Pazar, Mart 26, 2023
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Güney
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Üçüncü Kuşak

13 Aralık 2017
İçinde Makale, Tiyatro
0 0
0
Anasayfa Makale
Share on FacebookShare on Twitter

Tiyatro böyle de olabilir…

Schaubühne Berlin Almanya’nın en önemli tiyatrolarından biri.

1960’lı yılların sonlarında bütün çalışanlarının söz hakkına sahip olduğu, bütün çalışanlarının eşit ücret aldığı bir kolektif olarak kurulmuş, hem bu yapısı ile, hem de repertuarı ve yorumlaması ile Almanya’da tiyatroya yeni bir soluk getirmişti. Başarı yalnızca seyircinin değil, devletin kültür bürokrasisinin de dikkatini çekmekte gecikmedi. Kolektifin başta bağımsızlık adına red ettiği “devlet yardımı”, giderek “canım biz yardımı alır, yine kendi bildiğimizi yaparız”a dönüştü süreç içinde. Sürecin devamında 1970’li yılların sonlarında Schaubühne kolektifi bütünüyle dağıldı, Schaubühne Almanya’nın en iyi rejisörlerinin iyi oyunlar sahnelediği “normal” bir tiyatroya dönüştü. Yine de kolektif dönemden kalan “yenilikçi”lik, deneycilik Schaubühne’yi diğer tiyatrolardan ayıran bir özellik olarak kaldı.
2009’da bu tiyatronun Tel Aviv’deki, İsrail Ulusal Tiyatrosu ile birlikte gerçekleştirdiği, Yael Ronen’in yönetmenliğini yaptığı “Üçüncü Kuşak” – (Work in progress) isimli oyun bu yenilikçi-deneyci geleneğin bugün de yaşatıldığının bir işareti.
Üçüncü Kuşak, bitmemiş, oyunun sergilendiği mekana, seyircilerin verdiği tepkiye göre sürekli değişen, geliştirilen (work in progress /gelişme içindeki oyun) bir oyun. Oyuncular bir çeşit meddah gibi, seyircilerin tepkisine göre de değiştiriyorlar metini, eklemeler yapıyorlar vb. Her oyun sonrasında oyun üzerine seyircilerle /oyuncular ve yönetmen söyleşileri öngörülüyor.
Alman – İsrail Yahudi- Filistin Arap halkları arasındaki zor ilişkiyi, halklar arasında yaygın önyargıları sorgulayan, sorular soran, sorduran bir oyun 3. Kuşak. İkinci dünya savaşı /holokaust /İsrail’in kuruluşu /İsrail –Arap savaşı /Filistinli Arapların İsrail’den sürülüşü /Filistin Arap halkının kendi –işgal altındaki- ülkesinde kamplarda yaşayan mültecilere dönüştürülmesi ertesinde 3. Kuşak’tan genç insanlar oyuncular. Planlanan ve yapılmak istenen şey aslında Filistinli Arapların işgal altındaki Gaza veya Batı Şeria’dan Filistinli oyuncular tarafından canlandırılması imiş. Fakat bu hem esas olarak işgalci İsrail’in çıkardığı zorluklar, hem de Batı Şeria ve Gaza’de İsrail’li Yahudilerle bir oyunda birlikte oynama konusunda Filistin Arap oyuncular arasında var olan ilkesel red tavrı ve çekinceler nedeniyle başarılamamış. Sonuçta 3. Kuşak’ta 4 Alman, 3 İsrailli Arap, 3 İsrailli Yahudi “kendi kendilerini oynuyor”, “kendi öykülerini anlatıyor”lar. Dekor, kostüm vb. yok. Sahnede seyircinin karşısına yarım daire halinde dizilmiş 10 sandalye var. Oyunculardan biri kendi öyküsünü anlatırken –ki araya sorulu cevaplı seyirci ile konuşmalar da girerek, seyirci de oyunun içine çekiliyor- diğer oyuncular anlatılanı pandomim tarzında oynayarak daha anlaşılır hale getiriyorlar. Her oyuncu kendi dilinde konuşuyor. Ortak dil İngilizce. Konuşulanların anlaşılması için konuşulanlar anında çeviriyle sahne arkasındaki bir perdeye “alt yazı” olarak aktarılıyor. Aslında anlatılanlar aynı anda oynandığı için fazla çeviriye de gerek kalmıyor. Yani oyun rahatlıkla bir Sokak Tiyatrosu olarak da oynanabilir.
