(Şiir)
şiddeti kadim gelecek sayan inançlarımız uğruna
iktidara ve intikama dair binlerce yemin
isa’yı kurban saymamızdan bu yana
çok zaman geçmemiş hâlâ
elli altı yaşındayım
tanrılardan yaşlıyım
cani ve insandaki kurbanlığı
ölçmeye ve saymaya korkuyorum
barış çığırtkanlarının vaazı
ölü seviciliğine ve cehenneme dair,
şiddete sığınmak kötü huyumuz…
zencilerin
yerlilerin
çerkezlerin
ve nice katliamların niteliğini, niceliğini…
ortadoğu’nun, kafkasya’nın bitmeyen yap-bozunu…
balkanlaşmaları, tehcirleri, soykırımları…
auschwitsleri, hiroşimaları, işgalleri…
vakayi adiye sayan,
spartaküslüğün gücünü, vietnamların azmini hatırlamayan,
cihadın, haçlılığın, ribatın imhacılığını unutmuş,
gazi, şehit, mümin, münafık, bohem, mücahit, şirk…
zorunlu, gönüllü, resmi, kalleş, korkak, mert…
cinnet putuna
taşlaşmaya
ataerkilliğe tapan insanlık!
anlam soyutluğa teslim olsun
insan emeğe, emek insana yabancılaşsın
sahiplik değerlensin, ötekisi bir şey sayılmasın diye
doğuşunu, batışını güneşin,
aşkı,
gündelik hayatı,
ruhumuzu,
hiçliğimizi bile
gaspediyor melanet…
halklar birbirinden kuşkulanmasa diyemiyorum!
şiddeti böyle stoklamışsak
pamuk ipliği kopuştuğunda
katil ve yok edici örgütlenmeler
madem kendileri de karanlığa gömülecekse
niye büyük savaş çıksın ki diyorlar
deccal dahhaka dahil
ırak kan revan içinde
libya’yı tarumar ettiler
afrika mengenenin ağzında kıvranıyor
suriye çürüsün de çürüsün…
saçlarımız kınalıysa böyle
gözlerimiz damar damarsa
yüreğimiz sökülüyorsa yerinden
ölümden değil
yok kalmaktan korkuyorum
matruşkacık
farklı tenlerde, farklı dillerimizle
içi içine saklanmış boyalı bebek
e bebeğime ee e!
kapitalizmin şeytani tanrılığına tapmasak diyorum
haklı, haksız, soğuk, açık, gizli…
konvansiyonel, düzenli, oynak, direnişçi…
nükleer, biyolojik, kimyasal, özsavunmacı, saldırgan…
nice savaşları
alıp-satmışsak
ve arınamamışsak
madem sökülecek ve çürüyecek çok dişliyse canavar
ve madem boynundan kesip ayırdığı başını
sımsıkı tutmuş kıvranıyorsa insan
bu sinsi
bu aymaz
bu kadük
bu cani çıldırışma
dünya savaşına gider
le! diyelim korkulara
kabahati yokmuş bebeklerin…
kum saatini ters yüz ediyorum
vakit sökülüyor gerisin geri…
makedonya’dan doğuya
mısır’dan mezopotamya’ya
büyük iskender’i görün…
iç asya’dan dünyaya yılgı salan cengiz han’a bakın…
yoklar şimdi!
hanedanlığın ödip kompleksi
livatasız fiiliyat…
fitne fücur olur diye diğer erkek
kundaktaki sabi dahil
tohumlukları kardeş katliyle livasız kılıp
sultan olmak mutlak hüküm…
hanım sultan neyin nesi, kör olan kim!
kerbela’nın öğüdü yalın
ne kana susayın, ne susuz koyun insanı
çöle sığınsa da
aşığın umudu maşukluktur vesselam!
isa, musa, İbrahim…
kanatlı binek atıyla zahirde muhammed
kördüğüm atmışlar kudüs’e
bu kaçıncı kubbe, kaçıncı ziggurat!
