Nazım Hikmet Tiyatrosu; “Kafatası” ve “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” adlı oyunları üzerine kısaca…
UNESCO’nun 2002 yılını Nâzım Hikmet Yılı olarak kabul edişinin ardından gayet hızlı bir biçimde ülkemizin dörtbir yanında etkinlikler yapılıyor… Aslında üzerinde söylenmesi gereken yüzlerce sözler söylenmişken yeniden benzer cümleleri kurmak istemiyorum. Bu kısa yazıda daha yakın olduğum alan bakımından Nâzım Hikmet tiyatrosuna yönelmeyi düşünüyorum. Çünkü şiirleri, özel yaşamı ve politik yaşamının gerisinde durmak zorunda kalmış Nâzım Hikmet tiyatrosu, iyi bir gözle ya da her zaman daha az hata verme ihtimali olan analiz yöntemlerinden birinin süzgecinden geçirmek gerekiyor diye düşünüyorum. Nâzım Hikmet tiyatrosunun bütüncül yapısını oluşturan etkenlerin tek tek süreçlerini olmasa da
, genel fikir edindirecek süreci özetleyip en az bilinen fakat kendisinin gelişim ve olgunluk sürecine denk gelecek iki oyunu; “Kafatası” ve “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” adlı oyunlarını incelemek Nâzım’a yaklaşırken başka bir bakış açısı sağlayacaktır. Bunun yanında dilbilimsel analiz, bir yazılı metnin, hangi amaçlar güdülerek yazıldığını, okuyucusunda hedeflediklerini, asıl anlatmak istediklerini, hangi anlatım olanaklarını kullandığını analiz eder. Nâzım’a bu biçimdeki bir ilk yaklaşım umarım Nâzım dostlarının ilgisini çeker. — İ.D.
Tiyatro yazarı olarak Nâzım Hikmet (1902-1963) ilk tiyatro eserlerini 1920’li yıllarda Moskova’da yazmaya başlar. Kendisi gerçek anlamda tiyatro ile yine Moskova’da karşılaştığını ve etkilendiğini ifade eder.
“Ben Stanislavski’nin, Meyerhold’un, Vahtangof’un,Tairof’un ellerinden taze çıkmış, dumanı üstünde buram buram hayat, devrim, güzellik, kahramanlık, iyilik, akıl, zeka kokan oyunlar seyrettim. Ben 922’de MHAT’ta (Moskova Sanat Tiyatrosu’nda) “Ayak Takımı Arasında”yı, Meyerhold’den “Tarelkin’in Ölümü”nü, “Fırtına”yı, “Müfettiş”i, ben Kamerni’de “Phedra”yı, ben Vahtangof’ta “Turandot”u seyretmiş adamım… Bütün bunları seyredersin de donmuş, hareketsiz sanat anlayışın altüst olmaz mı? Karşında birbirinden geniş ufuklar açılmaz mı? Halkın için, halklar için insan için umutlu, aydınlık, ileriye, haklıya, doğruya, güzele, hürriyete, kardeşliğe çağıran eserler yazmak için yanıp tutuşmaz mısın? Benim de başıma aynı şey geldi.” (N. Hikmet Tiyatrosu, sayfa 20)
1921-1924 yılları arasında Moskova’da KUTV’de (Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi) aldığı, yazarın deyimiyle onu adam eden Marksizm dersleri Nâzım Hikmet’in kitaplarına yansımıştır. Ayrıca, Moskova’da bulunduğu sırada Meyerhold’e hayrandır. Hatta kendisine “Ehram” isimli bir bale yazar ve verir, fakat oynanmaz. Nâzım Hikmet tiyatroya bakışını belirleyen, eserlerini oluşturmasında kendisine ufuklar açan Meyerhold’e çok şey borçlu olduğunu ifade etmektedir.
