Güney Dergisi’nin Düzenlediği
“Türkiye’de Kültür ve Kültür Politikası” Konulu Konferans Yapıldı!
Konferanstan notlar…
Güney Dergisi 9 Eylül’de İstanbul’da 3. Kültür Konferansını düzenledi. Bu yılki Konferansın konusu “Türkiye’de kültür ve kültür politikası”ydı. Tartışmaya sunulan tezler, okurlarımızın hazırlık yapabilmesi için Güney Dergisi’nin 13. sayısında dosya olarak yayınlanmıştı. Tezlere bağlı kalınarak Konferansta iki bölümlük bir tartışma forumu oluşturuldu.
Burada tartışmaları özetleyerek aktarmak ve böylelikle Konferansa katılamayan okurlarımızı bilgilendirmek istiyoruz.
Türkiye’de egemen kültür siyaseti
İlk bölümde Türkiye’de egemen kültür siyasetinin içeriği tartışma konusuydu. Güney, tezlerinde devletin kültür siyasetinin içeriğini Kemalizm olarak belirliyor, bu siyasetin amacının tek tip kemalist Türk insanını (“homo kemalistus”u) yaratmak olduğunu ileri sürüyordu. Kemalist kültürün temel özellikleri olarak ise –başlıklar halinde şöyle veriliyordu:
Kemalist kültür,
Türk milliyetçisi bir öze sahiptir;
özde laik değildir;
militaristtir;
kişiye tapmacıdır;
“batıcı”dır;
devleti bireyin üstünde görür;
tekelcidir, yasakçıdır.
Kemalist kültür, burjuvazinin sınıf egemenliğini “sınıfsız, zümresiz kaynaşmış bir kütleyiz” yalanı ardında gizler.
Bu tezlerin açımlanmasından sonra gelen sorular yanıtlandı ve daha sonra tartışma bölümüne geçildi.
Güney adına konuşan bir kadın arkadaş, Kemalist kültürün içeriği ile ilgili tezlerde eksik kalan bir yanı tamamlamak istediğini belirtti ve şunları ekledi:
Kemalist kültürün belirgin özelliklerinden biri de onun erkek-egemen olmasıdır. Bunun bilince çıkarılması oldukça önemlidir. Çünkü, kadın-erkek eşitliği kemalizmin “laiklik” savunusunun yanısıra en fazla yaygara kopardığı konulardan biridir. Bütün ulusal kurtuluş hareketlerinde olduğu gibi kemalistler de ulusal devletlerini kurma gündemde olduğu sürece kendi ulusunun kadınlarını da yanına çekmeye çalışmıştır. Bu çerçevede kadınları ortaçağın karanlığına hapseden, onları köleleştiren eski kimi yasalar değiştirilmiş, kadınlara eğitim, çalışma ve siyasi yaşama katılmanın kapıları bir nebze olsun aralanmıştır. Bu yeni olanaklardan faydalanabilenler öncelikle ve esasta egemen sınıfların kadınları olmuştur. Fakat tüm bunlar, kemalist kültürün özde erkek-egemen olduğu gerçeğini değiştirmez. Eskiye göre kadınlara bazı hakların tanınmış olmasına karşın, erkek egemenliğine özde dokunulmamış ve hatta bizzat medeni yasayla garanti altına alınmıştır. Erkek ailenin reisidir
, ve kadın onun yardımcısıdır! Türk ailesinin örf ve geleneklerinin en önemli içeriği budur. Kadın, evinin hanımı, kocasının bir adım gerisinde, onun destekçisi, çocuklarının eğiticisi, öğretmenidir. Kadınların eğitimli olmaları iyidir, çünkü çocukları yetiştirecek olanlar onlardır. İyi eğitilmiş kemalist kadınlar, gelecek nesillerin çekirdekten kemalist tipte yetişmesinin bir nevi garantisidir… Böylelikle vatanına-devletine bağlı ‘kemalist erkek tipi’ tamamlayıcısını erkeğine, çocuklarına, ailesine bağlı kemalist kadın tipinde bulmaktadır.
Arkadaşın bu görüşleri onay buldu ve tezlerin eksik kalan bir noktasının tamamlanması olarak değerlendirildi.
l Tartışmaya katılan bir diğer arkadaş, emperyalist kültür ile kemalist kültürün içiçe olduğunu, kemalist kültürün taşıdığı tüm özelliklerin emperyalist kültürün de özelliklerine denk düştüğünü savundu ve Güney’in sunduğu tezlerde yer yer kemalist kültür ile emperyalist kültürü karşı karşıya koyma eğilimi gördüğünü, bunu yanlış bulduğunu açıkladı.
