Yazıcıoğlu’nun helikopter kazasıyla ölümünün ardından kafamda sayısız imge karmaşası ve düşünce patlaması yaşandı.
Yazıcıoğlu, Sivas, Maraş, BBP, kaza, ölüm, ihmalkârlık, zafiyet gibi sözcükler imge dünyamda birbirine giriyor, yeni olayla bağlantılar kurmaya çalışıyordu, oluşan bağlantılara ise şaşıp kalıyordum.
Düşünce dünyamda meydana gelen bu karmaşa beni bilim dünyasının son dönemde özellikle üzerinde durduğu, düşünce-söz problematiğini düşünmeye sevk etti. İşte kurmuş olduğu Varoluşçu Psikoterapi yöntemi ile de dikkatimi çeken psikiyatrist-yazar İrvin D. Yalom’un “Aşkın Cellâdı” adlı kitabında konuyla ilgili söyledikleri:
“… Zihin imgelerle düşünür ama bir başkasıyla iletişim kurmak için imgeleri düşüncelere, sonrada düşünceleri kelimelere dönüştürmek zorundadır. İmgeden düşünceye, düşünceden dile doğru bu ilerleyiş ihanetlerle doludur. Kayıplar olur…”
Demek ki imge dünyamın karmaşası düşünceyi netleştirmekte zorlanıyor, sözcüklere dökülmek için de zaman bekliyordu…
Ben materyalist felsefeye ilgi duyan birisi olarak bu konuları öteden beri araştırırım. Maddeci düşünceye göre ise kavramlar, yaşamdan gelirler ve yaşam pratiği içerisinde gelişip ölebilirler. Ya da evrimleşerek yeni kavramlara ön ayak olurlar. Bu anlamda herkesin aynı kavrama verdiği anlam, değişiklik arz edebilir. Çünkü herkesin yaşam pratiği, bilgi birikimi farklı farklıdır. Hele de bizim gibi ülkelerde… Yani ‘bilgi sahibi olmadan düşünce sahibi olanların ülkesinde’. Konuyu daha fazla dağıtmadan, Marksizmin temel düşüncesinin de dediği gibi ‘kavramlar, genel itibariyle yönetenlerin kavramlarıdır, düşünceleridir’ gerçeğini vurgulayarak geçelim.
Ve Muhsin Yazıcıoğlu Olayı…
Bu ön açıklamalardan sonra, BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazasından sonra düşünce dünyamda oluşan gel-gitlere, tuhaf benzerliklere ve kimi tarihsel çakışmalara, imgelemimin yaptığı karmaşalı yolculuklara geçebiliriz. Sol-sosyalist, ilerici-demokrat veya Alevi çevrelerinde Maraş, Sivas, BBP, Yazıcıoğlu, ihmalkârlık, zafiyet gibi kavramların neyi çağrıştırdığı açıktır. Aynı kavramların sağ-muhafazakâr kesimlerdeki yeri ise kuşkusuz bambaşkadır. İşte tüm bu kavramlar; bu kazadan sonra benim olduğu gibi tüm sol-sosyalist çevrelerdeki bireyler için de, bir imgeler yolculuğuna, çağrışımlar karmaşasına neden olmuştur. Tıpkı sağ çevrelerde olacağı gibi…
İmgelem dünyamda oluşan silsile çok da iç açıcı değil, tahmin edeceğiniz gibi. Bu anlamda şu andan sonraki yazım; Çetin Altan’ın kendi yazı ve konuşmaları için söylediği gibi “yer çekimine karşı”olacaktır. Kafamdaki ‘onların’ yaratmış olduğu birçok karanlık ilişkinin, iğrenç katliamların, dünya çapındaki bunalımların karmaşası da, okuyucuda bir sarsıntıya neden olabilir. Bu nedenle bunalımlarla yüzleşmek istemeyenler, şu andan itibaren bu yazıyı okumayabilirler.
