Proletarya kültürü ya da yeni insan / yeni toplum konusunda atılan adımlar…
– Proletarya kültürü, yeni insan / yeni toplumun kültürü olarak tanımlandığına göre, proleter kültürde gelinen yer konusunda, yeni insan / yeni toplum yönünde atılmış adımlar değerlendirilmelidir. Tarihte atılmış olan, bugün de atılan kimi somut adımların değerlendirilmesinde bir kaç noktanın bilince çıkartılması, değerlendirmeler ve tartışmalarda bilinçte tutulması önemlidir:
– İşçi sınıfı kültürü, yazılı tarihinde yalnızca sınıflı toplumları tanıyan, sınıfsız toplumu ise henüz hayvanlık aleminden ayrıldığı en ilkel dönemlerinde yaşamış olan insanlığın yaşamında –tarihinde kendinden önceklerinden nitelik olarak değişik, yepyeni bir kültürdür.
O şimdiye kadarki kültürlerden değişik olarak sınıfsız bir toplumu hedefleyen, sınıfsız bir topumun ilişkilerini içeren, yansıtan bir kültürdür. Sınıfsız topluma varan dek de, bu topluma gidiş için mücadelenin kültürüdür proletaryanın kültürü.
– Proletaryanın kültürü, kendinden önceki kültürlerden değişik olarak içinde yaşadığı eski toplumun bağrında gelişip egemen hale gelemez. Eski-sömürücü toplumun bağrında proletarya kültürü ancak nüveler olarak gelişebilir. Yeni toplumun bilinçli savaşçılarının ilişkilerinde, eserlerinde gelişebilir. Fakat egemen hale gelemez.
– Proletaryanın kültürünün egemen hale gelmesi için, proletaryanın toplumda siyasi egemenliği ele geçirmesi ve onun iktidarı şartlarında proletarya kültürünün bilinçli olarak yaratılması / geliştirilmesi / egemen hale getirilmesi çalışmasının yürütülmesi gereklidir. Bu, proletaryanın kültürünün egemenliği mücadelesi, esasta yeni insan / yeni toplum yaratma mücadelesinden başka bir şey değildir. Bu mücadele kısa sürede zafere ulaşacak bir mücadele olarak düşünülmemelidir. Yeni insan / yeni toplumun yaratılması –onbinlerce yıllık sınıflı toplum gerçekliğinin insanının değişmesi bir kaç kuşak insanı kapsayan bir zaman dilimi içinde gerçekleşebilecek kadar basit / kolay bir iş değildir.
– Bütün kültürlerde olduğu gibi, proletaryanın kültüründe düşünce ve duygular çok önemli rol oynamaktadır.
Düşüncelerin, duyguların değişmesi, bu duygu ve düşüncelerin üzerinde yükseldikleri maddi temelin ortadan kaldırılması ile birlikte otomiktan ve derhal gerçekleşmemekte; düşünce ve duygular, onların temeli olan maddi temelden daha uzun süre yaşayabilmektedir.
– Yeni insan / yeni topluma geçiş, uzun bir süreç olarak düşünülmek zorundadır.
Bu uzun süreç içinde proletaryanın siyasi iktidarı devrimle ele geçirmesi, kendi iktidarını kurması, yalnızca bir başlangıçtır ancak.
“Sosyalist toplum” dediğimiz toplum Marks’ın deyimiyle “her bakımdan, ekonomik, ahlaki, düşünsel olarak hâlâ bağrından çıktığı eski toplumun (kapitalist toplumun) izlerini taşıyan bir toplumdur.” (Aktaran Lenin, Devlet ve Devrim, sayfa 111, İnter Yayınları)
Bu toplumda eski ile yeni arasındaki mücadele, tam anlamıyla bir ölüm kalım mücadelesidir.
– Bu ölüm kalım mücadelesinde, birçok şey proletarya açısından deneme yanılma yolu ile öğrenilmek durumunda ve zorundadır.
Şimdiye kadar yeni insan / yeni toplum yönünde atılmış olan adımların değerlendirilmesinde bütün bu olgular dikkate alınmak zorundadır. Bunlar dikkate alındığında görülecektir ki, şimdiye kadarki sosyalizm deneyimlerinin son çözümlemede yenilmiş olmaları, bir anlamda geri dönüş olgularının yaşanılmış olması, ne yeni insan / yeni toplum projelerinin ve bu uğurda mücadelelerinin yanlışlığını ne de boşunalığını göstermektedir. Yenilgiler bu deneyimlerde elde edilen kazanımları ortadan kaldırmaz. İnsanlık tarihi açısından iki kuşak insanı bile kapsamayan sosyalizm deneyimleri, bir göz açıp kapama zamanına eştir.
