Özgürlüğün sesi
Yağmur özlemleri kışkırtıyor. Ve hiç bir yerde olmadığı kadar, mahpusta etkiliyor insanı.
Hüzünler, kışkırtıcı özlem damlalarında dem tutuyor. Esrarengiz duygu yoğunluğu kasvetli havayı daha bir kasvete büründürüyor. Katı beton zeminde çıkan sesler, zindanda olduğunu söylüyor, mahkûmun kulağına. Her yağış tutsaklığın üzerine karabasan gibi çökmekten zevk alıyor. Bulutlar kasvetin demini arttırdıklarının farkında mı acaba?
Yağmak isterken yağamayan, bağırmak isterken bağıramayan, esaretin ızdırap dolu yalnızlığında, kendindeki ‘ben’i doyasıya hissedemeden, yarım ve buruk gülüşlerle özgürlük tohumlarını ekememekten muzdarip tutsaklıkta; zindanı bütün ağırlığıyla yüreğine batıran yağmur damlalarına sitem etmeye hakkımız yok mu? Bulutlar sanki damlaları değil anıları yağdırıyor üzerimize. Her şimşeğin çakışında “hey içerdekiler özgürlükten yoksunsunuz, görün beni nasıl da özgürce kükrüyorum” diye caka satıyor. Tam bunaltıcı olmasa da, kışkırtıcı bir hüzün, yağan anıların arasında çalınan ömrün melodisini mırıldanıyor. Anılardaki sevinç haneleri dahi hüznün kalın çizgisiyle çiziliyor. Ulaşılamayanların acısı, yüreği bıçakla kesercesine kanatıyor.
Yağmur işkenceyi uzatıyor. Gömüldükçe gömülüyor insan kendi içine. Dış dünyadan soyutlanıyorum. Sadece damlaların sesi kulaklarımı tırmalıyor. Özgür olma isteği yaşanmamışlıklar arasında parlamaya başlıyor. Sanki elimi uzatsam tutacakmışım gibi yakın duruyor. Ellerimi uzatıyorum, ama onu tutamıyorum bir türlü. Çölde su niyetine görülen serabın yarattığı ilk heyecan ve sonrasında yaşanan düş kırıklığı yaşar gibi oluyorum.
Özgürlük kısacık ve çok büyük bir kelime. İçine evrenin bütün zerafetini sığdırabileceğimiz bir büyüklük ve cazibe merkezi. Aynı zamanda aşırı kullanılmaktan demagojiyle anlamsızlaştırılan bir soyutluk. Soyutluk ve belirsizlikte boğuntuya getiriliyor. Özgürlük, içerdeki için capcanlı, somut ve gerçek bir umut kaynağı olarak parıldar. Ulaşılamazlığı yüreği parçalayan acılara vesile olur. Özgürlük sana hiç doymadan ve seni anlamadan seni kaybetmenin acısı, yüreğimin derinliklerine saplanan bir sızı gibi beni kahrediyor.
İşkenceyi uzatan yağmur dışarıyı hatırlatıp duruyor. Yağdıkça ruhumda ihtiraslı bir fırtına kopuyor. Rüzgar içimde, bir o yana bir bu yana doğru çarpa çarpa geziniyor. Her yanımı heyecan kesiyor böylesi zamanlarda. Aynı anda hem Medcezir’li hem de dingin olabiliyorum. Benliğimin sonsuz gizemlerinde dolanan rüzgar, yüreğimi tırısa kalkan at gibi şaha kaldırmışken, diğer yandan sabırla örülü metanet, istemlerimi dizginleyip, ruhumu tatlı bir dinginliğe sürüklüyor. Bir yanım acı, diğer yanım sevinç. Tıpkı günlerce yağan yağmur sonrası açan güneşin, kederli yağmur günlerini unutturması gibi, gittikçe içimdeki kasvetli hava dağılmaya başlıyor.
Beynim yüreğimi özgürlüğün cazibesiyle buluştururken, sabırlı olmamı tembihliyor. Acı, hüzün ve kasvet sanki sevinç ve mutluluğun kaynağına dönüşüyor. Yağmur yağarken içimde doğan güneş karanlık mağaralarımı aydınlatıp yüreğimi ısıtıyor. Gönül gözü yüzünü geleceğe dikiyor. Karşıda barış ve özgürlük filmi gerçeğe dönüşmüş olarak, gelecek zamanın umut odağına oturuyor. “Hayat hep karanlıklardan ibaret değil” diyor, filmdekiler.
Yağmuru sevmeye başlıyorum. Ne de olsa kendi evrenimde yolculuğa çıkmamı sağlıyor. Ruhumu acıtsa da, umut çiçekleri damlaların arasında daha gür filizlenip büyüyorlar. Nasıl ki her bedende bir çöl varsa, her çölde de oralara yaşam veren birer vaha vardır. Yağmur acıttığı kadar, özgürlüğün melodisini taşıyor yüreklere. Elleri nasırlı olan özgürlük, acılara, hüzünlere ve yokluklara katlanılmadan asla kendini göstermiyor. Umut ve özgürlüğün sesi, anlamlı yaşamanın ne kadar güzel olduğunu bağırıyor. Kulağı sağır olmayanların duyacağı bir ses bu. Hem de seslerin en güzeli.
SERDAR KOÇ