Güneş Dünyası Yayınevi olarak Güney dergisinin düzenlemiş olduğu “Kültür Politikası” konulu konferansda görüşlerimizi genel olarak ortaya koymak istiyoruz.
“Öğrenelim, insanlığın bütün kültür mirasını tanıyalım, eleştirici bir gözle değerlendirelim” şeklindeki yaklaşımınıza katılıyoruz. Aynı yaklaşımdan çıkış aldığını düşündüğümüz pozisyonumuzun sizlerden ayrıldığı nokta, “burjuva kültür siyasetleri ile kavga içinde proleter kültür siyasetini geliştirelim.” yaklaşımıdır.
Bu sonuca çatışmalı çözüm yöntemlerinin bedeller gerektiren bir süreci gerektirmesinden, ya da hümanist duygulardan yola çıkarak ulaşmış değiliz. Bizim değerlendirmemize göre Marksist anlayış çerçevesinde yürütülecek çalışmalar sonucunda: “Ögrenelim, insanlığın bütün kültür mirasını tanıyalım, eleştirici bir gözle değerlendirelim” yaklaşımına bugüne kadar tam olarak uygun davranılamamıştır ve davranılamaz da. Bu öngörümüzün temellendirilmesini bütünlüklü olarak “Güneş Dünyası, Tüm İnsanlığı Kapsayan Yeni Bir Toplumsal Dönüşüm Projesi” adlı çalışmamızda ortaya koyduk. Doğal olarak bu çalışmadaki temellendirmeleri burada ele almamız –herşeyden önce tartışmak istediğiniz gündeminizin dışına çıkmayı gerektireceğinden dolayı– sözkonusu olmayacaktır. Burada gündeme bağlı kalarak ‘Proleter Kültür’ üzerine görüşlerimizi ortaya koymaya çalışacağız.
Ama polemiğin ana ekseninin kaymaması için bazı açıklamalar yapmak yararlı olacaktır. Marksist anlayışın, burjuva emperyalist kültür konusundaki saptamaları ile esasta bir problemimizin olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Diğer taraftan Marksist anlayış çerçevesinde hedeflenen “Ögrenelim, insanlığın bütün kültür mirasını tanıyalım, eleştirici bir gözle değerlendirelim” yaklaşımı da aynen benimsiyoruz. Farklı yanımız, bu amacın, niyetlerden bağımsız olarak Marksist anlayışla gerçekleştirilemiyeceğini söylüyor olmamızdır.
Bilindiği gibi, herhangi bir konuda öngörülerde bulunmanın tek başına fazla bir önemi yoktur. Önemli olan öngörülerin temellendirilmesidir. Bu yüzden gerek Marksist anlayış çerçevesindeki öngörüler, gerekse de bizim ortaya koyduğumuz öngörüler, “dogmatik bir tarzda dünyanın geleceğini kestirmeyen, tersine yeni dünyayı eskisinin eleştirisi yoluyla bulup çıkartmaya uğraşan… Geleceği bina etmek ve herşeyi bütün zamanlar için bir kerede yerli yerine koymaya çalışmayan, varolan herşeyin amansızca eleştiren. Eleştirilerinde hem vardığı sonuçlardan, hem de çatışmaya gireceği muhtemel güçlerden korkmayan” bir bakış açısının ürünleriyse, ayakları yere basan öngörüler olacaklardır.
Diğer taraftan öngörülerimizin, pozisyonumuzun temel çıkış noktalarıyla uyumluluk içinde olmasının hayati önemi vardır. Bu uyumluluğa dikkat etmeden ortaya konulan tüm öngörülerin, iddiaların, hedeflenen şeylerin pek önemi yoktur. Bu yaklaşım eklektik bir yaklaşımdır ve bütünlüklü bir bakış açısına sahip olmayan bireyleri etkilemesi bağlamında da tehlikelidir. Bu yaklaşımın sonucu olarak, görünürde bir sürü doğru şeyler söylenmektedir, ama bu söylenenlerin temel çıkış noktaları göz önüne alındığında esasta hiç bir önemi yoktur, çünkü eksilerin artıları yok etmesi gibi temel çıkış noktaları da bunları yok etmektedir. Marksist çözümlemelerin de eklektizm içerdiğini düşünüyoruz. Marksizm’in esas probleminin, öngörülerinin, temel çıkış noktalarına uyumlu olmamasında görüyoruz. Bu kısa açıklamadan sonra konumuza dönüyoruz.
Öncelikle, insanlığın bütün kültür mirasının, ilkel, köleci, feodal, burjuva ve proleter kültürü kapsadığını ama bunların tek tek, insanlığın bütün kültürünü kapsamadığını tespit etmemiz gerekir. Bunun doğal sonucu olarak da, proleter kültür savunusu pozisyonunda kalınarak: “Öğrenelim, insanlığın bütün kültür mirasını tanıyalım, eleştirici bir gözle değerlendirelim” yaklaşımı en fazla bir iyi niyet belirtisi olabilir ve bugüne kadar da böyle olmuştur. Çünkü bu posizyonda daha baştan kendimize sınırlama koymaktayız. Bu sınırlamayı, Lenin’den yaptığınız alıntıda da çok iyi gösteriyor: “Marks, bir ayrıntıyı dahi gözardı etmeden, insan toplumunun yarattığı herşeyi eleştirerek yeni bir biçim verdi. İnsan düşüncesinin yarattığı herşeyi, emekçi sınıf hareketi açısından ele aldı eleştirdi ve tanıtladı…” (a.b.ç.)