Tarihe Yolculuk ve Yazıcıoğlu’nun Suç Dosyası
*Yazıcıoğlu, 1978’de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği’nin (ÜGD’nin) kurucu Genel Başkanı oluyor. Bu derneğin yardımcısı kimdir sizce? Abdullah Çatlı!
*Maraş Katliamı ise 23 ve 24 Aralık 1978’de gerçekleştirildi. Katliamın hazırlık süreci de 8 ay öncesine kadar gitmektedir.
*Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi Gerekçeli Kararında katliamı planlayıp, uygulayanlar olarak MHP, Ülkücü Gençlik Derneği, MİSK gibi yasal parti ve örgütlerle ETKO, Kontr-gerilla gibi illegal örgütlerin adı geçer. Bu isimler sanık ifadelerinde, tanık beyanlarında ve güvenlik görevlilerinin raporlarıyla, basında çıkan haberlerde yer alır.
* İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı’nın, Maraş katliamının gün ışığına çıkartılması için görevlendirdiği özel ekibin raporundan aynen aktaralım: “18.12.1978 günü, ÜGD Maraş şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli’ye ‘Halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını’ emretmiştir…”
*Ökkeş Kenger (nam-ı değer: Ökkeş Şendiller) ise Yazıcıoğlu’nun en önemli dava arkadaşlarındandır. Ökkeş’in, Maraş katliamının ÜGD genel merkezi ile koordineli olarak yürütülmesinde kilit rol üstlendiği tartışma götürmeyecek şekilde ispatlanmıştı. Ve 1995’teki ANAP-BBP ittifakından milletvekili olmuş, daha sonra da ‘memlekete verdiği büyük hizmetlerden ötürü’ ödüllendirilmiştir!
*Yazıcıoğlu, 1980 yılına kadar Genel Başkanlığı’nı Alparslan Türkeş’in yaptığı MHP’de, Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulundu. 1987’de ise yine Genel Başkanlığı’nı Türkeş’in yaptığı MÇP’de (o dönemin MHP’si diyelim) siyasete girdi. MÇP’de ise Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu. Yani Yazıcıoğlu tam bir ülkücü liderdi ve Türkeş ile de çok samimiydiler. 1991 seçimlerinde Türkeş Yozgat’tan, Yazıcıoğlu ise Sivas’tan milletvekili seçildiler.
* Tarihin cilvesine bakın ki; Sivaslı olan Yazıcıoğlu, ölmeden önce son seçim çalışmasını, Maraş’ta yapmış ve 1991’de Türkeş’in milletvekili olarak seçildiği Yozgat’a gitmek üzere yola çıkmıştı…
*Türkeş’le Yazıcıoğlu’nun birliktelikleri ise 1991 seçimlerinden sonra DYP-SHP koalisyonun güvenoyu döneminde çatlamaya başladı. Yazıcıoğlu SHP’nin içindeki HEP’li (şimdiki DTP’liler diyelim) milletvekillerine de bu güvenoyuyla destek verileceği gerekçesiyle karşı çıkıyor, Türkeş ise güvenoyundan taraf oluyordu. En sonunda bu çatlak Yazıcıoğlu’nun 1993 yılında BBP’yi kurmasıyla son buldu. Çatlak kırılmayla sonlanmıştı…
* Yazıcıoğlu kurmuş olduğu partinin kalesi olarak Sivas’ı görüyordu ve 1995’te ANAP-BBP ittifakından Sivas milletvekili olacaktı.
*Yazıcıoğlu’nu 1995’te milletvekili yapacak olan Sivas, 1-4 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin yönetiminde, Pir Sultan Abdal Etkinliklerinin dördüncüsünü düzenleyecektir. Yani, bir nevi Yazıcıoğlu’nu milletvekili yapmaya hazırlanan Sivas’la, Pir Sultan Abdal Etkinliklerini düzenlemeye çalışan Sivas, karşı karşıyadır 1993’te.