Oyun’da her kişi, kendi kuşaklarının belirli bir klişe tipini canlandırıyor. Örneğin dört Alman’dan biri “özürcü Alman”. Kendini Almanların işlediği bütün cürümlerden sorumlu tutuyor ve sürekli özür diliyor. Bu tip salona zaten gayet cılız bir sesle “Af edersiniz, aranızda Yahudi var mı?” sorusuyla giriyor. Sonra salondaki Yahudilerden Holokaust konusunda özür diliyor. Ben oyunu Berlin’de seyrettim. Salona sorulan “Af edersiniz aranızda Yahudi var mı?” sorusunda buz gibi bir hava esti. Ve kimse elini kaldırmadı. Alman yine de salonda olan ve olmayan tüm Yahudilerden özrünü dileyerek başladı repliğine. İlginç olan oyundan sonraki tartışmaya salondan katılan onlarca Yahudi olmasıydı! Sonra “Türk var mı aranızda, Türk” diye devam etti. Türklerden “Mölln’de sizi yaktığımız için çok özür dilerim” diye sürdürdü sözlerini. Sırada engelliler, eşcinseller vb. vardı. Almanlardan bir diğeri güncel siyasetle fazla ilgilenmeyen, fakat radikal bir hayvan hakları savunucusu ve veganizmi (hiçbir hayvani gıda yemeyenler) ideoloji olarak savunan bir tip. Bir diğeri; Doğu Alman bir kadın, kendisi için yeni olan her şeyi deneyen, deneme yanılma yoluyla öğrenen saf bir tip. Benim Holokaust ile filan ilgim yok, valla ben yoktum o zamanlar diyenlerden. İsrail’de de kimin hangi etnik gruptan olduğunu sünnet üzerinden anlamaya çalışıyor, fakat işin içinden çıkamıyor. Hem Müslüman erkekleri, hem de Yahudi erkekleri sünnetli. Ayrıca sünnetli Hıristiyanlar da var bölgede! Bir başkası toplumun genel resmi adeta. Bütün önyargıları; hiçbir “politik açıdan doğruluk” süzgecinden geçirmeden kusuyor.
İsrail’li Yahudilerden biri bilinçli olarak İsrail devletini ve bugünkü politikasını savunuyor. Bir diğeri -en genç olanı- saf, her şeyin sevgi ve müzik ile hal olacağını savunuyor. Derdini çokça gittiği izci kamplarında öğrendiği ve söylediği şarkılarla anlatıyor. Söylediği şarkılardan biri Auschwitz’le ilgili. İsrail hükümeti her yıl belirli sayıda öğrenciyi Holokaust’un ne olduğunu öğrenmeleri için Auschwitz Yok Etme Kampı’nı görmeye gönderiyormuş. Tasarruf politikası nedeni ile bu geziler silinmiş. Kampta hükümetin bu haksız kararına karşı bir protesto şarkısı yazmış kızcağız. Onu söylüyor gitar eşliğinde: Ne olur, ne olur Auschwitz’e göndermeye devam edin bizi. Biz Yahudilerin buna ihtiyacı var.. ne olur vaz geçmeyin bizi Auschwitz’e göndermekten.” vs. İsrail’li Araplardan biri İsrail yok olmadan çözüm olmadığını savunurken, bir diğeri bir mini Filistin devletini savunuyor. Biri İsrail’de iç savaş düşlerken, diğeri barış İsrail’de Arap ve Yahudilerin barış içinde yaşamasını savunuyor. İsrail’li Yahudiler İsrail’de her vatandaşın eşit olduğunu savunurken, İsrail’li Araplar örnekleri ile kendilerinin nasıl ikinci sınıf vatandaş olduklarını ortaya koyuyorlar. vs. Böyle bir oyun ‘Üçüncü Kuşak’.
Nasıl’ı bağlamında biraz daha fikir edinilmesi için aşağıya “Bunlar karşılaştırılamaz”cı İsrail Yahudisi tipinin uzunca bir repliğini  aktarıyorum:

