Tartışma kültürü nedir ve konu neden önemlidir?
Değişik düşünceleri karşılıklı savunmak, veya bir sorun üzerine sözle veya yazılı olarak karşılıklı yapılan savunmaya tartışma denildiğini biliyoruz…
Siyasette de çeşitli grup ya da partiler, rakip siyasi grup ya da partilerle görüşlerini çatıştırarak, karşılıklı olarak siyasi rakibinin görüşünü çürütmek, doğru gördüğü görüşlerin propagandasını yapmak ve karşı görüşü savunanları ve bu görüşten etkilenenleri ikna temelinde doğru gördüğü görüşlere yaklaştırmak, ya da karşı tarafın bu tartışmada savunduğu doğru görüşlerden öğrenmek için yazılı ya da sözlü tartışma yöntemini kullanırlar.
Tartışma, hemen her kesim ve kişiler açısından gerekli olan bir yöntemdir. Bu anlamda ister burjuva partileri aşısından olsun, isterse de, kendisine devrimci, sosyalist, komünist diyen partiler ya da gruplar da, aralarındaki siyasi ya da pratik kimi sorunları tartışmalar yoluyla değerlendirmek, siyasi rakibinin yanlışlarını göstermek, kendi görüşlerini çatışma içinde sınamak, görüşlerinin propagandasını yapmak, kendi siyasi çizgisini hakim hale getirmek için bu yönteme başvurur.
Burjuvazinin hangi kesimi olursa olsun tartışma onlar için gerçeği, sorunları, sorunların esas nedenlerini ve bilimsel sonuçlarını ortaya koyma aracı değildir. Olamaz da. Zira burjuvazinin her kesiminin savunduğu ve haklı çıkartmaya çalıştığı toplumsal sistem insanın insan tarafından sömürüsüne dayanan, aşılması gereken ve aşılacak olan haksızlığa dayanan bir sistemdir. Bu yüzden burjuvazinin her savunucusu bu sistemi koruyabilmek, haklı çıkartabilmek için her tartışmada bilimsel gerçeklerden, bilimsel yöntemlerden ve bilimsel sonuçlardan, kısacası gerçeklerden kaçmakta; demogojiye, yalana, gerçeklerin çarpıtılmasına, tüm bu yalanlara rağmen gerçeklere sarılanlara karşı sık sık da şiddete, teröre, işkenceye başvurmaktadır. Bu nedenle biz burada tüm toplumsal kesimler açısından tartışmanın nasıl olması gerektiğini değil, bilimsel sosyalizmin dünya görüşünü ve yöntemi savunduklarını söyleyenler için tartışma kültürünün nasıl olması gerektiğini tartışmak istiyoruz.
Tartışma, öncelikle karşılıklı iknayı hedefleyen bir yöntem olması yanında, aynı zamanda görüş sahiplerinin görüşlerinin doğruluğunun sınanmasının da bir aracıdır.
Toplum ve egemen anlayışların tartışma kültürüne yansıması
Ülkenin ekonomik, sosyal, siyasal hukuksal vb. tüm kurumlarıyla dışa bağımlı, feodal düşünce ve yaklaşımların da hâlâ önemli ölçüde etkinliğini sürdürdüğü bir toplumda yaşıyoruz.
Kendinden önceki toplumlardan ileri olmakla birlikte, içinde yaşadığımız günümüz toplumu, çıkar ilişkileri çerçevesinde “uygar” bir toplum düzenine sahip. Bu “uygarlık”, sözcüğün gerçek anlamında bir uygarlık değil, kendinden önceki çok daha geri toplumla kıyaslandığında bir uygarlık.
Kendinden önceki toplumdan ileri olmakla kapitalist toplum, ekonomik ve sosyal ilişkilerde, öz olarak kendinden önceki tüm sınıflı toplumlara özgü olan öğeleri çok daha billurlaşmış haliyle taşıyor. Ülkemiz toplumu ekonomi olarak bağımlı kapitalizmin egemenliğine rağmen, tam anlamıyla kapitalistleşmiş, klasik kapitalizmin üst yapısına sahip bir toplum değil. Kapitalizmin siyasal üstyapısı olan burjuva demokrasisi bizim toplumda hiçbir dönemde gerçek anlamda yaşanmadı. Siyasal üst yapıda demokrasi adına uygulanan adı bilinen diktatörlük oldu. Toplumun bağrından sonuna kadar ilerletilen demokratik bir devrimle sökülüp atılmayan feodal artıklar, özellikle üstyapıda etkin olmaya devam ettiler. Bugün de toplumda feodal düşünceler burjuva düşüncelerle; feodal kültür emperyalizmin kültürüyle iç içe varlığını sürdürüyor.