Buna karşı konuşan arkadaşlar, Güney’de emperyalist kültür ile kemalist kültür siyasetini karşı karşıya koyma eğilimi olmadığını, her ikisinin de egemen kültür siyasetinin bileşenleri olarak ele alındığını; dahası kemalist milliyetçiliğin Kurtuluş Savaşı döneminin güdük anti-emperyalizminden artık epey uzaklaşarak bugün pratikte emperyalizmin uzantıntısı bir konum aldığının bizzat tezlerde de açıklandığını vurguladılar. Bu noktada arkadaşın görüşleriyle Güney dergisi arasında özde bir ayrılık yoktur. Fakat şu da önemlidir. Emperyalizme bağımlı her ülke sonuç itibariyle emperyalist kültürün etkisi altında olmasına karşın, bu her bir ülkede o ülkenin ulusal kültürüyle yoğrularak biçimlenmektedir. Böyle olduğu için de emperyalizme bağımlı tek tek ülkelerin kültürleri “ulusal özellikleri” bağlamında farklılık gösterebilmektedir.
Güney, işte tam da bunun içini açmaya çalışmış ve kemalist kültürü egemen kültürün Türkiye’ye özgü unsuru olarak ele almıştır. Tezlerde gayet açık biçimde, Türk devletinin kültür siyasetinin kemalist olmasının, Türkiye’de egemen kültürün saf kemalist olması sonucunu getirmediğini; egemen kültür içinde Kemalizm yanında ve onun önünde emperyalist kültürün ta kendisinin durduğu vurgulanmıştır.
l Bir tartışmacı “ulusal kültür” ile “milliyetçi kültür” arasında bir ayrım yapılması gerektiğini, ulusal kültürün savunulmasının her durumda milliyetçilik anlamına gelmediğini vurguladı. Bütün ulusların ulusal kültürlerinin mümkün olan en üst düzeyde geliştirilmesinin de görev olduğunu, bunun proleter kültür siyasetiyle çelişmediğini ileri sürdü.
Buna cevaben bir tartışmacı sorunun ayrımsız-sorgulamasız-eleştirisiz bir biçimde “ulusal kültürün” geliştirilmesi şeklinde konulmasında yattığını, ezilen bir ulusun kültürü olsa dahi proletaryaya böyle bir görev atfedilemeyeceğini belirtti. Proletarya ezilen ulusların kültürünün geliştirilmesinin önündeki engellerin kalkması için mücadele ederken, ezilen ulusların kültürlerinin gerçekten özgürce gelişmesinin şartlarını yaratırken, diğer taraftan da ulusal kültürün/kültürlerin gerici yanlarına karşı mücadele eder. Proletaryanın bakış açısından yaklaşıldığında geliştirilmesi istenen kültürün biçimi ulusaldır (her ulusun kendi dili, müziği, dansı, kendi “renklerine” dayanan kendine özgü ifade etme tarzı vardır ve geliştirilmelidir) içeriği ise proleter enternasyonalistidir.
l Daha sonra bir genç kadın arkadaş egemen kültür siyasetinin üniversitelerdeki öğrenime nasıl yansıdığını anlattı. Bugün Türkiye’deki üniversitelerin “bilim yuvaları” olarak adlandırılamayacağını, üniversite eğitiminde esas olanın toplumun ilerlemesine hizmet eden, araştırmacı bilimcilerin değil, egemen sınıflara sadık, uysal kölelerin yetiştirilmesi olduğunu örneklerle açıkladı.
Bir başka arkadaş egemen kültür siyasetinin kitlelere empoze edilmesinde medyanın önemine değindi. Medyanın reklamlar vb. aracılığıyla, sürekli hayal sattığını (Zengin olmak mı istiyorsunuz? Loto-toto oynayın! Eğitim istiyorsanız falan gazetenin verdiği CD-Rom’ları alın! Özgür olmak mı istiyorsunuz? Ne iyi, o zaman falan telefon kartını alın!) ve amacın iyi, uysal tüketiciler yaratılması olduğunu vurguladı.