– Yeni insan / yeni toplumun yaratılması ya da proletarya kültürünün yaratılıp egemen kılınması mücadelesi açısından en önemli deneyim kuşkusuz Sovyetler Birliği deneyimidir. Bu deneyim yalnızca Rusya’daki proletarya devrimi, emperyalizm çağının ilk proletarya devrimi ve kurulan devletin ilk proletarya devleti olması açısından değil, aynı zamanda proletaryanın şimdiye dek en uzun süre iktidarda kaldığı devrim olması açısından da önemlidir.
– Kuşkusuz proletarya kültürü açısından Sovyetler Birliği’nden sonraki devrimlerden de öğrenilecek çok şey vardır, bunların da proletaryanın kültürüne katkıları vardır. Özellikle Çin Devrimi, Çin deneyimi, her şeyden önce de Sovyetler Birliği’ndeki geri dönüş olgusundan öğrenmeye çalışan, bunu engellemek amacıyla gerçekleştirilen Büyük Proleter Kültür Devrimi deneyimi çok önemlidir. Fakat bütünlük içinde ele alındığında proletarya kültürü açısından Sovyetler Birliği’nin deneyi belirleyicidir.
Sosyalizmin proletaryaya kazandırdıkları
– Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin proletaryaya kazandırdıklarının, yeni insan / yeni toplum yaratılması mücadelesinde yarattığı değerlerin en başında, işçi sınıfının, yoksul köylülerin, emekçilerin kendilerini sömüren / ezenleri iktidardan uzaklaştırmalarının, kendi iktidarlarını gerçekleştirmelerinin, burjuvazinin, sömürücülerin iktidarının yıkılmasının mümkün olduğunun pratikte görülmesi, gösterilmesi gelir.
Burjuvazinin, sömürücülerin bilisiz bıraktığı, birbirine kırdırdığı, etnik, dinsel, mezhepsel, cinsel vb. farklılıklar temelinde birbirine karşı kışkırtıp bölüp sömürdüğü emekçi kitlelerin, birleşip örgütlü bir güç olarak hareket etmeleri halinde burjuvazinin iktidarının ayakta kalma şansının olmadığı, Sovyetler Birliği deneyiminin en önemli dersidir.
Proletarya ve ezilenler, modern çağda ilk kez bir ülkede, hem de oldukça geri bir ülkede, yeni bir dünyanın, sömürücüsüz bir sistemin mümkün olabileceğini, bu yönde adımlar atmak için burjuvazinin iktidarının yıkılmasının mümkün olduğunu, yerine işçilerin emekçilerin iktidarının kurulmasının mümkün olduğunu gördüler, gösterdiler. Bu muazzam kazanım kimsenin geri alamayacağı bir kazanımdır.
Burjuvazi bu kazanımı dün de, bugün de “geçici bir tarihi kaza” olarak göstererek kendi iktidarının gerçekte kaçınılmaz olduğu, adeta kader olduğu, Sovyetler Birliği’ndekine benzer “kaza”ların sonuçta bir işe yaramadığını vb. anlatıyor. Ve ne yazık ki bu propagandalar işçiler-emekçiler arasında da yılgın-yorgun-bıkkın “biz bir şey yapamayız” düşüncelerinin gelişmesine hizmet ediyor.
Yeni insan-yeni toplum savunucuları, Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi’nin bizzat kendisini, onun tarihini, gelişmesini, proletaryanın zaferini, proleter kültürün önemli bir parçası olarak üzerlenmeli, ondan öğrenmeyi en önemli bir görev olarak kavramalıdır.
Ne yapmıştır proletarya iktidarı Sovyetler Birliği’nde?
Önce yasalar düzleminde burjuva toplumunun var olan eşitsizlikleri perçinlemeye, bunlara değişmez bir hukuki görünüm vermeye yarayan tüm yasalarını bir çırpıda ortadan kaldırmış, çok kısa bir süre içinde yasal alanda insanlar arasında eşitliği sağlamıştır.
