Pazar, Mart 26, 2023
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Güney
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Yanıta yanıt: Sosyalist Gerçekçilik

13 Aralık 2017
İçinde Makale
0 0
0
Anasayfa Makale
Share on FacebookShare on Twitter

Gü­ney’in Tem­muz-Ağus­tos-Ey­lül 2000 ta­rih­li 13. sa­yı­sın­da; “Sos­ya­list Ger­çek­çi­li­ğe Doğ­ru” baş­lık­lı ya­zım ya­yım­lan­mış­tı.

Yi­ne ay­nı sa­yı­da; Gü­ney’in “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”ı da bu­lu­nu­yor­du. Ya­zım­da; –İn­san­cıl ve Mum der­gi­le­ri çev­re­sin­de alev­le­nen, “Sos­ya­list Ger­çek­çi­lik-İn­sa­ni Ger­çek­çi­lik” tar­tış­ma­sı­nı sür­dü­rür­ken– Gü­ney’in yü­rüt­tü­ğü Sos­ya­list Ge­çek­çi­lik Tar­tış­ma­la­rı’na ka­tı­lı­yor ve yi­ne Gü­ney’de ya­yım­la­nan bir ya­zı ve bir söy­le­şi­ye eleş­ti­ri yö­nel­ti­yor­dum.
Gü­ney’in –ya­nı­tın­da­ki ço­ğul söy­lem­den an­la­dı­ğım ka­da­rıy­la– bir ya­zı ku­ru­lu var ve bu ku­ru­lun ba­na yaz­dı­ğı ya­nıt; yaz­dık­la­rı­mı tam an­la­ya­ma­ma ve ek­sik sa­nat­sal dü­şünce­ler te­me­lin­de ge­li­şi­yor. Bu iki ek­sik­lik bir­le­şin­ce, sos­ya­list ger­çek­çi­lik adı­na or­ta­lı­ğı bu­lan­dı­ran dü­şün­ce­ler çı­kı­yor or­ta­ya. Bir ki­şi yaz­sa ney­se de, Gü­ney’li ar­ka­daş­lar bu­nu ku­rul ha­lin­de na­sıl ba­şar­mış­lar şa­şı­rı­yo­rum…
Tar­tış­ma­mı­zın ya­yım­lan­dı­ğı ta­rih­ten bu ya­na, Gü­ney’in dü­zen­le­di­ği; “Tür­ki­ye’de Kül­tür ve Kül­tür Po­li­ti­ka­sı” ko­nu­lu kon­fe­rans ya­pıl­dı ve Gü­ney der­gi­si­nin iki sa­yı­sı ya­yım­lan­dı. Bu sü­reç­te sos­ya­list ger­çek­çi­lik tar­tış­ma­sı­nın, baş­ka ka­tı­lım­lar­la zen­gin­leş­me­si­ni umut edi­yor­dum, ama ol­ma­dı… Şim­di, ka­tı­lım­sız tar­tış­ma­da söy­le­ye­cek­le­ri­me ge­çi­yo­rum…
Çe­le­bi Sul­tan Meh­met ve Sos­ya­list Ger­çek­çi­lik… 

Ham­mer’ın Bü­yük Os­man­lı Ta­ri­hi’nden öğ­ren­di­ği­mi­ze gö­re: Çe­le­bi Sul­tan Meh­met (1. Meh­met) 1421’de öl­müş­tür ve –va­si­ye­ti ge­re­ği– ye­ri­ne oğ­lu Mu­rat ge­çe­cek­tir. Mu­rat o sı­ra­da Amas­ya’da va­li­dir. Bur­sa’da ise Mu­rat ge­le­ne ka­dar pa­di­şa­hın ölü­mü­nü giz­le­me ka­ra­rı alı­nır. Bu ara­da –Mu­rat’ın tah­tı­nı di­ğer kar­deş­le­rin­den ko­ru­mak için– bir ba­ha­ney­le ye­ni­çe­ri­le­rin ve si­pa­hi­le­rin Bi­ga’ya git­me­le­ri is­te­nir. Bu as­ker­ler­den ba­zı­la­rı –ma­aş­la­rı­nı da al­dık­la­rı hal­de– pa­di­şa­hın ha­yat­ta ol­du­ğu­nu gör­me­den Bi­ga’ya git­me­ye­cek­le­ri­ni söy­ler­ler. Tüm ik­na ça­ba­la­rı da so­nuç­suz ka­lın­ca, pa­di­şa­hın he­kim­le­rin­den Kürt Ozan bir çö­züm bu­lur: Ölü pa­di­şa­hı tah­ta otur­tur­lar. Ar­ka­da giz­le­nen içoğ­lan­la­rı kol­la­rı­nı pa­di­şa­hın el­bi­se­si­nin kol­la­rı­na so­kar­lar ve Meh­met’i sağ­lı­ğın­da­ki gi­bi ha­re­ket et­ti­rir­ler. Bu­nu gö­ren as­ker­ler pa­di­şah­la­rı­nın ya­şa­dı­ğı­nı zan­ne­de­rek se­vinç­le Bi­ga’ya gi­der­ler…
Çe­le­bi Sul­tan Meh­met’in sos­ya­list ger­çek­çi­lik­le il­gi­li bir tar­tış­ma­da ne işi var di­ye so­ru­la­bi­lir. Biz­ler sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği; tar­tı­şa­rak, ge­liş­ti­re­rek dün­ya­yı de­ğiş­tir­me mü­ca­de­le­sin­de iş­lev­li kıl­ma­yı he­def­li­yo­ruz. Ve biz­ler tar­tı­şır­ken; re­el sos­ya­liz­min çö­zül­me­siy­le çö­zü­len ve şim­di ka­pi­ta­lizm­den bes­le­nen “sa­nat­çı”, “ya­zar” ve “ay­dın”la­rın sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği­mi­ze, tıp­kı taht­ta­ki pa­di­şa­hın ölü­sü­ne ba­kar gi­bi bak­tık­la­rı­nı bi­li­yo­ruz… Sa­nı­yor­lar ki biz, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin ölü­sü­nü ha­re­ket et­ti­ren içoğ­lan­la­rı­yız… On­la­ra gö­re, sos­ya­lizm ve sos­ya­list ger­çek­çi­lik bir dö­nem taht­tay­dı ve şim­di öl­müş­tür.
Biz, ka­pi­ta­lizm/em­per­ya­liz­min ye­ni yü­zü olan kü­re­sel­leş­me­nin, kö­le­sel­leş­me­yi de­rin­leş­tir­di­ği­ni gö­rü­yo­ruz. Ve sö­mü­rü­süz, öz­gür, in­san­ca ya­şa­na­cak bir ev­ren ya­ra­tı­la­na ka­dar sos­ya­lizm umut­la­rı­nın yok edi­le­me­ye­ce­ği­ni de bi­li­yo­ruz… Umut­lar var ol­duk­ça sos­ya­list ger­çek­çi­lik de var ola­cak­tır… Kal­dı ki, sos­ya­list ger­çek­çi­lik umut­suz­lu­ğun or­ta­sın­da umut ya­rat­ma­sı­nı da bi­lir…

 