Sosyal yapılanmada, bilim, hukuk, felsefe, din ve ahlakta egemen olan düşünceler ve yaşanan ilişkiler karmaşık bir resim çiziyor. Toplumsal yapılanmada, çıplak çıkar ilişkileriyle ekonomik, sosyal ve siyasal alandaki eşitsizlik belirleyici öneme sahip. Güçlü olanın dediği toplumsal düzenin “yasaları” oluveriyor. Haksızlık, eşitsizlik, doğru-yanlış kavramları egemen sınıflara göre belirleniyor.
Güçlü olan haklı, doğru ve yanılmaz olabiliyor! En basit sorunlar bile şiddetle çözümleniyor. Çıkar için gerçekleri çarpıtmaktan, en temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesine; zorla dayatmalarda bulunmaktan karşısındakini dinlemek zahmetine katlanamamaya, hotzotçuluktan, maçoluğa, feodal intikamcılıktan, faydacılığa, “köşe dönmek” için her şeyin mübah görülmesine… bir dizi yöntem toplumsal ilişkilerde hakimiyetini sürdürüyor, insanlar, kurumlar, gruplar, partiler vb. vd. arasındaki ilişkiler önemli ölçüde bu tip hastalıklar üzerinde yükseliyor. Toplumun çoğunluğu bu ilişkilerle uzlaşıyor; toplumsal işleyişin “normal kurallarına” ayak uyduruyor, buna göre eğitiliyor ve bu tür ilişkileri istiyor.
Bu durum, kendine toplumun öncüsü, ilericisi, devrimcisi rolünü biçenler aşısından da geçerli. Genel olarak toplumun ilerici, devrimci, öncü kesimleri de bu ilişkilerle iç içe, çoğu kez onlarla uzlaşarak yaşıyor.
Diğer yandan bu olumsuz durumun aşılması için bilinçli bir çaba hemen hemen görülmüyor ve toplumda egemen olan burjuva-feodal ilişkiler, bu yapılanmalar içinde de yansımasını buluyor ve yer yer egemen de oluyor. Bir dizi pratik sorgulandığında, bu durumu çeşitli bağıntılarda açıkça görmek mümkün.
Burada ele aldığımız “tartışma kültürü”, bugünkü toplumsal ilişkiler yumağından bağımsız değil. Toplumsal ilişkilerde de çıkar ilişkileri ve eşitsizlik, feodal intikamcılık vb.; insanlar, kurumlar, grup veya partiler… arasındaki iletişimin, birbirini anlama, birbirlerinin yanlışlarını görme-gösterme, ikna etme, dönüştürmenin; sorunları tartışma yoluyla çözmenin önündeki en büyük engellerden biri olarak ortaya çıkıyor.
Burada genel olarak bir tartışma ortamının olmadığı, tartışma yapılmadığı vb. iddiasında değiliz. Hayır. Örgüt, grup ve partiler, kişiler tartışıyorlar. Ama, yukarıda saydığımız toplumda, ilişkilerde varolan olumsuzluklar, ilerici, devrimci, öncü vb. adlandırılan grupların tartışmalarında da kendini gösteriyor, Böyle bir tartışma ortamında güçlünün yanlışları doğru, haksızlığı hak oluyor!
Maçoluk, hotzotçuluk, yağcılık, “dediğim dedik”çilik, güce tapınma, şeflik, burnu büyüklük, kibirlilik, “ben söyledim doğrudur” tavırları… geçerlilik kazanıyor, güçlü olan borusunu öttürüyor yanlış yapılanmaların büyük çoğunluğu zaten savunduğu görüşlere güvenmediğinden, kamuoyunda ilkeli, açık tartışmadan öcüden korkar gibi korkuyor. Gerçek anlamda bir tartışmadan kaçmak için her yol ve yöntem deneniyor. Şiddet de dahil her türlü yol ve yöntem, ilişkilerde (ve tartışmalarda) kullanılır, kabul edilir hale geliyor.
