Pazar, Mart 26, 2023
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Güney
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Duyu okulları ve enerji / Bejdar Ro Amed  

7 Ekim 2021
İçinde Sizden Gelenler
0 0
0
Anasayfa Sizden Gelenler
Share on FacebookShare on Twitter

(Enver Özkartal)

Madde, enerjinin yoğunluk kazanmış hâlidir. Enerji maddeleştikçe varlığını somutlaştırır. Bu anlamda görünür olmak anlamlıdır. Daha üst bir anlam ise görebilmektir. Görünür olabilmek ve görünürü görebilmek muhteşem bir gelişmedir.

Görmek eyleminin ışıkla bağlantısını kurmak gerekir. Işık olmadan görebilmek mümkün değildir. Görebilmenin temellerine indiğimizde de oldukça gerilere gitmemiz gerektiğini de görürüz.

Çok hücreli canlıların başlangıç tarihleri bir buçuk milyara kadar gider. İlk aklımıza gelen pandorina on altı hücreli bir organizmadır. Bir anlamda çok hücreli canlıların ilkidir. Hatta birçok ilkten bir tanesidir. Pandorinada hücreler organize olmamışlardır. Bu anlamıyla somut bir görevle yükümlü değillerdir. Dolayısıyla bu kolonide karmaşa diz boyu. Uzun bir evrim tarihi vardır. Yüz milyon yıl gibi bir süreyi kapsayacak düzeydedir.

Pandorinanın ardından gelen Eudorina otuz iki hücreli bir kolonidir. İlk organize olmuş çok hücreli bir organizmadır demek yerindedir. Elbette tam teşekküllü bir organize değildir bu. Bunun başlangıcıdır demek daha doğru olur.

Çok hücreli Eudorina kolonisi içinde “ışık alıcı” olarak bulunan pigmentler vardır. “Bu pigmentler güneşten gelen ışığı emerler. Kloroplastlardan farklı olarak burada emilen ışık, enerjiye dönüştürülmeyip organizmayı sevk ve idare eden komutanların harekete geçirilmesinde kullanılır.” (“Dinozorların Sessiz Gecesi”, s.120, Hoimar Von Ditfurth). İş bölümünün gelişimi de bu boyutuyla çıkar ortaya. Çok hücreli organizmalarda bu gelişim oldukça önemlidir. “Kırmızımsı Pigment Lekeleri” ışık yutucuları olarak görmenin ilk canlı organizmalarıdır. Daima ışığa

Menopauze – Behandeling online

, aydınlığa doğru sürüklenir ve yol alırlar. Bunlar Alg olarak değerlendirilen bitki hücreleridir.

Demek ki biz canlılar görmeyi bitkilere borçluyuz. Görme, bitkilerden bize armağandır diyen bilim insanları da vardır.

Görmek; tanımak, bilmek, öğrenmektir de. Canlılığı tam teşekküllü organize olmuş bir büyük okul olarak değerlendirirsek görmek bu okulun çok önemli bir bölümüdür diyebiliriz. Çünkü görmek çok yönlü büyük öğretir.

Pigmentler ve kloroplastlar arasındaki farkı da koymak yararlı olacaktır. Aslında her ikisi de ışığı emer. Bitki hücreleri olarak fotosentez bu yolla yapılır. Kloroplastlar ışık emici organeller olarak enerji üretirler. Bu nedenle kloroplastlara enerji üretim fabrikaları da denir. Pigmentler ise enerji üretmezler. Emilen ışık, organizmayı harekete yani sevk ve idareye, yönlendirmeye hizmet eder. İlk iş bölümünün ortaya çıkması da bu dönemdedir. Çok hücrelilerdeki bu ilk iş bölümünün önemini günümüzdeki hücreleri incelediğimizde daha iyi anlıyoruz. Diğer canlı özelliklerinin de bu anlamı önemi büyüktür. Bilge’den yapacağımız şu alıntı bunun önemini daha da belirgin kılacaktır.