İlk ça­tış­ma… 

Gü­ney’in ya­nı­tın­da ça­tış­tı­ğı­mız ilk nok­ta Brecht ve Lu­kacs olu­yor. Şöy­le ya­zı­yor­lar: “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu (…) Brecht ile Lu­kacs’ın geç­miş­te­ki tar­tış­ma­da al­dık­la­rı po­zis­yon­la­rı ken­din­ce yo­rum­lu­yor. Biz bu yo­rum­lar­da esas­lı prob­lem­ler gö­rü­yo­ruz. Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’nun ak­ta­rı­mın­da­ki Lu­kacs ve Brecht po­zis­yon­la­rı ger­çe­ğe uy­ma­mak­ta­dır. Bun­da sa­nı­rız Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’nun kay­nak ola­rak da­yan­dı­ğı ki­tap­la­rın önem­li bir pa­yı var; bu kay­nak­la­rın te­kin ol­ma­dı­ğı­nı vur­gu­la­ma­yı ge­rek­li gö­rü­yo­ruz.”(1)
Bir ke­re ya­zım­da Brecht’le Lu­kacs’ın geç­miş­te­ki ün­lü tar­tış­ma­la­rı­nı yo­rum­la­mı­yo­rum. Yal­nız­ca o tar­tış­ma­da, Lu­kacs’ın Bal­zac, Tols­toy gi­bi bur­ju­va ger­çek­çi­le­ri­ni te­mel al­ma­sı­na kar­şın, Brecht’in ye­ni bi­çim­ler ya­rat­mak ge­rek­ti­ği yol­lu dü­şün­ce­si­ne ka­tıl­dı­ğı­mı be­lir­ti­yo­rum. Za­ten 1996 yı­lın­dan bu ya­na için­de yer al­dı­ğım sos­ya­list ger­çek­çi­lik-in­sa­ni ger­çek­çi­lik tar­tış­ma­la­rın­da yaz­dık­la­rım in­ce­le­nir­se, –ger­çek­çi­lik bağ­la­mın­da– tu­tu­cu Lu­kacs’ın kar­şı­sın­da, dev­rim­ci Brecht’in ya­nın­da ol­du­ğum gö­rü­le­cek­tir.
“Lu­kacs, do­lay­lı da ol­sa, Sov­yet­ler Bir­li­ği’nde­ki sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğe kar­şıy­dı” de­mek ne­den Brecht’le Lu­kacs’ı ka­rış­tır­mak ol­sun? Ne­den bu du­rum­da po­zis­yon­la­rı ger­çe­ğe uy­mu­yor ol­sun? Ön­ce po­zis­yon­la­rı­nı an­la­ma­ya ça­lış­mak ge­rek­mi­yor mu?
Po­zis­yon­la­rı in­ce­le­me­ye geç­me­den ön­ce be­lirt­me­li­yim, Gü­ney’in te­kin ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­di­ği iki kay­nak var­dı ya­rar­lan­dı­ğım. Bi­ri, Lu­kacs’ın 1956 yı­lın­da yaz­dı­ğı Çağ­daş Ger­çek­çi­li­ğin An­la­mı ad­lı ki­ta­bı, di­ğe­ri ise, Fritz J. Rad­datz’ın Lu­kacs ad­lı bi­yog­ra­fik in­ce­le­me­si. Par­ça­lı bi­linç­le in­ce­ler­sek, Lu­kacs’ın, Çağ­daş Ger­çek­çi­li­ğin An­la­mı ad­lı ki­ta­bın­da “Sta­lin­ci eti­ke­tin­den kur­tul­mak için sah­te­kar­lık yap­tı­ğı­nı” söy­le­ye­bi­li­riz. Ama Lu­kacs’ı bü­tün­sel de­ğer­len­di­rir­sek (ki di­ya­lek­tik ma­ter­ya­list yön­te­mi­miz bu­nu ge­rek­ti­rir); 1920’ler­den bu ya­na te­mel al­dı­ğı dü­şün­ce­le­rin Çağ­daş Ger­çek­çi­li­ğin An­la­mı’nda da sür­dü­ğü­nü gö­rü­rüz. Tek fark ise, Sta­lin’in ölü­mün­den son­ra ge­li­şen an­ti-Sta­li­nist rüz­ga­rın et­ki­siy­le ve ken­di­si­nin her za­man bur­ju­va­zi­nin “ile­ri­ci” yan­la­rı­na duy­du­ğu gü­ven­le, sta­lin­ci­li­ğe yö­nelt­ti­ği sağ­cı eleş­ti­ri­ler­dir. Lu­kacs’ı da­ha ay­rın­tı­lı de­ğer­len­dir­me­yi bi­raz son­ra­ya bı­ra­kı­yor ve Rad­datz’ın Lu­kacs’ına ge­çi­yo­rum. Bu in­ce­le­me­den yap­tı­ğım alın­tı­lar­da; Lu­kacs’ın Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği­ne kar­şı ol­du­ğu, Mos­ko­va’da bir ara tu­tuk­lan­dı­ğı vs. ya­zı­yor­du. Gü­ney’e gö­re Rad­datz’ın bu ese­ri te­kin de­ğil­se, o za­man Gü­ney’in bir son­ra­ki sa­yı­sın­da, ay­nı Fritz J. Rad­datz’ın 1965 yı­lın­da ya­yım­la­dı­ğı, üç cilt­lik Mark­sizm ve Ede­bi­yat ad­lı ese­rin­den çe­vi­ri­ler ya­pa­rak, “Lu­kacs ve Ger­çek­çi­lik Tar­tış­ma­sı” ad­lı ya­zı­yı ne­den yaz­dı­lar?
Şim­di po­zis­yon­la­ra dö­ne­bi­li­riz. As­lın­da, Brecht’le Lu­kacs’ın; ger­çek­çi­lik/sos­ya­list ger­çek­çi­lik tar­tış­ma­la­rın­da­ki ko­num­la­rı­nı bil­me­yen yok­tur. Za­ten iki­si ara­sın­da­ki te­mel fark­lı­lı­ğı be­lirt­mek için Wer­ner Mit­tenz­wei’nin bir sap­ta­ma­sı­nı ya­zım­da alın­tı­la­mış­tım. Mit­tenz­wei’ye gö­re; Lu­kacs, dev­rim­ci de­mok­ra­si an­la­yı­şın­dan ha­re­ket edi­yor ve ger­çek­çi­li­ği­nin odak nok­ta­sı­nı, bur­ju­va ya­zar­la­rın de­mok­ra­si­ye ve iler­le­me­ye bağ­lı­lı­ğın­da gö­rü­yor­du. Ay­rı­ca Lu­kacs’ın il­gi­len­di­ği ya­zar­lar da sı­nıf­sal bağ­la­rı­nı ko­pa­ran­lar de­ğil, dü­şün­sel ola­rak dev­rim­ci de­mok­ra­si an­la­yı­şı­na bağ­lı ka­lan­lar­dı. Brecht ise, ye­ni üre­tim iliş­ki­le­ri te­me­lin­de ye­ni sa­nat araç­la­rı­nın or­ta­ya çı­ka­rıl­ma­sı­nı ve ele ge­çi­ril­me­si­ni sa­vu­nu­yor­du.
Mit­tenz­wei’nin sap­ta­ma­sı­nı Gü­ney’li ar­ka­daş­lar şöy­le de­ğer­len­di­ri­yor­lar; “(…) Wer­ner Mit­tenz­wei bü­yük bir opor­tü­nizm­le Brecht ile Lu­kacs’ın po­zis­yon­la­rı­nın öz­de o ka­dar da fark­lı ol­ma­dı­ğı gö­rü­şü­nü sa­vun­mak­ta ve iki po­zis­yo­nu uz­laş­tır­ma ça­ba­sı­na gi­riş­mek­te­dir.” (2)
Ar­ka­daş­la­rın, Mit­tenz­wei’nin yaz­dık­la­rı­nı “uz­laş­tır­ma” gi­ri­şi­mi ola­rak an­la­ma­la­rı sa­nı­rım kul­lan­dı­ğı “dev­rim­ci de­mok­ra­si” kav­ra­mın­dan kay­nak­la­nı­yor. Oy­sa Mit­tenz­wei, –de­va­mın­da– “bur­ju­va ya­zar­la­rın” ve “sı­nıf­sal bağ­la­rı­nı ko­par­ma­yan­la­rın” “dev­rim­ci de­mok­ra­si”sin­den söz et­ti­ği­ni gös­te­ri­yor. De­mek ki bu­ra­da­ki “dev­rim­ci de­mok­ra­si” kav­ra­mı­nı “bur­ju­va de­mok­ra­si­si” ola­rak an­la­ma­mız ge­re­ki­yor. Za­ten Lu­kacs’ın po­li­tik, es­te­tik te­me­li­ni oluş­tu­ran “Blum Tez­le­ri” de “pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü”ne kar­şı “de­mok­ra­tik dik­ta­tör­lük” ge­ti­ri­yor­du ve bu­nun an­la­mı ol­sa ol­sa “bur­ju­va de­mok­ra­si­si”ydi.
Brecht’le Lu­kacs’ın ger­çek­çi­lik/sos­ya­list ger­çek­çi­lik tar­tış­ma­la­rın­da­ki te­mel kar­şıt­lı­ğı “ya­rat­ma tek­nik­le­ri”nde odak­laş­mış­tı. Ve bu kar­şıt­lık tam da Mit­tenz­wei’nin be­lirt­ti­ği gi­bi; Lu­kacs’ın bur­ju­va ger­çek­çi­le­ri­ne olan bağ­lı­lı­ğı­na kar­şın Brecht’in ye­ni tek­nik­ler ge­liş­tiril­me­sin­den ya­na olu­şun­da­dır. Tüm tar­tış­ma­lar­da Brecht, Lu­kacs’ın bur­ju­va ger­çek­çi­le­ri tek çı­kış nok­ta­sı ola­rak alan ve bu dar­lık için­de mo­dern sa­na­tı ta­ma­men dış­la­yan, ya­sak­çı ger­çek­çi­lik mo­de­li­ne kar­şı çık­tı. Brecht de Lu­kacs da Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin­den ra­hat­sız­dı­lar ve on­la­rın bir­bir­le­ri­ne olan kar­şıt­lık­la­rı, Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği­ne kar­şı da bir­bi­rin­den fark­lı eleş­ti­rel tu­tum al­ma­la­rı­nı sağ­la­dı. Ya­ni iki­si de eleş­ti­rel yak­laş­tı­lar ama bu on­lar için bir or­tak nok­ta de­ğil­di yi­ne de. Çün­kü çı­kış nok­ta­la­rı ken­di sa­nat mo­del­le­riy­di ve ça­tı­şı­yor­lar­dı. Yal­nız bu­ra­da açık­la­ma­mız ge­re­ken, her iki­si­nin de sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğe kar­şı eleş­ti­ri­le­ri­ni açık­ça yap­ma­dık­la­rı­dır. Bu­nun baş­lı­ca ne­de­ni –ka­ba­ca– ; na­zi­le­rin ik­ti­dar­da ol­du­ğu bir dö­nem­de, Sov­yet­ler Bir­li­ği’ne ve onun sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği­ne ya­pı­la­cak bir eleş­ti­ri­nin, “sos­ya­lizm düş­man­lı­ğı ve Hit­ler’e des­tek” ola­rak an­la­şı­la­ca­ğı­nı dü­şün­me­le­ri ola­bi­lir. Ay­rı­ca, Sta­lin ön­der­li­ğin­de­ki Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin cay­dı­rı­cı gü­cü de var­dır. Pek çok ay­dın, sa­nat­çı “ajan” di­ye suç­lan­mak­ta­dır ve bun­la­rın ara­sın­da Brech’tin de, Lu­kacs’ın da ar­ka­daş­la­rı bu­lun­mak­ta­dır. Böy­le­si­ne ge­ri­lim­li, iki­lem­li ve has­sas bir dö­nem­de eleş­ti­rel­li­ği “açık­ça” sür­dü­re­bil­mek zor­du. Bu zo­ru ba­şar­mak –mark­sist bir ge­rek­li­lik ol­ma­sı­na kar­şın– ola­nak­lı ol­ma­mış­tır ve bu­nu –o dö­ne­min öz­gül ko­şul­la­rı­nı da an­la­ya­rak– an­la­mak zo­run­da­yız…
Brecht’i bü­tün­sel de­ğer­len­dir­di­ği­miz­de, po­zis­yo­nu­nun “olum­lu an­lam­da tu­tar­lı” ol­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz. Tu­tar­lı­dır, çün­kü tüm eleş­ti­rel­li­ği­ne kar­şın Brecht, Sov­yet­ler Bir­li­ği’ne ve pro­le­tar­ya­ya bağ­lı­lı­ğı­nı hep ko­ru­muş­tur. Lu­kacs’ın bü­tün­sel de­ğer­len­di­ril­me­si ise, onun po­zis­yo­nu­nun “olum­suz an­lam­da tu­tar­lı” ol­du­ğu­nu gös­te­ri­yor. Tu­tar­lı­dır, çün­kü –sür­gün­de ya­şa­mak için Mos­ko­va’yı seç­miş ol­sa bi­le– ken­di­ni “iç­ten­lik­le” pro­le­tar­ya­nın ve Sov­yet­ler Bir­li­ği’nin ik­ti­da­rı­na ada­ma­mış­tır. Her iki­si­nin de po­zis­yon­la­rı­nın ger­çek­li­ği Sta­lin’in ölü­mün­den son­ra ta­mam­lan­mış­tır. Sta­lin öl­dük­ten son­ra Brecht,1955’te Mos­ko­va’ya gi­de­rek “Sta­lin Ba­rış Ödü­lü”nü alır­ken; Lu­kacs, an­ti-Sta­lin­ci­li­ği­ni dı­şa vu­ru­yor­du…
Bu­ra­ya ka­dar yaz­dık­la­rım­da, Brecht’in ve Lu­kacs’ın po­zis­yon­la­rı­nı ka­ba­ca gös­ter­di­ği­mi sa­nı­yo­rum. Ama, yi­ne de Gü­ney’li ar­ka­daş­la­rın, “Brecht’le Lu­kacs’ı uz­laş­tır­dı­ğım” ya­nıl­sa­ma­sı­na düş­me­me­le­ri için ve da­ha önem­li­si, Lu­kacs’ın po­zis­yo­nu­nun net­leş­me­si için, ya­zıl­ma­sı ge­re­ken­ler var. Böy­le­ce, Lu­kacs’ın sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğe kar­şı eleş­ti­rel­li­ği­nin bo­yu­tu­nu da gö­re­ce­ğiz…