İkinci bölümde egemen kültürün alternatifleri konusu ele alındı. Güney’in tezlerini sunan arkadaş, önce egemenler içinde kemalist kültür siyasetinin kendi içindeki alternatiflerini, daha sonra da devrimci olma iddiasındaki egemenlere alternatif kültür siyasetlerini ele aldı.
Tartışmaya geçmeden önce bir arkadaş liberal burjuvazinin, bir diğer arkadaş ise siyasi islamın kültürünün egemen kültüre alternatifmiş gibi konmasının ne kadar doğru olduğu sorularını sordu. Buna yanıt veren arkadaşlar ilk olarak şunu vurguladılar. Bugün sisteme karşı mücadele eden, devrimci güçler oldukça zayıf olduğundan, çatışma daha çok egemen sınıfların çeşitli kanatları arasında yürümektedir. Bu çıkar çelişmesi bu kesimlerin kültür siyasetlerine de yansımaktadır. Burada “alternatiflik” sisteme karşı olma anlamında bir alternatiflik şeklinde anlaşılmamalıdır.
Liberal burjuvazinin kültür siyaseti kemalist kültür siyasetinden özde ve amaçta ayrılmaz. Fakat onun “batıcı”lığını yeterli bulmaz, kültür siyasetinde batının (somutta Avrupa Birliği’nin) tam uzantısı olmanın propagandasını yapar.
Siyasi islam ile egemen kemalist kültür siyaseti arasındaki çatışma daha köklü bir çatışmadır. Siyasi islamın kültür siyaseti içerikte ve biçimde kemalist kültür siyasetinden oldukça farklıdır. Bu nedenle siyasi islama karşı olma noktasında liberaller ile kemalistler birleşmektedirler. Siyasi islam bugün demokrasi ve insan hakları savunusuyla daha ileri bir sistemi (burjuva demokrasisini) savunur görünmesine karşın, gerçekte onların hakimiyeti bugünden daha geri bir sistemi beraberinde getirecektir.
Egemenlerin kendi içindeki alternatifleri sorununda önemli olan, bunlar arasında bir seçimin proletaryanın işi olamayacağını, bunlarından birinin zararına bir diğerinin yanında yeralınamayacağının bilince çıkarılmasıdır.
Tartışma bölümünde SİP taraftarı olduğunu belirten bir arkadaş, Türkiye sol’unun bir türlü kemalizmi aşamadığını, artık bu adımın atılması gerektiğini belirtti. Bu “aşma”nın içini ise “kemalist olmıyalım, ama anti-kemalist de olmıyalım” biçiminde doldurdu. Buna cevap veren arkadaşlar sorunun tam da “anti-kemalist de olmayalım” anlayışında yattığını söylediler. Türkiye sol’unun önemli bir bölümünün kemalizmden kopuşu gerçekleştiremediğini, ‘kemalizmi aşma’nın ancak bu şekilde olabileceğini vurguladılar.
EMEP çevresinden olduğunu söyleyen bir arkadaş, EMEP’in kültür siyasetinin “İP’i biraz daha geriden izleyen” bir siyaset olarak değerlendirilmesine karşı çıktı. Karşı-devrimci İP ile EMEP’in aynı kefeye konmasını protesto etti.
Buna verilen yanıtta, önce Güney’in İP ile EMEP’i aynı kefeye koymadığı açıklandı. Güney bir noktada, kültür siyaseti noktasında İP ile EMEP’in karşılaştırmış, yine ikisini aynı kefeye koymamış, fakat anti-emperyalizmin içeriğinin milliyetçiliğe kayması noktasında bunların siyasetlerinin yakınlığına dikkat çekmiştir.
Bu görüşü destekleyen bir konuşmacı, devrimci alternatif kültür adına konuşanlar arasında bugün kendisini gösteren esas tehlikenin emperyalizmin yoz kültürüne karşı “halkımızın öz değerlerine” sahip çıkılması adına düşülen “halkçı” “ulusalcı” sapma olduğunu belirtti. Bu görüşünü Evrensel Kültür dergisinin yürüttüğü “ulusal kültür” tartışmasından verdiği örneklerle açıkladı.
