GÜNEY Dergisi’nin düzenlediği bu konferansın birinci gündem maddesinde üzerinde duracağımız konu “Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz?” sorusuna cevap aramaktır. Bilindiği gibi kültür, geniş anlamda, “tarihsel ve toplumsal gelişme sürecinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerlerile bunların üretilmesinde, yaratılmasında ve geliştirilmesinde kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğini gösteren araçların tümü”nü ifade eden bir kavramdır. Fakat kavramın bir de dar kullanımı vardır. Bu dar kullanımda, kültür denince akla gelen “bir topluma ya da halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat yapıtlarının tümü”dür. Bizim burada tartışacağımız kültür kavramı bu ikinci, dar anlamdaki kültür kavramıdır. Sanatın tüm alanları bu kültür kavramının içindedir.
Kültür sınıflarüstü değildir. Sınıflı toplumlarda, her toplumsal olgu olduğu gibi kültür de her zaman bu şu veya bu sınıfın damgasını taşır. İçinde bulunulan her anda, toplumun genelinde hakim olan kültür egemen sınıfların kültürüdür.
Kültür cephesi, bilinçlerin, dolayısıyla insanların kazanılmasında temel alanlardan biridir (Kültür-sanat üreticileri Stalin’in deyimiyle; “Ruhun mimarlarıdır”). Kültür alanı tam da bu yüzden sınıf mücadelesinin en çetin yürüdüğü alanlardan biridir.
Proletaryanın ve tüm emekçilerin, ezilenlerin savunucusu olduğu iddiasında olanlar, proletaryanın kültürünü savunmak, geliştirmek; burjuvazinin ve ezilenlerin karşısına proleter kültür ile çıkmak zorundadırlar. Proletaryanın davasını savunma iddiasında olanların “Hangi kültür mirasına sahip çıkıyoruz?” sorusuna verecekleri en kestirme cevap “Proleter kültür mirasına!” olacaktır. Peki ama nedir bu proleter kültür? Bu soruya cevabı biz, proletaryanın kurtuluşunun bilimi olan Marksizm-Leninizm’in kurucularının teorisinde ve şimdiye kadarki sosyalizm deneyimlerinin pratiğinde buluyoruz.
Önce teoride sorunun nasıl konulduğuna bakmak istiyoruz.
Bu bağlamda önce şunu belirtmek gerek: Marksizm-Leninizm’in kurucuları ve ustaları kültür ve sanat konularında, özel olarak bu konuyu ele alıp inceleyen bir yapıt bırakmamışlardır. Fakat bu, onların bu konuya hiç önem vermedikleri vb. anlamına gelmiyor. Onların değişik yazılarında ve onlar üzerine yazılan çeşitli anılarda, onların kültür ve sanat konularında derin bir ilgi ve bilgiye sahip olduklarını görmek mümkündür. Onların değişik yazılarında kültür-sanat konularında da ortaya koyduğu görüşler, marksist sanat teorisinin temellerini ortaya koymuştur.
0Proleter kültür-sanat anlayışı diyalektik materyalizme dayanır! Proleter kültür-sanat maddeden, varlıktan, var olandan yola çıkar. Materyalisttir. O, kültür ve sanatı hayatın, maddi olanın, var olanın yansıması, yansıtılması olarak kavrar.
Kültür-sanatta materyalizmin tersine, idealizm, maddeden değil, maddeden önce geldiğini iddia ettiği “idee”den, düşünceden, “ruh”tan yola çıkar. İdealist kültür-sanat üreticileri için, sanat objektif dünyada bulunmayan güzelliğin aranmasıdır. İdealizmin tersine, materyalist sanat anlayışı güzelliği objektif gerçeklikte bulur, onu yansıtır.
Proleter kültür-sanat anlayışı, objektif gerçekliği sadece andaki durumuyla kavramaz, onu gelişmesi içinde, hareket halinde kavrar, eskinin içinde yeniyi bulup çıkartır, maddenin değişim ve dönüşümünü görür, yansıtır. O diyalektiktir. Bunun tersine, idealist kültür-sanat anlayışı metafiziktir. Bu anlayışa göre insana önceden verilmiş olan ve değişmez olan güzellik kavramları vardır. Kültür-sanat, dış dünyadan bağımsız olarak varolan bu değişmez kavramlara ulaşmaktır.
-Proleter kültür-sanat toplumdan doğar, onu değiştirmenin aracıdır! Kültür-sanatı maddi dünyadan koparıp “ruh” alanına aktaran ve onu içinde yaşanılan toplumdan, toplumsal şartlardan kopararak sanatçıların dehasına bağlayan idealizm için sanatın amacı bizzat kendisidir. Sanat önceden verilmiş ve değişmez olan güzellik kavramının sanatçı tarafından aranmasıdır.Güzellik sanatın kendisidir. Sanat, sanat içindir! Sanata toplumsal bir işlev vb. yüklemek yanlıştır. Bu sanatçının özgürlüğünü kısıtlar vs.