Kuşkusuz yasal alanda eşitliğin ilanı, gerçek hayatta eşitlik anlamına gelmemektedir. Fakat artık eşitsizliklerin “yasal”lığı ortadan kaldırılmış, toplumsal olarak eşitsiz davrananlara karşı “yasal” tedbirler almanın yolu açılmıştır. Bu, 1917-1918’de muazzam bir kazanımdır. Bugün bile, dünyanın en ileri ülkelerinde yasal alanda olmayan bir eşitlik, 1917-1918 Rusyası’nda proletarya devrimi tarafından gerçekleştirilmiştir.
Yasal alanda örneğin bütün burjuva hukukunun temeli olan ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti, dolayısıyla insanın insan tarafından sömürülmesini kutsayan tüm yasalar kaldırılmış, tersine önemli üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet yasal olarak yasaklanmıştır.
Yasal alanda, bir ulusun üstünlüğünü vb. belirleyen, ona imtiyaz tanıyan, dolayısıyla egemen olmayan ulus ve milliyetlere karşı ulusal baskı politikalarını hukuki gösteren tüm yasalar kaldırılmış, ulusların ayrılma hakkı ve tüm milliyetlerin tam hak eşitliği tanınmıştır.
Yasal alanda kadını üretim dışında, eğitim dışında ev kölesi olarak tutan tüm yasalar bir çırpıda kaldırılmış, proletarya iktidarının ilk günlerinde yasal alanda kadın erkek eşitliğini ilan etmiş, buna aykırı davranışları cezalandıracağı ilan edilmiştir vb.
Bütün bunlar yeni insan / yeni toplum yönünde atılan muzzam adımlardır. Ve yalnızca yasal düzenlemeler yapılmakla kalınmamış, gerçek eşitliğin sağlanması için çok somut adımlar atılmış, bu yönde muazzam başarılar elde edilmiştir.
Proletarya ve emekçilerin ilişkileri esasta birbirinin rakibi ve düşmanı ilişkilerden, aynı davanın dost insanları ilişkisine doğru; erkek-kadın ilişkileri ezen-ezilen ilişkisinden eşit insanların ilişkisine doğru; Rus ulusu ile Rus olmayan uluslar ve milliyetler arasındaki ilişkiler, ezen-ezilen ulus ilişkisinden, zorunlu ve zoraki birlik ilişkisinden, eşit haklara sahip ulus ve milliyetlerin gönüllü birlik ilişkisine doğru gelişmeye başlamıştır.
Bunlar insanlık tarihinde görülmemiş, yaşanmamış yeni ilişkiler, yeni bir kültürdür
, bu kültürün yaratılması yönünde atılmış muazzam adımlardır.
***
Sovyetler Birliği deneyiminde öğrenilmesi gereken bir başka olgu, cehaletle savaş ve kültürün yükseltilmesi için savaş olgusudur.
Sovyetler Birliği’nde proletarya iktidarı kurulduğunda en önemli sorunlardan biri, burjuvazinin bilinçli olarak cahil tuttuğu proleter ve köylü kitlelerin uyandırılması idi. Bilginin, bilimin proleter kitlelere sunulması idi.
Sovyetler Birliği bu alanda yasal düzlemde işçi ve emekçi çocuklarına eğitimde fırsat eşitliği sağlayan ilk ülke olmakla kalmadı, pratikte yürütülen kampanyalarla, dünyada okuma yazma oranı en yüksek olan, dünyada eğitimli insan sayısı ve oranı en yüksek olan devlet haline geldi.
Bu bağlamda somut yapılanlar:
Okuma yazma seferberliği, kitap basımı, gazete basımı, basılan yerli yabancı eserler, ulusal kültürlerin serbestçe gelişmesi (bkz. Güney sayı 5, dosya, sayfa 34-50)
***
Yaşama tarzı…
konusunda, Sovyetler Birliği’nde yeni insan / yeni toplumun yaratılması konusunda bir dizi deneme niteliğinde adımlar atıldı.
Örneğin konut sorunu…
Bütün toplumsal işlerin ortak çözümünün öngörüldüğü, konutun bireysel bölümünün gerçekten bireysel işler için var olduğu (dinlenme, geceleme) toplu konutlar. Mutfak / çamaşırhane / ortak spor alanları / toplantı salonları vb. ortak yaşama alanları. (Bkz. “Rusya’da 1917 Sosyalist Ekim Devrimi ve Kadınların Kurtuluşu” adlı ve Dönüşüm Yayınları tarafından yayınlanan kitap.)