Evrensel kültür, bu dosyada “halkın demokratik kültürü olarak ulusal kültür”ü savunmakta ve bu savununun bugün emperyalizmin kültürel alandaki saldırılarına karşı gerekli olduğunu iddia etmektedir. Evrensel egemenlerin ulusal kültür savunusundan kendini ayırmak için “Anadolu kültürü” kavramına sarılmaktadır. Adını ne koyarsanız koyun, bu noktada yaklaşımdaki sakatlık, emperyalist kültüre karşı “Anadolu kültürünün” “halk kültürü”nün eleştirisiz, sorgulamasız savunusu kalmaktadır. (Evrensel Kültür dergisinde yeralan “ulusal kültür” dosyasının eleştirisi Güney dergisinde 4 ayrı bölüm olarak yayınlanmıştı. Bkz. 1997 yılı yurtdışı baskısı sayı 12 -13 ve Türkiye baskısı 1 ve 3)
l Tartışmaya katılan bir başka arkadaş, Güney’in tezlerini genel hatlarıyla doğru bulduğunu, fakat sınıfsız topluma nasıl varılacak konusunda farklı görüşlere sahip olduğunu, bu nedenle de Güney’den ayrıldığını açıkladı. Arkadaşa göre proletarya iktidar olsa bile sınıfsız topluma varamaz. Çünkü, “angaje taraflılık” var, çünkü sosyalizm şartlarında da hakim olan kimse onun koyduğu siyaset “tek doğru” sayılıyor, vs.
Bu tartışmaya konumuzu aştığı için fazla girilmedi. Fakat, arkadaşın “iktidar olsak bile sınıfsız topluma varamayız” görüşünün yanlış, teslimiyetçi bir görüş olduğu açıklandı. Dünya komünist hareketinin tarihinde yaşandığı gibi partilerin ve önderlerin yozlaşması, revizyonistleşmesi mümkündür. Buradan çıkarılacak sonuç, geçmişin hatalarından öğrenmek ve aynı hatalara yeniden düşmemektir, her türden oportünizme ve revizyonizme karşı tutarlı mücadeledir.
Tartışmaya katılan bazı arkadaşlar, Güney dergisinin teorik düzlemde ortaya koyduğu görüşleri doğru bulduklarını, fakat gördükleri en önemli eksikliğin Güney dergisinin proletarya kültürünün geliştirilmesi bağlamında nelerin yapılabileceğine ve nasıl yapılacağına somutta cevap vermemesi olduğunu ileri sürdüler.
Bu eleştirinin proletarya kültürünün güncel olumlu örneklerinin ortaya çıkarılıp bunların propaganda edilmesinin henüz eksik kalması bağlamında bir yere kadar haklı olduğu teslim edildi. Diğer taraftan Güney dergisinin bugün taraflı sosyalist kültürün propagandasını yaptığı, dünya devrimci ve komünist hareketin kültür mirasını değerlendirerek bunları bugüne taşıdığı, andaki durumda proletarya kültürünün gelişmesinin önündeki ideolojik-siyasi engellere, sapmaların üzerine gitmeye ve dergi sayfalarında bu tartışmalara yer vermeye çalıştığı, işçileri-emekçileri, tüm kültür ve sanat emekçilerini örgütsüzleştiren-yalnızlaştıran egemen kültür siyasetinin ideolojik bombardımanına karşı bir kutup oluşturmaya çalıştığı belirtildi ve tüm bunların küçümsenmemesi gerektiği vurgulandı. Güney dergisinin eksikliklerini gidermek için bundan sonra da çalışacağı, bu noktada okur kitlesinin desteğine, eleştiri ve önerilerine büyük önem verdiği vurgulandı.
Konferanstaki tartışmalardan aktarmak istediklerimiz bunlar. Elbette ki tartışmalar salt bu kadar değildi. Birçok arkadaş, tartışmaya katılarak Güney dergisinde çok kısa ve öz biçimde, tezler halinde konulan noktaların açımlanmasına yardımcı oldular.
En önemlisi, bu yılki konferansa ilginin daha fazla olması ve tartışmaların daha canlı geçmesidir. Bu oldukça sevindiriciydi. Belki, tartışmak istediğimiz tüm sorunları tartışamadık, bazı noktalar eksik kaldı ve her gelen eleştiriye de cevap veremedik… Olabilir. Buna rağmen Konferansımız başarılıydı. Okurlarımızla yüzyüze gelip, onlarla birlikte tartışmak, onlardan gelen tepkileri almak bizim için çok önemliydi.
Tüm katılımcılara ve destek veren kişi ve kurumlara teşekkür ediyoruz.
Eylül 2000