Gü­ney’in ya­nı­tın­da, Lu­kacs de­ğer­len­dir­me­le­ri ağır­lık­lı ola­rak şun­lar­dı: “1950’ler­den iti­ba­ren ge­ri­ye dö­nük po­zis­yon­la­rı­nı bi­linç­li ola­rak fark­lı bi­çim­de ak­tar­ma­ya ça­ba gös­ter­miş ve ni­ha­yet Sta­lin’in ölü­mün­den son­ra, ken­di­si­nin geç­miş­ten be­ri ‘Sta­lin­ci po­li­ti­ka­ya’ kar­şı ol­du­ğu­nu ve ‘di­ren­di­ği­ni’ vb. id­dia et­miş­tir. Bu id­di­ala­rın ger­çek du­ru­ma uy­ma­dı­ğı bel­ge­ler­le ka­nıt­lı­dır.” “Lu­kacs’ın da­ha 1932 yı­lın­da ‘Jda­nov­cu sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğe kar­şı giz­li­den giz­li­ye kar­şı gö­rüş­ler üret­ti­ği’ vb. dü­şün­ce­ler ke­sin­lik­le doğ­ru de­ğil­dir ve bun­lar re­viz­yo­nist Lu­kacs’ın ta­rih çar­pıt­ma­la­rı ola­rak de­ğer­len­di­ril­mek zo­run­da­dır.” “Lu­kacs o dö­nem Sov­yet­ler Bir­li­ği’nde ge­liş­ti­ri­len ‘sos­ya­list ger­çek­çi­lik’e hiç­bir eleş­ti­ri ge­tir­me­miştir.” “Lu­kacs, Pro­let­kult’e kar­şı ‘re­aliz­mi’ sa­vu­nan akı­mın ön­de ge­len isim­le­rin­den­di.”
Lu­kacs’la il­gi­li bu de­ğer­len­dir­me­ler­de doğ­ru yan­lar da var, ama par­ça­la­rı bir­leş­tir­di­ği­miz­de tam doğ­ru­yu bu­la­bi­li­riz… Ön­ce Lu­kacs’ın ki­şi­li­ği­ni an­la­ma­mız ge­re­ki­yor: “Ger­çek­ten de Lu­kacs, da­ima po­li­ti­ka­nın oda­ğın­da bu­lun­ma­yı is­te­miş, bu yüz­den de ge­rek Sov­yet­ler’de bu­lun­du­ğu sü­re için­de ge­rek­se Ma­ca­ris­tan’da ya­şa­dı­ğı sı­ra­da, ik­ti­dar­da­ki güç den­ge­le­ri bağ­la­mın­da ge­liş­ti­ril­miş tez­le­ri do­la­yı­sıy­la bir sağ bir sol sap­ma ile suç­lan­mış, ha­yat­ta ka­la­bil­mek ama­cıy­la yap­tı­ğı öze­leş­ti­ri­ler ise hem ku­ram­sal hem si­ya­sal ko­nu­mu­nu iyi­ce bu­la­nık­laş­tır­mış­tır.”(3)
Lu­kacs’ın 1923’te ya­yım­la­dı­ğı Ta­rih ve Sı­nıf Bi­lin­ci ki­ta­bı, 1924’te top­la­nan Ko­münist En­ter­nas­yo­nal’in 5. Kong­re­sin­de sert bir şe­kil­de eleş­ti­ril­miş ve Lu­kacs “re­viz­yo­nist­lik­le” suç­lan­mış­tı. Onun 1920’de Ko­mü­nizm der­gi­si­ne yaz­dı­ğı, “Par­la­men­ta­riz­min So­ru­nu Üze­ri­ne” ad­lı ya­zı­sın­dan son­ra, Le­nin ta­ra­fın­dan “sol­cu ra­di­kal, an­ti­par­la­men­ter” tu­tum al­mak­la suç­lan­dı­ğı da bi­li­ni­yor. 1928’de ise tüm po­li­tik, es­te­tik ko­nu­mu­nun te­me­li sa­yı­lan “Blum tez­le­ri”ni ha­zır­la­yan Lu­kacs, bu kez de, Ko­mü­nist En­ter­nas­yo­nal Yü­rüt­me Ko­mi­te­si ta­ra­fın­dan, “pro­le­tar­ya dik­ta­tör­lü­ğü ye­ri­ne, bur­ju­va de­mok­ra­tik dik­ta­tör­lü­ğü öner­di­ği için” sert bir tep­ki alır. Bun­lar­la ye­tin­me­yen Lu­kacs, 1948’de Genç He­gel ki­ta­bı­nı ya­yım­lar, 1949’da Fran­sa’da He­gel Kon­fe­ran­sı’na ka­tı­lır ve bu dö­nem­de de “ede­bi­yat te­ori­si­nin Blum tez­le­ri­ne da­yan­dı­ğı”, “sos­ya­list ger­çek­çi­lik ve ye­ni Sov­yet ede­bi­ya­tı ya­nın­da ol­ma­dı­ğı” ve “sağ sap­ma için­de ol­du­ğu” suç­la­ma­la­rıy­la kar­şı­la­şır.
Tüm bu suç­la­ma­lar­dan son­ra de­fa­lar­ca öze­leş­ti­ri ya­pan Lu­kacs’ın ki­şi­li­ği or­ta­da­dır. O, Ta­rih ve Sı­nıf Bi­lin­ci’nin 1967 ba­sı­mı­na yaz­dı­ğı “te­kin ol­ma­yan” ön­sö­zün­de; “Bir öze­leş­ti­ri ya­yın­la­ya­bil­mek için do­ğal ola­rak ege­men res­mi jar­go­nu be­nim­se­mek, ken­di­mi ona uy­dur­mak zo­run­day­dım.” di­yor. Bu­na inan­mak zo­run­da­yız ve Lu­kacs’ın –Gü­ney’in de sa­hip­len­di­ği dö­ne­mi– iş­te bu “ken­di­ni uy­dur­ma dö­ne­mi” olu­yor. Kat­kı­la­rı red­de­di­le­mez, ama tü­kür­dük­le­ri­ni bu ka­dar çok ya­la­yan bir mark­sis­tin iç­ten­li­ğin­den söz edi­le­mez. Wal­ter Ben­ja­min’in Brecht’le 1938’de­ki söy­le­şi­sin­de de Lu­kacs’ın ko­nu­mu açık­la­nır: “Lu­kacs’ı, Ga­bot’u, Ku­rel­la’yı kas­te­de­rek, ona di­yo­rum ki: ‘An­la­şı­lan bu in­san­lar­dan bir­şey bek­le­me­mek ge­re­ki­yor.’ Brecht: ‘Da­ha doğ­ru­su, tek bir sah­ne­yi bun­lar­la ger­çek­leş­ti­re­bil­sen de, oyu­nun tü­mü­nü as­la bun­lar­la sah­ne­ye ko­ya­maz­sın. Açık ko­nu­şur­sak, on­lar, ürün ve­ril­me­si­ne düş­man­lar. (…) Ap­pa­ratc­hik (gü­cü­nü, kim­li­ği­ni hi­ye­rar­şik par­ti içi ko­nu­mun­dan al­dı­ğı için bü­rok­ra­tik, mer­ke­zi­yet­çi, ‘res­mi’ gö­rüş­lü par­ti yet­ki­li­si) ro­lü oy­na­mak, baş­ka­la­rı üze­rin­de de­ne­tim kur­mak is­ter­ler.”(4) Brecht’in ya­kış­tır­ma­sıy­la “ap­pa­ratc­hik ro­lü oy­na­yan” Lu­kacs’ın, ken­di­ni ve­ri­li ola­na ga­yet iyi uy­dur­du­ğu­nu gö­rü­yo­ruz ve bu “uyum” ko­nu­suy­la il­gi­li Ador­no’nun da tes­pit­le­ri var: “(…) otuz yı­lı aş­kın bir sü­re yaz­dı­ğı ki­tap ve ma­ka­le­le­rin­de, o eş­siz ye­te­ne­ği­ni Sov­yet­ler­de­ki sa­vun­du­ğu bu yö­ne­tim fel­se­fe­si­nin ara­cı du­ru­mu­na in­dir­ge­miş bu­lu­nan dal­ka­vuk­ça yal­tak­lan­ma­lar­la, dü­şü­nü­rü bas­kı al­tı­na alan if­lah bul­maz kı­sır­lı­ğın ege­men ol­du­ğu bir or­tam­da ça­lış­ma­ya, bu or­ta­ma uyum gös­ter­me­ye mec­bur ol­muş­tur.”(5)
Lu­kacs’ın iç­ten­lik­li de­ğil de, “ken­di­ni uy­dur­ma” po­zis­yo­nun­da ol­du­ğu­nu ye­te­rin­ce gös­te­re­bil­di­ği­mi sa­nı­yo­rum.
Lu­kacs’ın ger­çek­çi­lik an­la­yı­şı­nı ir­de­le­di­ği­miz­de, sos­ya­list ger­çek­çi­lik­le uyuş­ma­yan yan­la­rı­nı gör­mek zor de­ğil. Onun Rus mo­der­nist sa­nat akım­la­rı­nın tas­fi­ye edil­me­sin­de, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğe kat­kı­da bu­lun­ma­sı an­la­şı­lır bir şey­dir. Çün­kü Lu­kacs’a gö­re, kla­sik bur­ju­va ger­çek­çi­li­ği­nin dı­şın­da ka­lan ve fark­lı bi­çim­ler­de ken­di­ni or­ta­ya ko­yan sa­nat an­la­yış­la­rı top­tan “ya­ban­cı­laş­ma” için­de­dir. Yi­ne, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin bir dö­nem yan­lış ola­rak –rö­ne­sans’a, kla­sik­le­re du­yu­lan il­gi­yi mut­lak­laş­tı­ra­rak– oluş­tur­du­ğu ege­men bi­çim (tek bi­çim de­ğil) an­la­yı­şıy­la, Lu­kacs’ın ger­çek­çi­li­ği­nin bi­çim an­la­yı­şı da ben­zeş­mek­te­dir. Çün­kü Lu­kacs, bur­ju­va ger­çek­çi­le­ri­ne olan hay­ran­lı­ğı bağ­la­mın­da, salt on­la­rın bi­çim­le­ri­ni öne­ren “dog­ma­tik” bir an­la­yış­ta­dır. Bu ben­zer­lik­le­re kar­şın, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin –özel­lik­le 30’lu yıl­la­rın ikin­ci ya­rı­sın­da baş­la­yan ve 40’lı yıl­la­rın so­nu­na dek sü­ren– (ger­çek ça­tış­ma ve çe­liş­ki­le­rin doğ­ru yan­sı­tıl­ma­sı­na da­ya­nan “ta­rih­sel iyim­ser­lik” an­la­yı­şı­nın ye­ri­ne) “sah­te iyim­ser­lik” akı­mı, sa­na­tın etik/es­te­tik ge­liş­me­si­ni da­ral­tan “ki­şi­ye tap­ma” ve ger­çek ya­şam­la bi­re­bir ör­tüş­me­yen “şe­ma­tik” an­la­yış­lar Lu­kacs’ın benim­se­ye­me­ye­ce­ği şey­ler­di. 1934’te Sov­yet Ya­zar­lar Bir­li­ği’nin bi­rin­ci kong­re­sin­de Jda­nov; “Sov­yet ede­bi­ya­tı kah­ra­man­la­rı­mı­zı yan­sıt­ma­yı bil­me­li­dir, ya­rın­la­rı­mı­za bak­ma­yı bil­me­li­dir. Bu, onun ha­yal­ci ol­ma­sı­nı ge­tir­mez, çün­kü ya­rın­la­rı­mız bi­linç­li ve yön­tem­li bir ça­lış­may­la bu­gün­den ya­ra­tıl­mak­ta­dır.”(6) di­ye­rek –ve baş­ka de­dik­le­riy­le bir­lik­te– bir an­lam­da “ki­şi­ye tap­ma”, “sah­te iyim­ser­lik” ve “şe­ma­tizm” an­la­yış­la­rı­nın yo­lu­nu açı­yor­du. Bu­na kar­şın Sov­yet­ler­de ya­şar­ken yaz­dı­ğı ba­zı ya­zı­la­rı­nı (or­ta­la­ma ola­rak 1938 yı­lın­da yaz­dık­la­rı) top­la­dı­ğı, Av­ru­pa Ger­çek­çi­li­ği ad­lı ki­ta­bı­na yaz­dı­ğı 1948 ta­rih­li ön­söz­de Lu­kacs şun­la­rı ya­zı­yor­du: “Ya­rat­tı­ğı tip­le­rin ev­ri­mi­ni ken­di is­te­mi­ne gö­re yö­ne­ten bir ya­zar ha­ki­ki bir ger­çek­çi de­ğil­dir, ger­çek­ten iyi bir ya­zar bi­le de­ğil­dir.” Lu­kacs’ın bu dü­şün­ce­si, En­gels’in; “Bal­zac’ın kral­cı ol­du­ğu hal­de kral­cı fe­odal Fran­sa’nın acı­ma­sız­ca eleş­ti­ri­si­ni yap­tı­ğı” dü­şün­ce­sin­den ha­re­ket edi­yor­du. Lu­kacs’ın ömür bo­yu sa­vun­du­ğu ve öner­di­ği “ger­çek­çi­lik” an­la­yı­şı­nın özü buy­du. Bu ise, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin, özel­lik­le ese­rin ya­ra­tı­mı sü­re­cin­de sa­nat­çı­nın/ya­za­rın ide­olo­jik ko­nu­mu­nu (sos­ya­list­li­ği­ni vb.) önem­se­yen ve hat­ta ge­rek­si­nen il­ke­si­ne ters­tir. Çün­kü; “bir ya­zar, ka­pi­ta­list ül­ke­ler­de­ki ha­liy­le, ih­ti­lal­ci iş­çi sı­nı­fı­nın gö­rüş tar­zı­nı, ya da sos­ya­list ül­ke­ler­de­ki ha­liy­le, yö­ne­ti­ci sı­nıf olan iş­çi sı­nı­fı­nın gö­rüş tar­zı­nı be­nim­se­me­dik­çe sos­ya­list ger­çek­çi­lik ola­maz.”(7)
Lu­kacs’ın Mos­ko­va’day­ken yaz­dık­la­rın­da, Rus kla­sik ger­çek­çi­li­ği­nin ye­ni Sov­yet ede­bi­ya­tı için ör­nek alın­ma­sı ge­rek­ti­ği dü­şün­ce­siy­le kar­şı­la­şı­yo­ruz. Bu çok do­ğal­dır, çün­kü Lu­kacs böy­le­ce ken­di ger­çek­çi­li­ği­ni sa­vun­muş olu­yor­du. “Ka­pi­ta­liz­min ya­pı­sı­nı çok az an­la­mış olan ve emek­çi sı­nı­fı­nın dev­rim­ci ha­re­ke­tin­den hiç an­la­ma­yan Tols­toy’un, bu­na kar­şın baş­kal­dı­ran köy­lü sı­nı­fı­nın gö­rüş açı­sın­dan üret­ti­ği”ni sap­ta­yan tek eleş­tir­me­nin Le­nin ol­du­ğu­nu söy­le­di­ği “Tols­toy ve Ger­çek­çi­li­ğin Ge­li­şi­mi” ad­lı ya­zı­sın­da, şun­la­rı da söy­lü­yor Lu­kacs: “(…) sos­ya­list ger­çek­çi ede­bi­yat, Mak­sim Gor­ki gi­bi sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin ku­sur­suz ör­nek­le­ri­ni ya­rat­mış ve ay­nı za­man­da bur­ju­va ger­çek­çi­li­ği­nin bü­yük ge­le­nek­le­ri­ne her şey­den ön­ce Tols­toy’un ya­pı­tıy­la bağ­lı olan bir ya­za­ra ken­di bü­yük kla­si­ği gö­züy­le ba­ka­bi­lir.”(8)