Toplumun alıştığı, benimsediği, istediği şeyler tartışmalarda öne çıkıyor: kitlenin en geri duygularına hitap edilerek “rakibin mat edilmesi”, tartışmada demagojik yöntemlerle üstünlük sağlanması vb. olumlu bulunabiliyor.
Tüm bunlar kabul edilemez durumlardır. Bir toplumda egemen olan yanlış düşünce ve ilişkiler sistemine karşı mücadele etmek, toplumu değiştirme ve dönüştürme genel mücadelesinin bir parçası olarak kendini dayatıyor. Tartışma konusunda yanlış anlayışlara karşı mücadele, bu alanda da doğru yaklaşımın egemen kılınması mücadelesi önem kazanıyor.
Tartışma kültürünün öne çıkan bazı noktaları…
Tartışma, kuşkusuz bir amaç değil araçtır. Bilimsel düşüncelerin yaygınlaştırılması, olan yanlışlarla mücadele içinde egemen kılınması amacı soruna doğru yaklaşımın, ya da başka bir deyimle bilimsel sosyalist tartışma kültürünün çıkış noktasıdır.
Bilimsel sosyalistler açısından herhangi bir tartışmaya girmek demek, tartışılan konularda bilimsel doğrunun propagandasını yapmak, bilimsel ilkeleri savunmak, kavratmak demektir. Tartışma esnasında bilimin savunucusu olduğumuz bir an olsun akıldan çıkarılmadan, bilime gelebilecek her türden ideolojik saldırıya karşı bilimsel toplumsal ilkelere bağlılık ve onun savunusu merkezde durmak zorundadır. Bilimsel ilkelerin çarpıtılmasına, içeriğinin boşaltılmasına, iğdiş edilmesine vb. vb. karşı durulmalı, bu saldırılar geri çevrilmelidir…
Fakat bu yapılırken, “biz zaten doğruyu savunuyoruz, diğerlerinden öğrenecek hiçbir şey yoktur”, ya da “belirleyici olan, savunulan içeriktir, onun nasıl savunulduğu önemli değildir” gibi yanlış yaklaşımlara düşülmemelidir. Sadece neyin savunulduğu değil, doğru düşünceler temelinde kitlelerin kazanılması için savunulanların en ikna edici biçimde nasıl savunulduğu da önemlidir. Peki o halde tartışma nasıl olmalı?
Bilimsel tartışma kültürü olarak adlandırdığımız şeyin yöntemsel temel özellikleri nelerdir’?
Sol gruplar ve kişiler arasındaki tartışmalarda nelere dikkat etmek gerekir?
Bu konuda bize önemli görünen kimi noktaları aşağıda sıralıyoruz:
– Tartışma, yazılı ya da sözlü yürütülür. İster yazılı, ister sözlü yapılsın, her tartışmanın bir amacı vardır. Tartışma, bir “Fikir jimnastiği”, “boş gevezelik” vs. olarak algılanmamalı, bu temellerde de yapılmamalıdır. Sol çevreler arasındaki tartışmalar yeni bir toplumsal sistem kurma sorunlarına ya da anlayış farklılıklarını ortaya koymaya, farklı yanları irdeleyip doğruyu hakim hale getirmeye hizmet etmelidir.
Bir başka deyişle tartışma, yarının yeni toplumsal sistemi için katkıda bulunmaya hizmet etmelidir. Bunun olmadığı yerde, salt birilerinin diğerlerini “mat etmek”, “mahvetmek”, “gol atmak” vs. gibi yaklaşımlarla tartışmak, bu amaca yarar getirmez, zarar verir. Herhangi bir toplumsal tartışma, öncelikle o söz konusu yapının yanlışlarını göstermeye, tartışmayı izleyen kesimleri iknaya hizmet etmelidir. Bunun dışında bir “tartışma”nın pratik bir değerinin olamayacağı açıktır.
Tartışmada amaç, eğer gerçekten doğruların kavgasını vermek, ikna etmek ya da tartışılandan da öğrenmek ise, o halde buna açık olunmalıdır. Kendisinin de hâlâ ve eksikleri olabileceğini görmeyen, tartışmaya önyargıyla başlamış demektir. Bu önyargılı tartışma ortamından olumlu sonuç almak mümkün değildir. Böyle bir durumda tartışma, işlevsiz kalır.