“Biz Asyası, Afrikası, Avrupasıyla, bütün insanlığın, bütün devirlerde yarattığı gerçek değerlerin biricik varisiyiz, diyen Marksist-Leninist düşüncenin rejisörlük sanatındaki tatbikatının birçok parlak örneğini üstatta gördüm. Klasik Asya Tiyatrosundan bizim halk tiyatromuza kadar ve bütün Avrupa tiyatrolarının da tarihleri boyunca yarattıkları gerçek rejisörlük değerlerini, Rus Tiyatrosunun büyük geleneklerini aşılayarak önüme koyan komünist Meyerhold’e, bir komünist dram yazarı ve şair olarakçok şey borçluyum” (N. Hikmet Tiyatrosu, sayfa 25)
Nazım Hikmet Moskova’daki öğrencilik yıllarında, yine Meyerhold’ün öğrencilerinden olan Nicolay Ek’le beraber Çalı Süpürgesi anlamına gelen Metla isimli bir tiyatro topluluğu kurarlar. Amaçları da insanların günlük hayattaki burjuva, küçük burjuva ve feodal kalıntılarını süpürmek. Bu toplulukla “Kabahat Kimde?” ve “Kirpikçi” adlı oyunları yazar. Daha sonra “Kafatası” piyesinin ilk varyantını yazar fakat oynanmadan Metla dağılır. Daha sonra yurda döner. Yurda döndüğünde o Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesidir. TKP ile yürüttüğü çalışmalar esnasında çok defa tutuklamalar ve hapislikler yaşar. Devlet tarafından sakıncalı ilan edilmiştir artık. Bu arada ilk oyunu olan”Ocak Başında”yı yazar. Daha sonra İstanbul Belediye Şehir Tiyatroları Müdürü Muhsin Ertuğrul ondan bir piyes yazmasını ister. Nâzım o günleri şöyle aktarır:
“Yıllardan yirmisekiz, yirmidokuzdu sanırsam. İstanbul’da evimde hasta yatıyordum. Yoldaşlar tevkif edilmişti, … Alabildiğine öfkeliydim, kederliydim, alabildiğine hastaydım ve meteliksizdim. Kapım açıldı, büyük Türk rejisörü Ertuğrul Muhsin girdi içeri. Modern Türk Tiyatrosu’nun belli başlı kurucularından biri olan, Türk Tiyatrosunda modern tiyatro disiplinini, hele Rus-Sovyet Tiyatrosununkini, Sovyetler Birliği’ne birkaç kere gidip gelmisti. Dostumdu. Hazır piyesin var mı? dedi. Var, dedim. Oysa, dedim. O günkü anti-komünist terör havası içindebenim piyesimi, İstanbul’un biricik tiyatrosunda oynamak isteyişine şaşmadım. Dostumdu. Ben dostluğa inanırım. Muhsin gittikten sonra bir hafta içinde ne yazarım diye düşündüm. Aklıma polisin eline geçip yitirilmiş Kafatası piyesimin konusu geldi. Yalnız maddi değil, manevi değerleri de mal yapıp pazara çıkaran kapitalizm…” (N. Hikmet Tiyatrosu, sayfa 26)
Böylece inceleyeceğimiz oyunlardan biri böylesi yaşam deneyiminden sonra yazılıyor. Kafatası adlı oyunda, yazarın yukarıda da belirttiği gibi, sadece maddi değerleri değil, manevi olan değerleri de mal yapıp ondan kâr eden vahşi kapitalizm eleştirilmekte. Dolaryanda denilen bir ülkede Dalbanezo isimli çok fakir bir profesör, dönemin önemli hastalığı olan verem üzerine bir çalışma yapmaktadır. Aynı zamanda kızı da verem olan profesör, çalışmaları sonucunda verem aşısını buluyor. Bu buluş. verem sanatoryumları tröstünü telaşlandırıyor. Tröst, kârlarını koruma ve bu tehlikeden sıyrılma adına, profesöre şu teklifi sunuyor: Aşının oluşması için gerekli olan para ve laboratuarı tröst karşılayacak. Fakat 6 ay süresi içinde aşıyla ilgilenmeyecek ve sadece tröstün inekleri tedavi edilecek. Profesör önce böyle bir teklifi reddeder ama sonra tröstün tehditlerine çaresiz boyun eğer. Ağır verem kızını da yanına alıp, altı ay boyunca sadece ineklerle ilgilenirken, gizlice de aşı üzerine çalışır. Dört ay sonra aşıyı üretir ve kızına uygulayacakken yakalanır. Kontratı bozduğu ve tazminatı ödeyemediği için hapse atılır. Kızı bu arada ölür. Çıktıktan sonra kimsesizler sığınağına, oradan bir sirke figüranlık yapmaya gider. Sonra sirkte ölür. Morgda kafatası bile satılır.