Proleter kültür bakış açısı, insan düşüncesinin yarattığı herşeyi emekçi sınıf hareketi açısından ele alarak bakmayı gerektirdiği için –emekçilerden yana tavır takındığı için değil, bu tavrın, tüm insanlığın birikimini kapsamaması bağlamında ve angaje olarak taraflı olması bağlamında– baştan kendisine sınırlama getirmektedir. Birinci saptamamız budur.
Proleter kültür nedir?
Proleter kültürün içinin doldurulmasında zorluklar vardır. Bunun zorluğunu, ‘Dünya Komünist Hareketi’nin tarihindeki çeşitli tartışmalarda ve uygulamalarda gördüğümüz gibi, sizin yazınızdaki saptamalarınızda da görebiliyoruz. Öyle ki, ‘Proleter Alternatif’ başlığı altında görüşlerinizi bir sütunda ifade ederken; ‘Devrimci Olma İddiasındaki Kültür Siyasetleri’ başlığı altında, gerek reformist olarak değerlendirilenlerin, gerekse de, “lafta ve eylemde çok sol görünenler” olarak değerlendirilenlerin, proleter kültür anlayışlarına getirilen eleştirilere iki buçuk sütun ayırmak zorunda kalıyorsunuz.
Bu soruya değişik kişiler değişik yanıtlar verirler. Bunların hangisi doğrudur? Hepsi için, diğerinin yanıtların yanlış olduğu söylendiği şartlarda hangisini doğru olarak kabul edeceğiz? Nicel olarak daha fazla kişilerin kabul ettiklerini mi, kendilerini en en en fazla devrimci, Marksist nitelemesi verenlerinkini mi, siyasi erki ele geçirerek elindeki olanaklarla hakimiyet kuranların söylediklerini mi, vs. doğru kabul edeceğiz? Bu sorular demagoji yapmak için sorulmuş sorular değildir. Proleter sınıfın, sınıfsal konumundan çıkış alarak homojen bir ‘proleter kültür’ oluşturmasının mümkün olmadığının bilince çıkarılmasının sonucu olarak sorulan sorulardır. Bu sonuca göre proleter kültür savunuları, belli kişi, grup ve partilerin kendi proleter kültür anlayışlarını ifade eder.
Bu yaklaşımımıza şu şekilde itirazlar gelebilecektir. Proleter kültür, proletaryanın ve tüm emekçilerin, ezilenlerin çıkarlarının savunusu üzerine oluşturulan vb. kültürdür. Evet ama bunları, farklı proleter kültür anlayışına sahip olan kişi, grup ve partilerin hepsi de söylüyor. Bunların söylenmesinin tek başına bir önemi yok. Proleterlerin –kendilerinin sınıfsal konumunun sonucu olarak– homojen bir proleter kültür anlayışına ulaşamıyor olmaları sonucu, kişiler, gruplar, partiler –proleterler için– proleter kültür politikaları oluşturmak zorunda kalmaktadırlar. Problemin kaynağı da buradadır. Bu kişi, grup, partilerin proleter kültür politikaları, sözü edilen proleterlerin, emekçilerin, ezilenlerin çıkarlarının savunusunu tam olarak yapabilecek midir? Bunun olması mümkün değildir. Çünkü esas olarak insanlar sosyal konumlarına göre düşünce oluştururlar ve sosyal konumunun değişmesi şartlarında düşünceleri de değişmeye başlar. Bunun doğal sonucu olarak da, genel olarak proletaryanın adına oluşturulan kültür politikaları esas olarak politikaları oluşturan kişi, grup ve partililerin sosyal konumunun sonucunu yansıtan politikalar olacaktır ve bir bütün olarak proletaryanın, emekçilerin, ezilenlerin çıkarıyla tam olarak örtüşmeyecektir. İkinci saptamamız da bu.
İktidarın Alındığı Şartlarda Proleter Kültür Politikaları
Marksist anlayış çerçevesinde oluşturulan toplumsal devrimler sonucunda oluşan iktidar şartlarında oluşturulan kültür politikaları kimlerin kültür politikasıdır? Önceki saptamamızda bu politikaların kişi, grup ve partililerin, proletarya adına oluşturulan kültür politikaları olduğu saptamasını yapmıştık. İktidarın alınmasından önceki şartlarda, oluşturulan –konumuz bağlamında– kültür politikaları görece olarak hedef kitlelerin çıkarlarıyla daha fazla örtüşen politikalardır. Çünkü bu vasıtayla hedef kitleyi arkaya almak mümkün olabilecektir. Ama iktidarın alınması şartlarında diğer politikalar gibi kültür politikaları da yavaş yavaş iktidardaki partililerin çıkarları doğrultusunda değişmeye başlayacaktır. Kaçınılmaz olarak bir noktadan sonra bu politikalar, iktidar sahiplerinin çıkarlarının yansımaları haline gelecektir. Bu sonuç, iktidar organlarında yer alan bireylerin kötü niyetlerine bağlı değildir. İktidar organlarında yer alan bireylere, konumlarının –sosyalizm aşamasında, meta ilişkilerinin kapitalist işleyişe göre farklılıklarına rağmen işlerliğini sürdürüyor olması, Marks’ın deyimiyle hâlâ burjuva hukukunun geçerli olmasından dolayı– avantaj ve avantaj imkanları vermesidir. Bu durumda bu bireylerin sosyal konumları değişmiştir ve giderek değişiklik derinleşecektir. Bir noktadan sonra ise sosyal konumu değişen bireylerin düşüncelerinin –konumuz bağlamında kültür politikalarına yaklaşımlarının– değişmesinden doğal ne olabilir. Bir noktadan sonra mevcut ‘proleter kültür’ politikaları, yine ‘proleter kültür’ politikaları adı altında içerik değiştirilerek sürdürülecektir. Üçüncü saptamamız da budur.
