Tiyatro böyle de olabilir…
Schaubühne Berlin Almanya’nın en önemli tiyatrolarından biri.
1960’lı yılların sonlarında bütün çalışanlarının söz hakkına sahip olduğu, bütün çalışanlarının eşit ücret aldığı bir kolektif olarak kurulmuş, hem bu yapısı ile, hem de repertuarı ve yorumlaması ile Almanya’da tiyatroya yeni bir soluk getirmişti. Başarı yalnızca seyircinin değil, devletin kültür bürokrasisinin de dikkatini çekmekte gecikmedi. Kolektifin başta bağımsızlık adına red ettiği “devlet yardımı”, giderek “canım biz yardımı alır, yine kendi bildiğimizi yaparız”a dönüştü süreç içinde. Sürecin devamında 1970’li yılların sonlarında Schaubühne kolektifi bütünüyle dağıldı, Schaubühne Almanya’nın en iyi rejisörlerinin iyi oyunlar sahnelediği “normal” bir tiyatroya dönüştü. Yine de kolektif dönemden kalan “yenilikçi”lik, deneycilik Schaubühne’yi diğer tiyatrolardan ayıran bir özellik olarak kaldı.
2009’da bu tiyatronun Tel Aviv’deki, İsrail Ulusal Tiyatrosu ile birlikte gerçekleştirdiği, Yael Ronen’in yönetmenliğini yaptığı “Üçüncü Kuşak” – (Work in progress) isimli oyun bu yenilikçi-deneyci geleneğin bugün de yaşatıldığının bir işareti.
Üçüncü Kuşak, bitmemiş, oyunun sergilendiği mekana, seyircilerin verdiği tepkiye göre sürekli değişen, geliştirilen (work in progress /gelişme içindeki oyun) bir oyun. Oyuncular bir çeşit meddah gibi, seyircilerin tepkisine göre de değiştiriyorlar metini, eklemeler yapıyorlar vb. Her oyun sonrasında oyun üzerine seyircilerle /oyuncular ve yönetmen söyleşileri öngörülüyor.
Alman – İsrail Yahudi- Filistin Arap halkları arasındaki zor ilişkiyi, halklar arasında yaygın önyargıları sorgulayan, sorular soran, sorduran bir oyun 3. Kuşak. İkinci dünya savaşı /holokaust /İsrail’in kuruluşu /İsrail –Arap savaşı /Filistinli Arapların İsrail’den sürülüşü /Filistin Arap halkının kendi –işgal altındaki- ülkesinde kamplarda yaşayan mültecilere dönüştürülmesi ertesinde 3. Kuşak’tan genç insanlar oyuncular. Planlanan ve yapılmak istenen şey aslında Filistinli Arapların işgal altındaki Gaza veya Batı Şeria’dan Filistinli oyuncular tarafından canlandırılması imiş. Fakat bu hem esas olarak işgalci İsrail’in çıkardığı zorluklar, hem de Batı Şeria ve Gaza’de İsrail’li Yahudilerle bir oyunda birlikte oynama konusunda Filistin Arap oyuncular arasında var olan ilkesel red tavrı ve çekinceler nedeniyle başarılamamış. Sonuçta 3. Kuşak’ta 4 Alman, 3 İsrailli Arap, 3 İsrailli Yahudi “kendi kendilerini oynuyor”, “kendi öykülerini anlatıyor”lar. Dekor, kostüm vb. yok. Sahnede seyircinin karşısına yarım daire halinde dizilmiş 10 sandalye var. Oyunculardan biri kendi öyküsünü anlatırken –ki araya sorulu cevaplı seyirci ile konuşmalar da girerek, seyirci de oyunun içine çekiliyor- diğer oyuncular anlatılanı pandomim tarzında oynayarak daha anlaşılır hale getiriyorlar. Her oyuncu kendi dilinde konuşuyor. Ortak dil İngilizce. Konuşulanların anlaşılması için konuşulanlar anında çeviriyle sahne arkasındaki bir perdeye “alt yazı” olarak aktarılıyor. Aslında anlatılanlar aynı anda oynandığı için fazla çeviriye de gerek kalmıyor. Yani oyun rahatlıkla bir Sokak Tiyatrosu olarak da oynanabilir.
