Aydın ya da aydınlar meselesi tartışıldığında somut olarak hangi sorunu tartıştığınıza bağlı olarak tartışmanın içeriği de değişmektedir.
İşçileri, emekçileri ilgilendiren çok değişik sorun ya da alan olduğu gibi aydınlarla ilgili tartışmaların da değişik sorun ve alanları var.
Aydın kime denir? Ya da kim aydın? vb. soruları tartışma durumunda kaldığınızda, bu sorulara verilecek cevapların sınıflarüstü olmadığı, olamayacağı da ortaya çıkmaktadır.
Kapitalist, egemen sınıfların çıkarlarının temsilcileri olan aydınlar, işçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarının temsilcileri olan aydınlar gibi farklılaşma gündeme gelmektedir. Bu farklılaşma aydınların ayrışması bağlamında temel farklılaşmadır.
Burada hangi kökenden gelirse gelsin, yani ister burjuva, zengin aile kökenli olsun, isterse de işçi, yoksul aile kökenli olsun belirleyici olan hangi sınıfın çıkarlarının temsil edildiği, hangi sınıfa hizmet edildiğidir.
Kuşkusuz ki bu saflaşmada da hangi sınıf kökenli olduğuna bakılarak aydınlar arasında bir farklılık sözkonusu olmaktadır.
İşçilerin, emekçilerin sömürü sistemine karşı mücadelesinde özellikle doğru yolun gösterilmesi, işçilerin, emekçilerin sınıf olarak kendi güçlerinin bilincine varması bağlamında aydınların rolü belirleyici bir önemdedir. Ve bu aydınlar ne kadar fazla işçi kökenli, proleter aydınlar olursa, sömürü sistemine karşı sonuna kadar mücadele açısından o kadar iyi olur.
Bu yaklaşım temelinde soruna yaklaşıldığında bizim için sözkonusu olan aydın(lar), işçi ve emekçilerin çıkarlarının savunucusu, temsilcisi olan aydın(lar)dır.
Yazının başlığında sorulan “Türkiye’de aydın olmak zor mu?” sorusuna verilecek cevap, iki açıdan da evet, Türkiye’de aydın olmak zordur biçiminde olmak durumunda.
Soruna bu bakış açısıyla yaklaşıldığında Türkiye’de “aydın” olarak kabul edilenlerin büyük bölümünün gerçekte aydın bile olmadığını söylemek zorundayız.
Türkiye’de kendisine aydın yaftası takanların büyük çoğunluğu kemalisttir. Bunların da önemli kesimi gerçek anlamda burjuva demokratı bile değil.
Aydın olanlar toplumun ilerlemesi için yol göstermesi, toplumu ileriye doğru gitmeye zorlaması gerekirken, sözkonusu aydın yaftalı kemalistler gerçekte toplumun ileriye doğru gitmesinin, halkın aydınlanmasının önündeki en önemli engellerden biridirler. Çağdaşlık, demokratiklik adına kimi demokratik hakların savunuculuğunu yapmaya kalkıştıklarında bile bunların en temel yaklaşımları, Türk şovenizmiyle yoğrulan düşünceden başka bir düşünce değildir.
Kısacası bunlar işçi ve emekçilerin, ezilen halkların demokratik haklarını savunmuyorlar. “Aydın”lığın değil, kurulu sistemin temsilciliğini yaptıkları oranda karanlığın temsilcileri olma konumundadırlar.
Tüm okullarda Kemalizm düşüncesi ve kemalist yaklaşım beyinlere yerleştirilmeye çalışılırken bu ideolojiden kopmak ve işçi ve emekçilerin çıkarlarını savunup onları temsil etmek yönünde karar kılmak mümkün ama hiç de kolay değil. Bu gerçeklere bakıldığında Türkiye’de aydın olmanın zorluğunun bir yönü, kemalist ideolojiden, cendereden kurtulma sorunudur.
Aydın olup işçi ve emekçilerin çıkarlarını savunma durumunda da Türkiye’de aydın olmak zor. Bu durumda da devletin baskıları, yasakları gündeme gelmektedir.
Somut olarak Türkiye’de az da olsa ezilenlerin haklarını savunan demokrat aydınlar var. Devletin tüm takibatlarına, tehditlerine, cezalarına rağmen kendi kimliğini korumayı sürdüren bu aydınlar –tüm görüş farklılıklarımıza rağmen–, desteklediğimiz aydınlardır.
İşçi ve emekçilerin kurtuluşu için mücadelede yol gösteren, sömürü sistemine karşı devrim için mücadeleyi seçen aydınların sayısı ise demokrat aydınların sayısından daha az.
Bunlar da esas olarak kitleler tarafından tanınmayan aydınlar.
Kuşkusuz ki proletaryanın, emekçilerin kurtuluşu mücadelesinde yer alan aydınların çoğalması, proletaryanın kendi aydınlarını yaratması gerekiyor. Türkiye devrimci hareketi böylesi aydınların eksikliğini giderdiği ölçüde belli ilerleme de kaydedebilir.
GÜNCEL KİMİ TAVIRLAR…
Aydın olarak tanımlananların hangi sınıfın ya da hangi cephenin çıkarlarını savunduğu, kimin temsilciliğini yaptığı, takındığı somut tavırlarda ortaya çıkıyor. Türkiye’de kemalist cendereyi parçalayıp resmi ideolojiye karşı bayrak açmanın zor olduğu, özellikle de Kürt ve Ermeniler hakkında takınılan tavırlarda ve bunlara karşı takınılan tavırlarda da görülmektedir. Bir genelleme yapılırsa Kemalizme, resmi ideolojiye muhalif olan tüm “aydınlar” üzerinde demoklesin kılıcı sallanmaktadır.