Proleter kültür-sanat anlayışı maddi dünyadan yola çıkar. Onun çıkış noktası içinde yaşanılan toplumdur. O, toplum içindir. Proleter kültür-sanat maddi dünyayı, en başta emekçiler için daha iyi yaşanır bir hale getirmek yönünde değiştirmenin bir aracıdır. İyi İyi bir sanatçı, maddi dünyayı değiştirme mücadelesine sanatıyla en iyi biçimde katkıda bulunandır. Sanatın toplumsal bir işlevi, amacı vardır; olmak zorundadır. Proleter kültür-sanatın amacı, emekçi yığınların kurtuluş mücadelesine katkıdır. İçinde yaşanılan toplumsal şartlardan bağımsız ele alınan, sanatçıyı toplum dışında görüp göstermeye çalışan bir “sanatçı özgürlüğü” anlayışı boş laftır. Gerçek anlamda özgürlük, zorunluluğun kavranmasıdır.
– Proleter kültür-sanat tezli ve taraflıdır fakat slogancı değildir! İdealist sanat anlayışı, sanat için sanat diyen anlayış, sanatçıyı içinde yaşadığı toplumdan koparan anlayış, kendisinin “tarafsız”, “sınıflarüstü” vs. olduğu iddiasındadır. Bu eğer bilinçli bir sahtekarlık değilse, boş bir iddiadır. İçinde yaşanılan toplumun sınıflara bölünmüş olduğu; sömürücü zenginlerle, sömürülen yoksul emekçilerin; ezenlerle ezilenlerin olduğu bir dünyada tarafsızlık, en iyimser yorumla varolan durumun sürmesine gözyummak demektir. Tarafsız olduğunu iddia eden gerçekte objektif olarak egemenlerin, süren düzenin yanındadır. Bu bağlamda belirleyici olan sanatçının öznel olarak ne düşündüğü değil, nesnel olarak ne yaptığıdır.
Proleter kültür-sanat çok açık olarak taraflı olduğunu ilan eder. O, özel olarak modern kapitalist dünyayı değiştirme tarihi misyonuna sahip işçi sınıfından ve bütün ezilen ve sömürülenlerden yanadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin kapitalist dünyayı yıkma ve sosyalizmi/komünizmi kurma mücadelesinin aracıdır. O anlatacağı şeyleri olan, mesajı olan, tezli olan sanattır. Bunu açıkça ilan eder! Sözde tarafsızlığın bir kandırmaca olduğunu açıklar. Proleter sanat, varolan gerçekliği, onu değiştirmek amacıyla yansıtan sanattır. O gerçekçidir. Ancak proleter kültür-sanat eserlerinin açıkça taraflı ve tezli olması, gerçekçi olması onların tekdüze, slogancı, belirli biçimlere takılıp kalan “sanat değeri düşük”, biçime, estetiğe önem vermeyen vb. eserler olduğu anlamına gelmez. Doğru tezler, binlerce biçimde ulaştırılabilir kitleye… İletilmek istenen mesaj, “bizim mesajımız şudur” denmeden de, değişik biçimlerde ve değişik yollar, yöntemlerle verilebilir.
Bu bağlamda Engels’in edebiyat alanında gerçeklikten ne anlaşılması gerektiği konusundaki şu sözleri öğreticidir:
“Bence gerçekçilik, ayrıntıların doğruluğundan başka, tipik karakterlerin tipik durumlar içinde doğru bir biçimde yeniden verilişi demektir.” (Friedrich Engels, Margaret Harkness’e Mektuptan; Marks-Engels-Lenin “Sanat ve Edebiyat”, Ekim Yayınları, sayfa 71)
“… sosyalist tezli bir roman, benim kanımca, gerçek koşulların gerçeğe uygun bir çizimini yaparak onlar üzerine kurulu, görenek haline gelmiş yanılsamaları yıkıyorsa, burjuva dünyasındaki iyimserliği sarsıyorsa ve kendisi doğrudan bir çözüm getirmeksizin, hatta bazı hallerde, açıkça yan tutmaksızın, ortada varolan şeyin sonsuza dek geçerliliği konusunda kuşku uyandırıyorsa, kendine düşen görvi tam olarak yapıyor demektir.” (Friedrich Engels, Minna Kautsky’ye Mektuptan; Marks-Engels-Lenin “Sanat ve Edebiyat”, Ekim Yayınları, sayfa 69)