*2 Temmuz 1993 Cuma günü, saat 13.30’da saldırı başlatıldı. Değişik camilerden akın akın insan, şenlik yapılan Kültür Merkezinin önünde toplandılar; taş ve sopalarla Kültür Merkezine saldırdılar.“Sivas laiklere mezar olacak, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak, Şeriat gelecek, batıl zail olacak“ sloganları atan gruplar, Kültür Merkezi’nde bulunan 1500 kişinin üzerine saldırır.
* Ne tesadüftür ki; Yazıcıoğlu’nun güvenoyu vermeyi istemeyerek MHP’den ayrılmasına ve BBP’yi kurmasına neden olan SHP milletvekillerinden Arif Sağ’da Madımak Oteli’nde mahsur kalanlardandır. Ulaşılan her yetkili ise; “Korkmayın, her türlü önlem alınmıştır” yanıtını veriyordu.
* Yangın, oteli tamamen sarar. 8 saattir kurtarılmayı bekleyenlerin umudu tükenmeye başlamıştır. 4 Temmuz günü, Sivas’ın Madımak Oteli’nde 35 can yakılarak katledilmiştir. 51 kişi de kendi olanaklarıyla ağır yaralarla kurtulabilmişlerdir. Çatıya çıkarak yardım isteyenler arasında Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli de vardır. Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli merdivenlerden inerlerken, Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak ile bazı belediye görevlileri saldırıya geçtiler. Başından yaralanan Aziz Nesin ve Lütfü Kaleli’yi linç edilmekten araya giren polisler kurtarır.
* Sonuç olarak Sivas Katliamı’nda diri diri yakıldı 35 can, 35 değerli insan 16 yıl önce. 31 yıl önce Maraş Katliamı’nın yapıldığı diyarlarda ise bugün, Sivaslı Yazıcıoğlu ve üç partili arkadaşı ile bir gazeteci ve bir pilot da, ya helikopterin yere çakılmasıyla ya da donarak, can verdiler.
* Çatlı’nın 1978 yılında Yazıcıoğlu’nun başkanlığını yaptığı ÜGD’nin, yardımcılık görevini üstlendiğini yukarda söylemiştim. Aynı Çatlı, Bahçelievler`de 7 TİP`li öğrencinin öldürülmesi olayının baş aktörü olmakla suçlandı. Bu olayda kullanılan otomobilin, Yazıcıoğlu`nun tasarrufunda olduğu öne sürüldü. Yazıcıoğlu, daha sonra bu iddiayı ve Doç.Dr.Bedrettin Cömert`in infaz emrini verdiği iddiasını reddedecekti.
Çatlı, 1978`de Balgat katliamı nedeniyle gözaltına alındı. Bu sırada yardımına koşan Yazıcıoğlu oldu. Yazıcıoğlu, emniyeti telefonla arayarak, `Bu size son ihtarım. Abdullah`ı bırakmazsanız Ankara`nın 150 yerinde bomba patlatacağız` diye tehdit etti. Ardından Çatlı serbest bırakıldı!
* Çatlı 3 Kasım 1996`da Susurluk`taki trafik kazasında yaşamını yitirirken, Yazıcıoğlu ise 25 Mart 2009’da Maraş’ta helikopter kazasında öldü. Tarihin bir cilvesi daha mı denilmeli acaba?
