Evet TV’mi isterim! Türkiye’nin AB’ye uyum yasalarıyla bana anadilimi, Kürtçeyi, öğrenme hakkını bahşetmesi, anadilimde eğitim ihtiyacımı ve talebimi; TRT’de haftada iki kez yarımşar saatlik ve bayatlamış yayın yapması da anadilimde haber alma, kültürel programlar izleme ve kendi dilimde türküler dinleme hakkımı, isteklerimi karşılamıyor.
Ulusal kimliğimizin tüm cumhuriyet tarihi boyunca inkâr edildiği, okul öncesi dönem ile okula başladıktan sonraki süreçte çocukluğumuzu bile anlayamadan kimliğimizin bölünmesi; 6 ya da 7 yaşına kadar, yani okula gidene kadar bir başka dil konuşup Kürt olduğumuzu bilmemize rağmen, okulda tüm araçlarla bizim Türkleştirilmemize çalışıldığı da bir başka gerçeklik…
Büyüdük bu parçalanmış kimlikle… Türk halkıyla anlaşabilmek için konuştuk Türkçeyi. Ama devlet memurlarının, öğretmenlerin zorlamalarını içerlendik, kabul edemedik bir türlü, konuşmak zorunda kaldık Türkçeyi. Okuduk Türkçeyi ve öğrendik konuşmayı, hatta kimi Türklerden daha iyi. Ama kendi dilimizi okumayı yazmayı öğrenemedik. Kızgınlığımız Türkçeye değil, Türk halkına değil, sisteme, devletin bizim kimliğimizi inkâr ve reddedişine, baskılarına, zulmüne… İsyanımız da bunadır!
Devlet bize kendi anadilimizde radyo TV yayını yapmamıza izin vermediği gibi, bu işi kendi gücüyle ve yasalar elverdiği için de “tehditlerden”, “baskılardan” uzak(!) yapmaya çalışanlara karşı da saldırı halindedir. Önce damlarımıza tekniğin yeniliklerini keşfettiğimiz tenekelerle çanak kurmamıza, sonra çanaklarımızı indirmemize kadar varan saldırılar sürdü. Neydi amaç? Kürtçe yayın yapan televizyonları izlemeyi engellemek. Engellediler de bir ölçüde. Ama bir kez karar verildi mi, hiçbir gücün halkın isteğini yerine getirmesine engel olamayacağı pratikte görüldü hep. Onlar yasaklamaya çalıştı, biz izlemeye, dinlemeye…
Devlet yetkililerinin çabalarıyla Avrupa’dan yayın yapan Med, Medya TV’lerin yayını durduruldu, izleyemez olduk kendi anadilimizdeki tv’yi, alamaz olduk anadilimizde haber. Barzani ve Talabani’nin etkin olduğu televizyonları bir kenarda bırakırsak elimizde kalakaldı bir Roj-TV.
Şimdi tüm gücüyle devlet yetkilileri bu televizyonu da elimizden almaya çalışıyor. Kasım ayında Şemdinli olayları gündemin ön sıralarına çıksa da, AKP hükümetinin dışişlerle, “adalet”le ilgili yetkilileri yoğun bir çaba içindeydiler.
Roj-TV’nin yasaklanması / kapatılması için Danimarkalı meslekdaşlarıyla yoğun bir diplomatik trafik yaşandı. Konu öyle bir noktaya getirildi ki, karşılıklı olarak Türk ve Danimarka medyası sorunu “karikatürler savaşına” kadar götürdü.
Türkiye Başbakanı Erdoğan, Danimarka Başbakanı Rasmussen ile yaptığı görüşmenin ardında gerçekleştirilmesi gereken basın toplantısını, Roj-TV muhabirinin katılması gerekçesiyle terketti. Rasmussen bunu anlayamadığını açıkladı…
Böylesi durumları engellemek için hemen işe koyuldu başbakanımız! Yurtdışına yapacağı gezilere, toplantılara katılacak gazeteci, muhabirlere verilecek olan akreditasyonun Roj-TV muhabirlerine verilmemesi için mücadeleye girişti… Örneğin Türkiye’nin de yer aldığı Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısı öncesinde Türkiye resmen nota verdi, Roj-TV’ye akreditasyon verilmesin diye. AB yetkilileri bu talebi reddetti.