0Proleter kültür-sanat, insan toplumunun geçmişinde var olan kültür-sanat birikiminin üzerinde yükselir; geçmişin kültüründe yeni ve ileri olanı eleştirici tarzda üzerlenir, geliştirir, kendi kültürünün parçası haline getirir. İnsanlığın tarihi, sınıflar ortaya çıktıktan bu yana sınıf mücadelelerinin tarihidir. İnsanlığın yarattığı tüm kültür-sanat eserleri, bu mücadeleler içinde ya içinde bulunulan anda egemen olan sınıfların egemen olan düzenlerini korumaya ya da egemen sınıfları veya düzeni yıkmaya hizmet etmiştir. Ya egemenlerin ya da ezilenlerin duygu ve düşüncelerini dile getirmiş, sınıf mücadelesinde onlara hizmet etmiştir. Kapitalizm öncesindeki tüm sınıflı toplumlarda sınıf mücadelesi, esasta sömürücü düzenin biçiminin değişmesi; egemen sömürü biçiminin ve egemen sömürücü sınıfın değişmesi ile sonuçlanmıştır. Sınıf mücadelesinde orduyu oluşturanlar, esas savaşanlar hep emekçi yığınlar, sömürülenler olmasına rağmen, kapitalist topluma gelene dek, devrimler hep bir sömürü sisteminin yerine bir başka sömürü sisteminin, daha gelişmiş, daha modern bir sömürü sisteminin kurulması, yeni sömürücü sınıfların egemen olmasıyla sonuçlanmıştır. Köleci toplum, feodal toplum tarafından, feodal toplum da kapitalist toplum tarafından –bir dizi mücadeleler, savaşlar, devrimler sonucu– çözülmüştür. Bütün bu devrimlerde egemen sınıfın, tüm toplumda egemen olan kültürü ile, egemen olmayan sınıfların kültürü çatışmıştır. Her dönemde, toplumu varolandan daha ileriye götürmek isteyenlerin kültürü, devrim mücadelesinde önemli bir rol oynamıştır. İnsanlığın bu ilerici kültürü, eskiye, çöküşe gidene karşı yeninin temsilcisi olan devrimci kültürün ürünleri, proleter kültür tarafından üzerlenilir. Fakat onlar olduğu gibi, idealize edilerek değil; eleştirici bir tarzda, onların ilericiliğini ortaya çıktıkları tarihi çağa ait olduğunun, bir zamanlar ilerici olanın, başka tarihi şartlarda gerici olabileceğinin bilincinde olarak üzerlenilir. Proleter kültür kendini geçmişin ilerici, devrimci kültür ürünleri üzerinde, onlardan yararlanarak şekillendirir.
– Proleter kültür, emekçi sınıfların kültür-sanat eserlerine eleştirici bir tarzda dayanır… Sınıflı toplumlarda, özellikle kültür-sanat alanında toplumun bölünmesi oldukça net görülür. Üst egemen sınıflar, bütün zenginlikler gibi kültür ve sanatı da kendi tekellerine alır ve kendilerine özgü, birçok halde “halk yığınları için anlaşılmaz” ve “yüksek” olan bir kültür-sanat geliştirmeye başlarlar. Egemen sınıfların bu kültürü yanında bir de halkın kendi kültürü gelişir (Osmanlının saray kültürü ile halk kültürü buna örnektir). Egemen sınıflar bu kültürden belli unsurları da kendi kültürleri içinde eritmeye çalışırlar. Fakat genelde sınıflı toplumlarda halkın kültürü ile egemenlerin kültürü ayrı ayrı kulvarlarda gelişir. Kuşkusuz egemen olan düşünceler egemen sınıfların düşünceleri olduğu için halkın kültürü içinde de egemen sınıfın düşünceleri egemendir. Fakat halk kültürü içinde, egemen sınıfın düşüncelerinin hakimiyeti yanında, ezilenlerin duygu ve düşünceleri, isyan istekleri, haksızlığa başkaldırıları vb. de yeralır. Proleter kültür-sanat, öncelikle egemenlerin değil, halk kültürü/sanatına dayanır. Fakat o bunu yaparken, “halk ne yaptıysa güzel yapmıştır” dalkavukluğuna düşmez. Halk kültürü içinde de ilerici ve devrimci olanı alır ve bunu geliştirir. Halk kültürünün gerici yanlarını eleştirir, reddeder.
– Proleter kültür-sanat enternasyonalisttir, özde ve biçimde devrimcidir! Proleter kültür-sanatın en önemli özelliği onun enternasyonalist olmasıdır.
O, değişik ulusal kökenlere sahip kültür emekçilerinin, biçimde değişik ulusal özellikler de taşıyabilen eserleri ile, genelde insana ait olanı, evrensel olanı aktarmaya çalışır. “Ulusal kültür” adına, aynı ulustan olmayı, aynı sınıftan olmanın önüne çıkarılan her türlü milliyetçi yaklaşımı reddeder. O, aynı şekilde, halk kültürü adına, halk kültürü içindeki gerici yanların gözlerden kaçırılmasını reddeder, buna karşı mücadele eder. Halk kültürü, ulusal kültür vb. şiarların karşısına “uluslararası proletaryanın evrensel, demokratik, sosyalist kültürü” şiarını çıkartır. Proleter kültür-sanat, özdeki devrimciliğini biçimde de sürdürür. O, araştırıcıdır, yenilikçidir, sürekli ilerlemeden yanadır. Çünkü o sürekli değişen, ilerleyen hayatın içinden çıkıp gelmektedir.