Sonuç Olarak
“Ögrenelim, insanlığın bütün kültür mirasını tanıyalım, eleştirici bir gözle değerlendirelim” saptamasına uygun davranabilmek için perspektifimiz nasıl olmalıdır? Angaje olmuş taraflılıktan kurtulup, araştırmaların sonuçlarından yola çıkılarak taraf olmak anlayışına sahip olmalıyız. Değişik bir ifade ile, ‘varolan herşeyin amansızca eleştirilmesini esas alan, vardığı sonuçlardan, çatışmaya gireceği muhtemel güçlerden korkmayan’ bir perspektife sahip olmakla mümkün olabilir. Bu perspektifle hareket ettiğimiz şartlarda, araştırmalarımızın sonuçları neyi gösteriyorsa –feodal, burjuva ve proleter kültür adı altında oluşturulan kültürlerin olumsuzluklarına karşı tavır alırken olumluluklarından yana taraf olabiliriz– tavrımızı ondan yana gösterebiliriz. Hareket alanımızın sınırlaması ortadan kalktığı için “Ögrenelim, insanlığın bütün kültür mirasını tanıyalım, eleştirici bir gözle değerlendirelim” saptamasına uygun davranabiliriz.
Güneş Dünyası Projesi çerçevesinde yürütülecek çalışmanın sonucunda oluşturulacak olan, şiddetin, yasadışılığın, silahların, paranın, sınırların, her türlü bürokrasi ve hiyerarşinin ortadan kaldırıldığı; zanaat ve sanat alanlarında yetkinleşmiş bilim insanlarından oluşacak olan dünyada sınıflı toplumların yaratmış olduğu kültürlerin olumsuz yanlarının hepsi de süreç içinde tarihe karışacak, tam anlamıyla bir insanlık kültüründen bahsedilebilinecektir.
Saptamalarımız Üzerine Biraz Daha
Proleter kültür bakış açısı, insan düşüncesinin yarattığı herşeyi emekçi sınıf hareketi açısından ele alarak bakmayı gerektirdiği için –emekçilerden yana tavır takındığı için değil, bu tavrın, tüm insanlığın birikimini kapsamaması bağlamında ve angaje olarak taraflı olması bağlamında– baştan kendisine sınırlama getirdiğini söyledik. Bu sınırlandırmayı nasıl getirdiğini, tarihsel süreç içinde söylenenler ve uygulamalardan bazı örnekleri inceleyerek göstermeye çalışacağız.
Değerlendirmelerimizi esas olarak, Güney dergisinin 5. sayısındaki kültür konferansı dosyası üzerinden yapacağız. Bu çalışmamız, “…konferans için hazırlanan yazılarla ilgili görüşlerini, eleştiri ve önerilerini bildirerek tartışmayı derinleştirmek isteyenlerin dergimize yazmalarını istiyoruz” çağrısına, biraz gecikmiş de olsa yanıt olacaktır.
Kültür dosyasının, “Materyalist anlayış ya da kültür ve sanata yaklaşımda çıkış noktası ne olmalıdır?” başlığı altında, diğer şeylerin yanında: “Skolastik, ortaçağda Avrupa’da hakim olan felsefedir. Bu felsefi akımın temsilcileri ve uygulayıcıları, karşılaştıkları sorunların çözümünü hayatın kendisinde değil, kutsal kitaplarda veya Aristo’nun kuramında arıyorlardı ve buna göre bilimin ve tekniğin gelişmesi sonucu bazı araştırmacılar, örneğin “güneşin değil dünyanın döndüğünü” iddia edince, kutsal kitaplarda bunun tersinin yazdığına dayanarak bu “kafirleri” mahkum ediyorlar, iddiasından vazgeçmeyenleri yakıyorlar, (Giardino Bruno) son anda vazgeçenleri ise affediyorlardı. (Galile)
Bizim, bu alanda da karşılaştığımız sorunları çözerken çıkış noktamız, “kutsal kitaplar” veya “mutlak doğrular” olamaz! Doğruluğu ve geçerliliği pratik hayat tarafından kanıtlanmamış hiçbir bilgi bizim için çıkış noktası olamaz!” (sf. 11) denmektedir. Harfi harfine buradaki yaklaşıma katılıyoruz. Ama eksilerin artıları götürmesi gibi buradaki doğru yaklaşımın, daha sonra söylenenler tarafından yok edileceğini göreceğiz.