* Bir çok faili meçhul cinayette adı geçen, bir çok karanlık işin düzenlenmesinde liderlik yaptığı iddia edilen Yazıcıoğlu, tüm bu yaptıklarını ‘ülkesi için’ yaptığını söyler. Gelin görün ki ülke yöneticileri onu anlamazlar(!) ve 80 darbesiyle içeri düşerek işkencelerden geçirilir. 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl hapiste yatar. Bunların ardından 80 sonrası şunları diyebilecektir Yazıcıoğlu: “Bizim de sorumluluğumuz var. Ben `Bizi cami avlusundan toparlayıp getirdiler, bir şey yapmadık` demiyorum. Kavga ettik. Kullanıldık kelimesi bana itici geliyor, çünkü sağda da, solda da o dönemin gençliği idealleri uğruna sokağa döküldü, ama istismar edildik. Türkiye`yi, ABD`de `Bizim çocuklar yaptı` denilen 12 Eylül noktasına getirmek isteyenler istismar etti. Sonra baktık, eski siyasetçiler yerlerini almış, ihtilalci askerler dokunulmazlık zırhına bürünmüş, yetkililer soruşturmaya uğramamış…”
* 70’lerde MHP’nin başında bulunan Muhsin Yazıcıoğlu, Abdullah Çatlı, Mehmet Gül, Mehmet Şener ve Yalçın Özbey gibi isimlerin mafya ile iç içe oldukları ve bir yandan kaçakçılık yoluyla harekete silah ve cephane sağladıkları diğer yandan da ciddi maddi gelir elde ettikleri sürekli olarak iddia edildi. Mafyanın önde gelen isimleriyle (Abuzer Uğurlu, ‘Oflu’ İsmail, Osman İmamoğlu, Bekir Çelenk vb.) bizzat Türkeş’in yakın siyasi ve ‘iş’ ilişkileri vardı.
* Yazıcıoğlu’nun öldüğü günlerde 2. Ergenokon İddianemesi’nin yayınlanmış olması, gündemdedevlet-mafya-darbe ilişkilerinin sorgulanıyor olması ve yine bir seçim sahtekârlığıyla düzen partilerinin ‘al gülüm ver gülüm’ ilişkileri içerisinde medyada boy gösteriyor olması da ayrı bir ironik durumdur.
* Gerek Maraş, gerekse Sivas Katliam’larında bizzat devlet görevlilerinin yönetiminde ve yaygın medya eliyle görülmedik çarpıtmalar, yalanlar, bilgi kirliliği yaşandı. Ne tuhaftır ki -aynı amaçla olmasa da- bu karmaşa, Yazıcıoğlu’nun ölüm haberlerinde de aynen yerini korudu!
*Deprem, trafik kazası gibi durumlarda devlet kurumlarının aczi hemen her gün yaşanırken, ülkesini çok sevdiğini iddia eden ve bu yolda cinayetler, katliamlar yapmayı bile göze almış bu kesimlerin bu gibi ‘sosyal sorunlardan’ hiç söz etmeyip tek bir adım dahi atmamaları düşündürücüdür! Yoksa hala, “Allahın verdiği canı Allah alır. Ne yapalım kader. Biz Türk’üz bize bir şey olmaz” demeye devam mı edecekler?
Sonsöz:
Yukarda da söylediğim gibi bugüne kadar Sivas, Maraş, devletin aczi gibi konularda sol, yaralanmış ve bıkkın bir vaziyetteyken; aşırı sağ-muhafazakâr kesimler ise o şehirleri adeta kaleleri olarak görüp bu konularda da topu taca atarak, ‘devletlerini’ korumanın derdine düşüyorlardı. Ancak bu günden sonra bu konularda imgelerinde oluşan kavramları şöyle dile getirmeye başlayacaklardır sanırım: “Sivaslı Yazıcıoğlu Maraş dağlarında bir faciada ve devlet güçlerinin zafiyeti ile de birlikte hakkın rahmetine kavuştu.”
Maraş… Sivas… Zafiyet… Kafalarda oluşan imgeler, imgelerin düşüncelere dönüşmesi, düşüncelerin sözcüklerle buluşması… Dün neydi, yarın ne olacak? Umarım Maraş’ta, Sivas’ta, devlet de ‘mutsuz çoğunluk tarafından, büyük insanlık tarafından’ daha güzel imgelerin yaratıldığı, güzel sözcüklerle taçlandığı kavramlar haline gelecektir.
NOT: Bu yazı için sağ ve soldan çeşitli dernek, kurum, dergi, gazetenin internet sitelerinden araştırmalar yaptım. Ancak özellikle Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Antalya Şubesi’nin ‘Katliamlar’ bölümünden faydalandım Araştırmak isteyenler buradan diğer katliamlar için de çok yönlü bilgiler edinebilirler.
Eser Yılmaz