“Özür dilerim ama, bunlar nasıl karşılaştırılabilir? Filistinliler Filistinlilerdir, Almanya Almanya’dır, Holokaust da Holokaust’tur. Holokaust insanlık tarihinde tekil bir olaydır. Başka soykırımlar vardır tabii, mesela Kürtler, Ermeniler, Sudan’da yaşananlar, Ruanda’da olanlar, Eski Yugoslavya filan. Ama bunlar katiyen birbiriyle karşılaştırılamaz. Holokaust Holokaust’tur, Ruanda da Ruanda’dır. Bambaşka bir kıta söz konusu.
Değişik ülkelerden, örneğin Belçika’dan, İsviçre’den filan karşılaştığım kimi insanlar soruyor: Siz Yahudiler Holokaust’u yaşadınız, nasıl oluyor da şimdi size yapılanları siz Filistinlilere yapıyorsunuz? Ben bu sorulara hep aynı cevabı veriyorum: “Rica ederim, bunlar katiyen karşılaştırılamaz!” Holokaust Yahudiler için bir ders değildi ki. Eğer isterseniz o bütün dünya için bir deney laboratuvarı idi. Bu tabii benim Filistinlilere yapılanları onayladığım anlamına gelmiyor. İyi değil yapılanlar. Yanlış. Çok çok yanlış. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
Duvar mesela. Kötü bir duvar bu. Çok çok kötü bir duvar. Ama duvar var olalı beri terör kesildi. Bir Milyondan fazla insanın etrafını duvarla çeviriyoruz ki, terör önlenmiş olsun. Ama duvar da terörden tam korumuyor. Teröristsen sen bir yolunu bulursun. Ama duvar var olalı beri bulunacak fazla yol da kalmadı. Zavallı insanlar etrafları duvarlarla çevrilmiş yiyecek, ilaç olmaksızın bir hapishanede yaşıyorlar. Korkunç bir şey bu tabii.
Gettolar mı dediniz. Kötü. Çok kötü tabii. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
İsrail-Filistin kavgası Holokaust’ta olduğu gibi ırkçı bir kavga değildir, bu bilinmeli. Holokaust kavga filan de değildi. Nasıl karşılaştırma yapılabilir ki?! Ama bu İsraillilerin ırkçı olmadığı anlamına da gelmiyor. Çok çok ırkçıdır onlar. Ortodoks Yahudiler mesela Siyonist Yahudilerden nefret ederler. Siyonistler Araplardan nefret ederler. Araplar bütün Yahudilerden nefret ederler. Müslüman Araplar Hıristiyan Araplardan nefret ederler. Avrupalılar hem Müslümanlardan hem de Yahudilerden nefret ederler. Bütün dünya Almanlardan nefret eder. Ama dikkat etmek lazım, Almanlar da insandır nihayet. Belçikalılar, İsviçreliler filan gibi. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
Tabii bütün Almanların Nazi olmadıklarını unutmamak lazım. Ama bütün Araplar da terörist değil. Ama bazıları kendi kendilerini havaya uçuruyor, suçsuz kadın ve çocukları da birlikte alıp götürüyorlar. Ama İsrail ordusu da kadın ve çocuk öldürüyor. Ama teröristler kendilerini aile arkasında gizliyor. Bunu yaptıklarında başka alternatifleri olmadığını düşünüyorlar. Nazilerin bile başka alternatifleri vardı. Bugünkü Almanlar da eğer isteseler görünürde çok iyi işleyen demokrasinin mutfağında neler olduğunu araştırabilirler. Orda görecekleri yabancı düşmanlığının ve Antisemitizmin çirkin yüzü olacaktır.
Ama şimdi birazcık da Holokaust hakkında konuşmak istiyorum. Yahudilerin Holokaust’u hakkında konuşulduğunda önce basitçe “Almanlar neredeydiler” sorusu sorulmalıdır. Almanlara bunu sorduğunuzda alacağınız cevap “Haberimiz yoktu” olur. Haberimiz yoktu imiş! Nasıl olur bu? Almanlar aslında bir Yahudiyi kokusundan bile tanıdıklarını söylerler. Yakılmış Yahudilerin üzerlerinde dolaşan kokusunu nasıl almadılar acaba? Nasıl hiç bir şeyden haberleri olmamış olabilir. Onlar Bach’ı , Wagner’i daha birinci notada tanırlar. Onların köylerinden koyunlar gibi sürülen onbinlerce Yahudinin ayak seslerini, çığlıklarını nasıl duymamış olabilirler? Uyku saatlerine mi rastladı bu hep? Hayır, hiçbir şeyden haberleri yoktu!
Bu benim ilk seks deneyimime benziyor. İyi değildi. Hiç güzel değildi. Ama ben gebe kaldım. Çocuğu aldırmak zorundaydım. Tipi arayıp yardım istedim. Bana bu işle hiç ilgisi olmadığını, benim doğum kontrol hapı kullandığımı düşünmüş olduğunu söyledi. Nasıl yani? Sen benim hap aldığımı gördün mü? Neden kondom kullanmadın? Benim henüz 15’inde olduğumu bilmiyor muydun? Bana bakire olup olmadığımı bile sormadın. Bilmek istemiyordun çünkü. Aynı İsraillilerin işgal altındaki bölgelerde neler olduğunu bilmek istememeleri gibi. Hükümet duvar örüyor ki, insanlar ne olduğunu görmesin ve sonradan “Hiçbir şeyden haberimiz yoktu” diyebilsinler. Ama medya her yerde. Kelimenin gerçek anlamında her yerde. Fakat gösterilenlere güven olur mu? Kime ve neye güvenilebilir ? Hiç kimseye, hiçbir şeye ! Kimseye güvenemezsin. Çocuğu aldıracak olan sensin! Bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
Aslında karşılaştırmanın anlamı yok. Tabii çekici bu. Çok çok çekici. Almanlar karşılaştırma yapmayı severler. Onlar bizim Holokaust’un her zaman her yerde olabileceğine inanmamızı isterler. Olgu şu ki, Holokaust Belçika’da, ya da İsviçre’de olmadı. Filistinliler de, Yahudilerin Holokaust’tan hiçbir şey öğrenmediklerini göstermek için karşılaştırma yaparlar. Öğrenmediklerine göre hak etmişlerdir Holokaust’u. İsrailliler bir yandan karşılaştırma yapmayın derler, fakat diğer yandan da Filistinlilerin Almanların başlayıp da bitiremediği işi bitirmek için mücadele ettiklerini göstermek için karşılaştırma yaparlar. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz ki.”