En­gels’in “Bal­zac”, ve Le­nin’in de “Tols­toy” sap­ta­ma­la­rı, iki ya­za­rın ger­çek­çi­lik­le­ri­ni çö­züm­le­me bağ­la­mın­da de­ğer­len­di­ril­me­li­dir. Yok­sa bir ger­çek­çi­lik mo­de­li ola­rak alı­nır­lar­sa, Lu­kacs’da ol­du­ğu gi­bi, ka­tı bir ger­çek­çi­lik an­la­yı­şı­nın te­me­li ola­bi­lir­ler. Çün­kü, sos­ya­list ger­çek­çi­lik, ger­çek ya­şam­da­ki ça­tış­ma ve çe­liş­ki­le­rin bel­li top­lum­sal ko­şul­la­rın ürü­nü ol­du­ğu­nu gö­re­bi­len ve bu ça­tış­ma ve çe­liş­ki­le­rin an­cak sos­ya­lizm­le aşı­la­bi­le­ce­ği­ni bi­len sa­nat­çı­la­rın ger­çek­çi­li­ği­dir. Çün­kü –Brecht’in de­yi­miy­le– “sa­nat­ta ger­çek­çi olan, baş­ka alan­lar­da da ger­çek­çi” ol­ma­lı­dır. Çün­kü Krap­çen­ko’nun be­lirt­ti­ği gi­bi; “Sos­ya­list ger­çek­çi­lik, yal­nız­ca dün­ya­yı bil­me ve es­te­tik­sel ola­rak özüm­le­me yön­te­mi de­ğil, ama ay­nı za­man­da sa­nat­sal bul­gu­la­ma yön­te­mi­dir de.”(9)
Bal­zac­la­rın, Tols­toy­la­rın ken­di­li­ğin­den­ci ger­çek­çi­li­ği­nin sos­ya­list ger­çek­çi­lik için model alı­na­ma­ya­ca­ğı açık­tır. Kla­sik ger­çek­çi­ler­den ya­rar­lan­mak baş­ka­dır, Lu­kacs gi­bi, on­la­rı bi­re­bir bu­gü­ne ek­lem­le­mek ise da­ha baş­ka­dır.
Lu­kacs’ın ger­çek­çi­li­ğin­de –Bal­zac ve Tols­toy’da gör­dü­ğü­müz gi­bi– “eleş­ti­rel­lik” iç­seldir ve bir dö­nem sos­ya­list ger­çek­çi­lik­te eleş­ti­rel tu­tum­la­ra ta­ham­mül edi­le­me­di­ği de bir ger­çek­lik­tir. İş­te bu ta­ham­mül­süz­lük dö­ne­min­de bi­le Lu­kacs, –do­lay­lı da ol­sa– eleş­ti­rel­li­ği sa­vu­nu­yor­du: “Sos­ya­list bir top­lu­mun bir ger­çek­lik ha­li­ne gel­di­ği bu­gün bi­le, Gor­ki’den ar­tık öğ­re­ne­cek şe­yi­miz kal­ma­dı­ğı­nı dü­şün­mek ha­ta olur. Sta­lin’in, in­san­la­rın var­lık­la­rın­da ve bi­linç­le­rin­de ka­pi­ta­liz­min ka­lın­tı­la­rı­nı yen­mek ge­rek­ti­ği ko­nu­sun­da­ki uya­rı­sı, Gor­ki’nin ya­pıt­la­rı­nın bu gö­rü­nü­mü­nün na­sıl hâ­lâ can­lı ol­du­ğu­nu an­sıt­mak­ta­dır bi­ze.”(10)
Lu­kacs, sos­ya­list ger­çek­çi­lik­te ger­çe­ğe uy­ma­yan şe­ma­tik tip­le­rin göz­de ol­du­ğu dö­nem­de de, –yi­ne do­lay­lı ola­rak– eleş­ti­rel dü­şün­ce­le­ri­ni ya­za­bi­li­yor­du: “Bu ara­da öz­nel ede­bi ön­yar­gı­lar ya­ra­rı­na bü­yük ya­şam ol­gu­su­nu çar­pıt­mak ve kü­çült­mek­le iki kez suç­la­dı­ğı Le­onid And­re­yev’le il­gi­li anı­la­rın­da ne­ler söy­le­di­ği okun­ma­ya de­ğer. Gor­ki şöy­le söy­ler ora­da: ‘Ger­çek­li­ği­miz­de­ki ba­zı şey­ler, ya­ni ol­duk­ça en­der ve olum­lu şey­ler, ta­ma­men ol­du­ğu gi­bi be­tim­len­me­li, baş­ka tür­lü de­ğil.’ Da­ha son­ra şöy­le der: ‘İde­al in­sa­ni duy­gu­la­rın böy­le en­der be­lir­ti­le­ri­nin, her­han­gi bir gü­zel dog­ma ha­tı­rı­na, bir sa­nat­çı ta­ra­fın­dan key­fi ola­rak çar­pı­tıl­ma­sı­na hâ­lâ ra­zı ola­mı­yo­rum.’”(11)
Sa­nat­ta ye­ni tek­nik­le­rin de kul­la­nıl­ma­sı ge­rek­ti­ği­ni sa­vu­nan sa­nat­çı­la­ra kar­şı, ken­di ger­çek­çi­lik an­la­yı­şı­nı da­ya­tan Lu­kacs’ın, Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği­ni ken­di ger­çek­çi­lik an­la­yı­şı bağ­la­mın­da de­ğer­len­di­rip/des­tek­le­yip (hat­ta onun­la bağ­la­şıp) da­yat­ma­cı­lı­ğı­nı da­ha da güç­len­dir­mek is­te­di­ği­ni dü­şü­ne­bi­li­riz. Ama bek­len­ti­le­ri­nin ger­çek­leş­me­ye­ce­ği­ni an­la­yın­ca, ken­di ger­çek­çi­lik an­la­yı­şı­na iha­net et­me­den, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğe kat­kı sun­ma­yı seç­miş­tir. Sos­ya­list ger­çek­çi­lik­le açık bir ça­tış­ma­yı gö­ze ala­ma­mış, ça­tış­tı­ğı du­rum­lar­da, ba­zen Bal­zac ve Tols­toy’dan ve da­ha çok da Gor­ki’den ha­re­ket­le –do­lay­lı yol­dan– eleş­ti­rel tu­tum için­de ol­muş­tur. Ama ço­ğun­luk­la da ye­ni Sov­yet ede­bi­ya­tın­dan uzak du­ra­rak eleş­ti­rel­li­ği­ni sak­lı tut­ma­ya ça­lış­mış­tır… “Ger­çek­ten Lu­kacs Mos­ko­va’da ya­şar­ken bi­le (Rus­ça ko­nuş­maz, yaz­maz, oku­maz­dı) Sov­yet ede­bi­ya­tı ile il­gi­len­me­di. Bu ko­nu­da­ki en ay­rın­tı­lı ya­zı­sın­da Ale­xan­der Sol­je­nit­sin’i ko­nu edin­di. Ay­nı ya­zı­da ‘kla­sik’ Sov­yet ya­zar Fa­de­yev’in (Genç Mu­ha­fız­lar) kor­kunç öl­çü­de sa­nat­tan yok­sun ol­du­ğu­na de­ğin­di. Ay­rı­ca Sol­je­nit­sin ile il­gi­len­me­si rast­lan­tı de­ğil­dir. Bu de­ne­me­sin­de kul­lan­dı­ğı söz­cük­ler in­ce­le­ne­cek olur­sa, bir çe­şit He­gel­ci onay söz­cük­le­ri gö­ze çar­par.”(12)
Net­leş­tir­me­ye ça­lış­tı­ğım Lu­kacs fo­toğ­ra­fı­nı da­ha da net­leş­ti­re­cek alın­tı­lar yap­mak is­ti­yo­rum: Lu­kacs’la il­gi­li bir söy­le­şi­de İst­van Més­za­ros’a so­ru so­ran­lar şu tes­pi­ti ya­pı­yor­lar: “Ki­mi­le­ri­ne gö­re en­tel­lek­tü­el dü­zey­de bu tar­tı­şı­lır, He­gel’in mev­cut du­rum­la uz­laş­ma üze­rin­de­ki vur­gu­su yü­zün­den He­gel’e olan hay­ran­lık, Lu­kacs’ın Sta­lin­ci­lik­le uz­laş­ma­sı­nı gös­te­rir.” Més­za­ros ise şu ya­nı­tı ve­ri­yor: “Ben­ce bu çok ba­sit bir dü­şü­nüş, çün­kü Lu­kacs –ken­di ta­ri­hi ve ge­li­şi­mi için­de de bel­ge­len­di­ği gi­bi– Sta­lin­ci­lik­le hiç de uz­laş­mış de­ğil­di. Di­ler­se­niz Sta­lin­ci­li­ğe da­yan­dı di­ye­lim, bu bam­baş­ka bir şey. Ama Genç He­gel ki­ta­bı, Sta­lin­ci­lik­le uz­laş­tı­ğı­nı öne sür­me­nin ke­sin­lik­le an­lam­sız bir iş ol­du­ğu­nu gös­te­rir, çün­kü o ki­tap açık­ça, He­gel’e at­fe­di­len Sta­lin­ci yak­la­şım­la­ra kar­şı çık­mak üze­re ya­zıl­mış­tı. Sta­lin’in He­gel yo­ru­mu, bu­nun Fran­sız Dev­ri­mi kar­şı­sın­da aris­tok­rat bir tep­ki ol­du­ğuy­du, oy­sa Lu­kacs, Fran­sız Dev­ri­mi’ne du­yu­lan iç­ten bir bağ­lı­lık ol­du­ğu­nu gös­te­rir.”(13)
Ar­tık ya­yım­lan­ma­yan Ko­puş der­gi­sin­de Lu­kacs’la il­gi­li bir der­le­me­de de şun­lar var: “1941’de, 1920’ler­den be­ri Troç­kist bir ajan ol­mak­la suç­la­na­rak Mos­ko­va’da tu­tuk­lan­dı (Her za­man açık söz­lü bir an­ti-Troç­kist ol­ma­sı ger­çe­ği­ne kar­şın). Ko­mün­tern baş­ka­nı Ge­or­gi Di­mit­rov’un ki­şi­sel ola­rak ara­ya gir­me­siy­le ser­best bı­ra­kıl­dı. Bu olay bi­le Lu­kacs’ın bağ­lı­lı­ğı­nı sars­ma­dı.”(14)
Lu­kacs, Brecht, Ben­ja­min ve Ador­no üze­ri­ne in­ce­le­me­sin­de Eu­ga­ne Lunn ise şun­la­rı ya­zı­yor: “Par­ti dü­ze­ni­nin üret­ti­ği bir ede­bi­ya­ta yö­nelt­ti­ği eleş­ti­ri­nin ve bu ede­bi­ya­tın aji­tas­yon dü­ze­yin­de ka­lan de­ğe­ri hak­kın­da öne sür­dü­ğü yar­gı­nın, Rus­ya’da res­mi ola­rak kut­san­mış uy­gu­la­ma­yı doğ­ru­dan he­def al­dı­ğı ve bu tu­tum­la­rın za­man za­man Lu­kacs’ı teh­li­ke­ye sok­tu­ğu doğ­ru­dur.”(15)
Gü­ney’li ar­ka­daş­la­ra gö­re “te­kin” ol­sun ya da ol­ma­sın, Lu­kacs’la il­gi­li in­ce­le­ye­bil­di­ğim tüm eser­le­rin bir­leş­ti­ği nok­ta, bu­ra­ya ka­dar gös­ter­dik­le­rim­dir. Lu­kacs, “Bü­yük Ger­çek­çi­lik”in­den hiç ödün ver­me­miş­tir, tu­tar­lı­dır… Bel­li ara­lık­lar­la suç­lan­ma­sın­dan da an­la­dı­ğı­mız gi­bi, He­gel­ci­lik’ten de vaz­geç­me­miş­tir, tu­tar­lı­dır… İş­te “olum­suz tu­tar­lı­lık” de­di­ğim şey de bu­dur. Sta­lin’in ölü­mün­den son­ra ya­yım­la­dı­ğı, Çağ­daş Ger­çek­çi­li­ğin An­la­mı ad­lı ki­ta­bı da sö­zü­nü et­ti­ğim tu­tar­lı­lı­ğın bir par­ça­sı­dır. Lu­kacs’ın bu ki­ta­bı, 20’ler­den be­ri oluş­tur­du­ğu ger­çek­çi­lik an­la­yı­şı­nın bir de­va­mı olu­yor ve da­ha ön­ce söy­le­ye­me­dik­le­ri­ni de içe­ri­yor. Gü­ney’li ar­ka­daş­la­rın, Lu­kacs’ın bu ki­tap­ta­ki an­ti-Sta­lin­ci söy­lem­le­ri­ni dik­ka­te alıp, onu “re­viz­yo­nist” ve “sah­te­kar” ola­rak suç­la­ma­la­rı bir şey ifa­de et­mi­yor. Bu suç­la­ma­la­ra Lu­kacs baş­tan be­ri alı­şık­tır ve onun olum­suz tu­tar­lı­lı­ğı­nın ay­rıl­maz par­ça­sı­dır­lar za­ten… Ama Gü­ney’li ar­ka­daş­lar zah­met edip de ki­ta­bı in­ce­le­se­ler­di, onun Sov­yet­ler Bir­li­ği’nde ya­şar­ken yaz­dık­la­rı­nın de­va­mı­nı yaz­dı­ğı­nı gö­rür­ler­di. Da­ha­sı, “re­viz­yo­nist” ve “sah­te­kar” Lu­kacs’ın, sos­ya­list ger­çek­çi­lik eleş­ti­ri­le­ri­nin, za­man za­man ken­di­le­ri­nin sos­ya­list ger­çek­çi­lik eleş­ti­ri­le­riy­le ben­zeş­ti­ği­ni de gö­re­cek­ler­di…
Hak­kı­nı ye­me­mek ge­re­ki­yor, Ta­rih ve Sı­nıf Bi­lin­ci’nin “te­kin ol­ma­yan” 1967 ta­rih­li ön­sö­zün­de “re­viz­yo­nist” ve “sah­te­kar” Lu­kacs, “dü­rüst­lük” ya­pı­yor: “Blum tez­le­ri­ne iliş­kin ön­ce­ki öze­leş­ti­riy­le ara­da­ki fark ‘yal­nız­ca’, Ta­rih ve Sı­nıf Bi­lin­ci’nin ya­nıl­gı­lı ol­du­ğu­na iç­ten­lik­le inan­mam ve bu­gün de inan­mak­ta ol­mam­dır (abç. A.A.).”(16)
Lu­kacs ko­nu­su­nu da­ha da uzat­mak is­te­mi­yo­rum. Brecht’in be­lirt­ti­ği gi­bi, ger­çek­ten de onun­la tek bir sah­ne ger­çek­leş­ti­ri­le­bil­miş, oyu­nun tü­mü­nü sah­ne­le­mek ola­nak­lı ol­ma­mış­tır…