Tartışmalarda doğrusu gösterildiğinde onu kabullenmek gerekir. Doğru düşünceler karşısında yanlışta direnmenin anlamı ve yararı yoktur. Doğru görüşleri kabullenmek ve o doğru görüşleri toplumsal mücadelenin hizmetinde kullanmak en doğru olandır.
– Tartışmada taraflar, tartışan yapılar, birbirlerinin gücüne ya da güşsüzlüğüne değil ne söylendiğine, nasıl gerekçelendirildiğine bakmak zorundadırlar. Tartışmayı bu zemin üzerinden, güç ya da güçsüzlüge çekmek, en iyi halde tartışmayı sabote etmeye hizmet eder. Bu tür “güç gösterilerinin” ise kimseye bir şey kazandırmayacağı açıktır. Doğruluğun kıstası güç olsa idi, burjuvazinin savunduğu her şeyin doğru olması gerekirdi, çünkü andaki durumda burjuvazi en güçlüdür.
– Tartışmaların düzeyli geçmesi, karşılıklı olarak ikna etme, karşılıklı öğretme hedefine uygun bir halde yürüyebilmesi için, savunulan görüşe hakim olunması yani tartışmaya hazır olunması gereklidir. Teorik olarak sığ bir temelde yürüyen tartışmanın, kısır söz düellosunun kazandıracağı bir şey olmaz.
Tartışmalarda “ben söyledim, doğrudur” yaklaşımında olmamak gerekir.
Önemli olan, bir görüşü ifade etmek değil, aynı zamanda ikna edici bir biçimde ifade edebilmektir. Anlaşılır bir şekilde sorunu ortaya koyabilmek önemlidir. Bölük pörçük bir şekilde, birbirinden kopuk görüşler yumağı halinde anlatılan düşünceler, ikna etmek yerine sorunun daha da karmaşık hale gelmesine hizmet eder ki, bu yönlü bir tartışmanın yararı olmaz.
Sorunları açıklayabilmek ve anlatabilmek için dil önemlidir. Konuşma ya da yazmada mümkün olduğunca basit ve anlaşılır olmak gereklidir. “Bilimsel olmak” adına anlaşılmaz bir terminolojiyle tartışmak, “yüksek siyaset yapmak” adına saçma sapan görüşler formüle etmek vs. gibi tipik aydın hastalıklarından kurtulmak gereklidir. Kitle önünde yürüyen tartışmalarda, örneklemeleri tartışmayı besleyebilmek için seçmek, anlaşılır olmasını sağlayabilmek önemlidir… Bazen verilen iyi bir örnek, saatlerce anlatılan fakat anlaşılmayan bir görüşün anlaşılmasını ve benimsenmesini beraberinde getirebilir. Örnekleme yapmak adına fakat yanlış ve zararlı örneklemelerden de kaçınmak gereklidir.
Yürütülen tartışmalarda sıkça karşılaşılan kötü durumlardan biri, konunun saptırılması, çarpıtılmasıdır. Belirlenen konu ya da konuların dışına çıkmak, tartışmayı belirlenen konunun dışında sürdürmek, tartışmadan kaçma tavrının bir göstergesidir. Eğer böyle bir durumla kaşılaşılırsa, tartışan kişi ya da grubun bilinçli bir şekilde tartışmadan kaçma tavrını göstermek gereklidir.
Tartışmalarda sabırlı olmanın ayrı bir önemi vardır. Karşı taraf çok yanlış görüşler savunsa bile, sabırla yanlışı ortaya koymak gereklidir. Eğer buna rağmen yanlışta ısrar varsa, sorunlar çözülemiyorsa aceleci olmamak ve bazı tartışmaları zamana bırakmak ve çelişmelerle birlikte yaşayabilmeyi de öğrenmek gerekir.
Tartışmalarda sakin olunmalıdır. Taşkınlığın, gereksiz “heyecanın”, küfürün, demagojinin yeri yoktur, olmamalıdır. Herhangi bir tartışmada, kitlenin en geri duygularına hitap etmek yoluyla “haklı çıkmak” yöntemi çok yanlış bir yöntemdir. Demagojik yöntemlerin kullanılmasıyla kazanılan bir “zaferin” olumlu bir yanı yoktur. Demagoji bilimsel sosyalistlerin yöntemi değildir.