Örneğin çocuk bakımı eğitimi…
Çocuk bakımı “toplumsal bir iş” olarak kavrandı. Doğumdan itibaren toplumun çocuk bakımını üstlenmesi için kurumlar oluşturuldu.
Örneğin kadın erkek ilişkileri / evlilik aile kurumu…
Başlangıçta evliliği ve ayrılmayı yalnızca iki kişinin işi olarak gören ve yalnızca beyanla evlilik ilişkisi gerçekleştirildi.
Fakat ne toplumun zenginlik kaynakları, ne de bilinç düzeyi bu denemelerin genelleştirilmesine izin vermediği için geri adımlar atılmak zorunda kalındı. Yine de bu denemeler nelerin mümkün olduğunu göstermesi açısından proletaryanın kültürünün parçaları olarak kavranmak zorundadır.
***
Sanat alanında Sovyetler Birliği sanatı küçük bir azınlığın estetik duygularını tatmin eden bir alan olmaktan çıkarıp kitlelerin eğitilmesinin ve bizzat kitlelerin üretttiği bir alan haline getirmeye yöneldi.
Sokak tiyatroları, büyük duvar resimleri, afişler…
İşçilerin emekçilerin yazmaya, müzik yapmaya, resim yapmaya, tiyatroya vb. teşviki…; burjuvazinin sanat tapınaklarının (Bolşoy Balesi, vb.) yığınların kullanımına açılması… vb.
Bu alanda özellikle 1920’li yıllarda eşi görülmeyen bir devrimci atılım yaşandı. Daha sonraki gelişme içinde bu devrimci atılım, yenilik arayışı, yenilikçilik yerini resmi bir sanat çizgisine bıraktı. Bu, özellikle resmi sanat çizgisi dışındaki eserlerin de facto engellenmesi gelişmeyi yavaşlatan bir rol oynadı.
***
Sovyetler Birliği’ndeki gelişmeler, uluslararası alanda proletaryaya ve emekçilere büyük bir ilham kaynağı oldu, geçen yüzyılın yirmili, otuzlu yıllarında bir çok ülkede gelişen proleter hareket, kendi kültür değerlerini yarattı. Bu kendini en açık olarak sanat alanında gösterdi.
***
Çin’deki Büyük Proleter Kültür Devrimi, proletaryanın kültürü açısından, Sovyetler Birliği deneyimi ertesinde en önemli deneyimdir. Bu devrim deneyiminin önemi, Sovyetler Birliği’ndeki yozlaşma olgusunun yaşanmasına tepki ve yozlaşmayı engelleme adına ve iddiasıyla gerçekleşmiş olmasıdır.
Kuşkusuz Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD), sosyalizm şartlarında da devrimin durmaksızın sürdürülmesi gerektiği düşüncesini ve sosyalist devrimin sürdürülmesinin tek gerçek garantisinin kitlelerin sosyalist devrime sahip çıkması olduğu düşüncesini savunduğu, vurguladığı, bunu pratiğe geçirmeye yöneldiği için ve bu ölçüde çok önemli bir deneyimdir.
Kitlelerin bilincinin devrimdeki belirleyiciliği BPKD’nin sahip çıktığı düşüncedir ve kültür devrimi gerçekten de kitlelerin harekete geçirilmesi ve devrim sürecinde kitlelerin eğitimi açısından çok büyük kazanım ve dersler sunmaktadır.
Fakat bu devrim süreci içinde, kendilerini kitleden üstün gören revizyonistlere kaşı mücadele içinde ve yeni insan adına yer yer kitlelerin geri / gerici kimi tavır ve yaklaşımlarına karşı mücadele edilmeme yanlışına düşülmüştür. Kitlesel eğitim yer yer formüller düzeyinde, ezberlemeci bir tarzda ele alınmış, geçmişten kopuş adına geçmişteki kimi ilerici unsurların da –sonuçta insanlığın, proletaryanın da sahiplenmesi gereken kimi kültür değerlerinin– reddi gündeme gelmiştir. En önemlisi de muazzam bir kişiye tapınmacılık kültür devriminin belirleyici unsurlarından biri olmuştur. Çinli komünistlerin, bu arada Mao Zedung’un Sovyetler Birliği deneyiminde, haklı olarak “sosyalizme yabancı bir görüngü” olarak adlandırmış olduğu Stalin’in şahsındaki “kişiye tapmacılık” olgusu Çin’de kültür devriminde Mao’nun şahsında çok daha yaygın ve derin yaşanmıştır.