Yine doğruluğuna katıldığımız, sınıflı toplumlar bağlamında: “Her çağda egemen düşünceler egemen sınıfın düşünceleridir, yani toplumun egemen maddi gücü olan sınıf aynı zamanda onun egemen manevi gücüdür de. Maddi üretim araçlarına sahip olan sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetim sahibi olur; zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri genellikle buna bağımlıdır.” (sf. 14) denmekte, bununla bağıntılı olarak da: “Burjuvazi, feodal düzenin yıkılıp kendi düzeninin kurulmasına hizmet ettikleri sürece bilim ve sanattaki gelişmelerin bayraktarlığını yapmış, kendi iktidarını kurduktan sonra ise, bilim ve sanatı kendi iktidarını pekiştirmek, sömürü sistemini devam ettirmek ve ezilenlerin mücadelesini bastırmak amacıyla kullanmıştır! Burjujvazinin gözünde bilim ve sanat, artık maksimal kârlarını daha da arttırmanın araçlarından başka birşey değildir, bu uğurda göze alamayacağı şey yoktur!” denmekte ve devamen, burjuvazinin sanata yaklaşımındaki olumsuzluklar deşifre edilmektedir. Daha sonra burjuva düzenin basına yaklaşımındaki olumsuzluklar da deşifre edilerek, alternatif yaklaşımlar ortaya konur. “Bu yüzden özgür basın, arkasında tekellerin olmadığı, içeriğini gelecek reklam sayfalarına göre ayarlamayan, sermayenin değil okuyucularının desteğine güvenen, sosyetenin rezil yaşantısını değil ülkenin gerçeklerini ele alan, her türlü haksızlığın üzerine çekinmeden giden, yasakları, sansüre uymak için değil yıkmak için kavrayan, gelebilecek baskılara rağmen doğruları yazmaktan çekinmeyen basındır…” (sf. 16)
Diğer şeylerin yanında, taraflılık bağlamında: “Sanatçıların bir dizisi de burjuva sınırları içinde at oynatmalarına rağmen tarafsız pozlara bürünmekte veya sömürü sisteminin kaba görüntülerine karşı sözümona ateşli bir muhalefet yürütmektedir! Bu gibi sanatçılar, kendilerine sınıflarüstü bir konum yakıştırıp görünürde sınıflararası arabuluculuk yapmaya çalışmaktadırlar. Fakat hem bir toplumda yaşayıp hem de ondan bağımsız davranmak mümkün değildir. Sınıflara bölünmüş bir toplumda sınıflarüstü sanat yapmak mümkün değildir!” (sf. 16) saptaması yapılmaktadır. Ve alternatif yaklaşım olarak da şu alıntıya yer verilir: “…sorun ancak şöyle konabilir: ya burjuva ideolojisi, ya sosyalist ideoloji. Burada ikisinin ortası bir şey yoktur. (Çünkü insanlık “üçüncü” bir ideoloji yaratmamıştır ve dahası, sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıflarüstü ya da sınıflar dışı bir ideoloji de olamaz.) Bu nedenle sosyalist ideolojinin her küçümsenişi, ondan her uzaklaşma, aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir” (sf. 16) denmektedir.
Burada doğrularla yanlışlar bir aradadır ve buradaki saptamalar, “…Bizim, bu alanda da karşılaştığımız sorunları çözerken çıkış noktamız, “kutsal kitaplar” veya “mutlak doğrular” olamaz! Doğruluğu ve geçerliliği pratik hayat tarafından kanıtlanmamış hiçbir bilgi bizim için çıkış noktası olamaz!” (sf. 11) anlayışını yadsıyan bir anlayıştır.
Bu alıntıdaki doğrular ve yanlışlar nelerdir? Buradaki doğru saptama, “sınıf karşıtlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıflarüstü ya da sınıflar dışı bir ideoloji de olamaz” saptamasıdır. Gerçekten de, sınıflı toplumlarda ifade edilen her yaklaşım, belli bir kişi, kesim ve sınıfın andaki çıkarlarına uygun olurken; diğer kişi, kesim ve sınıfların andaki çıkarlarına uygun değildir. Bu bağlamda sınıflarüstü bir ideoloji olamaz. Ama bu doğru saptamayla birlikte, “ya burjuva ideolojisi, ya sosyalist ideoloji” ikilemini ortaya koyup “Bu nedenle sosyalist ideolojinin her küçümsenişi, ondan her uzaklaşma, aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir.” sonucuna varmak, marksist anlayışın doğal sonucudur ama problemin de kaynağıdır. Ve bu yaklaşımın sonucu olarak, ‘sosyalist ideoloji’ niyetten bağımsız olarak, “kutsal kitaplar” veya “mutlak doğrular”a indirgenebilmektedir.