Bunun dışında (genel olmayan) bir tartışmada, tartışan taraflar, tartışmanın verimli olabilmesi, öğrenme/öğretme işlevini yerine getirmesi için dikkatli davranmak zorundadır. Hiçbir yarar sağlamayan, gereksiz tartışmalardan kaçınılmalıdır.
Kimi kişisel veya siyasi tartışmalarda ileri sürülen herhangi bir görüşle polemik yürütme yerine o görüşün savunucusunun kişisel yanlarıyla uğraşmak yanlıştır. Tartışma yazılı yürüyorsa, ileri sürülen görüşün doğru ya da yanlış olduğundan çok kimin yazdığına bakmak, bu konuda fikir yürütmek; tahminde bulunup ona göre tavır takınmak… yersiz ve gereksiz uğraştır.
Yine tartışan, eleştiri getiren kişilerin, getirdiği eletirilere bakmadan eleştirinin ardında niyet aramak ve tartışmayı bu yönde sürdürmek doğru bir yaklaşım değildir, zarar verir. Tartışmalarda, öncelikle tartışan tarafların niyetlerine göre değil, ileri sürdüğü görüşle polemik yürütmek gereklidir. Bunun yapılmadığı yerde, tartışmada taraflar ne birbirlerini ikna edebilme şansına sahip olurlar, ne de varolan sorunlar çözümlenebilir.
Gerek bir toplulukta, gerekse toplumda yürüyen tartışmalarda dikkat edilmesi gereken tavırlardan biri, azınlık haklarına saygıdır. Güçlü olanın, azınlığın haklarını görmezden gelmesi, gücünden dolayı onu silip süpürmeye çalıştığı bir toplumsal ortamda, bu hakkın savunulmasının ve uygulanmasının önemi çok daha açık bir biçimde kendisini göstermekledir.
Fakat azınlık haklarının korunması, tartışmanın uluorta ve sınırsız yürütülmesi anlamına da gelmez. Bir topluluk içinde yeterli ölçüde tartışılmış, karar alınmış ise, konular genel tartışma konusu olmaktan çıkar, artık uygulamaya yönelinir.
Açık ideolojik mücadele ve tartışma kültürü…
İşçi sınıfının bilimsel dünya görüşünün bakış açısıyla bir tartışma kültürünün yaratılması ve buna uygun davranılması gerekir. Kimi grup veya çevrelerin “görüşlerin kavgası”nın yerine fiili şiddeti geçirmeleri de yaşanan bir olgudur.
Görüş farklılıklarının olması, toplumun gerçek öncü insanlarının doğruyla yanlışı kamuoyu önünde açıkça tartışması temelinde kendilerini ayırabilmesi imkanının yaratılması, kitlelerin doğruya kazanılması için öncelikle farklılıkların ortaya konması gerekmektedir. Bu yüzden toplumsal bilimin uluslararası önderleri, kamuoyu önünde açık ideolojik tartışmanın önemine dikkat çekmiş, buna uygun bir pratik sergilemişlerdir.
Kapalı kapılar ardında çelişmeleri “çözme” yerine, bu sorunların geniş kitleler tarafından öğrenilerek bilinçli bir tavır takınılmasının sağlanmasına çalışılmalıdır.
Bilimsel sosyalistlerin ne demagojiyle kazanılmış “zaferlere” ihtiyacı vardır, ne de bu yolla karşıdakileri ”mahkum etmeye”! Tersine onlar, böylesi tartışma yöntemlerini kullananlara, demagojiyi uygulayanlara karşı açık tavır geliştirme yükümlülüğüne sahiptir!
Tartışmada rakibi “mat etmek” gibi ya da, kimi kişisel özelliklerin “silah” olarak kullanıldığını duymuş, belki görmüşsünüzdür. Tartışmada önemli olan doğrusuyla yanlışıyla görüşlerdir, fiziksel özellikler değildir. Fiziksel özellikleri, tartışılması gereken sorunların yerine geçirip tartışma konusu yapmak, fiziksel özellikleri küfür gibi kullanmak, alay etmek gibi tavırlar kabul edilemez. Hakaretlerin kullanıldığı bir tartışmadan verim beklemek boşunadır.