 

SSCB’de gül­mek ya­sak mı?

Ei­sens­te­in (Ay­zenş­tayn) 1929 yı­lın­da Pa­ris’te­dir ve bin ki­şi­lik sa­lon­da üç bin ki­şi­nin kar­şı­sın­da ko­nuş­mak­ta­dır. Bir bu­çuk sa­at­lik zevk­li ko­nuş­ma­sın­dan son­ra, film gös­te­ri­le­ri ve ko­nuş­ma­la­rın­da hiç ek­sik ol­ma­yan ajan pro­vo­ka­tör­ler­den bi­ri ona bir so­ru so­rar; “‘SSCB’de gül­me­nin ya­sak ol­du­ğu doğ­ru mu?’ Bu so­ru üze­ri­ne Ei­sens­te­in’ın yü­zün­de iç­ten bir gü­lüm­se­me be­lir­di. Bu­nu bir kah­ka­ha iz­le­ye­cek­ti. Kı­sa sü­re­de bu gül­me her­ke­se bu­laş­mış­tı. Onun ya­nı­tı buy­du.”(17)
Ei­sens­te­in’in “gül­me” ya­nı­tı tam ye­rin­de­dir; film­le­rin­de­ki gi­bi de­rin­lik­li ve ya­ra­tı­cı­dır… Onun gül­me­si, ge­le­ce­ğin in­sa­nı­nın gül­me­si­ni yan­sı­tı­yor… Ama o gü­lüş, ba­şın­dan be­ri Ekim Dev­ri­mi­’ni al­çak­ça ku­şa­tan­la­rın za­val­lı­lık­la­rı­na yö­ne­li­yor­du da­ha çok… ge­le­cek­ten…
Ben­ja­min ve Brecht –an­cak 1966’da ya­yım­la­nan– 1938 ta­rih­li söy­le­şi­de şun­la­rı ko­nu­şu­yor­lar­dı: “Ye­ni Sov­yet ro­man­la­rı üze­ri­ne ko­nu­şu­yo­ruz. Oku­mu­yor­duk bun­la­rı ar­tık. Ko­nu bu yüz­den şi­ire dön­dü. Das Wort’da SSCB’de­ki çe­şit­li dil­ler­den çev­ril­miş bir yı­ğın şi­ir­den sö­zet­tik. Brecht bu ül­ke­de­ki şa­ir­le­rin zor bir dö­nem­de ya­şa­dık­la­rı­nı söy­lü­yor. ‘Bir şi­ir­de Sta­lin’in adı geç­mez­se, bu bir kö­tü ni­yet be­lir­ti­si sa­yı­lı­yor’.”(18)
On­ca ku­şat­ma­nın kar­şı­sın­da ke­net­len­me­nin ba­zı be­del­le­ri ola­bi­li­yor ve sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin bir dö­nem ba­şı­na ge­len de bu­dur. Jda­nov, Sov­yet Ya­zar­la­rı 1. Kong­re­sin­de; “Sa­yı­sız si­la­ha sa­hip­si­niz. Sov­yet ede­bi­ya­tı her tür­den si­la­hı (an­la­tım, bi­çim ve ede­bi ya­ra­tı­cı­lık yön­tem­le­ri) çe­şit­li­li­ği ve bü­tün­lü­ğü için­de ve bu alan­da da­ha ön­ce­ki çağ­lar­da ya­ra­tıl­mış iyi olan ne var­sa alıp kul­lan­mak yö­nün­de her tür­lü ola­na­ğa sa­hip­tir. Bu açı­dan, tek­nik us­ta­lık ka­zan­mak ve ön­ce­ki çağ­la­rın ede­bi­yat mi­ra­sı­nı eleş­ti­ri­ci bir bi­çim­de özüm­le­mek, bir gö­rev­dir. Öy­le ki bu gö­re­vi ye­ri­ne ge­tir­me­den, in­san ru­hu­nun mi­ma­rı ola­bil­mek müm­kün de­ğil­dir.”(19) de­miş, ama bu gö­rev tam ola­rak ba­şa­rı­la­ma­mış­tır. Jda­nov’un ede­bi­yat ve sa­nat­la il­gi­li ulu­sal­cı söy­lem­le­ri­ni red­de­de­rek, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin –salt Sov­yet­ler Bir­li­ği dö­ne­mi­nin de­ğil– tüm ezi­len­le­rin, sö­mü­rü­len­le­rin sa­na­tı ol­du­ğu­nu söy­le­ye­bi­li­riz.
Ede­bi­yat ve Eleş­ti­ri der­gi­sin­de Ah­met Yıl­dız, Ta­rık Ali’yle yap­tı­ğı söy­le­şi­de so­ru­yor: “Na­sıl sos­ya­lizm, bir da­ha es­ki yo­lu iz­le­ye­rek de­ğil de, el­bet­te di­ya­lek­tik ge­li­şi­mi için­de ye­ni­den baş­ka bir bi­çim­de in­şa edi­le­cek­se, sos­ya­list­le­rin sa­na­tı da sos­ya­list ger­çek­çi ol­ma­ya­cak ve ye­ni­den bir in­şa­ya ge­rek­si­ni­mi var. Biz bu ye­ni olu­şu­ma, ye­ni sa­na­ta na­sıl bi­çim ve­re­bi­li­riz? Ve­re­bi­lir mi­yiz? Ver­me­li mi­yiz?”(20) Yıl­dız’a ya­nıt ola­rak sor­mak ge­re­ki­yor; “Bir sos­ya­lizm de­ne­me­si ba­şa­rı­sız ol­du di­ye ‘sos­ya­lizm’ kav­ra­mın­dan vaz­ge­çe­bi­li­yor mu­su­nuz?”, “O hal­de bir dö­nem ba­şa­rı­sız ol­du di­ye, sos­ya­list ger­çek­çi­lik kav­ra­mı­nı na­sıl red­de­de­bi­li­yor­su­nuz?”
Sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin yan­lış­lı, ek­sik­li dö­ne­mi­ni mut­lak­laş­tı­ra­rak on­dan kur­tul­ma­yı dü­şün­mek bi­zim için ge­çer­li ola­maz. Di­ya­lek­tik ge­li­şim, sos­ya­list ger­çek­çi­lik için de ge­çer­li­dir ve bu ge­li­şim için­de bü­yük sa­nat­çı­lar, bü­yük eser­ler ya­ra­tıl­mış­tır. Ge­li­şim ve de­ği­şim bu an­lam­da son­suz­dur ve sür­mek­te­dir. Bin yıl­la­rın in­sa­ni bi­ri­ki­mi­ni özüm­se­ye­rek il­ke­le­ri­ni onun üze­ri­ne kur­muş olan ve sı­nıf­lar sa­va­şın­da ezi­len­ler­den, sö­mü­rü­len­ler­den ya­na üre­ten sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin dı­şın­da bir “ye­ni sa­nat”, “ye­ni olu­şum” öz­le­mi, is­ter is­te­mez post­mo­dern özel­lik­te ola­cak­tır. Oy­sa post­mo­der­nizm ba­tak­lı­ğı­nın ku­ru­tul­ma­sı için de sos­ya­list ger­çek­çi­lik cep­he­sin­den dü­şün­mek ve üret­mek ge­re­ki­yor. Çün­kü ger­çek­li­ği bu­lan­dı­ran post­mo­der­niz­me kar­şı ko­ya­cak olan sa­nat di­sip­li­ni, sı­nıf ça­tış­ma­la­rı­nı gö­rü­nür kı­lan ve bu ça­tış­ma­lar­dan kay­nak­la­nan yan­lış bi­linç du­rum­la­rı­nı da eleş­ti­ren sos­ya­list ger­çek­çi­lik­tir.
Ezi­len­le­rin, sö­mü­rü­len­le­rin ik­ti­da­rın­dan ya­na ol­du­ğu­nu söy­le­yen­le­rin de post­modern ka­fa ka­rı­şık­lı­ğı için­de ol­du­ğu­nu gör­dük­çe üzü­lü­yor in­san…; Ara­besk­çi Ah­met Ka­ya, ma­ga­zin ga­ze­te­ci­le­ri­nin ver­di­ği ödü­lü alır­ken ağ­zın­dan ka­çır­dı­ğı laf­lar­dan son­ra, ran­tı­nı ye­di­ği or­tam­dan dış­la­nıp, sür­gün­de ya­şa­mak zo­run­da kal­mış ve Kürt­le­rin göz­be­be­ği ol­muş­tu. Son­ra, za­man­sız ölü­mü, ölüm ilan­la­rı, baş­sağ­lı­ğı me­saj­la­rı… Ölü­mü­ne üzül­mek baş­ka, ölü­mü­nün onun “sa­nat­sal ni­te­lik­siz­li­ği­ni” giz­le­me­si­ne ya da yü­celt­me­si­ne izin ver­mek baş­ka bir şey­dir. 21 Ka­sım 2000 ta­rih­li Ye­ni Gün­dem ga­ze­te­sin­de­ki bir baş­sağ­lı­ğı me­sa­jın­da, Yıl­maz Gü­ney ve Na­zım Hik­met’le Ah­met Ka­ya eşit­le­ni­yor­du. Bu yet­mi­yor, son­ra da Ah­met Ka­ya’ya Al­lah’tan rah­met di­le­ni­yor­du… Ah­met Ka­ya’ya la­yık tam bir post­mo­dern baş­sağ­lı­ğı me­sa­jı… Mil­li­yet Sa­nat der­gi­si­nin 15 Ara­lık 2000 ta­rih­li 494. sa­yı­sın­da, Ara Gü­ler’le söy­le­şi ya­pan Fi­liz Ay­gün­düz so­ru­yor; “Vak­tiy­le rek­lam fo­toğ­ra­fı çe­ken­le­ri ‘Bir ka­pi­ta­lis­tin ma­lı­nın sa­tı­şı için rek­lam fo­toğ­ra­fı çe­ki­yor­lar’ di­ye­rek eleş­tir­miş­ti­niz. Şim­di si­zin yap­tı­ğı­nız da bir ka­pi­ta­lis­tin ma­lı­nın sa­tı­şı için rek­lam­da oy­na­mak de­ğil mi?” Ara Gü­ler ya­nıt­lı­yor; “Evet ay­nı bok. Ena­yi­li­ğin te­ki. Esa­sın­da oy­na­ma­mam la­zım­dı. Oy­na­dık. Ama öte yan­dan bu­gün sol­cu­lar rek­lam şir­ke­ti ku­rup, ka­pi­ta­list fir­ma­la­rın mal­la­rı­nın sa­tı­şı için ça­lı­şı­yor­lar. O za­man o rek­lam şir­ket­le­ri­ni ka­pat­sın­lar. Ol­maz. Ya­şa­mın şek­li bu­dur iş­te. (…)” Ka­pi­ta­liz­me kar­şı ol­ma­sı ge­re­ken sol­cu­la­rın, ka­pi­ta­liz­min pa­zar­la­ma an­la­yı­şı­na kat­kı sun­ma­sı dü­şü­nü­le­mez bi­le. Bun­la­rın sol­cu­luk­la bir işi­nin ol­ma­dı­ğı­nı Ara Gü­ler de bi­li­yor­dur kuş­ku­suz. Ama post­mo­der­nizm iş­te böy­le çar­pı­yor in­sa­nı… O gü­zel fo­toğ­raf­la­rıy­la in­sa­nın ger­çek­li­ği­ni göz­ler önü­ne se­ren Ara Gü­ler us­ta­nın, sa­nat­sal ya­ra­tı­cı­lı­ğıy­la in­san­lı­ğın gül­me­si­ne kat­kı­da bu­lun­ma­sı ye­ter­liy­di. Bir te­le­fon hat­tı rek­la­mın­da “532” de­dir­te­rek in­san­la­rı gül­dür­me­ye ça­lış­mak, Si­nan Çe­tin gi­bi­le­rin işi ol­ma­lıy­dı… Ara Gü­ler sol­cu rek­lam­cı­lar­dan söz edin­ce, Öküz der­gi­sin­de Hul­ki Ak­tunç’la ya­pı­lan söy­le­şi­yi ha­tır­la­dım… Ama da­ha ön­ce Ara­lık 2000’de ba­sı­na yan­sı­yan bir ha­be­re de­ğin­mem ge­re­ki­yor. Bu ha­ber­de: Çok ulus­lu rek­lam ajan­sı FCB’nin Tür­ki­ye’de­ki or­ta­ğı Ya­ra­tım FCB’nin yö­ne­ti­ci­si Hul­ki Ak­tunç; or­tak­la­rı­nın söz­leş­me­ye ay­kı­rı ola­rak Tür­ki­ye’de FCB ad­lı bir şir­ket kur­du­ğu­nu ve bun­dan za­ra­ra uğ­ra­dık­la­rı için ya­ban­cı or­tak­la­rı­nı 900 bin do­lar­lık taz­mi­nat ta­le­biy­le da­va ede­cek­le­ri­ni be­lir­ti­yor­du… Ocak 2001 ta­rih­li Öküz’de­ki söy­le­şi­de rek­la­mın var­lık ne­de­ni üze­rin­de dur­ma­dan, rek­lam­cı­lı­ğın da di­ğer mes­lek­ler­den fark­lı ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­yen Ak­tunç şun­la­rı da söy­le­ye­bi­li­yor: “Sa­nat ko­nu­sun­da tu­tu­mu çok sert, par­ti­ci ve gü­düm­lü ol­du­ğu söy­le­nen Sta­lin’in bir la­fı var­dır; ‘Sa­nat­çı ruh­la­rın mü­hen­di­si­dir.’ Bu­na ke­sin­lik­le ina­nı­yo­rum.” İn­san­la­rın ruh­la­rı­nı tes­lim ala­rak ka­pi­ta­liz­min ürün­le­ri­ni pa­zar­la­yan­la­rın, Sta­lin’in dil­len­dir­di­ği “ruh­la­rın mü­hen­dis­li­ği”nden söz et­me­si çok il­ginç, ama hiç inan­dı­rı­cı de­ğil… Ak­tunç­gil­ler ol­sa ol­sa “ka­pi­ta­list ruh­la­rın mü­hen­di­si” ola­bi­lir­ler…
Post­mo­dern bu­la­nık­lık­la­rı gör­dük­çe, Ei­sens­te­in’ın kah­ka­ha­sı­nın da­ha da art­tı­ğı­nı du­yu­yor gi­bi­yim…

 