3. Kuşak Türkiye’ye de uyarlanabilir ve uyarlanıp oynanması çok yararlı olabilir bir oyun.

Aralık sonu 2009 ❧

 

Sonraki Gönderi

Xane

Kategoriler

Güney Sayı 104

Yılmaz Güney’i anıyoruz!

İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Çukurova Kitap Fuarı’ndan İzlenimler

Kamuoyuna açıklama

15. Çukurova Kitap Fuarı

Yılmaz Güney bizimle!

103. sayımız çıktı

Güney Sayı 103

Mağdurların anılarını canlı tutma mücadelesi

Eskişehir

102. sayımız çıktı

Güney Sayı 102

Ayvalık/Balıkesir

Kocaeli/Gebze

İsviçre satış noktaları

Avusturya satış noktaları

Almanya satış noktaları

101. sayımız çıktı

Güney Sayı 101

Bir bildirge denemesi: Devrimci Gerçekçilik

Süleyman Özdemir

Davet: Yılmaz Güney’i anıyoruz!

DAVET

100. sayımız çıktı!

Güney Sayı 100

Politik tutsaklar ve “hapishane edebiyatı”

Yusuf’suz bir yıl!

“Tutsak Kitapları Sergisi” İzleyicisiyle Buluştu

14 Şubat Dünya Öykü Gününe binaen

İnstagram

  • Etkinliğimizde Muzaffer Doyum kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • Doğumunun 86. yılında “Halkın sanatçısı halkın savaşçısı” Yılmaz Güney bizimle
Etkinliğimizde Fatoş Güney kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Büyük bir felaket yaşıyoruz. Depremde hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına ve dostlarına sabırlar diliyoruz. Yaşananlar karşısında derin bir üzüntü içindeyiz. Söylenecek sözlerin artık tükendiği noktadayız. Depremin sonuçları; acı, ölüm, açlık ve sefaleti arttırdıkça arttırıyor. Yoksul emekçilere ulaşılamayan yardımlar acımızı daha da büyütüyor, duyulan feryatlar karşısında yüreklerimiz dağlanıyor, ama yetmiyor! Yaşadığımız azap depremzedelere çare olmuyor. Yine yaşananları seyretmekle yetiniyoruz, ama yetmiyor işte.

El yordamıyla hayatta kalmaya çalışanlar, kadınlar ve çocuklar felaketle boğuşurken toplum olarak suçluları arıyoruz. Bunlar ya müteahhit, ya iktidar yada yetersiz kalan kurtarma ekipleri oluyor; suçlular çok fazla, suçlular bitmiyor ve biz her felakette yaşananları balıklar gibi seyredip unutuyoruz.