Nasıl? Bu yaklaşıma göre doğruları, araştırmalarımızın sonucuna göre değil, sosyalizmin öngörülerine göre sınamak eğilimi gelişebildiği gibi; araştırmalarımızın sonuçlarını öngörülerimizin lehine yorumlama eğilimine girebiliyoruz. (Burada kastedilen, Marksizmden çıkış yapılarak, araştırmaların sonucuna göre davranılmasının mümkün olmadığı değildir. Tabii ki Marksist’ler araştırmaların sonuçlarına göre tavır alabilirler ve alıyorlar da. Ama angaje taraftarlığın doğal sonucu olarak, bazılarının, olaylara “kutsal kitaplar” veya “mutlak doğrular”a dayanarak yaklaşmasına olanak verdiği bağlamında problem var. Bu türlü kişilerin güçler dengesinde ağırlığa sahip olması karşısında işin nereye vardığı biliniyor.) Ve bu noktadan sonra işe ister istemez öznellik girmektedir. Çünkü proletarya sosyal konumundan çıkış alarak sosyalizmin ideolojisini oluşturamadığı için, oluşturulan ideolojiler proletarya adına oluşturulan ve oluşturan kişilere göre değişebilen şeylerdir. Böyle olduğu için, sosyalizmin doğru öngörüleri olarak ortaya konulan görüşler, çeşitli olduğu gibi; bugün için doğru olarak değerlendirilen saptamalar aynı yapılanmalar içinde zaman içinde değiştirilebilmektedir. Genellikle doğru olarak kabul edilen şeyler, andaki güçler dengesine göre güçleri elinde bulunduranların görüşleri olmaktadır. Dengeler değiştiğinde de doğrular değişmektedir. Bu durum doğruları saptamamızda, “kutsal kitaplar” veya “mutlak doğrular”a başvurulmasına neden olabilmekte ve süreç içinde geliştirilen her türlü muhalefet andaki hakim olan, “kutsal kitaplar” veya “mutlak doğrular”a uymuyor gerekçesiyle aforoz edilebilmesine olanak sağlamaktadır. Proletaryanın çıkarına olan saptamalar, güçler dengesinin sonucu olarak, ‘burjuva sapmalar’ olarak değerlendirilebildiği gibi; yine güçler dengesine bağlı olarak, proletaryanın aleyhine olabilen saptamalar, ‘proleter saptamalar’ olarak gösterilebiliyor. Bu durum karşısında mevcut görüşleri ve uygulamaları problemli bulan kişiler ya çeşitli suçlamaları kabul ederek görüşlerini belirtecek ya da görüşlerini dillendiremeyecektir. Yine çeşitli kişisel çıkar peşinde olan kişiler için, güçler dengesine göre ortaya konulan görüş ve uygulamaların en ateşli taraftarları olunmasının, beklentilerine en uygun geleceğini bilmeleri son derece doğal olacaktır.
Görüldüğü gibi neyin burjuva ideolojisi neyin proleter ideolojisi olduğunun saptanmasının öznel değerlendirmelere bağlı olması, “ya burjuva ideolojisi, ya sosyalist ideoloji” ikilemini ortaya koyup “Bu nedenle sosyalist ideolojinin her küçümsenişi, ondan her uzaklaşma, aynı zamanda burjuva ideolojisinin güçlendirilmesi demektir.” saptamasını problemli yapıyor.
Kendimizi bu ikileme bağlı kılmayıp da her konuya somut yaklaşıp, araştırmalarımızın sonuçlarına göre tavır alırsak –’sosyalist gerçekçi’ değil, ‘gerçekçi’ olursak– problemi ortadan kaldırabiliriz. Haklı olarak şu sorulacaktır: Her konuya somut yaklaşan değişik bireylerin araştırmalarının sonuçları da öznel, kendi kişisel değerlendirmesi olmayacak mıdır? Tabii ki öyle olacaktır. Ama bu durumda farklılık şuradadır. Hiç kimse kendi değerlendirmelerini ‘bu proletaryanın ideolojisidir’ ya da ‘bu burjuva ideolojisine karşıdır’ payandasına dayandırma olanağını bulamayacaktır. Bu pozisyonda araştırmaların sonuçları hangi sınıfın lehine veya aleyhine değerlendirmeleri içerirse içersin ortaya konulmasına engel teşkil etmeyecektir. Bu durumda bireylerin görüşlerini diğer kişilere kabul ettirmeleri açıklamalarının ikna gücüne bağlı olacaktır.