Tartışmalarda kimi provokatif saldırılarla karşılaşılmaktadır. Siyasi bir sorunun tartışılması sırasında siyasi rakibinizin tartışılan sorunla bağı olmayan ve tartışmaya da bir şey katmayan provokatif kimi sorularla saldırması karşısında tavır takınmak, tartışmanın seyrinin bu tür gereksiz soru ya da sorularla değiştirmesine izin vermemek ve saldırıyı geri çevirmek gereklidir.
Böyle bir tavır karşısında, sorulan provokatif soruya ya da yapılan saldırıya aynı düzeyde cevap vermek, esas sorundan uzaklaşmayı ve kısır bir tartışmayı doğurur ki, bu türden bir tartışmanın yararı da olmayacaktır. Ucuz siyasi polemiklere girmek bilimsel sosyalistlerin işi olamaz
, olmamalıdır. Hotzot, sekter, burnubüyük tartışma yöntemlerine karşı da tavır geliştirilmeli, yanlış yapanın yanlışına düşmeden cevap verilmelidir.
Tartışmalarda görülen yanlışlardan biri, karşıdakinin sözünü kesmek, araya girmek, laf atmak ve benzeri tavırlarla işe girmektir. Bu gibi Karagöz-Hacivat tipi karşılıklı laf yarıştırma tavırlarından arınmak gereklidir. Tartışmanın bu çerçevede yürütülmemesi gerektiği teoride genel kabul görmekte, ama pratikte fazlaca uygulanmamaktadır. Sözle eylem arasındaki uyumsuzluk herhalde en çok bu alanda görülmektedir. Bu durumun aşılması için herkesin duyarlı olması gerekmektedir.
Tartışmalarda, karşıdakinin ne dediğini anlamak, söylediklerini kavramak verimli bir tartışmanın önkoşuludur. Anlamadan, dinlemeden bir polemik yürütmek soruna çözüm getirmez. Ayrıca tartışmalarda, karşıdakini aşağılayıcı, karalayıcı tavırlara girmek hem tamamen yanlış, hem de tartışmanın önünü tıkayan, bitiren bir yöntemdir. Özellikle bilimsel sosyalizm savunucusu olduğunu düşünenlerin, böylesi tavırlardan uzak durması; böylesi tavırlarla işçi ve emekçilerin bilincinin geliştirilmeyeceğini kavramaları ve buna uygun davranmaları gerekir.
Toplumsal bilim adına konuştuğunu iddia eden yapılar ve kişiler arasındaki tartışmalarda, kanıt için başvurulan kaynaklar genellikle marksist-leninist eserlerdir. Ancak bu eserlerin tartışmalarda kullanılan alıntıların vb. bağıntısından koparıldığına bir çoğumuz tanık olmuşuzdur. Bu tür çarpıtmalara, bağıntısından kopuk alıntılamalara, aktarımlara, yorumlara vs. karşı uyanık olmak ve yapılan yanlışı açık bir şekilde ortaya koymak zorunludur.
Bazı hallerde, tartışılan kişi ya da grup abartılı olarak gücü olduğundan fazla gösterilirken, kimi durumlarda da bunun tersi ortaya çıkıyor, tartışılan kişi ya da grup küçümsenebiliyor. Bunun her ikisi de yanlıştır. “Güçlü” görünen, “konuşması” ve ifade tarzı güzel olan kişi yanlışı savunabileceği gibi; “geri seviyede olan”, görüşlerini ifade etmede güçlük çeken, “ciddiye alınmayan” kişi de doğru ya da doğruya yakın tavırlar takınabilir. Bunun tersi ne küçümseme tavrı, ne de büyük görme tavrı! Bunun yerine önyargısız bir şekilde karşı tarafın soruna yaklaşımını anlamak, ona uygun tavır takınmak gereklidir.
Kitle toplantılarında yapılan tartışmalarda bir önceki konuşmaların eksik yanlarını tamamlamak doğru bir tavırdır. Ama bu yapılırken; tekrarlardan mümkün olduğunca kaçınarak yapılmalıdır. Varsa eksik yanlar, ortaya koymak gereklidir. Eğer böyle bir durum yoksa, “konuşmak için konuşuluyor” demektir. Bu durumu ardı ardına birkaç kişinin yapmasının hiç mantığı yoktur.