Kafatası adlı oyun İstanbul’da oynandığı dönemde müthiş bir ilgiyle karşılanır. Oyuncular, rejisör ve yazar saatlerce ayakta alkışlanır ve omuzlara alınır. İstanbul’da üç gün oynar ve sonra Ankara’nın emriyle yasaklanır. Gerekçe ise baytarların protestosu idi. Oyunda profesör, “İnekleri tedavi edeceksiniz” sözüne karşılık; “Ben baytar değilim!” demektedir. Bu da zamane baytarlarının tepkisini çekiyor. Oyun, Nâzım Hikmet’in ifadesiyle Meyerhold okulunun kimi prensipleriyle yazılmıştır. Ama bu konuda bir kaynak yok. Oyun daha sonra Moskova radyosunda ve Gence Dram Tiyatrosu’nda da oynanıyor.
Bu oyundan hemen sonra “Bir Ölü Evi”, “Unutulan Adam” adlı oyunları yazdıktan sonra tutuklanır ve cezaevine konulur. Cezaevinde “Sabahat” “Ferhat ile Şirin”, “Yusuf ile Menofis” adlı oyunlarını yazar. Cezaevinde 17 günlük açlık grevi yapar. Genel afla salıverilir. 1951’de yurt dışına çıkar. Tekrar Moskova’ya gelir. Burada “Fatma, Ali ve Başkaları” adlı oyununu yazar ve üç yıl sonra Moskova’da incelediğimiz diğer oyunu olan “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” adlı oyununu yazar.
Nazım Hikmet’in Sovyetler Birliği’nde geçen ilk oyunu olan bu oyunda, Sovyetler Birliği’ndeki bürokratlaşma eğilimi eleştirilmektedir. Önemli bir devlet katında yönetici olan Petrof, halk tarafından sevilmekte ve insanlar karşısında eşitlikçi ve insancıl bir tutum sergilediğinden bürokrasi altında ezilen halk tarafından bir nimet gibi görülmekteyken, İvan İvanoviç gelir ve Petrof’u nasıl yok edeceğinin planlarını yapar. Ve sonunda onu yıkıma götürecek ve yalnızlaştıracak yegâne şeyi bulur. İçindeki megalomanı açığa çıkarmak. Petrof İvan İvanoviç’in etkisiyle birden değişir. Çevresindeki insanlara amir oluşunu hatırlatarak, çevreden kendini soyutlar. Bunu da komünist toplumu kurma adına yapmaya başlar. Bir süre sonra yalnızlaşır. Çevresinde yalnızca yalakaları kalır. Değerlerini yitirir. Anlamsız cümleler kurmaya, anlamadığı işler hakkında fikir üretmeye kadar vardırır işi. Giderek bürokrasi çarkını işleten kendi amirlerine fiziki olarak da benzer. Bir süre sonra yaşadığı bir şok sonucunda, aslında bütün bunları İvan İvanoviç değil kendi kafasında yarattığı megaloman Petrof yapmıştır. Yazar da oyunun başında İvan İvanoviç’i var ederek daha sonra ortadan birden yok ederek, seyirciye şu soruyu sormaktadır. “Gerçekte de İvan İvanoviç var mı, yoksa İvan İvanoviç bizler miyiz?” Bu oyun da Sovyetler Birliği’nde sahnelenmeye başladığından kısa bir süre sonra yasaklanır. Sovyetlerin gerekçesi ise sosyalist gerçekçi bir oyun olmamasıdır.
Daha sonra Nâzım Hikmet, öldüğü yıl olan 1963’e kadar daha bir çok oyun yazar. Türkiye’de ise eserleri ölümünden bir yıl sonra yayınlanmaya başlar.