Ça­tış­ma­ya de­vam…

Gü­ney’li ar­ka­daş­lar­la dü­şün­ce­le­ri­mi­zin ça­tış­tı­ğı ikin­ci nok­ta­ya ge­le­bil­dik ni­ha­yet; “An­la­şıl­maz ka­pak­lar” ve bu bağ­lam­da sa­nat­ta “an­lam” so­ru­nu…
An­la­şıl­maz ka­pak­lar tar­tış­ma­sı A. Ze­ki Çe­lik ve Gü­ney ara­sın­da ol­muş­tu ve son­ra­dan ben de ka­tıl­mış­tım. “Sos­ya­list Ger­çek­çi­li­ğe Doğ­ru” baş­lık­lı ya­zım­da Gü­ney’de ka­pak ola­rak ba­sı­lan So­lo­mon Nik­ri­tin’in “Kom­po­zis­yon”unun an­la­şı­lır ol­du­ğu­nu, İwan Pu­ni’nin “Süp­re­ma­tist Röl­yef” ad­lı ça­lış­ma­sı­nın ise “an­la­şıl­maz­cı” ol­du­ğu­nu yaz­mış­tım. Ya­zım­da hem Çe­lik’i hem de Gü­ney’i eleş­tir­miş­tim. Ay­rı­ca Mum der­gi­sin­de bir ka­ri­ka­tü­rü­mün san­sür­len­me­si­ne de de­ğin­miş­tim. Bu söy­le­dik­le­rim­den ha­re­ket­le Gü­ney’li ar­ka­daş­lar –ço­ğun­luk­la yap­tık­la­rı gi­bi– ol­gu­la­rı bir­bi­ri­ne ka­rış­tı­ra­rak şun­la­rı yaz­mış­lar­dı: “Ay­ran­cı­oğ­lu bir yan­dan Çe­lik’in ‘bü­yük oran­da doğ­ru’ ol­du­ğu­nu söy­ler­ken, di­ğer yan­dan da hem Çe­lik’i hem de Gü­ney’i eleş­ti­re­rek ‘üçün­cü bir an­la­yış’ ge­tir­mek is­te­di­ği­ni be­lirt­mek­te­dir. (…) Çe­lik’e gö­re ‘an­la­şıl­maz’ olan Nik­ri­tin’in kom­po­zis­yo­nu Ay­ran­cı­oğ­lu’na gö­re ‘an­la­şı­lır­dır’: ‘…ora­da­ki kı­zıl bay­rak­la­rı bi­le gö­re­me­mek, hiç de ge­liş­kin ol­ma­yan bir sa­nat­sal du­yar­lı­lı­ğın ba­kı­şı­dır’ di­yor Ay­ran­cı­oğ­lu ve he­men ar­dın­dan Gü­ney’e yö­ne­lik eleş­ti­ri­si­ne ge­çi­yor. Ve Çe­lik’in gö­rü­şü­ne ka­tı­la­rak o da Gü­ney’in 5. sa­yı­sı­nın ka­pa­ğı olan İwan Pu­ni’nin ‘Süp­re­ma­tist Röl­yef’ini ‘an­la­şıl­maz­cı’ eser ör­ne­ği ola­rak dam­ga­lı­yor. Ve yi­ne,(…) ken­di­si­nin ‘so­yut­la­ma di­li­nin’ an­la­şıl­ma­dı­ğın­dan ve bu ne­den­le ka­ri­ka­tü­rü­nün ya­yın­lan­ma­dı­ğın­dan ya­kı­nı­yor…
Bu nok­ta­da biz so­ru­yo­ruz? Ne­yin ‘an­la­şıl­maz­cı’ eser ol­du­ğu­na kim ka­rar ve­re­cek ve na­sıl ka­rar ve­ri­le­cek?”(21)
Be­nim, Çe­lik’in dü­şün­ce­le­riy­le il­gi­li yaz­dı­ğım cüm­le şöy­le­dir; “Çe­lik’in çok iyi ni­yet­ler­le yaz­dı­ğı ya­zı­lar bü­yük oran­da doğ­ru­la­rı içe­ri­yor. An­cak, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin ‘Sov­yet de­ne­yi­mi’ni tüm ka­tı­lı­ğı ve içe ka­pa­nık­lı­ğıy­la bir­lik­te sa­hip­len­me­si, onun dü­şün­ce­le­ri­nin önü­nü ka­pa­tı­yor.”(22) Gö­rül­dü­ğü gi­bi, be­nim “an­cak” di­ye de­vam eden cüm­le­mi ke­se­rek, çe­liş­ki için­de ol­du­ğum ya­nıl­sa­ma­sı ya­ra­tı­lı­yor. Ben “bü­yük oran­da doğ­ru ama önü ka­pa­lı dü­şün­ce­le­ri” ye­ter­li bul­sam, Çe­lik’e on­ca kes­kin eleş­ti­ri­yi yö­nel­tir miy­dim? Eleş­ti­ri­le­rim, onun dü­şün­ce­le­ri­nin önü­nü aç­ma­ya yö­ne­lik­ti… Ar­ka­daş­la­rın bu­ra­da ka­rış­tır­dı­ğı bir di­ğer şey de, Pu­ni’nin “Süp­re­ma­tist Röl­yef”iy­le be­nim “Ko­mü­nizm” ko­nu­lu ka­ri­ka­tü­rüm… Ön­ce­lik­le bu iki ça­lış­ma­nın ay­rı dün­ya­la­rın ürü­nü ol­du­ğu­nu be­lir­te­lim. Pu­ni’nin ça­lış­ma­sı süp­re­ma­tist sa­nat ku­ra­mı­na uy­gun ola­rak üre­til­miş­tir. Ya­ni nes­nel ger­çek­li­ğin dı­şın­da, hiç­bir ta­nı­dık nes­ne­ye vb. yer ver­me­den, ger­çek­li­ği mad­de öte­sin­de ara­yan bir an­la­yış­la üre­til­miş­tir. Be­nim ka­ri­ka­tü­rüm ise, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin; ya­şa­nan tüm acı­la­rın bel­li top­lum­sal ko­şul­la­rın ürü­nü ol­du­ğu ve bu ko­şul­la­rın sos­ya­lizm­le aşı­la­ca­ğı yö­nün­de­ki “iyim­ser­lik” il­ke­si te­me­lin­de üre­til­miş­tir. O ya­zım­da da an­lat­tı­ğım gi­bi, ça­lış­mam­da –Pu­ni’nin ça­lış­ma­sı­nın ter­si­ne– ya­şa­nan ger­çek­lik­le il­gi­li ta­nı­dık nes­ne­ler var­dır. Do­la­yı­sıy­la be­nim ça­lış­ma­mın an­la­şıl­ma­mak gi­bi bir der­di yok­tur. (Sa­nat ese­ri­ni çö­züm­le­me yet­kin­li­ğin­den uzak olan­la­rın “an­la­ma­ma”sı­nı bu­nun dı­şın­da tu­tu­yo­rum…) Yan­lış an­la­şıl­mak­tır ça­lış­mam için söz ko­nu­su olan. Pu­ni’nin ça­lış­ma­sı­nın ise an­la­şı­lır bir ya­nı yok­tur ve za­ten an­la­şıl­mak gi­bi bir he­de­fi de yok­tur. Ma­le­viç’in ilk süp­re­ma­tist ça­lış­ma­la­rı­na nes­nel dün­yay­la il­gi­li ad­lar (ör­ne­ğin, “Ha­va­da Bir Uçak”) ve­rip son­ra­dan bu­na piş­man ol­du­ğu­nu bi­li­yo­ruz. Süp­re­ma­tist­le­rin nes­nel ger­çek­lik­le bir il­gi­le­ri yok­tur. Ve bi­zim de nes­nel ger­çek­lik­ten ko­puk eser­ler­de an­lam ara­mak gi­bi bir “boş he­def”imiz ola­maz.
Gü­ney’li ar­ka­daş­lar iki fark­lı an­la­yı­şın ya­pı­tı­nı bir­bi­ri­ne ka­rış­tı­rıp so­ru­yor­lar: “Ne­yin ‘an­la­şıl­maz­cı’ eser ol­du­ğu­na kim ka­rar ve­re­cek ve na­sıl ka­rar ve­ri­le­cek? Tam post­mo­dern bir so­ru… Çün­kü ger­çek­li­ği her­ke­sin fark­lı al­gı­la­ya­ca­ğı­nı ve bu­na say­gı gös­ter­mek ge­rek­ti­ği­ni du­yum­sa­tı­yor. Bu­na sı­nıf­sal ol­ma­yan bir ba­kı­şın so­ru­su da di­ye­bi­li­riz… “Re­viz­yo­nist” ve “sah­te­kar” Lu­kacs bi­le yaz­dık­la­rın­da çok da­ha net ola­bi­li­yor­du… So­ru­nun ya­nı­tı çok ba­sit… Sa­nat­sal, fel­se­fi, bi­lim­sel, top­lum­sal, sı­nıf­sal vb. açı­lar­dan ba­ka­bi­len her­kes ka­rar ve­re­bi­lir bir ese­rin “an­la­şıl­maz­cı” olup ol­ma­dı­ğı­na. Na­sıl ka­rar ve­ri­le­cek… Ese­rin bi­çim ve içe­rik özel­lik­le­ri­ni di­ya­lek­tik açı­dan in­ce­le­ye­rek işe baş­la­ya­ca­ğız. Ese­rin bi­çim­sel özel­lik­le­ri­nin içe­rik­le ne ka­dar ör­tüş­tü­ğü­nü an­la­ya­ca­ğız. Bi­çi­min içe­ri­ği yan­sıt­mak için bir araç ol­du­ğu­nu, ama ba­zı sa­nat­çı­la­rın da bi­çim ya­rat­mak için içe­ri­ği araç ola­rak kul­lan­dı­ğı­nı bi­le­ce­ğiz. Ba­zı bi­çim­le­rin içe­rik­siz ol­du­ğu­nu, ba­zı içe­rik­le­rin de kö­tü bi­çim­li ola­bi­le­ce­ği­ni de bi­le­ce­ğiz. Ya­ni, eser­de­ki so­yut­la­ma­nın içe­rik­ten bi­çi­me ve in­san bi­lin­ci­ne/du­yar­lı­lı­ğı­na ka­dar­ki sü­re­ci­nin ni­te­li­ği­ni çö­züm­le­ye­ce­ğiz. Bu­nu, ese­rin han­gi ta­rih­sel/top­lum­sal ko­şul­lar­da üre­til­di­ği ve sa­nat­çı­sı­nın ka­rak­te­ri, sa­nat gö­rü­şü, ye­tiş­ti­ği çev­re vb. bil­gi­ler­le de zen­gin­leş­ti­rir­sek, ese­rin “an­la­şıl­maz­cı” mı, “an­la­şıl­maz” mı, “an­la­şı­lır” mı, “az an­la­şı­lır” mı vs. ol­du­ğu­na da­ha net ka­rar ve­re­bi­li­riz… Bu ba­sit bir ko­nu ve da­ha da ay­rın­tı­lan­dır­ma­ya ge­rek duy­mu­yo­rum. Ya­nı­tım­da ese­rin sa­nat­sal ni­te­li­ği­nin na­sıl çö­züm­le­ne­bi­le­ce­ği­ne de­ğin­mi­yo­rum, çün­kü bu baş­ka in­ce­le­me­le­ri de ge­rek­ti­ri­yor… Salt “an­lam(a)” bağ­la­mın­da­dır söy­le­dik­le­rim. Bir ese­rin an­la­şıl­ma­sı onun iyi bir eser ol­du­ğu­nun gös­ter­ge­si de­ğil­dir. Bu­ra­da sa­nat­sal ya­ra­tı­cı­lık dev­re­ye gi­ri­yor iş­te. Yi­ne bir ese­rin an­la­şıl­ma­sı de­mek, o ese­ri an­la­yan­la­rın hep­si­nin tek tip an­la­yış için­de ol­duk­la­rı­nı gös­ter­mez. Bu, ta­ma­men an­la­ya­nın tüm in­san­sal, bil­gi­sel yet­kin­li­ğiy­le il­gi­li bir şey­dir. Za­ten sa­nat­sal söy­le­min ken­di­si, tek tip an­la­yış­la­rı ön­ler ve in­sa­nın önü­ne duy­gu­sal/dü­şün­sel bir ev­ren ko­yar… Bin ta­ne res­sam “ay­nı ağa­cın” res­mi­ni yap­sa, bin ta­ne fark­lı re­sim çı­kar or­ta­ya… Bin ta­ne ya­zar “ay­nı ço­cu­ğun, otu­rur­ken” be­tim­le­me­si­ni yap­sa, bin ta­ne fark­lı me­tin çı­kar or­ta­ya…
Gü­ney’li ar­ka­daş­lar sa­nat ese­ri­nin “an­lam” bo­yu­tu­nu an­la­mak­tan uzak gö­rü­nü­yorlar. Öy­le ol­du­ğu için Pu­ni’nin “Süp­re­ma­tist Röl­yef”inin “an­la­şıl­maz­cı” ol­ma­dı­ğı­nı söy­lüyor­lar. Ama bir tür­lü de, “bu eser şu­nu ya da şun­la­rı an­la­tı­yor” di­ye­mi­yor­lar… De­dik­le­ri ise laf ka­la­ba­lı­ğın­dan öte­ye gi­de­mi­yor: Rö­ne­sans, Ba­rok vb. dö­nem­ler­de ya­pı­lan röl­yef­ler­de kuş, as­lan, kar­tal, yı­lan, ço­cuk, me­lek, çi­çek vs. fi­gür­ler kul­la­nıl­dı­ğı­nı; –ye­ni sa­na­yi­leş­me ça­ğın­da– Ma­le­viç, Pu­ni, Tat­lin ve Lis­sitzky’nin röl­yef­le­rin­de de çe­şit­li me­tal ve tah­ta par­ça­la­rı­nın, çe­şit­li ge­omet­rik bi­çim­le­rin ışık­la oyun­la­rı­nın ele alın­dı­ğı­nı söy­lü­yor­lar. Ekim Dev­ri­mi’n­den son­ra bu sa­nat­çı­la­rın pro­le­tar­ya­nın hiz­me­ti­ne gir­dik­le­ri­ni ek­li­yor­lar… Bun­la­rı be­lirt­me­ye ge­rek yok­tu. Be­nim sa­nat­ta “an­lam” so­ru­nuy­la il­gi­li üze­rin­de dur­du­ğum, Ma­le­viç’in, Pu­ni’nin ve di­ğer­le­ri­nin han­gi mal­ze­me­le­ri ya da han­gi bi­çim­le­ri kul­lan­dık­la­rı de­ğil… Ben bu mal­ze­me­le­rin ve bi­çim­le­rin on­la­rın ça­lış­ma­la­rın­da­ki var­lık ne­de­ni­ni sor­gu­lu­yo­rum. Çün­kü bu sa­nat­çı­lar bu mal­ze­me ve bi­çim­le­ri, –süp­re­ma­tiz­min fel­se­fe­si ge­re­ği– nes­nel dün­ya­dan ve o dün­ya­yı be­tim­le­mek­ten kur­tul­mak için kul­lan­dı­lar. Pu­ni’nin adı ge­çen ça­lış­ma­sı da bu kap­sam­da kal­dı­ğı için bun­dan bir an­lam çı­kar­ma gi­ri­şi­mi so­nuç­suz ka­la­cak­tır ve Gü­ney’li ar­ka­daş­lar da bu­nu ka­nıt­lar­ca­sı­na şu­nu söy­lü­yor­lar; “Gü­ney’in 5. sa­yı­sı­nın ka­pa­ğın­da­ki röl­yef de Pu­ni’nin süp­re­ma­tist dö­ne­mi­ne ait eser­le­rin­den bi­ri­dir. Röl­yef esa­sen bi­na­la­rın, sü­tun­la­rın, çer­çe­ve­le­rin vs. vs. süs­len­me­si­ne hiz­met eder. Böy­le ba­kıl­dı­ğın­da ör­ne­ğin bir fab­ri­ka­nın gi­ri­şi­ne Pu­ni’nin röl­ye­fi yer­leş­ti­ri­lir­se an­la­şıl­maz mı olur? Ya da üre­tim tek­ni­ğiy­le il­gi­li bir ki­ta­ba bu röl­yef-fo­toğ­ra­fı ka­pak ya­pıl­sa il­gi­siz ve an­la­şıl­maz mı olur? Biz ol­ma­ya­ca­ğı­nı dü­şü­nü­yo­ruz ve il­gi­li ka­pa­ğı da “an­la­şıl­maz­cı” eser ola­rak de­ğer­len­dir­mi­yo­ruz.”(23) Evet, gö­rül­dü­ğü gi­bi baş­tan be­ri tar­tış­tı­ğı­mız –so­yut ça­lış­ma­lar­da­ki– “an­lam” so­ru­nu, so­nun­da ge­li­yor “süs­le­me”ye in­dir­ge­ni­yor. Süs­le­me­nin sa­nat­sal tek­nik ve yön­tem­ler­den yer yer ya­rar­lan­mak­la bir­lik­te, ay­rı bir alan ol­du­ğu­nu bi­li­yo­ruz. Röl­yef ise bir yön­tem­dir ve hey­kel sa­na­tı­nın bir çe­şi­di­dir ay­nı za­man­da. Na­sıl ki di­ğer sa­nat yön­tem­le­ri –kul­la­nı­lış bi­çi­mi­ne gö­re– ba­zen süs­le­me, ba­zen sa­nat ese­ri ve ba­zen de an­la­şıl­maz­cı eser­le­ri ya­rat­ma­nın ara­cı ola­bi­li­yor­lar­sa, röl­yef de kul­la­nı­lış bi­çi­mi­ne gö­re süs­le­me­nin de, sa­nat ese­ri­nin de an­la­şıl­maz­cı eser­le­rin de ara­cı ola­bi­lir. Ama sa­nat süs­le­me­ye in­dir­ge­ne­mez. Çün­kü süs­le­me­de esas olan süs­le­nen me­ka­nın ken­di­si­dir ve süs­le­yen­ler ikin­cil­dir. İkin­cil olan­lar da bi­rin­cil ola­nın gü­zel­li­ği için araç­tır­lar. Bu ikin­cil­lik özel­li­ği, mo­bil­ya­sı­nın ren­gi­ne uy­gun re­sim si­pa­ri­şi ve­ren bur­ju­va­la­rın sa­nat an­la­yı­şın­ca be­nim­se­ne­bi­lir. Bi­çim için bi­çim üre­ten mal­ze­me es­te­tik­çi­le­ri­nin eser­le­ri de bu ikin­cil­li­ğe uy­gun­dur, ama bi­zim sa­nat an­la­yı­şı­mız­da bu­nun bir ge­çer­li­li­ği yok­tur. Le­onar­do da Vin­ci’nin, San­ta Ma­ria del­le Gra­zie ma­nas­tı­rı­nın ye­mek­ha­ne­si­ne yap­tı­ğı “Son Ak­şam Ye­me­ği” ad­lı du­var res­mi­ne hiç kim­se süs di­ye­mez… Mic­he­lan­ge­lo’nun ilk hey­kelt­raş­lık ese­ri olan ve Bu­onar­ro­ti ma­li­ka­ne­sin­de bu­lu­nan Mer­yem’li röl­ye­fi de süs ol­ma­yı aş­mış­tır… Bel­ki de Di­ego Ri­ve­ra’nın Ame­ri­ka’da­ki Roc­ke­fel­ler Cen­ter’ın du­va­rı­na yap­tı­ğı Le­nin’li du­var res­mi­nin üze­ri, iyi bir süs ola­ma­dı­ğı için ör­tül­müş­tü…
Evet, Pu­ni’nin röl­yef’i ne­re­ye yer­leş­ti­ri­lir­se yer­leş­ti­ril­sin, an­la­şıl­maz­lı­ğı­nı sür­dü­re­cek­tir… Çün­kü an­la­şı­lır­lık kur­gu­sun­dan yok­sun­dur. Eğer bir eser­de de­mir par­ça­la­rı­nın kul­la­nıl­ma­sı onun sa­na­yi ça­ğıy­la iliş­ki kur­ma­sı için ye­ter­liy­se; bir tu­va­lin salt bez ola­rak ser­gi­len­me­si de onun teks­til­le iliş­ki kur­ma­sı için ye­ter­li­dir sa­nı­rım…
Gü­ney’li ar­ka­daş­la­rın so­yut sa­na­ta da­ir dü­şün­ce­le­rin­de te­mel yan­lış­lık­lar gö­rü­yo­rum. So­yut sa­na­tın, “na­tü­ra­lizm, re­alizm vb. akım­la­rı yad­sı­ya­rak, ka­pi­ta­liz­min em­per­yaliz­me ev­ril­di­ği ve bur­ju­va­zi­nin ge­ri­ci­leş­ti­ği bir or­tam­da ge­liş­ti­ği” dü­şün­ce­si­ni pay­la­şı­yo­rum. Ama da­ha son­ra; “So­yut sa­nat ese­ri bur­ju­va da ola­bi­lir, sos­ya­list ger­çek­çi de” diye­rek gi­riş­tik­le­ri uz­laş­tır­ma gi­ri­şi­mi­ni, Brecht’le Lu­kacs’ı uz­laş­tır­mak gi­bi ve hat­ta da­ha da çok, hak­sız­lık ola­rak de­ğer­len­di­ri­yo­rum. San­ki, “so­yut sa­nat” kav­ra­mı bir üst kim­lik olu­yor ve sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği de bur­ju­va sa­na­tı­nı da içe­re­bi­li­yor. Bir dö­nem “so­yut sa­nat” di­ye top­tan red­de­di­len sa­nat akım­la­rın­dan özür di­li­yor­lar san­ki…; “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu ‘so­yut’ di­ye ni­te­len­dir­di­ği­miz sa­nat eser­le­rin­de ‘içe­rik’ ol­du­ğu­nu da bil­mi­yor­dum…’ di­yor. Biz her ih­ti­mal­de ‘içe­rik var!’ di­yo­ruz (bu içe­rik ‘kof­luk’ da ola­bi­lir!), so­run bu içe­ri­ğin ne ol­du­ğu ve ve­ril­mek is­te­nen me­sa­jın ne öl­çü­de ve­ri­le­bil­di­ği­dir. Biz­ce bu her sa­nat ese­ri bağ­la­mın­da tar­tı­şı­la­bi­lir, tar­tı­şıl­ma­lı­dır.”(24) Sa­nı­rım ar­ka­daş­lar “so­yut” kav­ra­mıy­la “so­yut­la­ma” kav­ra­mı­nı ka­rış­tı­rı­yor­lar… “So­yut”un ve “so­yut­la­ma”nın fark­lı­lı­ğı­na da­ha ön­ce­ki ya­zım­da, Rı­fat Il­gaz’la İl­han Berk’in di­ze­le­rin­den ör­nek­ler ve­re­rek de­ğin­miş­tim. “So­yut” ve “so­mut” kav­ram­la­rı di­ya­lek­tik bir bü­tün­lük için­de bil­gi sü­re­ci­nin te­me­li­ni oluş­tu­ru­yor­lar. Ba­sit­çe söy­ler­sek; biz so­mut­tan (nes­nel ger­çek­lik­ten) yo­la çı­ka­rak so­yu­ta (kav­ram­lar) ve so­nuç­ta yi­ne so­mu­ta (dü­şün­sel so­mut) ula­şı­rız. Bu sü­re­ce “so­yut­la­ma” di­yo­ruz. So­mut­la di­ya­lek­tik bü­tün­lük için­de ol­du­ğu sü­re­ce so­yu­tun iş­le­vi bel­li­dir ve bu ka­çı­nıl­maz­dır. Ama so­yu­tu so­mut­tan ko­pa­rıp tek ba­şı­na ele alır­sak, me­ta­fi­zik ve ide­aliz­min nes­nel ger­çek­lik­ten ko­puk “bil­gi edin­me” sü­re­ci­ne gi­re­riz. İş­te eleş­tir­me­miz ge­re­ken bu ger­çek­lik­ten ko­puk “so­yut”tur ve “so­yut sa­nat” da bu “so­yut”un sa­na­tı­dır. Ba­zı­la­rı­nın geç­miş­te “so­yut sa­nat” di­ye­rek ba­zı an­la­yış­la­rı top­tan yad­sı­ma­sı so­yut sa­na­tın öz­nel­ci, me­ta­fi­zik ve ide­alist özel­lik­te ol­du­ğu ger­çe­ği­ni de­ğiş­tir­mez. So­yut sa­na­tı bu bağ­lam­da de­ğer­len­dir­mek zo­run­da­yız. So­yut sa­nat kav­ra­mı­nı yan­lış de­ğer­len­di­ren ar­ka­daş­la­rın bu ko­nu­da yaz­dık­la­rı ha­va­da ka­lı­yor. On­lar, so­yut sa­nat eser­le­rin­de –bir fal­cı­nın çe­şit­li bi­çim­le­re ba­ka­rak ger­çek­li­ğe da­ir ya­kış­tır­ma­lar­da bu­lun­ma­sı gi­bi– içe­rik arıyor­lar… “Her ih­ti­mal­de ‘içe­rik var!’ di­yo­ruz (bu içe­rik ‘kof­luk’ da ola­bi­lir)” di­yen ar­ka­daş­la­rın, Ma­le­viç’in “sa­na­tı nes­ne­ler dün­ya­sı­nın yü­kün­den kur­ta­ra­bil­me­nin ça­re­siz­li­ği için­de ka­re bi­çi­mi­ne sı­ğın­dım” de­di­ği an­la­yı­şı­nın ürü­nü olan, “Be­yaz Üze­ri­ne Si­yah Ka­re” ad­lı re­si­min­de­ki “içe­ri­ği” açık­la­ma­la­rı­nı ri­ca edi­yo­rum. Bu­na “kof içe­rik­li” di­ye­mez­ler, çün­kü “kof”, içi boş an­la­mın­da­dır ve içi boş ola­nın içe­ri­ğin­den söz et­mek saç­ma­lık olur. İçe­ri­ğin­den do­la­yı bur­ju­va­ziy­le bağ­la­şan eser­ler de var­dır, ama biz so­yut eser­le­ri –içe­ri­ğin­den do­la­yı de­ğil– içe­rik­siz­li­ğin­den do­la­yı bur­ju­va­zi­nin bağ­la­şı­ğı sa­yı­yo­ruz. Ör­ne­ğin “sö­mü­rü ger­çe­ği”ni dış­la­dı­ğı için do­lay­lı bir bağ­la­şık­lık­tır bu… Ar­ka­daş­la­rın içe­rik ko­nu­sun­da­ki ya­nıl­gı­sı, eser­le­rin ya­ra­tıl­ma­sın­da kul­la­nı­lan bo­ya, renk, harf, he­ce, ses, küt­le, çiz­gi, gö­rün­tü vb. öge­le­rin “içe­rik”li ol­ma­nın ga­ran­ti­si ol­du­ğu­nu san­ma­la­rın­dan kay­nak­la­nı­yor. Oy­sa ar­ka­daş­lar içe­ri­ğin bi­çi­mi be­lir­le­di­ği­ne ina­nı­yor­lar­dı… An­la­şı­lan dü­şün­ce de­ğiş­ti­ri­yor­lar ve içe­rik­siz bi­çim­ler­den yo­la çı­ka­rak içe­rik arı­yor­lar… Bi­çim içe­ri­ği be­lir­li­yor her­hal­de… An­la­şıl­maz­cı­lık, içe­rik­siz­lik, ka­pa­lı­lık, ger­çek­li­ği çar­pıt­ma gi­bi an­la­yış­lar; so­yut sa­nat­la, (sos­ya­list) ger­çek­çi sa­na­tın ça­tış­ma­sın­da so­yut sa­na­tın kul­lan­dı­ğı yön­tem­ler­dir. Bu­nu gö­re­bil­mek ge­re­ki­yor ve bu, sı­nıf­sal ba­kı­şın ge­re­ği­dir. Baş­tan be­ri eleş­tir­di­ğim eser­ler­de­ki bi­çim-içe­rik özel­lik­le­ri­ni ir­de­ler­sek bu kul­la­nım­la­rın sos­ya­lizm­le de sos­ya­list ger­çek­çi­lik­le de bir il­gi­si­nin ol­ma­dı­ğı­nı, tam ter­si­ne, bur­ju­va­zi­nin gü­nü­müz­de­ki “ger­çek­lik­ten ka­çış” sa­na­tı­nın te­me­li ol­du­ğu­nu gö­rü­rüz… So­yut sa­nat­la (sos­ya­list) ger­çek­çi sa­na­tın ça­tış­ma­sın­da “top­tan yad­sı­ma­cı”, “ya­sak­çı” yan­lış­lık­la­ra düş­me­den –ve sı­nıf­sal ta­raf­lı­lı­ğı unut­ma­dan– eleş­ti­rel­li­ği, tar­tış­ma­cı­lı­ğı, bi­lin­ci yük­sel­te­rek “ta­raf” ol­mak zo­run­lu­dur… Böy­le­ce Le­nin’in “Kah­rol­sun par­ti­zan ol­ma­yan ya­zar­lar!” söy­le­mi­ni –yu­mu­şat­ma­dan– an­la­mak da ko­lay­la­şır…