ilk nizam sümer miydi
barış’ı kadeş’le taşa yazdık mısır’da…
zamanı düz yüz ediyorum
modern afet perde-perde
birincisinde imparatorluklar çöküştü
sovyet kuruldu…
yirmi dokuz krizi
savaşsız bitmeyeceğinden
birincisinden daha katildi ikincisi…
özgür halklar çoğalmaya çoğaldıydı ama!
sermayeleşmiş kraliyet nişanıyla
sonsuz sürgünlüğün çaresiymiş diye
israil’i kurdu abiler…
iki buçukuncu savaş
soğuktu…
uzundu…
insanlığa sunulmuş söz bile
çentikleri buz beyazıyla işlenmiş bir asaydı
duvarların yıkıldığına inanmayın
yenisi örülmüştü dünden
büyük ortadoğu uydurması, üçüncünün provalı arifesi…
u s a başkanları için
veni, vidi, vici’nin yeni emperyal kartalıymış diyorlar
yüzyılları öldürüşmeyle zehirleyen uzak yüzyıl bu!
şiddetin körleştiren ezberi, yine hiçlik, yine kan karası…
meğer yirmi birinci yüzyıldaymışız!
dünya nüfusu güya çok çoğalmış
metalaştıkça emek
metalaştıkça zaman
ayinleşiyor hayat!
haydutlaşan bayrak her yerde…
avrupa giydirilmiş latinliğimiz
che guevera bereli chavez olmuş
dua etmeğe yanaşmadığından
fidel’in sakalları hâlen cazip
bir zamanlar sovyet vardı
çin ancak amerikanizme özenen japon işi…
çakmaktaşı, tunç, demir, altın ve saire…
hakimiyet için biriktiriş
kendi başına put olan düşman bir sığınakmış
sanallığın gölgesi aynadan yansıyor
aynanın gözleri gayya kuyusu
yeni şeytan
yeni neron
yeni put
bu sefer enerji tanrısıymış!
put içinden put doğuyor
kabahati yok ki madenlerin
kibele
bereketin anaç simgesi
doyumluk memeydi yavruya,
imge içinden dağ doğmuş
dağa öykünen yapı kubbeymiş
kıblelik kubbenin öncülü ziggurattı
babil kulesi var mıydı hiç!
kubbe ki
ataerkilleştikçe nizam
ezen
buyurgan
biat etmeğe çağırandır
babil kulesi beynimizin içinde
babil kulesi her yerde…
hangisi faydasız emek
hangisi kıymetliymiş diye soruyorum hâlâ
altın fiyatları varsın pahalılansın
altının değer ölçütü olması rivayet artık
kapitalizmin pusulasız amiral gemisinin kaptanı…
ısmarlanmış kehanetlerin pergeli…
boğazlaşmaların kancası…
milliyetciliklerin yelkeni…
gizil ve kinetik petrol miktarıyla oynaşık
hayalet bir denizaltıymış meğer,
neoliberal lavlar
intiharlık zehirler
sintineyi sardığından
para-sermayelerin çiposuz halatı
u s a doları olmuş böyle…
insanın cevheri emeğinde
emeğin karşılığı alemde saklı
kaf dağının fiyatı yeni parayla ne tutar
matrakcılığımızla matrak geçen
yirmi ikinci yüzyıldan gelme fi’yim
asker, çeri, gerilla, kontra, peşmerge…
armimen, yanki, mücahit, partizan…
meraklısına
gönül üstüne yemin içirtip
barışı sunuyorum
kraş halimi öteleseniz de ileriye
savaş etmenlerinin yükselişini durdurmaya
yerel savaşçıklarınız yetmiyor
cinnet zamanım geldi diyor kriz
barışa teslim olmayan aşık
katilidir özünün
öldürür çocuğu
öldürür kadını
öldürür adamı
habil’i öldürmeseydi kabil
kardeş katili olmasaydık diyorum
ortadoğu’nun dibi petrol okyanusu
kafkasya, kürdiya, basra, hazar anafora dahil
hitler’i, mussolini’yi küfür öznesi saysa da dünya
kubbe’nin içi de, dışı da cehennem yüzlü
siyasetin şeyleşmesi reel politikmiş
yine, yeniden
sermayenin çökerten ağırlığı
ve emperyalist cetvelle çiziliyor topraklar…
deniz bitti artık
kara da görünmüyor diyor batak!