Nazım Hikmet tiyatrosuna genel olarak bakıldığında şu saptamaları yapmak mümkündür. Nâzım Hikmet’in toplumcu bakış açısı tüm oyunlarında geçerlidir. Fakat bu bakış açışı insandan hareketle şekillenir. Bireyler, yaşadıkları toplumda eylemde bulunurlar. Toplumsal düzeyde yanlış yapan birey, yaptığı eylemden dolayı yoğun bir yabancılaşma süreci yaşar ve sonrasında kimi zaman hatasını düzelten, kimi zaman düzeltmeye fırsatı olmadan yok olup giden oyun kişileri vardır sahnede. İvan İvanoviç’de Petrof, sonradan hatasını farkedip düzeltme yolunu ararken. Kafatası’nda Profesör Dalbanezo hatasını değil düzeltmek, anlamadan ölür. Yaptıkları toplumsal hatadan dolayı yalnızlaşan karakterler bu süreçte psikolojik derinlikler kazanmaya başlarlar. Psikolojik derinlik sistemin bireydeki tahribatını geniş açımlaması açısından önemlidir.
Nazım Hikmet, temel ahlak değerlerine sahip ve bu değerlere sıkı sıkıya bağlı bir yazardır. İrdelediği her toplumsal sistemde aynı değerleri aramıştır. Kafatası’nda kapitalizmin ne derece ahlaksız ve vahşi olduğunu gözönüne koyarken, İvan İvanoviç’te sosyalizmin işleyiş bakımından ahlaksız ve kendi egolarına yenik düşen kişilerce nasıl istismar edilebileceğini ifade etmektedir.
Nazım Hikmet, oyunlarında birkaç oyunu dışında (bunlardan biri Kafatası’dır) karakterlerini sevecen bir yaklaşımla sarıp sarmalar. Yaptığı tüm yanlışlara rağmen, umutludur insan adına. Bu yüzden karamsar bir tablo ile oyunu bağlamak istemez. İnsana ve topluma yaptığı eleştiride yıkıcı değil, yapıcı olmayı tercih etmiştir. Olaylara tepeden bakan bir yanı yoktur. Sanki karakteri ile beraber düşünür ve beraber çözüm arar. Kafatası’nda profesörü Pedro olarak uyarmak istemiş, fakat engel olmak bir yana cenazesini bile kurtaramamıştır. Çünkü, kapitalizme elini veren, kolunu alamazdı. Belki de kendisi de geç kaldığım düşünüyor olabilir kanımca. İvan İvanoviç’te ise bir an yalnız bırakmıyor Petrof’u. Sürekli uyarıyor onu Kasketli olarak, bazen de bunu kendi sesiyle yapıyor. Nâzım Hikmet oyunlarını sahneden bakarak yazmıştır. Oyunlarında kendisi de bir şekilde sahnede olaylar içinde yer alıyor. En belirgin olarak, İvan İvanoviç’te bu görülmekte.
Nazım Hikmet, sanatı büyük bir sosyal oluşum aracı olarak kabul eder. Rus Tiyatrosu ve Meyerhold’e olan hayranlığının temelinde yatan budur. Bu anlayışını oyunlarına yansıtmaya çalışmış ve sürekli yeni olanı hedeflemiştir. Yani onun için sanat, hir amaç değil, bir araçtır. Ama bu anlayışı, yaptığı işe daha ciddi eğilmesini sağlamış ve sanat çalışmalarına duyarlılığım arttırmıştır.
“Ona göre sanat, pratik insan faaliyetlerinin, toplumsal ilişki ve olguların doğal bir parçası, bir aynasıdır. Bu yüzden yapıtlarında yüklü bir toplumsal ve toplumcu içerik yer alır. Tiyatro anlayışı da genel sanat anlayışı içerisinde değerlendirilmelidir.” (N. Hikmet Tiyatrosu, s. 73)
Yukarıda Zühtü Bayar’ın ifadelerinden yola çıkarak Nâzım Hikmet’in oyunlarının tematik bağlamda birbirlerine benzediğini söyleyebiliriz. Nâzım Hikmet, marksist-leninist bir komünist olarak, dünyanın değişebilirliğine inanmış bir yazardır. Sınıflara bölünmüş bir toplumun akla yatkın olmadığını ve sınıfsız bir dünya özlemini her fırsatta dile getirmiştir.