‘Sosyalizm ve sanat’ başlığı altında şöyle denmekte: “Bilim, kültür ve sanat alanında gelişmelerin önündeki en büyük engel, sermayenin bizzat kendisidir. çünkü sermaye, bu alanlarda gelişmeye ancak kendi sömürü sistemine hizmet ettiği sürece ve ölçüde izin vermektedir! Bu anlamda sanatın gerçek anlamda gelişmesinin önünü açabilmek için, onu sermayenin tutsaklığından kurtarmak gerekir. Sermayenin iktidarını yıkmadan bu alanlarda, toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin yararına bir ilerlemenin gerçekleşmesi mümkün değildir!” (sf. 16)
Çözüm önerisi olarak da şunlar söylenmektedir: “Kültür ve sanat faaliyetlerinden tüm toplumun yararlanabilmesi, cehaletin ortadan kaldırılması, sanatın özgür bir biçimde gelişebilmesi ancak sosyalizmde mümkün olacaktır! Çünkü sosyalizmde yazar, para kazanmak için yazmak zorunda kalmayacak, “yaşayabilmek ve yazabilmek için” para kazanacaktır. (Niçin para kazanmaya çalışılır? Tersinden söylemek anlamı değiştiriyor mu?) Çünkü hayatı garanti altına alınan yazar, yarını nasıl çıkaracağım diye düşünceler arasında değil, üreteceklerinin milyonlarca emekçi tarafından merakla beklendiği bilinciyle yazacaktır! Çünkü toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçilerin iktidarının güvencesi altında üretecek olan sanatçılar, biçimsel yasaklarla karşılaşmayacaklardır! Proletarya diktatörlüğünü açıktan yıkmaya yönelik eserler (abç) dışında sanatçı, istediğini istediği gibi yaratma özgürlüğüne ve imkanlarına sahip olacaktır! Basın lafta değil gerçek anlamda özgür olacaktır.” (sf. 16) Evet, sermaye hakimiyetini ortadan kaldıracak olan sosyalizm, kültür ve sanat faaliyetlerinden tüm toplumun yararlanabilmesi, cehaletin ortadan kaldırılması, sanatın özgür bir biçimde gelişebilmesine olanak sağlayacaktır. İddia bu, ama iddianın başarısızlığa uğramasını sağlayacak yaklaşım da bu iddiayla birlikte dile getiriliyor. “Küçük” bir kısıtlama sözkonusu, proletarya diktatörlüğünü açıktan yıkmaya yönelik eserler dışında sanatçı, istediğini istediği gibi yaratma özgürlüğüne ve imkanlarına sahip olacaktır! Basın lafta değil gerçek anlamda özgür olacaktır. Bu “küçük” kısıtlama basının lafta değil de gerçekten özgür olmasına engel olmayacak mı? Marksist anlayışa göre engel olmayacaktır. Çünkü herşey proletaryanın çıkarları açısından değerlendirilmektedir ve kısıtlamalar da bunun doğal sonucudur.
Ama yukarıda belirttiğimiz gibi, proletarya diktatörlüğünü açıktan yıkmaya yönelik eserlerin neler olduğu kişilere göre değişebileceği için, subjektif değerlendirmeye açık olduğu için, bu zararlı eserlerin neler olduğu da andaki güçler dengesine göre hakim olanların öznel değerlendirmelerine bağlı olacaktır. Bu yüzden örneğin, bir dönem, partililerin toplantıdan toplantıya koşarak yararsız işler yapmasını eleştiren Mayakovski’nin partililerle dalga geçen ‘Toplantılarda oturup kalmışlar’ adlı şiiri, devrimci eleştirel şiir olarak değerlendirilebilirken; başka bir dönemde, Güney’in 7. sayısında çevirisi verilen, –okunduğunda buradaki eleştiri ve alay dozunun on katını içeren yazıların burjuva yazarlar tarafından kapitalist ülkelerde yazılabilindiğini göreceğimiz– Zoşçenko’nun ‘Bir maymunun maceraları’ adlı öyküsü zararlı yayın olarak değerlendirilerek bu yazar aforoz edilebiliyor.
Yanlış anlaşılmamak için şunu belirtmemiz gerekiyor. Biz buradaki sansür anlayışını, Marksizm’in yanlış yorumlanmasının sonucu olarak görmüyoruz. Bu sansür anlayışı Marksist anlayışın doğal sonucudur. Kimi Marksizm yorumcularının bu sansür anlayışını eleştirerek bundan kurtulunması şartlarında olası problemlerin ortadan kalkacağı değerlendirmesine katılmıyoruz. Bu şekilde yorumlanıp böyle davranılması şartlarında da problem ortadan kalkmaz yalnızca şekil değiştirir. Örneğin, çok kanatlı parti, değişik partilerin olması savunuları. Bu durumda mevcut partiler, kendilerinin en fazla proletaryanın çıkarını savunan partiler olduğunu sözde ispat etme yarışına girerler; tıpkı burjuva partilerin hepsinin de, tüm halkın, ulusun çıkarlarını savunan partiler olduğu konusunda mangalda kül bırakmamaları gibi. Çünkü iktidar olanak demektir ve bu olanakları elde etmek için halktan oy almak gerekmektedir ve bu durumda da halkın “onayını” almak için de devreye zor ve manipülasyon araçları girer.
Sürecin kaçınılmaz olarak bu olumsuz noktaya gelmek zorunda olması iddiası neye dayanmaktadır? Problemin kaynağı nerededir? Problemin kaynağı, sosyalist toplumlarda sermayenin ortadan kaldırılmamış ve kaldırılamayacak olmasındadır. Sosyalizmde sermaye biçim değiştirmiş ve bürokratik kapitalist bir biçime dönüşmüştür. Çünkü sosyalizm aşamasında bazı farklılıklara rağmen meta ilişkileri içinde kalındığından sermaye yok edilemiyor. Sermayeler tek tek bireylerin mülkiyetinden kurtulup devlet mülkiyetine geçtiği için sermaye devlete ait oluyor. Tabii Marksist söyleme göre sosyalist devlet de, tüm emekçilerin, ezilenlerin devleti olduğu için bu mülkiyet şekli emekçilerden, ezilenlerden yanadır. Ama bu iddia hiç de doğru değil. Çünkü sermayenin bireysel sahiplenilmesi ortadan kaldırılmış olsa da, yöneticilik konumu yöneticilere bir sürü avantajlar ve avantaj imkanları sunmaktadır. Ve yöneticiler bu avantajları kullandıkları oranda çıkarlarının farklılığı derinleşmekte, sosyal statülerinin değişmesine paralel olarak da düşünceleri değişmeye başlamaktadır. Sosyalizmde de sanat faaliyetleri, tıpkı kapitalist sistemde sanatın sermayenin çıkarlarına bağlı olması gibi, egemen bürokratların çıkarlarına tabi kılınır. Süreç kaçınılmaz olarak bu noktaya gelir.