 

Tek bi­çim mi?…

Lu­kacs’ı eleş­ti­rir­ken “ger­çek­çi­li­ği tek bir bi­çi­me in­dir­ge­mek de so­nuç­ta ‘bi­çim­ci­lik’ olur” di­yen Brecht’ten ha­re­ket­le Gü­ney de; “Bi­çim­ci­li­ğe kar­şı çık­ma adı­na tek bir bi­çi­mi ‘res­mi­leş­tir­mek’ ve ye­ni bi­çim­le­re ha­yat hak­kı ta­nı­ma­ma­nın ‘bi­çim­ci’ bir dav­ra­nış ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­ruz. Bu ko­nu­da Sov­yet­ler Bir­li­ği de­ne­yi­min­de bir sap­ma ol­du­ğu­nu: ‘re­alist’ bi­çi­min res­mi­leş­ti­ril­me­siy­le ka­ba bir bi­çim­ci­lik an­la­yı­şı­na dü­şül­dü­ğü­nü söy­lü­yo­ruz.”(25) di­yor­du. Ben de bu dü­şün­ce­ye ka­tıl­ma­dı­ğı­mı be­lirt­miş ve eleş­tir­miş­tim. Gü­ney’li ar­ka­daş­lar bun­dan bir şey an­la­ma­mış ol­ma­lı­lar ki ay­nı şey­le­ri ba­na ver­dik­le­ri ya­nıt­ta da yi­ne­li­yor­lar. Ben sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin Sov­yet de­ne­yi­min­de­ki sap­ma­la­rı red­det­mi­yo­rum ve ya­zım­da da bo­yut­la­rıy­la açık­la­mış­tım. Açık­la­dık­la­rım ara­sın­da gö­rü­le­ce­ği gi­bi, Sov­yet de­ne­yi­min­de ya­şa­na­nın bel­li bir bi­çim an­la­yı­şı ol­du­ğu­nu ka­bul edi­yo­rum ama bun­la­rın “bi­çim­ci­lik” ol­du­ğu dü­şün­ce­si­ne ka­tıl­mı­yo­rum ve bir şab­lon­cu­luk ge­liş­ti­ği­ni de vur­gu­lu­yo­rum. Şöy­le söy­lü­yor Gü­ney’li ar­ka­daş­lar; “Bi­çim­ci­li­ği be­lir­li bir bi­çi­min mut­lak­laş­tı­rıl­ma­sı ola­rak ele alır­sak, bu­nun uç nok­ta­da va­ra­ca­ğı yer şab­lon­la­rın ya­ra­tıl­ma­sı­dır. Ay­ran­cı­oğ­lu Sov­yet Sa­nat­çı­la­rı’ndan ‘tek bi­çim’ de­ğil, ‘an­la­şı­lır ol­ma­nın’ ta­lep edil­di­ği­ni ile­ri sü­rü­yor ve ‘an­la­şı­lır ol­mak için ise mil­yon­lar­ca fark­lı bi­çim üre­ti­le­bi­lir’ di­yor. Sov­yet­ler Bir­li­ği’nde­ki uy­gu­la­ma­da sa­nat­çı­lar­dan her iki­si bir­den ta­lep edil­miş­tir.”(26) Bi­çim­ci­lik (for­ma­lizm), sa­nat­ta bi­çim­sel özel­lik­le­ri içe­rik­sel özel­lik­le­re üs­tün tu­tan ve so­nuç­ta me­ta­fi­zi­ğe ve ide­aliz­me ge­lip da­ya­nan bir an­la­yış için kul­lan­dı­ğı­mız bir kav­ram­dır. “Be­lir­li bir bi­çi­min mut­lak­laş­tı­rıl­ma­sı” bi­çim­ci­lik de­ğil şab­lon­cu­luk­tur. Çün­kü –is­ter sos­ya­list ni­te­lik­te ol­sun, is­ter­se ka­pi­ta­list– baş­ka­sı ta­ra­fın­dan be­lir­len­miş bir an­la­yı­şın sor­gu­lan­ma­dan tek­ra­rı­dır söz ko­nu­su olan… Şab­lon­cu­luk bi­çim­ci sa­nat eser­le­rin­de de gö­rül­müş­tür, sos­ya­list ger­çek­çi­lik­te de. Bi­çim­ci­lik ise bi­çim­ci sa­na­tın özel­li­ği­dir ve sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin çok uza­ğın­da­dır. Brecht’in Lu­kacs’ı bir baş­ka “bi­çim­ci­lik”e düş­mek­le suç­la­ma­sı­nın ne­de­ni, onun, ger­çek­çi­li­ği bur­ju­va ger­çek­çi­le­ri­nin bi­çim­le­riy­le sı­nır­la­yan an­la­yı­şı­dır. Bu du­rum, Lu­kacs’ın ger­çek an­lam­da “bi­çim­ci” ol­du­ğu­nu gös­ter­mi­yor, çün­kü biz, Bal­zac’ın Tols­toy’dan ya da Dos­to­yevs­ki’den fark­lı ol­du­ğu­nu gö­re­bi­li­yo­ruz. Brecht’in önü­ne ge­len her­ke­si bi­çim­ci­lik­le suç­la­yan Lu­kacs’ı “bi­çim­ci­lik”le suç­la­ma­sı, onu ken­di si­la­hıy­la vur­mak is­te­me­sin­den­dir ve bu­ra­da­ki “bi­çim­ci­lik” kav­ra­mı da­ha so­yut kal­mak­ta­dır. Ar­ka­daş­la­rın “tek bi­çim” suç­la­ma­sı da bu an­lam­da dü­şü­nü­le­bi­lir… Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin­de “tek bi­çim” da­ya­tıl­ma­mış­tır ve sa­nat söz ko­nu­su ol­du­ğun­da böy­le bir da­yat­ma ola­nak­lı de­ğil­dir za­ten… Çün­kü tek bi­çi­min ege­men ol­du­ğu yer­de sa­nat­çı­lar­dan söz edi­le­mez. Ora­da tek bi­çi­mi uy­gu­la­yan ro­bot­lar var­dır. Oy­sa Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ği­nin ya­pıt­la­rı ir­de­le­nir­se bi­çim fark­lı­lık­la­rı açık­ça gö­rü­le­cek­tir ve yüz­ler­ce sa­nat­çı adı sı­ra­la­na­bi­le­cek­tir. “Tek bi­çim” söy­le­mi sa­nat­ta pek ge­çer­li­li­ği ol­ma­yan bir söy­lem­dir. Bir sa­nat­çı­nın bel­li bir dö­ne­mi için “tek bi­çim” suç­la­ma­sı ge­ti­ri­le­bi­lir. Ör­ne­ğin Ma­le­viç’in ka­re­li re­sim­ler yap­tı­ğı dö­ne­mi gi­bi… Ama sa­yı­sız sa­nat­çı­yı kap­sa­yan bir dö­nem için bu suç­la­ma­yı ge­tir­mek in­saf­sız­lık olur. Bi­çim­ci­lik an­la­yı­şı­nı sür­dü­ren bur­ju­va sa­nat­çı­la­rı­nın ya­pıt­la­rı bi­le “tek bi­çim”i aş­mış­tır ve fark­lı bi­çim­sel­lik­ler üret­miş­ler­dir. Çün­kü sa­nat­sal söy­le­min do­ğa­sın­da öz­gün­lük var­dır… Sov­yet de­ne­yi­min­de de söz ko­nu­su olan “tek bi­çim” de­ğil bir “üst bi­çim” an­la­yı­şı­dır. Bu “üst bi­çim” an­la­yı­şı­nın olu­şu­mun­da es­ki Yu­nan, Ro­ma ve özel­lik­le de Rö­ne­sans dö­ne­mi ya­pıt­la­rı­na du­yu­lan hay­ran­lı­ğın bü­yük et­ki­si ol­muş­tur ve özel­lik­le plas­tik sa­nat­lar­da ger­çek­çi (fo­toğ­ra­fik) bi­çim­ler ağır­lık ka­zan­mış­tır. Kül­tür sa­nat ko­nu­sun­da­ki yan­lış uy­gu­la­ma­la­rın da kat­kı­sıy­la bu “üst bi­çim” an­la­yı­şı ege­men­li­ği­ni sür­dür­müş­tür. Bu is­te­ni­len bir şey de­ğil­dir, ama o dö­ne­min yan­lış­la­rı­nın te­mel kay­na­ğı da de­ğil­dir. İs­te­ni­len bir şey de­ğil, çün­kü sa­nat­sal öz­gür­lü­ğün uf­ku­nu da­ral­tı­yor… Yan­lış­la­rın te­mel kay­na­ğı de­ğil, çün­kü sa­nat­sal ya­ra­tı­cı­lı­ğı­nı ko­ru­yan­lar çok gü­zel eser­ler or­ta­ya ko­ya­bi­li­yor­lar… Gü­nü­müz­de na­sıl bur­ju­va­zi bel­li bir sa­nat­sal an­la­yı­şa ya­tı­rım ya­pı­yor ve o an­la­yış ço­ğu sa­nat­çı­yı ko­şul­lan­dı­rı­yor­sa, Sov­yet de­ne­yi­min­de de yö­ne­tim­ce bel­li ko­şul­lan­dır­ma­lar ol­muş ve gü­nü kur­tar­ma­yı dü­şü­nen, ger­çek­li­ği doğ­ru al­gı­la­ya­ma­yan, ya­nıl­sa­ma­lar için­de olan, ya­ra­tı­cı­lık­tan yok­sun sa­nat­çı­lar yan­lış­lık­la­rı ya­rat­mış ve sür­dür­müş­ler­dir… Gü­nü­müz­de, ka­pi­ta­list ol­du­ğu hal­de –ya­rış­ma­lar­dan ödül al­mak için– ezi­len­ler­den ya­na çi­zen ka­ri­ka­tü­rist­ler gi­bi, Sov­yet de­ne­yi­min­de de “ödül” al­mak için iki yüz­lü dav­ra­nan sa­nat­çı­lar ol­muş­tur…
Sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin Sov­yet de­ne­yi­min­de “tek bi­çim”in da­ya­tıl­dı­ğı­nı öne sü­ren ar­ka­daş­la­rın rö­ne­sans dö­ne­mi­ne de “tek bi­çim­ci” de­me­le­ri ge­re­ki­yor… Çün­kü rö­ne­sans­ta da sa­nat eser­le­ri­nin üre­ti­min­de uy­gu­la­nan ege­men an­la­yış­lar var­dır: Işık-göl­ge uy­gu­la­ma­la­rı, me­kan de­rin­li­ği, op­tik gö­rün­tü yön­tem­le­ri ve in­san fi­gür­le­ri­nin in­sa­ni özel­lik­le­riy­le ve üç­bo­yut­lu gös­te­ril­me­si vs… Rö­ne­sans sa­nat­çı­la­rı eser­le­ri­ni bi­çim­len­di­rir­ken bu te­mel­den ha­re­ket edi­yor­lar­dı. Ama or­ta­ya çı­kan eser­ler son tah­lil­de ya­ra­tı­cı­sı­nın öz­gün­lü­ğü­nü gös­te­ri­yor­du. Tek bi­çim­li­lik yok­tu. El­bet­te us­ta sa­nat­çı­la­rın eser­le­ri­nin pro­to­ti­pi ol­mak­tan öte­ye gi­de­me­yen şey­ler ya­pan­lar ol­muş­tur ama biz, Le­onar­do’yu, Rap­ha­el’i, Mic­he­lan­ge­lo’yu, Ti­zi­ano’yu, Dü­rer’i, Jan van Eyk’i… ken­di öz­gün­lük­le­riy­le ha­tır­la­rız… Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin­de­ki ege­men bi­çim an­la­yı­şı da kı­sıt­lı­lı­ğı­na kar­şın bü­yük sa­nat­çı­lar or­ta­ya çı­ka­ra­bil­miş­tir… Gü­ney’li ar­ka­daş­lar da za­ten olum­lu şey­ler ya­pıl­dı­ğı­nı red­de­de­mi­yor­lar: “Biz, Sov­yet­ler Bir­li­ği’nde sos­ya­list ger­çek­çi­lik ha­kim ol­duk­tan son­ra ‘içe­rik ve bi­çim­de hiç­bir ge­liş­me ol­ma­dı’ ya da ‘sa­nat­çı­lar fark­lı bir­şey ya­ra­ta­ma­dı­lar’ gi­bi gö­rüş­ler sa­vun­mu­yo­ruz. Bu dö­ne­min kül­tür ve sa­nat po­li­ti­ka­sı­nı adı­nı ver­di­ği­miz sap­ma­ya rağ­men esas­ta olum­lu/doğ­ru ola­rak de­ğer­len­di­ri­yo­ruz.”(27)
Keş­ke o dö­nem­de, ya­ra­tı­nın, eleş­ti­ri­nin, tar­tış­ma­nın da­ha öz­gür ger­çek­leş­ti­ri­le­bil­di­ği bir or­tam ya­ra­tı­la­bil­sey­di de şim­di çok da­ha fark­lı şey­le­ri dü­şü­nü­yor ve tar­tı­şı­yor ol­say­dık…