Başbakan Erdoğan Şemdinli’deki olaylar nedeniyle gittiği Şemdinli ve Hakkari’de “Roj TV kapatılmasın”, “Devlet adam öldürürse can güvenliğimiz kime emanet” ya da “Roj TV’yi bırak, kurşun sıkılana bak” gibi sloganlarla karşılandı. Başbakan ise ani yaptığı gezi karşısında halkın bu kadar hızlı biçimde pankart hazırlamasına şaşırdı, “bunları alın cebinize koyun” tavrını takındı. Birilerinin birşeyleri bir yerlere koyması gerekiyordu…
Türkiye’nin sürekli baskısı karşısında Danimarka’nın gösterdiği tepki esas olarak “işimize karışmayın” tepkisiydi. Bunu da gözönüne alan Türkiye, Danimarka üzerinde baskı oluşturmak için “ağababası” ABD’ye sırtını dayadı ve yardımını istedi. “Ağababası” da kırmadı, verdi Danimarka’ya gizli bir mektup, istedi Roj-TV’nin kapatılmasını.
ABD’li yetkililer ilk başta böylesi bir mektuptan haberleri olmadığını söyleseler de hem Türkiyeli temsilcileri, hem de böylesi bir “iç işe karışmaya” tepki gösteren Danimarkalı yetkililer, böylesi bir mektubun varlığını ortaya koyuyorlardı.
İşte, bize kendi dilimizde radyo, tv yayını izni ve imkânı vermeyenler, varolan televizyonumuzu da böyle elimizden almaya çalışıyorlar.
Danimarka polisi ilk başta gerek görmediği ama “kamuoyunun yoğun ilgisi” gerekçesiyle başlattığı soruşturmayı tamamlayıp dosyayı Polis Avukatlık Merkezi’ne gönderdi.
Roj-TV’nin kapatılmasına karşı olanlar doğal olarak bunu protesto etmektedirler. Dayanışma açıklamaları hem Türkiye’den, hem de yurtdışından yapılmaktadır.
Danimarka’nın dört ayrı partisinden birer milletvekili ortaklaşa bir kampanya başlattılar, Roj-TV kapatılmasın diye.
400 civarında Arap kökenli aydın, yazar Roj-TV ile dayanışma açıklamasında bulunup Türkiye’nin bu tv’yi kapatma çalışmalarını kınadılar.
Türkiye’de 135 civarında Kürt kökenli sanatçı ve değişik kurumlar Roj-TV’nin kapatılmasına karşı tavır takındı ve sözkonusu sanatçılar Roj-TV’nin yasaklanması durumunda eserlerini meydanlarda yakacaklarını ilan ettiler.
Bu arada burjuva siyasetçiler arasında bir dalaş başladı… Hangi partiden hangi milletvekili, ya da yetkili Roj-TV’ye konuşmuştu? Ne konuşmuştu? AKP’li milletvekili A. Faruk Ünsal kendisini “Ben Başbakan’ın tavrından önce Roj-TV’ye konuşmuştum” “CHP’li Esat Canan ile aynı durumda değilim” diye savunmaya çalıştı. Mızrağın sivri uçları Şemdinli olayları sonrasında Roj-TV’ye konuşan Esat Canan’a çevrildi. Bu arada birçok partiden ve değişik dönemlerde devletin görevlerini üstlenenlerin Roj-TV’ye çıktığı da ortaya kondu. Roj-TV’yi yasaklamaya çalışırlarken Şemdinli’de yaşanan olayların gerçek yüzünü de örtmeye çalışıyorlar.
Onlar birbiriyle dalaşırken, tutuklanan yine Kürt olduğunu gizlemeyen DEHAP Hakkari eski İl Başkanı Sebahattin Suvağcı oldu. Suvağcı’nın tutuklanmasının gerekçesi Roj-TV’ye konuşmaktı…
Bu tavır bile egemenlerin kendi aralarındaki dalaşta da biz Kürtleri kurban seçtiklerini gösteriyor.
Biz ise televizyonumuzu istiyoruz, radyomuzu istiyoruz. Adı ne olursa olsun bunların. Kendi anadilimizde haber alma hakkımızın, türkülerimizi kendi dilimizde dinleme hakkımızın çiğnenmesine artık yeter diyoruz!
Roj-TV’ye yönelik baskıları kınıyor ve tüm gerçek demokratları bu konuda tavır takınmaya çağırıyorum.
BESÊ DIĞAZİ, 23 Aralık 2005