“His ve duygunun gelişimi başlı başına bir mucizedir.”, “… Cinsellik başta olmak üzere tüm canlılık özelliklerini bir düşünce biçimi olarak görmek önemlidir. Canlılığın kendisi bir anlamda öğrenme yetisidir. Bu anlamda Descartes’in ‘düşünüyorum öyleyse varım’ deyişi yerindedir. Daha da genelleştirirsek, evrenin kurallar dâhilindeki döngüsünde öğrenme muhteşem bir gelişmedir. Şu söz anlaşılırdır, ‘tanrı kendini gözlemek için evreni yarattı’. Hegel’deki kendi farkına varmak için ‘geist’in (evrensel zekâ) maddeleştiği yargısı da görmeye bağlantılıdır. Belki de görmek, görünmek oluşumun esas gayelerindendir. Zevk ve acı duyguları da hayvan canlılığında kendini hissettirir. İki histe yaşamın farkını hatırlatır. Ne kadar zevklenirse o denli yaşam fark edilir, benimsenir; ne kadar acı duyulursa yine o denli yaşam fark edilir ve bu sefer benimsenmez ve sürdürülmek istenmez, ikisi de öğrenmenin keskin okullarıdır. Zevkin ve acının öğretici değeri yüksektir. Zevk büyük öğretir. Dolayısıyla yaşamın değerinin güçlü takdirine yol açar. Zevkin sonu acıya oldukça yakınken, acının da sonunda zevkli yaşam şansı yüksektir. Yaşamlar aralarındaki farkı, daha iyi görmek daha zevklenmek, acı çekmek biçimindeki öğrenmelerle ortaya koyarlar.”

Yine Bilge “canlılığın kendisi bir anlamda öğrenme yetisidir” diyor. Çok anlamlı. Canlı olmak öğrenmektir. Çünkü cansız olundu mu öğrenilmez. Dar anlamda yorumlamak istemiyoruz bunu. Daha da genelleştirirsek ilk büyük patlamadan bu yana milyarlarca yıl geçti. Evren büyüdü, serpildi. Büyümek, serpilmek çoğalmak, zenginleşmek canlılık örneğidir. Canlı bir evrenle iç içeyiz. Enerji- madde ikilemi canlılık izahını iyi gösteriyor bizlere. Enerji bu potansiyeli içinde taşıyor. Enerji maddeleşerek görünür kılıyor kendini. Bu hareketliliği biliyoruz. Tabi mekanik bir hareketlilik olmadığını da biliyoruz. Potansiyel canlılık her ne kadar en belirgin halini hayvanlar ve insanlarda kılmışsa da bunlarda öncülerine borçludur bunu. Demek ki canlılık potansiyeli başlangıçtan beri vardır. Dolayısıyla öğrenmeyi buraya kadar götürebiliriz. Enerji var oluş potansiyelini açığa çıkardıkça öğreniyor ve kararlaşıyor.

Burada dikkat çekilmesi gereken bir diğer yön ise, bu öğrenmenin yok olmamasıdır. Farklı zenginliklerde büyüme bunun en iyi kanıtıdır. İnsan beyni için öğrenmelerin en yoğunluk kazandığı yerdir de diyebiliriz. Hatta evrenin arşivi en mükemmel haliyle insan beyninde gizlidir demek abartı olmasa gerek.

Enerji-madde bütünlüğünde en organize canlı insandır. Evrenin özeti ya da mikro evren gibi tespitleri hak etmesi bu özelliğindedir. Eğer enerjinin en organize olmuş maddesi olarak insanı değerlendiriyorsak, öğrenme insanda en niteliksel haliyle somutluk kazanmıştır. Duygunun, hislerin mucizeliği de buradan gelmektedir. Enerji-madde-düşünce bütünlüğünü de bu paralelde anlamlandırmak mümkündür.