Yine kitle toplantılarındaki tartışmalarda, başka siyasetlerin görüşlerini savunan kişi ya da kişilere bir ya da iki kişinin yeterli yanıt vermesinin ardından, döne döne aynı görüşlere karşı (neredeyse aynı cümlelerle!) polemik yürütmek, karşıt görüşü savunanın daha fazla “ikna olmasını” getirmeyeceği gibi, farklı bir görüş getirilmediği noktada tartışmanın verimi de azalır.
Yine böyle bir yöntem, tartışmak isteyen diğer yapı ya da çevrelerden kişilerin “bloke” olmalarını getirebilir, tartışmadan kaçırabilir. Eğer ikna etme ya da en azından doğruyu gösterme hedefi varsa ki her tartışmada bu olmalıdır, bu hedefe tartışmayı soğutarak ya da kişileri sindirerek ulaşılamaz.
Kitle toplantılarında, dernek seminerlerinde vs. yürüyen tartışmalarda hep belirli kişilerin tartışmalara katılması, bu kişiler dışında diğer insanların sadece “dinleyici” olmaları iyi bir durum değildir. Mümkün olduğu ölçüde hemen herkesi tartışmalara çekmek, konuşmalarını sağlamak için çaba sarf etmek gereklidir.
Toplantılara katılanların çoğunluğunun konuşmamalarının en önemli nedenlerinden biri, kimi insanların çok daha iyi konuşmaları, buna rağmen kendilerinin iyi konuşamayacakları kaygısıdır, kendine olan güvensizliktir. Bu bağlamda da konuşmak isteyip de konuşamayanları cesaretlendirmek, tartışmalara katılmalarını sağlamak önemlidir.
Bu tür toplantılarda, özellikle kadınların ve gençlerin tartışmalara katılabilmesi için, görüşlerini açıklamaları için özel bir dikkat gösterilmelidir. Kimi yanlış görüşler savunulsa bile, olumlu bir şekilde yanlış gösterilmeye çalışılmalı, insanların konuşma şevki kırılmamalıdır…
Kimi yapılanmalarda durum…
Tartışmanın nasıl olması gerektiğine ilişkin olarak yukarıda sıraladığımız kimi noktalar, bizim isteğimiz, arzuladığımız şeylerdir.
Ancak yine yukarıda da belirttiğimiz gibi, işçi sınıfı/ezilenler adına konuştukları halde, proleter tartışma kültüründen nasiplerini almamış kimi “sol”, “devrimci”, “toplumda en bilinçli” olduğu iddia edilen grup ve kişiler, bu noktaların tam tersini uygulamakta, üzerlerinde taşıdıkları toplumsal hastalıkları tartışmalarda da öne çıkarmakta, buna uygun davranmaktadırlar.
Toplumda egemen olan burjuva-feodal tartışma kültürü, pratikte gerçek anlamda tartışmayı engelleyen bir kültürdür, bilimsel dünya görüşüne dayanmayan yapıların tartışma pratiğinde neredeyse birebir yeniden üretilmektedir.
Devrimci insanlar ve yapılar arası ilişkilerde, dar anlayış; bilimsel bir temelde görüşleri sorgulayabilme, özeleştiri metodunu uygulama ve yanlışları doğru bir temelde ele alıp aşabilme doğru yöntemine yeğ tutulmuştur; bu anlayış, yapılar arasında görüşlerin tartışılmasını ve doğrunun hakim hale gelmesini engelleyen faktörlerden biri olmuştur.
Birçok halde eleştiri getirenlere karşı, söylenenin içeriğine bakılmaksızın, her eleştiri saldırı olarak adlandırılmakta ve fiziki saldırılara kadar varan tavırlarla karşılanmaktadır. Öyle ki, bu yapılar ya da anlayışlar arasında tartışmayı geliştirmenin zemini ortadan kalktığı gibi, yer yer şiddet, doğru ve tutarlı bir temelde tartışanın yerine geçirilmiştir. Kimi tartışmalarda küfürleşme, karalama gibi yollarla siyasi hasmın görüşleriyle “hesaplaşma” tartışma kültürü olarak kavranmıştır. Bu durum, teorik sığlıkla da birleştiğinde çok daha olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.