Oyun’da her kişi, kendi kuşaklarının belirli bir klişe tipini canlandırıyor. Örneğin dört Alman’dan biri “özürcü Alman”. Kendini Almanların işlediği bütün cürümlerden sorumlu tutuyor ve sürekli özür diliyor. Bu tip salona zaten gayet cılız bir sesle “Af edersiniz, aranızda Yahudi var mı?” sorusuyla giriyor. Sonra salondaki Yahudilerden Holokaust konusunda özür diliyor. Ben oyunu Berlin’de seyrettim. Salona sorulan “Af edersiniz aranızda Yahudi var mı?” sorusunda buz gibi bir hava esti. Ve kimse elini kaldırmadı. Alman yine de salonda olan ve olmayan tüm Yahudilerden özrünü dileyerek başladı repliğine. İlginç olan oyundan sonraki tartışmaya salondan katılan onlarca Yahudi olmasıydı! Sonra “Türk var mı aranızda, Türk” diye devam etti. Türklerden “Mölln’de sizi yaktığımız için çok özür dilerim” diye sürdürdü sözlerini. Sırada engelliler, eşcinseller vb. vardı. Almanlardan bir diğeri güncel siyasetle fazla ilgilenmeyen, fakat radikal bir hayvan hakları savunucusu ve veganizmi (hiçbir hayvani gıda yemeyenler) ideoloji olarak savunan bir tip. Bir diğeri; Doğu Alman bir kadın, kendisi için yeni olan her şeyi deneyen, deneme yanılma yoluyla öğrenen saf bir tip. Benim Holokaust ile filan ilgim yok, valla ben yoktum o zamanlar diyenlerden. İsrail’de de kimin hangi etnik gruptan olduğunu sünnet üzerinden anlamaya çalışıyor, fakat işin içinden çıkamıyor. Hem Müslüman erkekleri, hem de Yahudi erkekleri sünnetli. Ayrıca sünnetli Hıristiyanlar da var bölgede! Bir başkası toplumun genel resmi adeta. Bütün önyargıları; hiçbir “politik açıdan doğruluk” süzgecinden geçirmeden kusuyor.
İsrail’li Yahudilerden biri bilinçli olarak İsrail devletini ve bugünkü politikasını savunuyor. Bir diğeri -en genç olanı- saf, her şeyin sevgi ve müzik ile hal olacağını savunuyor. Derdini çokça gittiği izci kamplarında öğrendiği ve söylediği şarkılarla anlatıyor. Söylediği şarkılardan biri Auschwitz’le ilgili. İsrail hükümeti her yıl belirli sayıda öğrenciyi Holokaust’un ne olduğunu öğrenmeleri için Auschwitz Yok Etme Kampı’nı görmeye gönderiyormuş. Tasarruf politikası nedeni ile bu geziler silinmiş. Kampta hükümetin bu haksız kararına karşı bir protesto şarkısı yazmış kızcağız. Onu söylüyor gitar eşliğinde: Ne olur, ne olur Auschwitz’e göndermeye devam edin bizi. Biz Yahudilerin buna ihtiyacı var.. ne olur vaz geçmeyin bizi Auschwitz’e göndermekten.” vs. İsrail’li Araplardan biri İsrail yok olmadan çözüm olmadığını savunurken, bir diğeri bir mini Filistin devletini savunuyor. Biri İsrail’de iç savaş düşlerken, diğeri barış İsrail’de Arap ve Yahudilerin barış içinde yaşamasını savunuyor. İsrail’li Yahudiler İsrail’de her vatandaşın eşit olduğunu savunurken, İsrail’li Araplar örnekleri ile kendilerinin nasıl ikinci sınıf vatandaş olduklarını ortaya koyuyorlar. vs. Böyle bir oyun ‘Üçüncü Kuşak’.
Nasıl’ı bağlamında biraz daha fikir edinilmesi için aşağıya “Bunlar karşılaştırılamaz”cı İsrail Yahudisi tipinin uzunca bir repliğini aktarıyorum:
“Özür dilerim ama, bunlar nasıl karşılaştırılabilir? Filistinliler Filistinlilerdir, Almanya Almanya’dır, Holokaust da Holokaust’tur. Holokaust insanlık tarihinde tekil bir olaydır. Başka soykırımlar vardır tabii, mesela Kürtler, Ermeniler, Sudan’da yaşananlar, Ruanda’da olanlar, Eski Yugoslavya filan. Ama bunlar katiyen birbiriyle karşılaştırılamaz. Holokaust Holokaust’tur, Ruanda da Ruanda’dır. Bambaşka bir kıta söz konusu.
Değişik ülkelerden, örneğin Belçika’dan, İsviçre’den filan karşılaştığım kimi insanlar soruyor: Siz Yahudiler Holokaust’u yaşadınız, nasıl oluyor da şimdi size yapılanları siz Filistinlilere yapıyorsunuz? Ben bu sorulara hep aynı cevabı veriyorum: “Rica ederim, bunlar katiyen karşılaştırılamaz!” Holokaust Yahudiler için bir ders değildi ki. Eğer isterseniz o bütün dünya için bir deney laboratuvarı idi. Bu tabii benim Filistinlilere yapılanları onayladığım anlamına gelmiyor. İyi değil yapılanlar. Yanlış. Çok çok yanlış. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
Duvar mesela. Kötü bir duvar bu. Çok çok kötü bir duvar. Ama duvar var olalı beri terör kesildi. Bir Milyondan fazla insanın etrafını duvarla çeviriyoruz ki, terör önlenmiş olsun. Ama duvar da terörden tam korumuyor. Teröristsen sen bir yolunu bulursun. Ama duvar var olalı beri bulunacak fazla yol da kalmadı. Zavallı insanlar etrafları duvarlarla çevrilmiş yiyecek, ilaç olmaksızın bir hapishanede yaşıyorlar. Korkunç bir şey bu tabii.