Evrende var olan şeyler enerjinin maddeleşmesi olarak görülür. Einstein formülü bunu anlatır. Enerji maddeleşirken tümüyle maddeleşmez. Böyle olsa, hareket, canlılık olmaz. Demek ki her madde de o maddeyi hareketli yani canlı kılan enerji vardır. Değişim çeşitlenme bu hareketlenmeyle bağlantılıdır. Zaten evrenin ilk oluşum anlarındaki kayıp enerjiden bahseder fizikçiler. Kayıp enerjiyle madde kararlaşma sürecine girmiştir. Bu olmamış olsa, evrenin bu şeklinde gelişmeyeceği de açıktır. Demek ki evrende tek seçeneğe mahkûm değildir. Demem o ki evrenin oluşum ve gelişimini bu anlamda mutlaklaştıramayız.

Enerjinin maddeden yana eğilim göstermesi hatta maddeden yana tavır alması bir anlamıyla kayıp enerjiyle mümkün olmuştur. Muhteşem bir denge ve adalet ilkesiyle kendini var eden evren, düşünen doğa olarak insana kadar gelmiştir.

Evrende var olan her şey atomlardan oluşmuştur. Onlarda atom altı parçacıklarından yani maddi yapımız birdir. Taş ve kurbağa, ağacı ya da bitki arasındaki fark atom dizilişlerinin farklı olmasıdır. Bu farklılık düşünemeyeceğimiz kadar çok çeşitlilik ve zenginlik yaratmıştır. Bu ilerlemenin sınırı yoktur.

İnsan da böyledir. Bilge bunu şu şekilde somutlaştırmaktadır.

“1-Maddenin yapı taşları olarak atomlar hem sayı hem diziliş olarak insanda en zengin bir varlığa ve bileşime sahiptir.

2- Biyolojik dünyanın tüm bitkisel ve hayvansal yapılarını temsil etme avantajına sahiptir.

3- Toplumsal yaşamın en gelişkin biçimlerini gerçekleştirmiştir.

4- Çok esnek ve özgür bir zihniyet dünyasını temsil etmektedir.

5- Metafizik yaşayabilmektedir.”

Dolayısıyla “insan, beyninde madde-enerji-düşünce birliğini yakalamak imkân dâhilindedir.”

Enerji insandaki canlılığın gücüdür, yani ruhudur. Enerji olmadan en gelişmiş canlı olarak insan, insan olarak yaşayamaz. Aslında bu tüm canlılık için geçerlidir. Enerji var olmanın nedenidir. Aynı zamanda değişimin de. İnsanda açlık, enerji tüketimidir. Yani bedenimiz enerji tükettikçe enerji açlığını ya da açığını hisseder. Doymak bir anlamıyla kaybedilen enerjinin geri alınmasıdır. Açlığımız doyurulmadan yani almamız gereken enerji alınmadan hareket ve canlılık inisiyatifimiz gerçekleşmez. Bu enerji hiç alınmasa beden, yani hücreler birbirini yiyerek tüketir yani iflas eder. Ekonomi bir boyutuyla açlık üzerine formüle edilmiş bir sistemdir. Kapitalizm bu gerçeği görmüş olmalı ki sömürü sistemini bu formül üzerinde şekillendirmektedir.

Konumuza dönecek olursak; demek ki enerji olmazsa olmazımızdır. Yani ruhumuz…

Bedenimizin organize hâli bir bütün olarak bu enerji sayesinde işlerlik kazanır.