Nazım Hikmet’in “Kafatası” ve “İvan İvanoviç Var Mıydı, Yok Muydu?” Adlı Oyunlarını Dilbilimsel Açıdan İncelersek
Yazar, söylemek istediğini, olgusal açıklamaya çalışıyor. Her iki oyunda da toplumsal bir problem vardır. Kafatası’nda kapitalizmin nasıl her şeyi metalaştırdığı ve insanın ölüsü üzerinden bile nasıl para kazandığını çarpıcı bir biçimde ifade etme yolunu seçmiştir. İvan İvanoviç’te ise kapitalizm karşısında duran ve kendisinin de sahiplendiği bir düzende, sosyalist bir düzende işleyiş yanlışlarını ifade etmek için yine çarpıcı efektlerle bir sahne dili oluşturuyor.
Kafatası adlı oyunda yazar, bir bilim adamının dünya halklarının en ihtiyaç duyduğu bir dönemde, verem aşısının özünü bulur. Fakat sermayeye ve rahat çalışabileceği bir laboratuara ihtiyaç duymaktadır. Bu arada verem hastalarını tedavi eden özel sanatoryumlar tröstleri bu buluştan rahatsız olmuşlardır ve bilim adamının çalışmalarını etkisiz hale getirmek için kendi içinde eritme kararı alırlar ve zor durumda olan doktora sanatoryumlarının bulunduğu çiftliklerinin bodrum katında inekleri tedavi etmeleri üzerine anlaşma sağlanır. Bu çarpıcı bir durumdur o dönem izleyicisi için. Aynı zamanda kapitalistlerin kendi çıkarları dışında var olan her türlü etkinliği, bu bütün bir dünya halkları için büyük önem taşısa da, nasıl eritebildiğini bir bir anlatmaktadır. Medyanın, sanatçıların, komisyoncuların, aracıların, hatta kendi kurduğu derneklerin dahi bu çark içerisinde nasıl bir işlevlerinin olduğunu anlatmaktadır. Eğer bu işleyiş dışında kalmak isterseniz, sizi bekleyen açlık ve sefalettir. Eğer bu yaşananları farkedip tedbir almazsanız sizin ölünüzü bile satarlar.
Fakat tüm bu söylediklerimizi, satır aralarında ya da oyun kişilerinin repliklerinde geçirmez. Tamamen olgularla anlatır. İma etmez ama direkt olarak da ifade etmez. Yalın dil kullanarak seyircinin kolayca anlamasını hedefler. Bu yüzden oyun kişileri sosyal kişiliklerine göre davranırlar. Profesör Dalbanezo bir bilim adamıdır. Uzman olduğu konu haricinde başka konulardan anlamaz. Bir bilim adamı duyarlığında nesnel ama yaşadığı sistemin çarkını çözemeyecek kadar da ahmakça davranır. Biraz karakter derinliği olan Dalbanezo, diğerlerinden az da olsa ayrılır. Fakat Dalbanezzo dışındakiler sosyal kimliklerinin gerektirdiği gibi konuşurlar ve yüzeysel işlenmişlerdir. Hepsi, sosyal kimliklerinin birer ifadesi, işleyen çarkın birer dişlisi konumundadırlar.
İvan İvanoviç’te de benzer durum sözkonusudur. Var olan düzenin aksaklıklarını yaratan, insanların içindeki megaloman tarafını, bürokratizm batağını ve kariyerizm saplantısını deşer. Yine toplumsal bir problemi ele alıp, o problemi yaratan insanların düştüğü durumları yansıttığı gibi, bundan etkilenen kesimi de sahnede gösterir. Her iki kesimi (problemi yaratan ve etkilenenler) sahnede birbiriyle karşılaştırarak konuyu açımlar.
İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? adlı oyu-nunda yazar, Geothe’nin Faust’unu andıran bir düzenlemeye giderek, Mephisthopheles’in ruhunu belki de İvan İvanoviç’e aktarmış. Petrof, sosyalist bir ülkenin kasabasında üst düzey bir yöneticidir. Diğer şehirlerde, halk bu gibi yöneticiler elinden illallah derken, Petrof’tan ise kasaba halkı gayet memnundur. Çünkü Petrof, gayet çalışkan, kaprissiz, sıradan bir yaşam süren, kendisine ait işleri harfiyen yapan, hatta arta kalan zamanlarında kendi emrindeki memurlara yardım eden bir yöneticidir. Komünist parti üyesi ve yaptığının bilincindedir. Daha sonra, İvan İvanoviç gelir ve Petrof’u yok edebileceğini, hatta ona ömrü boyunca acı çektirebileceğini savunarak ondaki derinlerde yatan megaloman Petrof’u ortaya çıkarır. Birden Petrof değişir, öncesinde yaptığı herşey yerini tersine bırakmıştır. Önünü alamayan Petrof, giderek yalnızlaşır ve bir süre sonra anlar ki tüm bu yaşananların sebebi kendisidir.
Yukarıda bahsettiklerimizi Nâzım oyun kişilerine birer simgesel anlam yükleyerek aktarıyor. Oyunun başındaki Hasırşapkalı küçükburjuva eğiliminin simgesi ve Kasketli ise üretenler ve halkın simgesi durumundadırlar. İvan İvanoviç’te insanın içindeki megaloman duygu olarak sahneye çıkar. Nâzım, bu duygunun yok edilmesi gerektiğini düşünerek, oyunun sonunda yine bu duyguyu üreten ve halkın simgesi olan Kasketli’ye yok ettirir. Komünizm, sadece üretim ilişkilerinin el değiştirmesi demek değildir. Burjuva alışkanlıkların tümünün insan bedeninde ve ruhunda yok olması demektir de ayrıca. Sınıfsız toplumu yaratmak, herşeyden önce bu burjuva değerlerden sıyrılmakla mümkün olacaktır. Fakat yaşanan sosyalist ülkede şimdi de halk ile parti güçleri arasında büyük uçurum oluşmakta ve parti güçleri kendilerinden beklendiği gibi davranmamaktadırlar. Nâzım da bu durumun tehlikelerine dikkati çekerek, seyircisini uyarmayı hedefliyor bu oyunuyla.
Yazar, her iki oyunun da olguları değerlendirirken kendi dünya görüşünün penceresinden bakıyor. Kafatası’nda kapitalizmin eleştirisini yaparken nesnel yaklaşmaya özen gösterirken, yer yer biraz da gençlik yılları oluşundan kaynaklı olsa gerek, duygusal tepkiler de veriyor. Örneğin, Doktor Dalbanezo’nun başına gelenleri sahnede izlerken, yazarın bunun nedenleri üzerine ayrıntılı eğilmediğini görüyoruz. Evet yaşananların tümünü kapitalizmin isleyişine bağlıyoruz, ama bu yıllardan baktığımızda bu yeterli olmuyor. Şairin oyundaki işlevi, kapitalizmin sanatı ve sanatçıyı nasıl kullandığını aktarmaktan öte gitmiyor. Yazarın aynı zamanda şair oluşundan kaynaklı, dönem şairlerini de eleştirmeyi hedefliyor olabilir. Böylesi bir yaklaşım onun duygusal tepkisine bir örnek oluşturmaktadır. İvan İvanoviç’te ise anlatılan herşey bir oyunsallık havasında verilmektedir. Seyircinin uzak açıdan bakması hedeflenerek yola çıkılmıştır. Nâzım Hikmet, kendisinin de uğrunda mücadele verdiği bir düzen içerisinde, insanların içine işleyen bir problemi farkedip, savunduğu sistemin kişilerin zaaflarından ötürü tehlike ile karşı karşıya olduğunu düşünmektedir. Kafatası’na göre daha nesnel yaklaşarak yazmıştır bu oyunu. Yer yer oyuna girerek, kendi tepkisini ifade ediyor. Hem de bu tepkileri, duygusal tepkileri olmasına rağmen, oyunun diyalektiğine zarar vermiyor. Bu oyunu 1955’te, olgunluk dönemi diyebileceğimiz bir dönemde yazıyor. Bu oyunun da olgulara daha nesnel kendi politik görüşünün sağladığı açıdan yaklaşarak, oyunu kuruyor.