Gettolar mı dediniz. Kötü. Çok kötü tabii. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
İsrail-Filistin kavgası Holokaust’ta olduğu gibi ırkçı bir kavga değildir, bu bilinmeli. Holokaust kavga filan de değildi. Nasıl karşılaştırma yapılabilir ki?! Ama bu İsraillilerin ırkçı olmadığı anlamına da gelmiyor. Çok çok ırkçıdır onlar. Ortodoks Yahudiler mesela Siyonist Yahudilerden nefret ederler. Siyonistler Araplardan nefret ederler. Araplar bütün Yahudilerden nefret ederler. Müslüman Araplar Hıristiyan Araplardan nefret ederler. Avrupalılar hem Müslümanlardan hem de Yahudilerden nefret ederler. Bütün dünya Almanlardan nefret eder. Ama dikkat etmek lazım, Almanlar da insandır nihayet. Belçikalılar, İsviçreliler filan gibi. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
Tabii bütün Almanların Nazi olmadıklarını unutmamak lazım. Ama bütün Araplar da terörist değil. Ama bazıları kendi kendilerini havaya uçuruyor, suçsuz kadın ve çocukları da birlikte alıp götürüyorlar. Ama İsrail ordusu da kadın ve çocuk öldürüyor. Ama teröristler kendilerini aile arkasında gizliyor. Bunu yaptıklarında başka alternatifleri olmadığını düşünüyorlar. Nazilerin bile başka alternatifleri vardı. Bugünkü Almanlar da eğer isteseler görünürde çok iyi işleyen demokrasinin mutfağında neler olduğunu araştırabilirler. Orda görecekleri yabancı düşmanlığının ve Antisemitizmin çirkin yüzü olacaktır.
Ama şimdi birazcık da Holokaust hakkında konuşmak istiyorum. Yahudilerin Holokaust’u hakkında konuşulduğunda önce basitçe “Almanlar neredeydiler” sorusu sorulmalıdır. Almanlara bunu sorduğunuzda alacağınız cevap “Haberimiz yoktu” olur. Haberimiz yoktu imiş! Nasıl olur bu? Almanlar aslında bir Yahudiyi kokusundan bile tanıdıklarını söylerler. Yakılmış Yahudilerin üzerlerinde dolaşan kokusunu nasıl almadılar acaba? Nasıl hiç bir şeyden haberleri olmamış olabilir. Onlar Bach’ı , Wagner’i daha birinci notada tanırlar. Onların köylerinden koyunlar gibi sürülen onbinlerce Yahudinin ayak seslerini, çığlıklarını nasıl duymamış olabilirler? Uyku saatlerine mi rastladı bu hep? Hayır, hiçbir şeyden haberleri yoktu!
Bu benim ilk seks deneyimime benziyor. İyi değildi. Hiç güzel değildi. Ama ben gebe kaldım. Çocuğu aldırmak zorundaydım. Tipi arayıp yardım istedim. Bana bu işle hiç ilgisi olmadığını, benim doğum kontrol hapı kullandığımı düşünmüş olduğunu söyledi. Nasıl yani? Sen benim hap aldığımı gördün mü? Neden kondom kullanmadın? Benim henüz 15’inde olduğumu bilmiyor muydun? Bana bakire olup olmadığımı bile sormadın. Bilmek istemiyordun çünkü. Aynı İsraillilerin işgal altındaki bölgelerde neler olduğunu bilmek istememeleri gibi. Hükümet duvar örüyor ki, insanlar ne olduğunu görmesin ve sonradan “Hiçbir şeyden haberimiz yoktu” diyebilsinler. Ama medya her yerde. Kelimenin gerçek anlamında her yerde. Fakat gösterilenlere güven olur mu? Kime ve neye güvenilebilir ? Hiç kimseye, hiçbir şeye ! Kimseye güvenemezsin. Çocuğu aldıracak olan sensin! Bunlar katiyen karşılaştırılamaz.
Aslında karşılaştırmanın anlamı yok. Tabii çekici bu. Çok çok çekici. Almanlar karşılaştırma yapmayı severler. Onlar bizim Holokaust’un her zaman her yerde olabileceğine inanmamızı isterler. Olgu şu ki, Holokaust Belçika’da, ya da İsviçre’de olmadı. Filistinliler de, Yahudilerin Holokaust’tan hiçbir şey öğrenmediklerini göstermek için karşılaştırma yaparlar. Öğrenmediklerine göre hak etmişlerdir Holokaust’u. İsrailliler bir yandan karşılaştırma yapmayın derler, fakat diğer yandan da Filistinlilerin Almanların başlayıp da bitiremediği işi bitirmek için mücadele ettiklerini göstermek için karşılaştırma yaparlar. Ama bunlar katiyen karşılaştırılamaz ki.”
3. Kuşak Türkiye’ye de uyarlanabilir ve uyarlanıp oynanması çok yararlı olabilir bir oyun.
Aralık sonu 2009 ❧