***
Bizim açımızdan bugün önemli olan, başta Sovyetler Birliği deneyimi olmak üzere, tüm sosyalizm girişim ve deneyimlerinden, bütün ülkelerin proleter hareketinin deneyiminden öğrenmek; bunlarda proletarya kültürü açısından yaratılmış olumlu değerleri alıp geliştirmek, olumsuz ve yanlış olanı da eleştirici bir tarzda red etmektir.
Proletarya kültürü açısından var olan muazzam kazanımların yine de proletarya kültürü açısından varılması gereken hedefle karşılaştırıldığında yolun çok başında olduğumuz gerçekliği kavranmalıdır.
Proletaryanın kültürü açısından Türkiye’deki devrimci işçi sınıfı hareketinin durumu / deneyimleri de ayrıca değerlendirilmek zorundadır.
Bu bağlamda yalnızca devrimci kişi ve örgütler arasındaki ilişkilere bakılsa bile durumun iç açıcı olmadığı, proletaryanın kültürü, yeni insan / yeni toplum / yeni ilişkiler konusunda çok geri konumlarda olunduğu tespit edilmek zorundadır.
Örneğin olgulara materyalist ve gerçekçi yaklaşmak konusunda Türkiye’de proletarya adına konuşan örgütlerin büyük çoğunluğu proleter kültürden nasibini almamıştır. Kendi durumunu dev aynasında görüp göstermek, palavracılık genel bir hastalık konumundadır.
Kendi içindeki ilişkilerde de, diğer devrimci gruplarla ilişkilerde de egemen olan “gücü gücü yetene” ilkesi, yani orman kanunudur. Lafa gelince veya bir başka devrimci örgütün yanlışları söz konusu olduğunda çok ilkeli tavır takınır görünenler, kendi içlerinde bir muhalefet çıktığında onu ezmede her türlü burjuva yönteme başvurmakta sakınca görmemekte, bunu da “proletaryanın disiplini” vb. adına yapabilmektedir.
Devrimci örgütlerin kendi içinde ve birbirlerine karşı yer yer siyasi cinayete kadar varabilen şiddet eylemleri yaşanmıştır vb. vs. Sanat edebiyat açısından yaratılan değerler, insani ilişkilerdeki tavır ve konumlarla karşılaştırıldığında daha zengin olumlu değerlerdir.
Edebiyatta Nâzım Hikmet açıkça yeni insan / yeni toplum projesine sahip çıkan uluslararası alanda da eşini arayan bir sanatçıdır. Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Aziz Nesin vb. proleter kültürün sahip çıkacağı önemli eserler yaratmışlardır.
Sinemada Yılmaz Güney, proleter kültüre çok önemli katkılarda bulunmuştur.
Tiyatroda Sermet Çağan, Vasıf Öngören, Haldun Taner vb.; resimde Balaban; müzikte Grup Yorum, Grup Kızılırmak vb. gruplar, proleter kültürün sanatsal alanda örneklerini sunmaktadır.
Burada sözünü ettiğimiz sanatçıların eserleri, kendilerini doğrudan doğruya kapitalizme muhalif olarak gören –bir bölümü gerçekten de komünist olan– ve eserlerini “yeni insan / yeni topluma hizmet” amacıyla üreten sanatçıların eserleridir.
Proletarya, kuşkusuz bunlar dışında, toplumda ilerici olan, toplumun ilerlemesine hizmet eden sanatçılara ve sanat eserlerine de, onları eleştirici bir gözle değerlendirerek sahip çıkar.
– Tartışılması gereken, bugün ülkemizde proleter kültür açısından yapılması gerekenlerin neler olduğu ve bu bağlamda herkesin neler yaptığı ve yapabileceğidir.
Biz Güney kültür-sanat-edebiyat dergisi olarak, yaptıklarımızla bu konuda üzerimize düşeni yerine getirmeye çalışıyoruz.
Bu bağlamda işçi örgütleri, örneğin işçilerin en kitlesel örgütleri olan sendikaların neler yaptığı, neler yapabileceği tartışılmalıdır.
Biz sendikaların işçilerin en kitlesel örgütleri olarak, işçi kültürünü geliştirme ve yaygınlaştırma için önemli bir rol oynaması gerektiğini, bunun mümkün olduğunu düşünüyoruz.
Ağustos 2003