Tartışmadan kaçma, neredeyse “gelenek”tir. Açık söylenmese de pratik tavır budur. Herkes lafta “tartışmadan yanadır”, ama ya “tartışılacak bir şey yoktur”, ya da “tartışmaya değer bir grup ya da yapı yoktur!” Ya rakip olarak ortaya çıkanın “ciddiye alınır tarafı yoktur” vs. vs,
Bu kötü “gelenek”, ideolojik zayıflığın, teorik sığlığın, dar grupçu bakış açısının, genelde oportünizmin bir göstergesidir. Devrimin bir adım daha ileriye taşınması, doğru görüşlerin kitlelere taşınıp onlar içinde kök salması için tartışma yöntemine sarılma yerine, “grup çıkarlarını koruma ve kollama” adına suya sabuna dokunmama, “sen bana dokunma ben de sana dokunmayayım” anlayışına sarılma, gelen eleştirileri en iyi halde siyasi rakiple küfürleşme temelinde geri çevirme gibi tavırlar öne çıkarılmıştır. Kimi hallerde “ben söyledim, doğrudur” tavırları diğer görüşlerle polemiğe girmeyi gereksiz ve “lüks” bir şey olarak görmüştür.
Devrimci çevreler kendi aralarında var olan görüş ayrılığına ilişkin bu olumsuz yaklaşımları, bu durumdaki yapıların tabanlarının yanlış temelde eğitilmesine hizmet etmiştir.
Devrimci çevreler arasında tartışma yerine küfürleşmeyi, görüşlerin çatışması yerine kaba kuvveti gören emekçilerin güvenlerinin kırıldığı bir olgudur. Devrimci çevreler, kendi aralarında yürütecekleri tartışmalarla da kitlelerin eğitilmesine katkıda bulunacağına, kitleleri devrime bir adım daha yaklaştırıp onları devrimci mevzilerde örgütleme yeteneğini ve olgunluğunu göstereceklerine; tartışma yönteminin yanlış kullanılması sonucu kitleler yanlış temelde eğitilmiş, onların devrime, devrimci yapılanmalara olan sempatileri bu yolla da çarçur edilebilmiştir.
Başka yapılanmalara karşı tartışma yöntemini böylesine yanlış kullananlar, kendi içlerindeki tartışmalarda da farklı bir yöntem kullanmıyorlar.
Bunların kimileri kendi içlerindeki farklı görüş savunucularına ya da kendilerinden ayrılanlara yaklaşımlarına baktığımızda, yukarıda söylediklerimizin ne denli haklı olduğunu görürüz. Bunların kendi içlerindeki tartışmalarda, ya da aralarındaki farklı görüşlerden kaynaklanan ayrılıklara ilişkin sergiledikleri tavırlar, tartışmanın yerini kaba kuvvetin, sorunları tartışarak çözme ve karşılıklı olarak birbirlerini dinleme, anlama ve ikna metodunun yerini hotzotun, sekterliğin, silahın aldığını gösteriyor.
Bu olgulardan çıkarılacak sonuçlardan biri, bu tür yapılarda tartışma kültürünün proleter nitelikte olmadığıdır. Toplumdaki olumsuzlukların önemli ölçüde birebir bu yapılar içinde yaşandığı ve bunun aşılması işin ciddi bir çaba gösterilmediği açıkça ortadadır.
Kimi oportünist yapılanmalardaysa, önderin hakimiyeti geçerli olduğundan tartışmaya zaten “gerek yoktur”! “Önder”in her şeyi belirlediği, hemen herkesin de buna rıza gösterdiği; farklı görüş sahiplerinin sindiği veya sindirildiği ya da şiddet yoluyla “yola getirildiği” bir yapılanmada proleter tartışma kültürü aramak abesle iştigaldir.
İster başka yapılanmalara, isterse kendi içlerinde çıkan farklı görüş sahiplerine karşı yaklaşımda oportünist yapılanmaların burjuva, feodal tartışma kültürü kullandıkları açık. Bu olumsuzluğun aşılması gerekmektedir.
Bilimsel sosyalizm adına, sosyalistlik, devrimcilik adına konuşmak, ona uygun hareket etmeyi de gerektirir. Bunun için, kendine devrimciyim diyen yapılanmaların bu noktada burjuvazinin alanını terk etmeleri, proleter tartışma kültürünün doğru yöntemleriyle farklılıkları ortaya koyma, yanlışlardan arınma, doğru görüşü kavrama ve hayata geçirme yönünde çaba göstermek gerekmektedir.
MUSTAFA BAYRAM, Ocak 2002