böyle uyduruk gerçeği şeytan doldurur derler
e bebeğime ee e!
günahı yoktur bebeklerin
bedeniyle çatışan nefes
bazen uyuşuk
bazen isyankâr
ruhumuzun emektarlığı
duygu ve düşüncelerimizin yüceldiği rütbeye kadar
hâlâ her yana parmak sallasın,
hâlâ en büyük kubbeyi yaratmaya çalışsın deccal
dünya, alemde bir noktaymış oysa!
gökyüzünün içinde seferi insanlık haliyiz
bekleyişimiz
nokta oluşumuz
aşk gibi içkin
aşk’dan da mutlak bir harman
havayla sevişsin
özgürleşsin diye küller
tendeki benzeşim soyunsun korkusunu
birbiri için insanların
alem için dünyanın
gah su
gah balık
gah tohum
gah toprak olmasıdır sürek…
zübbeliğin arastası salon salomanje vari medeni
insan çırılçıplak doğuyor
modern arasat’da hepsi bir arada
savaşmadan oynaşmak matrakcılıktan kalma mizansen
insan cehennemini kendi elleriyle yaratıyor
tahtadan teorilerle durdurulamaz zalim
çarenin hası yine toplumsal
rüzgarın kokusunu alıyorum
dağların niyeti
sabrın gözbebeği
ve cari hesabın kör noktası
bu sefer kürt!
yaramız, yüreğimiz, takvamız, bakışlarımız… filistin!
acının gözyaşından, kimsesizliğimizden insan yapmak zor dava
halklar işçileşiyor
işçileştikçe azalmıyor işsizlik
işsizleştikçe vatansızlaşıyormuşuz meğer…
dünyadan doğmuş, dünyada mukim insan soyuyuz
insanevladı hâlâ memleket düşkünü
varlık maskelerimiz zamandan daha sarmal
köküm geleceğe fitil sunuyor
ortadoğu’nun çakmağı tutuştursun çemberi
kadim geleceğe varalım
hayat ağacı dallarını
tahtadan oyuncaklarımızla süsleyelim
denizlerin asıl isimlerini öğrenelim diye
dalgalarla yoldaş kayıklar oymalıyız
rüzgarın yönü belli
toprağın kımıltısında aşk var
yüzüm denizin yüzü
kaç kıyıda nefeslenir
kaç kıyıya biçim verir
alemin derinliği…
hayatın varoluşu…
emeğin sevişkenliği…
hangisi hangisinde içkin!
cennet koydum kum tanesinin adını
çoğaldıkça hafifliyor ömrüm
aşk mı derin benden
sonsuzluk mu dedi leyla…
gereğinde özgürleşme pratiği
gereğinde sosyalizm diye
canlı sözümüzü söyleyelim
tek bir öldürme girmesin kapımızdan
bütün vatanlar
bütün halklar içimizde
vatansızım dolayısıyla
toplumcu bir topluma doğsaydım
toplumcu barışı öpüp okşasaydım
bahçeleri birbirine gül sunan
emek evleri kursak
habil’den kabil’den önceye bir dönebilsek diyorum
doğal bir ölümüm olsun
ayakta öleyim istiyorum
kadavraya sayılmazsam
yüreğim göğüs kafesimde
gözlerim göz çukurlarımda
beynim kafatasımın içinde
öylesine çürüsün
sevinsin toprak, sevinsin alem
tanrılardan yaşlıyım
denizler bendenizden kıdemli
henüz varılmadı
şimdilik bebek
bütün topraklarda
barışık çiçeğimiz açacak
barışık çiçeğinin tohumu insanda gizli
illâ aşk, illâ devrim…
illâ alem, illâ insan…
haziran – ağustos 2012 istanbul
Hasan Erkul