Yazar her iki oyunu da, olguların ve olayların altında yatan nedeni geniş anlamıyla açıklama eğilimindedir. Kafatası’nda yaşanan her durumun altında kapitalizm herşeyi meta olarak değerlendirmesi yatarken, İvan İvanoviç’te ise yaşanan problemlerin kaynağını sosyalist sistemin yürütücülerinde rastlanan burjuva ve bürokratizm oluşturmaktadır.
Yazarın her iki oyunundaki dil kullanışında en belirgin özellik uzak açı sağlamasıdır. Kafatası adlı oyunda episodik anlatım hakimdir. Brecht’ten önce yazılan bu oyunda kullanılan episodik kurgu, her bab’ın girişinde bab’a dair giriş cümleleri (Brecht’te episodun gestusu olarak nitelendirilen) seyirciyi yanılsamadan uzak tutma çabası, epik tiyatronun çoğu ögelerinin kullanımını ilginç kılmıştır. Brecht’in Galilei oyununa benzer konusu da dikkat çekicidir. Ama Nâzım’ın bu oyunu yazdığı dönemde Brecht’i tammasının imkânı olmadığına göre, bu oyun ilginç bir deneme olarak nitelenebilir. Oyunda uzak açıyı sağlayan diğer bir etmen de grotesk figürleridir. Yazar oyun kişilerini kendi ölçüleri içinde abartılı yansıtmıştır. Doktor Dalbanezo’dan, Kapıcı Kadına kadar tüm oyun kişilerini kendi özelliklerini vurgulayacak biçimde sivriltmiştir. Dilleri de keza aynı niteliği açığa çıkaracak şekilde diyalog haline dönüştürülmüştür.
İvan İvanoviç’te uzak açı sağlama, oyunun başından sonuna kadar süren seyircilerle diyalog hali, oyun kişilerinin oyunu kesintiye uğratması, yazarın oyuna girmesi, oyun kişilerinin olacaklar hakkında seyirciye önceden bilgi vermesi gibi bir çok sahne tekniği ile karşımıza çıkar. İvan İvanoviç adlı oyunda, seyircinin sahnede gördüklerini de tartışmak istiyor yazar. Bunun için oyunun başından sonuna kadar, seyirci biroyun izlediğinin bilincindedir.
Yazar her iki oyunu yazarken sahneden yazmıştır. Oyun kişileri ile bir özdeşlik kuran yazar, var olan problemi çoğu zaman oyun içerisinde kendisi de tartışmaktadır. Kafatası’nda Pedro olarak oyun içerisinde yer alırken, İvan İvanoviç’te bizzat kendisi katıldığı gibi, düşüncelerini ve müdahelesini Kasketli yapmaktadır çoğu zaman. Nâzım Hikmet oyunlarında kendisi de yer alırken, düşüncelerini ifade eden pasif durumda değil, aynı zamanda aksiyona katılır. Bu katılma biçimi bu iki oyunda uyarıcı biçimdedir. Kafatası’n da uyanlarını tam anlamıyla yapamadan kapitalist güçler tarafından engellenir. Bu durum, yazarın o dönem tutuklanmaları ile yakından ilintili diye düşünüyorum, İvan İvanoviç’te ise uyarmak için elinden geleni yapar. İvan İvanoviç’i dövmeye kalkar. Onunla söz düellosuna girişir. Onu anlamak istemeyen Petrof’u, Kafatası’nda yaptığı gibi yapmadan onu bir dakika yalnız bırakmadan sahnede olur.
Kafatası adlı oyunun geçtiği mekân, Dolaryanda adlı bir ülke. Kapitalizmin vahşi çarkının döndüğü ülkelerle bir örtüştürme kurma çabası içinde olan yazarımız, dolar para biriminin geçtiği ülkeyi esas alarak ve ona bağımlı ülkeleri de kapsayacak şekilde bir koşutluk kurmaktadır. O dönemin yasaklı havası içinde, Türkiye öznelinde bir çalışma yapmamış görünüp Türkiye ile koşutluk kurmuş da olabilir. Ama oyun metni bize problemi evrensel algıladığını gösteriyor.
