele etmesinde de geçerlidir. Çocuğun içinde bulunduğu gelişme aşamasına uygun zorluk derecesindeki sorunlarla çocuğu başbaşa bırakmak, onların bu zor sorunlarla mücadele ederek uğraşmasına olanak vermek, kendine güvenli, sorun çözme becerileri gelişmiş bireyler olarak yetişmeleri için gereklidir. Ailenin bu gereksinmeyi karşılaması gereklidir. Karşılaştığı her zorlukta çocuğuna yardım eden ana-baba, sürekli başkalarından yardım bekleyen, kendi beceri ve yeteneklerine güvenmeyen kişiler yetiştirir.
- Makarenko “Çocuk Eğitimi” adlı kitabında der ki: “Hiç bir zaman çocuğa hak ettiğinden fazlası verilmemelidir. Eğer bir annenin 3 elbisesine karşılık, kızının 4 elbisesi varsa bu çok yanlıştır.” Buradan çıkarılacak ders çocuklarımıza hiç bir zaman “yemedim yedirdim, içmedim içirdim, giymedim giydirdim” demeye fırsat vermemeliyiz.
Onlara son derece adil yaklaşmalıyız. Her şeyin ev içinde adaletli bir şekilde paylaşımını sağlamalıyız. Aksi takdirde sadece kendisini düşünen, bencil insanlar yetiştirmiş oluruz. Çocuklara yaşamın zorluklarını sorumluluk vererek öğretmeliyiz. Onları pembe hayal dünyasında yaşatmamalıyız. Gerçek yaşam içerisine çekmeliyiz. Bizlerle beraber yaşam mücadelesini tanımalarını sağlamalıyız. Çocuklarımıza, evlerimizdeki bu küçük misafirlerimize, verebileceğimiz öncelikle en büyük gereksinim sevgidir. Her zaman hiç eksik etmeden bol bol onları sevmeliyiz. Onlara özellikle mutlu, sevgi dolu bir ortam sağlamalıyız.
Çocuklarımız, yarınlarımızın emanetçileridir.
Ellerimizdeki bu pırıl pırıl beyinleri bir nakış gibi isteyerek yarınlarımızı gönül rahatlığıyla emanet edeceğimiz birer devrimci yetiştirmeliyiz.