Demek ki süper gelişmiş madde olarak ele aldığımızda insanı bu canlı, işlerlikli kılan enerjinin kendisidir. Beynimizde düşünce işte bu işlev sonucunda açığa çıkmaktadır. Beyin (madde), enerji, düşünce…

Daha önce de belirttik, evrensel öğrenmenin en yoğunluklu hâlidir insan. Kısacası insan beyni, evrenin oluşum sürecinden insana gelene dek kazanılmış öğrenmelerin özünü beyninde taşımaktadır. Biz buna bilgi de diyebiliriz. Evren, geçirmiş olduğu süreçlerin deneysel bilgisini insana aktarmıştır. Tabi bu, bildiğimiz anlamda bir bilgi aktarımı değildir. Yani bir baba ne geçirmiş ve öğrenmişse öylece oğluna aktarması gibi bir şey değildir. Örneğin, tüm oluşumlar bir kararlaşma sonucunda var olurlar. Her yeni oluşum bu kararlaşma mirasını kendi ruhunda taşıyarak yeni oluşuma gider ve üst senteze ulaşır. Yani bir önceki bir sonrakinde yaşar. Biyolojide bu genetik olarak da böyledir. Bir başka anlamıyla deneyim aktarımı vardır. Bir başka anlamda nitelikleşme aktarımıdır. Daha farklı boyutuyla daha da öte bir çeşitlenmedir. İşte, tüm bunlar da öncekilerin deneyim ve birikimleri saklıdır. Sezilerimizi bu süreçlerle bağlantılı ele almak mümkündür.

Çünkü sezi, “duyu organlarını, deneyimi ya da aklı kullanmadan kazanılan kavrayış, içgüdüsel bilgi”dir. Sezilerimizin uyanmasında duyu organlarımızın rolü tabi ki küçümsenemez. Yoğunlaşma, enerjinin bir ya da birden çok noktada harekete geçirilmesidir. Düşünce bu paralelde oluşur. İyi, derin düşünceler güçlü yoğunlaşmalarla mümkün olur. Sıradan düşüncelerde ise belirtilen çerçevede bir enerji kaybı yaşanmaz. Bilgeler, peygamberler, büyük yoğunlaşmalara iyi örneklerdendir. Ciddi düşünce ürünlerinin, paradigmaların açığa çıkması bu nedenledir.

Dolayısıyla enerji canlılığın ruhudur. Bilge’nin “canlılık bu durumda özel bir enerji akış sistemi mi olmaktadır?” sorusuna “evet” yanıtını verebiliriz. Tabi ki bu soru canlı insanla ölü insan arasındaki 18 gramlık enerji farkından yola çıkılarak sorulan bir sorudur. “Evet” dedik çünkü enerji canlılıkta özel bir akış içindedir.

Bunu bu şekilde ele almamızın nedeni kimyasal canlılıkla biyolojik canlılık arasındaki enerji akışının farklı olmasından dolayıdır. Kimyasal canlılık biyolojik canlılıktaki gibi tezahür etmez. Dolayısıyla biyolojik canlılıkta enerji özel bir akış içine girer. Bilge’den yapacağımız alıntıyla meramımızı daha iyi anlatabiliriz.

“Hayvanlar âlemi başlı başına sistemdir. Başlangıcında bitki ve hayvan hücresini ortaklaşa temsil eden türe rastlanmıştır. Zaten dikkatli bir gözlem, bitkisel âlem olmadan hayvanlar âlemine geçişin olamayacağını gösterebilecektir. Bitkisel yaşam hayvansal yaşamın ön koşuludur. Daha da önemlisi gelişkin bir bitki varlığı gelişkin bir hayvan varlığının koşuludur. Potansiyel canlılık hayvanlar âleminde görme, duyma, acı, arzu, kızma, sevme gibi daha gelişkin hislere duygulara yol açabilmektedir. Sürekli yiyecek peşinde koşma açlık ihtiyacını daha yakından incelemeyi gerektirmektedir. Açlığın yoksun kalınan enerjiyle bağı rahatlıkla kurulabilir. Bir kez daha enerjiyle canlılık arasındaki ilişki karşımıza çıkmaktadır. Açlık giderildiğinde gerçekleşmiş olan ihtiyaç duyulan enerjinin depolanmasıdır.”

T Tipi Hapishane                                                                                Bafra/Samsun

 

Sonraki Gönderi

Gidersen / Rahime Henden

Kategoriler

Güney Sayı 104

Yılmaz Güney’i anıyoruz!

İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Çukurova Kitap Fuarı’ndan İzlenimler

Kamuoyuna açıklama

15. Çukurova Kitap Fuarı

Yılmaz Güney bizimle!

103. sayımız çıktı

Güney Sayı 103

Mağdurların anılarını canlı tutma mücadelesi

Eskişehir

102. sayımız çıktı

Güney Sayı 102

Ayvalık/Balıkesir

Kocaeli/Gebze

İsviçre satış noktaları

Avusturya satış noktaları

Almanya satış noktaları

101. sayımız çıktı

Güney Sayı 101

Bir bildirge denemesi: Devrimci Gerçekçilik

Süleyman Özdemir

Davet: Yılmaz Güney’i anıyoruz!

DAVET

100. sayımız çıktı!

Güney Sayı 100

Politik tutsaklar ve “hapishane edebiyatı”

Yusuf’suz bir yıl!

“Tutsak Kitapları Sergisi” İzleyicisiyle Buluştu

14 Şubat Dünya Öykü Gününe binaen

İnstagram

  • Etkinliğimizde Muzaffer Doyum kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • Doğumunun 86. yılında “Halkın sanatçısı halkın savaşçısı” Yılmaz Güney bizimle
Etkinliğimizde Fatoş Güney kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Büyük bir felaket yaşıyoruz. Depremde hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına ve dostlarına sabırlar diliyoruz. Yaşananlar karşısında derin bir üzüntü içindeyiz. Söylenecek sözlerin artık tükendiği noktadayız. Depremin sonuçları; acı, ölüm, açlık ve sefaleti arttırdıkça arttırıyor. Yoksul emekçilere ulaşılamayan yardımlar acımızı daha da büyütüyor, duyulan feryatlar karşısında yüreklerimiz dağlanıyor, ama yetmiyor! Yaşadığımız azap depremzedelere çare olmuyor. Yine yaşananları seyretmekle yetiniyoruz, ama yetmiyor işte.

El yordamıyla hayatta kalmaya çalışanlar, kadınlar ve çocuklar felaketle boğuşurken toplum olarak suçluları arıyoruz. Bunlar ya müteahhit, ya iktidar yada yetersiz kalan kurtarma ekipleri oluyor; suçlular çok fazla, suçlular bitmiyor ve biz her felakette yaşananları balıklar gibi seyredip unutuyoruz.