Sosyalizmde, hayatı garanti altına alınan yazar, yarını nasıl çıkaracağım diye düşünceler arasında değil, üreteceklerinin milyonlarca emekçi tarafından merakla beklendiği bilinciyle yazacaktır, deniliyor. Bir yazar eserlerini yaratırken bu eserinin, proletarya diktatörlüğünü açıktan yıkmaya yönelik olmaması için dikkat edecek. –Zavallı yazar için, neyin zararlı neyin zararsız olacağını tespit etmenin zorluğu karşısında en kolay yol, hakim görüşlerin dalkavukça savunulması olacaktır.– Bu düşkünlüğü göstermeyen sanatçılar eserlerini nasıl ortaya koyacaklar ve halka sunacaktır? Olanaklar, hakim yöneticilerin denetimindedir ve onların onayı dışında bu olanaklar kullanılamaz.
Ancak bireylerin tüketim ve kullanım olanaklarının sınırlamasız olduğu bir toplumda, diğer şeylerin yanında bireylerin özgür sanat faaliyetlerinden bahsedebiliriz. Bu şartlarda bireyler sanatlarını gerçekleştirebilmek ve bunları diğer kişilere ulaştırmakta bağımlılıktan kurtulacakları için, eserleri, tam olarak benimsedikleri ve istedikleri biçim ve içeriğe sahip olacaktır. Ancak dışındaki kişilerin eleştirilerini haklı buldukları şartlarda eserlerini değiştirmeye gereksinim duyacaklardır.
Sonuç olarak diğer alanlarda olduğu gibi sanat alanında da tam özgürlük, Marksist’lerin komünist toplum olarak isimlendirdikleri, meta ilişkilerinden kurtulunmuş olan bir toplumda mümkündür. Bu topluma ulaşmak için kurgulanan Marksizmin yöntemleriyle böyle bir toplumsal sisteme ulaşılamaz. Çünkü bu yöntem kendi içinde, –sosyalizm aşamasında– klasik kapitalist sisteme dönülmesinin maddi temelini barındırıyor.
Bu sonuçtan yola çıkılarak oluşturacağımız toplumsal dönüşüm projesi, direk olarak meta ilişkilerinden kurtulmayı hedefleyen bir tasarım olmak zorundadır. Ancak bu perspektifle ulaşılacak olan toplumda sınırlamasız kültür faaliyetlerinden bahsedebiliriz.
Olası gelişmeler üzerine bir değerlendirme
Güney dergisinin kültür sanat politikalarına yaklaşımındaki olası gelişmelerin neler olabileceği üzerine yapacağımız değerlendirmeler, yaklaşımımızı daha anlaşılır kılabilecektir.
“Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz?” ve “Sovyetler Birliği deneyiminde öne çıkan bazı noktalar” ana başlıkları altında ortaya konulan görüşlerde –çok genel olarak ifade edersek– Sovyetler Birliği’ndeki kültür sanat politikaları teorik ve pratik olarak süreç içindeki gelişmeleriyle ele alınıyor. Dergiye göre “sosyalist gerçekçiliğin proleter devletin resmi sanat anlayışı olarak formüle edilmesi gayet doğrudur. Ancak sosyalist gerçekçiliğin uygulanması ve egemen kılınmasında bir dizi hatalar da yapılmıştır. Sovyetler Birliği deneyiminin olumlu yönlerinden olduğu gibi, yapılan hatalardan da öğrenmek, doğru bir sosyalist kültür-sanat politikası için mutlaka gereklidir.” Bu yaklaşıma sahip olan dergiye göre Sovyetler’de, “sosyalist gerçekçiliğin uygulanmasında içerikte sınır, genelde partinin içeriğini doldurduğu biçimde olumlu eserlerle çizilip, çizilen bu oldukça dar sınır içinde olmayan eserlere hemen hiçbir yaşam hakkı tanımayarak, gerçeğin darlaştırılması hatasına düşülmüştür. Yasakçı yöntemler yer yer ağır basmış, “olumsuza” karşı mücadele içinde de olumlunun, doğrunun kavratılması yöntemi fazla kullanılmamıştır. Gelişme içinde Lenin ve Stalin’e sanat eserlerinde gereğinden fazla yer verilmiş, kişiye tapmanın gelişmesine yardımcı olunmuştur. Niyet ne olursa olsun, içinde bulunulan koşullar ne derece zorlayıcı olursa olsun, kişiye tapmanın gelişmesi/geliştirilmesi sonuçta sosyalizme zarar vermiştir.”