İvan İvanoviç’te ise mekân herhangi bir sosyalist ülkedir. Yaşanan problem, bir sosyalist ülkenin öznelinde değil, tüm sosyalist ülkelerde geçerli olan bir problemdir. Bu yüzden bunu oyunun başında da ifade eder. Çünkü problemi olgusal algılamaktadır ve seyircinin de öyle algılamasını istemektedir.
Her iki oyunun isimleri verilmek istenen mesajla ilintilidir. “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” adlı oyununda yazar, ele aldığı bir problemi seyircilerle tartışma niyetindedir. Oyunun başından beri Petrof’un değişimine neden olan, güzelce işleyen bir sistemi berbat eden kişi olarak tanıdığımız İvan İvanoviç oyunun sonunda kaybolur. Bir süre sonra anlarız ki İvan İvanoviç sadece Petrof’un görebildiği bir kişi, daha açık bir ifadeyle, İvan İvanoviç Petrof’un kafasının içinde biri, yani Petrof’un altbeni. Bu yüzden seyircilere, “Hepimizin altbeninde İvan İvanoviç var”. diyerek, “Tüm dünya halklarının kurtuluşu için burjuva ahlak anlayışından bir an evvel kurtulmalıyız” demektedir. Bunu da oyunun sonunda Kasketli’ye şu sözleri söyleterek ifade ediyor:
“KASKETLİ — (seyircilere) Siz de anladınız mı? İvan İvanoviç var mıydı, yok muydu? Anladınız mı pek merak ediyorum.”
“Kafatası” adlı oyunda ise oyunun ismi ile oyun arasında sıkı bir ilişki yoktur; oyunun ele aldığı problemi çarpıcı bir dille anlatışı ile ilgilidir. Oyunda ele alınan problemi en çarpıcı biçimde ifade eden, oyunun sonunda Dalbanezo’nun kafatasının satılmasıdır. Yazar bu çarpıcı durumu tırnak içerisine alma kaygısı ile, oyuna “Kafatası” ismini vermiştir.
Yazar her iki oyunda da bir panorama sunmaktadır. Bu sunumla beraber, seyircisinde çarpıcı etkiler bırakmayı da hedeflemiştir. Yazar, panorama sunarken aynı zamanda seyircisi ile olguları ve olayların altında yatan nedeni de tartışmak istemektedir. Yazar, inandığı ahlak değerleri doğrultusunda yarattığı kişileri sahnede yalnız bırakmak istemiyor. Onun tarafında olduğunu açıkça ifade ediyor. İnandığı değerler doğrultusunda düşüncelerini her fırsatta ifade ediyor, fakat olayların gelişimine müdahele etmiyor.
Yazar, her iki oyunda da söz oyunlarına kaçmıyor. Yalın bir dille seyircisine bir panorama sunuyor. Söz oyunlarına kaçan her iki oyunda da olumsuzlanan oyun kişileri oluyor. Yazar oyunun sonunda bu söz oyunlarının ipliğini pazara çıkarıyor ve seyircisine yalın, karmaşık olmayan, sade bir dille sesleniyor.
KAYNAKÇA
1- Kafatası; Nâzım Hikmet, Adam Yayıncılık, 1992
2- İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?; Nâzım Hikmet,
Adam Yayıncılık, l994
3- Nâzım Hikmet’in Tiyatrosu;
Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı Yayınları 2, 1996
4- Mavi Gözlü Dev (Nazım Hikmet ve Sanatı); Zekeriya Sertel,
Yaşam ve Anılar 4, Belge Yayınları, l991
5- Nâzım Hikmet: Türkiye’de Sosyalist Gerçekçi Tiyatronun Kökü;
Ali Taygun, Devrimci Savaşımda Sanat Emeği Kültür ve
Sanat Dergisi, Mart-Nisan 1978, Sayı 1-2
6- Ferhat ile Şirin, Ankara Devlet Tiyatrosu Oyun Dergisi, 1992, Sayı 57
7- Yusuf ile Menofis; Ankara Devlet Tiyatrosu Oyun Dergisi, 1998,
Sayı 98/7
İSMAİL DİKİLİTAŞ
E-mail: dikilitas2001@yahoo.com