Kapitalistlerin daha fazla kâr uğruna insan hayatını hiçe sayan yapılar inşa etmesine dur diyemediğimiz sürece, bizleri yoksullaştırarak harabe evlerde yaşamaya mahkum edenlere, müteahhitlere ve onların deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılarına izin veren devlet kurumlarına dur diyemediğimiz sürece, insanın ve türlerin yaşam hakkını koruyan merkezinde insanın olduğu bir sistem kurmadığımız sürece yaşanan felaketlerin suçluları bizleriz. Şairin de söylediği gibi “demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Her şeye rağmen can pahasına yardıma koşan insanların, insan üstü çabaları da çok değerli olduğunu görüyoruz. Herkesin yapabileceği çok şey var. Yardım için acil ihtiyaçların karşılanması ve ihtiyaç sahiplerine ulaşılması gerekiyor. Gönüllü, yardım birliklerine katılabilenlerin zaman kaybetmeden harekete geçmesi önemli. Bütün okurlarımızın bu dayanışmaya katılacağını biliyoruz ve imkanı olanlara çağrıda bulunuyoruz: Yardım için gönüllü olun ve elinizden geleni yapın! “Şimdi birlik olma zamanı” diyoruz ama, bu kadarıyla değil tabi ki, bu köhnemiş sistemi ortadan kaldırmak için de birlik olma zamanı. İşçilerin, emekçilerin yaşamını elinden alan, 
Yazının devamı için; https://guneykultursanat.org/insanin-degerinin-olmadigi-bu-sistemde-insan-kalmak/
  • DOĞUMUNUN 86. YILINDA “HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAŞÇISI”
YILMAZ GÜNEY BİZİMLE ETKİNLİĞİNDE BULUŞALIM
2 Nisan Pazar günü saat  14.00 te  Cemil Candaş Kent Kültür Merkezinde buluşalım.
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
İletişim: 0541 801 35 02/0533 501 64 62
Giriş ücretsizdir
  • Çukurova Kitap Fuarından İzlenimler
Bir kitap fuarı etkinliğini daha geride bıraktık. Çukurova’nın bahar aylarını aratmayan güneşli dokuz gün boyunca iyi yönleri ile hatırlanabilecek bir fuar olduğunu söylemek yanıltmaz bizi. Bu kadar ilgiyi başlarda beklemiyorduk. Hayat pahalılığının olumsuz koşulları altında, enflasyondan en çok zam gören kalemlerden kitapların  temel ihtiyaçlar listesinde en sonda olabileceği ilk aklımıza gelen olmuştu: Tabi bu olgu yaşadığımız toplumun henüz değişmeyen özelliklerinden biri olmaya devam ediyor.  Fakat yinede tüm bu yoksulluğa rağmen, kitaba para ayıran önemli bir okur kitlesi de vardı. Her ne kadar burç kitapları ve kişisel gelişim üzerine yazılı kitaplar ilgisinden değer kaybetmese de ve kitap olsun çamurdan olsun diyenler dışında Çukurova’nın iyi bir okur çevresine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Fuar boyunca, dergimizin standına da ilgi büyüktü. Güney’in yeni ve bir kısım eski sayılarını, İnter ve Dönüşüm Yayınlarının çeşitli kitaplarını standımızda bulundurmuştuk. Fuarda Marksist-Leninist külliyatı bulunduran tek standın bizde olması bir eksiklik olduğu kadar, ilginin sebebi de olduğu söylenebilir. Bizi şaşırtan ise kitaplarımıza ve dergimize duyulan ilginin 14-17 yaş aralığındaki gençlerin oluşturmasıydı. Bu yaş grubu için herhangi bir kuşak tespiti yapmak güç. Yaşlara göre kategori belirlemek yeni moda olsa da bu gençlik başka türlü ilerliyor diyebiliriz, hem de bize hiçte uzak olmayan bir ilerleme. Belki bunu yaşadığımız iki örnekle açıklamak düşüncemizi haklı çıkaracaktır. İlki, henüz 15 yaşında genç bir kız, oldukça zarif ve iyi giyimli; bu haliyle orta halli, kültürlü bir ailenin çocuğu olduğu kesin. Ama bizim açımızdan şaşırtıcı olan bu kızın merakı: “Demokratik devrim mi? Sosyalist devrim mi?” bu konu ilgisini çekiyormuş ve araştırma yapmak istiyormuş. Biz kendisine yaşı için ağır bir araştırma kitabı olduğunu söylemek isterken, babası – bu tür siyasi kitaplara çok ilgisi var, sürekli okuyor, bu konular ona yabancı değil- dedi. Tabi biz şaşırıyoruz. Bir diğer örnek ise Kollontai’nin kitabını gören 15 yada 16 yaşlarında genç bir erkek...(Devamı için: https://guneykultursanat.org/cukurova-kitap-fuarindan-izlenimler/)
  • Güneyden
  • Güney Kitaplığı
  • İçindekiler
  • Haber
  • Karikatür
  • Kitap
  • Makale
  • Öykü/Hikaye
  • Resim/Fotoğraf
  • Röportaj
  • Satış Noktaları
  • Şiir
  • Sinema
  • Tiyatro
  • Dosyalar

© 2021 Güney Dergisi

Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında

© 2021 Güney Dergisi

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In
Güney Size en son haberler ve güncellemeler için bildirimler göstermek istiyoruz.
Reddet
Bildirimlere İzin Ver