Genel olarak bir tespit yapılırsa, Orhan Pamuk bir burjuva aydını ve esas olarak liberal burjuva demokratı bir yaklaşıma sahip. Yani sisteme karşı değil, sistemin kimi görüngülerine karşı. İşçilerin emekçilerin kurtuluşu mücadelesine önderliği bırakın, destek bile olmamaktadır.
Buna rağmen ama Orhan Pamuk’un “1 milyon Ermeni ile 30 bin Kürd”ün öldürüldüğünden bahsetmesi, onun hakkında dava açıp mahkemeye vermenin, ona tehditler savurmanın gerekçesi olabiliyor.
Mehmed Uzun Kürt kökenli ve Kürtçe roman yazan bir yazar. Kürtlerin baskı altında tutulmasına karşı –haklı olarak. Fakat o da sisteme karşı mücadele eden biri değil. Kürtler üzerindeki baskılara karşı çıktığı oranda da demokrat bir yazar. Kendisini “siyasetçi değil, edebiyatçıyım” biçiminde tanımlamaktadır. Yani Mehmed Uzun edebiyatını siyasetten ayrı, ondan bağımsız bir iş olarak düşünmektedir.
Mehmed Uzun kendisini siyasetçi olarak görmese de, o Kürtçe roman yazdığından dolayı Türk devleti için bir siyasetçidir. Evet Kürtçe eğitimin yasak olduğu ve kısa süre öncesine kadar Kürdüm demenin takibat altına alınmanın nedeni olduğu koşullarda, Kürtçe kitap yazmak bir siyasettir.
Böylesi bir tutum Kürt ulusal meselesini gündeme taşımaktadır. Türkiye’de ama Kürt ulusal meselesi –bütün AB’ye uyum yasalarına ve değişikliklere rağmen– hâlâ değinilmesi istenmeyen temel konulardan biri.
Bu bağlamda Kürt kökenli olmak, Kürtçe roman yazmak ve üstüne üstlük Kürtlerin demokratik haklarından yana olmak Türkiye’de hedef tahtasına yerleştirilmek için yeterli bir durumdur.
Türkiye’de demokrat ve aydın olmanın ölçüldüğü sorunların başında ulusal sorun durmaktadır. Bu noktada da esas olarak Kürt milletinin kendi kaderini tayin etme, ayrı devlet kurma hakkını savunmak ve azınlıklara tam hak eşitliğini savunmak temel ölçüdür. Ermenilere uygulanan soykırımın kabulü ve lanetlenmesi de bunun bir parçası. Evet, bu yönlü tavır takınmak Türkiye’de aydın olmanın asgari ölçülerinden biridir.
Türkiye’de aydın olmak Kürt ulusu üzerindeki baskılara karşı olmak gibi Kürtlere karşı yürütülen savaşa da karşı olmayı gerektirir.
Son dönemde kendilerine “Türk aydınları” diyen kimi kesimlerin yaptığı açıklamalar, sözkonusu “aydınların” Kemalizm’den, resmi ideolojiden kopamadıklarını ortaya koymaktadır.
Savaşa karşılar ama savaşın kaynağının üzerini örtmektedirler. Onlara göre anda yürüyen çatışmaların sorumlusu ve suçlusu Kürtlerin demokratik haklarını isteyenler, somutta da Kongra-Gel’dir.
Oysa ezen bir ulustan aydının, aydınların esas görevi, ezilen ulustan yana olmak, onun haklarını savunmak ve ezene karşı tavır takınmaktır. Savaşın, çatışmaların, haksızlığın kaynağını ortaya koymaktır.
En basitinden “devletin silahlı güçlerinin Kürt halkına karşı saldırılarına son vermesini ve Kürtlerin en demokratik haklarını tanımasını istiyoruz!” diyebilmeleri gerekir.
Demiyorlar, diyemiyorlar!
Hükümetten istedikleri “genel af”ın adını bile açıkça koymuyorlar, koyamıyorlar!
Bu tavırlarına bakıldığında bunların aydın tanımını hakketmediklerini söylemek, hatta “aydın-cık” bile olmadıklarını savunmak gerçeğin teslim edilmesidir.
Ermeni sorunuyla ilgili düzenlenmek istenen ve sonuçta AB ile müzakerelere engel olmaması amacıyla başka bir üniversiteye alınarak gerçekleştirilen konferansa katılmanın bile “vatan hainliği” ile damgalandığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tutarlı savunucularından Erdal İnönü ya da kimi gazetecilerin küfürlü, yumurtalı saldırılara uğradığı bir Türkiye’de “aydın olmak” gerçekten zor…
Zor olmasına zor da; aydınların görevi de bu zoru yenmek değil mi? Milyonlarca insanın aydınlatılması işi çok mu kolay?
O zaman sorun, aydın olmanın zor olup olmadığı değil, aydın olduğunu savunanların toplumsal mücadelede hangi cephede yer aldığı; hangi sınıfların çıkarlarını temsil ettiği, ya da işçi ve emekçilerin kurtuluş mücadelesinden yana olup olmadığı sorunudur.
Az sayıda da olsa bunu yapmaya çalışan aydınlar da var tabii ki.
Örneğin Haluk Gerger, İsmail Beşikçi ve Ragıp Zarakolu’nun da içinde yer aldığı bir grup aydının “Militarizme ve Şovenizme Karşı” başlıklı bildirgede takındıkları tavır, en azından somut konu hakkında doğru, demokratik bir tavırdır.
Görev böylesi tavırları güçlendirmek ve işçilerin, emekçilerin kurtuluşu için mücadeleyi ilerletmektir.
TAHSİN GÖKSEL,30 Eylül 2005