Yine dergiye göre, “sosyalist bir ülke sanat eserleriyle ilgili olarak ‘yasakları’ değil, ideolojik mücadeleyi esas alır. Sosyalizme sinsice saldıran ‘sanat eserlerine’ karşı en önemli güvence, işçilerin, köylülerin, emekçilerin yüksek bilincidir. Yasaklar, belli durumlarda ‘zorunlu’ bir kötülük olarak kabul edilmelidir. İçerikte tabii ki yığınları sosyalist iktidara karşı açıkça kışkırtan, açıkça ırkçılık, faşizm, cinsiyetçilik yapan, sanat adına pornografi sunan ‘sanat eserleri’ kısıtlanır, gerekli olduğu hallerde yasaklanır da. Fakat, içerikte sınırın neler olmayacağı ile ‘olumsuz’ çizilmesi yeterlidir. Sınırın ‘neyin nasıl olması gerektiği’ biçiminde çizilmeye kalkılması, tekdüzelik, basmakalıpçılık, kendini yinelemeden öteye geçememe gibi tehlikeleri içinde barındırmaktadır. Bu yapılmamalıdır. Bunun dışında sanat kişiye tapmayı körükleyici biçimde kullanılmamalıdır.
Sosyalist sanat, biçime tam bir özgürlük tanımalı, biçimde sınır konulmamalıdır. Doğru bir içeriği sanatsal bir tarzda ifade etmenin yüzlerce yolu, yöntemi, biçimi vardır. Bunların herbiri emekçilerin beğenisini kazanmak için yarışabilmelidir. Bu yarıştan sosyalizm, yığınların sürekli gelişen estetik beğenisi kazançlı çıkacaktır.” (Güney, sayı 7, sf. 15)
Derginin yaklaşımına göre, yukarıda alıntıladığımız şekilde davranılması şartlarında olumsuzluklar aşılacaktır. Bu mümkün değil, kuşkusuz saptanılan hataların aşılması sonucunda olumsuzlukların oluşması süreci uzatılabilinir ama bozulma kaçınılmazdır. Çünkü dergi de, sansürü –Marksist anlayışın doğal bir sonucu olarak daha dikkatli olunması şartı ile– savunuyor. Bu şartlarda yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı bozulma kaçınılmazdır.
Güney dergisinin güçler dengesine göre andaki tavrı bu. Ama onunla aynı kanıda olmayanlar var. Onlar da sosyalist gerçekçiliği savunuyorlar ama, Güney’in geçmişi değerlendirmesinde katılmadıkları yanlar. Örneğin A. Zeki Çelik bunlardan birisi. Ona göre Güney dergisinin sosyalist toplumda sanatçılar için tanıdığı özgürlük oldukça geniş bir özgürlüktür: “…sanatçılar biçimsel yasaklarla karşılaşmayacaklardır! Proletarya diktatörlüğünü açıktan yıkmaya yönelik eserler dışında sanatçı, istediğini istediği gibi yaratma özgürlüğüne ve imkanlarına sahip olacaktır!” yaklaşımı, “sanatçılara bir sınırlama dışında (“proletarya diktatörlüğünü açıktan yıkmaya yönelik eserler dışında”) sınırsız özgürlük tanınıyor. Bu, özgürlük sorununa burjuva bakış açısıyla yaklaşmaktır. Gerçek şu ve pratik de göstermiştir ki, kültür-sanat-edebiyat alanı, hem biçim hem de içerik konusunda, proleter partisinin karışmayacağı, sınıf mücadelesinin dışında özel bir alan değil, bilakis sınıf mücadelesinin en kızgın olarak yürüdüğü alanlardan birisidir. Bu alana proleter devletin ve proleter partinin karışmamasını, ya da fazla karışmamasını savunmak; sanatçının ‘istediğini istediği gibi yaratmasını’ savunmak, bu alanı sınıf mücadelesi açısından gereken önemi vermemek anlamına gelir, ki bu da alanı burjuvaziye terketmek demektir.” (Güney, sayı 8, sf. 25) Güney dergisinde güçler dengesi A. Zeki Çelik gibi düşünenlerin lehine değiştiği şartlarda kriterler daha daraltılacak; andaki çizgiyi dar bulanlar, güçler dengesinde ağırlığa sahip olmaları durumunda kriterler daha da genişletilecektir. Her üç eğilimden hangisi güçler dengesinde ağırlıklı duruma gelirse gelsin sonuç nihai olarak değişmeyecektir. Meta işleyişinin zorunlu sonucu olarak her durumda da yozlaşma kaçınılmaz olacaktır.
Proleter kültür bağlamında genel olarak ortaya koyduğumuz farklı görüşlerimizi konferansta tartışmak istiyoruz.
Sevgi ve dostluk ile.
Not: Yeni yaklaşımın, anda M-L’yi en iyi şekilde yorumlayan çevrenin içinde yer almış kişi tarafından oluşturulmuş olması tesadüfi bir şey değildir. Bir şeyin geliştirilmesi var olanın en iyi şekilde kavranılması şartlarında mümkündür. Bu bağlamda “Güneş Dünyası Projesi” genel olarak tüm insanlığın olumlu olumsuz birikimlerinin değerlendirilmesinin sonucu olarak görülebileceği gibi, özel olarak da, ‘Çağrı’ çizgisinin oluşmasında emeği geçenlerin katkılarının sonucu olarak görülmelidir.
M-L anlayışın sonucu olarak, –yukarıda açıklamaya çalıştığımız angaje taraftarlık anlayışının– pozisyonumuz, angaje taraflılığı reddettiği için aforoz edilerek tartışmadan bugün için kaçınılabilinir. Ama aforozun zayıflığın işareti, tartışmanın güçlülüğün, kendine güvenin işareti olduğu bilinen bir gerçektir.
GÜNEŞ DÜNYASI YAYINEVİ