Kapitalistlerin daha fazla kâr uğruna insan hayatını hiçe sayan yapılar inşa etmesine dur diyemediğimiz sürece, bizleri yoksullaştırarak harabe evlerde yaşamaya mahkum edenlere, müteahhitlere ve onların deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılarına izin veren devlet kurumlarına dur diyemediğimiz sürece, insanın ve türlerin yaşam hakkını koruyan merkezinde insanın olduğu bir sistem kurmadığımız sürece yaşanan felaketlerin suçluları bizleriz. Şairin de söylediği gibi “demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Her şeye rağmen can pahasına yardıma koşan insanların, insan üstü çabaları da çok değerli olduğunu görüyoruz. Herkesin yapabileceği çok şey var. Yardım için acil ihtiyaçların karşılanması ve ihtiyaç sahiplerine ulaşılması gerekiyor. Gönüllü, yardım birliklerine katılabilenlerin zaman kaybetmeden harekete geçmesi önemli. Bütün okurlarımızın bu dayanışmaya katılacağını biliyoruz ve imkanı olanlara çağrıda bulunuyoruz: Yardım için gönüllü olun ve elinizden geleni yapın! “Şimdi birlik olma zamanı” diyoruz ama, bu kadarıyla değil tabi ki, bu köhnemiş sistemi ortadan kaldırmak için de birlik olma zamanı. İşçilerin, emekçilerin yaşamını elinden alan, 
Yazının devamı için; https://guneykultursanat.org/insanin-degerinin-olmadigi-bu-sistemde-insan-kalmak/
  • DOĞUMUNUN 86. YILINDA “HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAŞÇISI”
YILMAZ GÜNEY BİZİMLE ETKİNLİĞİNDE BULUŞALIM
2 Nisan Pazar günü saat  14.00 te  Cemil Candaş Kent Kültür Merkezinde buluşalım.
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
İletişim: 0541 801 35 02/0533 501 64 62
Giriş ücretsizdir
  • Çukurova Kitap Fuarından İzlenimler
Bir kitap fuarı etkinliğini daha geride bıraktık. Çukurova’nın bahar aylarını aratmayan güneşli dokuz gün boyunca iyi yönleri ile hatırlanabilecek bir fuar olduğunu söylemek yanıltmaz bizi. Bu kadar ilgiyi başlarda beklemiyorduk. Hayat pahalılığının olumsuz koşulları altında, enflasyondan en çok zam gören kalemlerden kitapların  temel ihtiyaçlar listesinde en sonda olabileceği ilk aklımıza gelen olmuştu: Tabi bu olgu yaşadığımız toplumun henüz değişmeyen özelliklerinden biri olmaya devam ediyor.  Fakat yinede tüm bu yoksulluğa rağmen, kitaba para ayıran önemli bir okur kitlesi de vardı. Her ne kadar burç kitapları ve kişisel gelişim üzerine yazılı kitaplar ilgisinden değer kaybetmese de ve kitap olsun çamurdan olsun diyenler dışında Çukurova’nın iyi bir okur çevresine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Fuar boyunca, dergimizin standına da ilgi büyüktü. Güney’in yeni ve bir kısım eski sayılarını, İnter ve Dönüşüm Yayınlarının çeşitli kitaplarını standımızda bulundurmuştuk. Fuarda Marksist-Leninist külliyatı bulunduran tek standın bizde olması bir eksiklik olduğu kadar, ilginin sebebi de olduğu söylenebilir. Bizi şaşırtan ise kitaplarımıza ve dergimize duyulan ilginin 14-17 yaş aralığındaki gençlerin oluşturmasıydı. Bu yaş grubu için herhangi bir kuşak tespiti yapmak güç. Yaşlara göre kategori belirlemek yeni moda olsa da bu gençlik başka türlü ilerliyor diyebiliriz, hem de bize hiçte uzak olmayan bir ilerleme. Belki bunu yaşadığımız iki örnekle açıklamak düşüncemizi haklı çıkaracaktır. İlki, henüz 15 yaşında genç bir kız, oldukça zarif ve iyi giyimli; bu haliyle orta halli, kültürlü bir ailenin çocuğu olduğu kesin. Ama bizim açımızdan şaşırtıcı olan bu kızın merakı: “Demokratik devrim mi? Sosyalist devrim mi?” bu konu ilgisini çekiyormuş ve araştırma yapmak istiyormuş. Biz kendisine yaşı için ağır bir araştırma kitabı olduğunu söylemek isterken, babası – bu tür siyasi kitaplara çok ilgisi var, sürekli okuyor, bu konular ona yabancı değil- dedi. Tabi biz şaşırıyoruz. Bir diğer örnek ise Kollontai’nin kitabını gören 15 yada 16 yaşlarında genç bir erkek...(Devamı için: https://guneykultursanat.org/cukurova-kitap-fuarindan-izlenimler/)
  • Güneyden
  • Güney Kitaplığı
  • İçindekiler
  • Haber
  • Karikatür
  • Kitap
  • Makale
  • Öykü/Hikaye
  • Resim/Fotoğraf
  • Röportaj
  • Satış Noktaları
  • Şiir
  • Sinema
  • Tiyatro
  • Dosyalar

© 2021 Güney Dergisi

Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında

© 2021 Güney Dergisi

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In
Güney Size en son haberler ve güncellemeler için bildirimler göstermek istiyoruz.
Reddet
Bildirimlere İzin Ver