 

 

“An­da duy­gu­lar” ve “gö­rev” so­run­sa­lı…

İlkay Ak­ka­ya’ya yö­ne­lik eleş­ti­ri­le­ri­mi Gü­ney’le de­ğil de Ak­ka­ya ile tar­tış­mak da­ha doğ­ru olur­du. Ama ma­dem eleş­ti­ri­le­ri­mi Gü­ney ya­nıt­lı­yor onun adı­na, Gü­ney’le tar­tı­şa­lım… Grup Kı­zı­lır­mak’ın ve İl­kay Ak­ka­ya’nın ba­zı şar­kı­la­rı­nı sev­di­ği­mi söy­le­ye­bi­li­rim. Sev­me­dik­le­rim de var. Ak­ka­ya’nın söy­le­dik­le­ri­ni uzun uzun tek­rar­la­mak is­te­mi­yo­rum. Ama ge­çe­me­ye­ce­ğim şey­ler­den bi­ri onun Or­han Gen­ce­bay’ı öv­dü­ğü ger­çe­ği; “Ara­besk’in için­de de çok ni­te­lik­li ör­nek­ler var. Me­se­la Or­han Gen­ce­bay ben­ce çok ni­te­lik­li bir mü­zik ya­pı­yor. Ta­rih de ben­ce böy­le de­ğer­len­di­re­cek.”(28) Ak­ka­ya’nın bu de­ğer­len­dir­me­si­ne Gü­ney’li ar­ka­daş­lar da bir an­lam­da ka­tı­lı­yor­lar ve du­ru­mu kur­tar­ma­ya ça­lı­şı­yor­lar: “Bur­ju­va ve ge­ri­ci mü­zik akım­la­rı­nı, mü­zik­le­ri­nin ka­li­te­sin­den ba­ğım­sız ola­rak ön­ce­lik­le akım ola­rak ele alır, ne­ye hiz­met et­tik­le­ri ve han­gi ide­olo­ji­ye ta­bi ol­duk­la­rı nok­ta­sın­da eleş­ti­rir ve mah­kum ede­riz. Bu ama bur­ju­va mü­zik akım­la­rı­nın or­ta­ya çı­kar­dı­ğı iyi ka­li­te­de mü­zik par­ça­la­rı­na vb. top­tan­cı ola­rak ‘ni­te­lik­siz’ de­me­miz an­la­mı­na gel­mez! Bu ne­den­le İl­kay Ak­ka­ya’nın ‘Or­han Gen­ce­bay iyi mü­zis­yen’ de­me­sin­de ide­olo­jik bir za­af vs. yok­tur. Ken­di da­lın­da iyi mü­zis­yen­dir, ama içe­rik yi­ne de yan­lış­tır ve red­de­de­riz.”(29)
Ar­ka­daş­la­rın yaz­dık­la­rı ka­fa­sı ka­rı­şık bir ki­şi­nin ya­za­bi­le­ce­ği şey­ler… Şa­şır­ma­ya de­vam edi­yo­rum, ku­rul ha­lin­de bu­nu na­sıl ba­şa­rı­yor­lar…? Gen­ce­bay için “çok ni­te­lik­li mü­zik ya­pı­yor” di­ye­cek­si­niz, son­ra da içe­ri­ği­ni red­de­de­riz di­ye­cek­si­niz… Bir mü­zik ese­ri­ni “çok ni­te­lik­li” ya­pan şey yal­nız­ca bi­çi­mi mi­dir? Yok­sa söz­süz bi­le ol­sa bi­çim-içe­rik iliş­ki­si mi? Bu iliş­ki­yi ko­par­ta­rak de­ğer­len­dir­me yap­mak saç­ma­la­mak­tır. Bur­ju­va ve ge­ri­ci mü­zik akım­la­rı­nın ide­olo­jik ko­num­la­rı­nın ay­rı, mü­zik ka­li­te­si­nin ay­rı şey­ler ol­du­ğu­nu da ar­ka­daş­lar­dan öğ­re­ni­yo­rum. De­mek ki ide­olo­jik ko­num sa­nat ese­ri­nin ka­li­te­sin­den ba­ğım­sız­mış… Eh, ar­tık ba­zı şar­kı­lar için kul­lan­ma­ya baş­la­ya­ca­ğım “ge­ri­ci ka­li­te­li mü­zik” söy­le­mi de pek gü­zel ya­kı­şı­yor… Ar­ka­daş­lar­dan öğ­ren­di­ği­mi­ze gö­re Ak­ka­ya, pop, ara­besk gi­bi top­tan red­de­di­len mü­zik an­la­yış­la­rın­dan da ya­rar­la­nı­la­bi­le­ce­ği­ni sa­vun­du­ğu için po­pa, ara­bes­ke sı­cak ba­kı­yor­muş. Onun için Gen­ce­bay’a öv­gü dü­zü­yor­muş… Ar­ka­daş­lar, çe­şit­li eser­le­rin bi­çim­ci di­ye top­tan red­de­dil­di­ği dö­nem­den epey­ce ders çı­kar­mış­lar. Ama bi­raz faz­la çı­kar­mış­lar gi­bi gel­di ba­na; –yu­ka­rı­da tar­tış­tı­ğı­mız “an­la­şıl­maz­cı­lık”, “so­yut sa­nat”,”bi­çim­ci­lik” ko­nu­la­rın­da da gö­rül­dü­ğü gi­bi– bi­çim ta­pı­nı­cı­lı­ğı­na yö­ne­lip ko­num­la­rı­nı şa­şı­rı­yor­lar… Eğer sos­ya­list ger­çek­çi ya­rat­ma yön­te­mi­ni be­nim­siyor­sak be­lir­le­di­ği­miz içe­ri­ğe uy­gun son­suz­ca bi­çim üret­me öz­gür­lü­ğü­müz var­dır. Ba­zı­la­rı bu öz­gür­lü­ğü­nü ge­ri­ci, bur­ju­va di­ye ni­te­le­ye­bi­le­ce­ği­miz pop, ara­besk mü­zik bi­çim­le­rin­den ya­rar­la­na­rak da kul­la­na­bi­lir? Biz ya­ra­tı­lan ese­re ba­ka­rız. Ör­ne­ğin, ölüm oru­cun­da ölüm­süz­le­şen “On iki­ler”in ar­dın­dan ara­besk bir du­yar­lı­lık­la ağ­la­yan İl­kay Ak­ka­ya’yı da eleş­ti­ri­riz… Çün­kü ağ­la­sak da ara­besk du­yar­lı­lık­la de­ğil, dev­rim­ci du­yar­lı­lık­la ağ­la­rız… Geç­miş­te tu­tu­cu Lu­kacs’a kar­şı bi­çim öz­gür­lü­ğü­nü sa­vu­nan Brecht, “ka­li­te­li bur­ju­va” ve “ka­li­te­li ge­ri­ci” sa­nat eser­le­rin­den söz et­mi­yor­du. O, bi­çim araş­tır­ma­sın­dan ya­nay­dı. Bi­zim için Or­han Gen­ce­bay’ın “iyi ara­besk mü­zik yap­ma­sı”, bir iş­ken­ce­ci­nin “iyi iş­ken­ce yap­ma­sı” gi­bi bir şey­dir. Ama Ak­ka­ya da da­hil ar­ka­daş­la­ra sor­mak is­ti­yo­rum: “Biz, sa­na­tın kit­le­ler­le bu­luş­tuk­ça on­la­rı de­ğiş­tir­di­ği­ni ve dö­nüş­tür­dü­ğü­nü, böy­le­ce öz­gür bir ev­ren ya­ra­tı­mı­na kat­kı­sı ol­du­ğu­nu sa­vu­nu­yo­ruz… Bu bağ­lam­da, ma­dem Gen­ce­bay ‘çok ni­te­lik­li’ mü­zik ya­pı­yor, onun sa­na­tı kit­le­ler­de ne tür is­ten­dik de­ği­şim ve dö­nü­şüm­ler sağ­la­mış­tır ya da sağ­la­ya­bi­lir…?
Ben, Ak­ka­ya’ya yö­ne­lik eleş­ti­ri­le­rim­de sos­ya­list ger­çek­çi ya­ra­tı yön­te­mi­ni göz önün­de tu­tu­yor­dum. Sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin ol­maz­sa ol­maz­la­rın­dan olan “gö­rev­li­lik” so­rum­lu­lu­ğun­dan uzak olan Ak­ka­ya’nın ya­rat­ma yön­te­mi­ne “bi­rey­sel ger­çek­çi­lik” adı ve­ri­yo­rum… Sa­nat­sal ya­ra­tı sü­re­ci­ne bi­rey­sel du­yar­lı­lık­la­rın kat­kı­sı red­de­di­le­mez. Ama sos­ya­list ger­çek­çi­lik söz ko­nu­su ol­du­ğun­da, bu du­yar­lı­lık­la­rın ken­di­li­ğin­den­li­ği­ne bo­yun eğ­me­den ya­rar­lan­mak zo­run­lu olur. Ak­ka­ya’nın ba­zı şar­kı­la­rın­da ken­di­li­ğin­den du­yar­lı­lı­ğa bir bo­yun eğiş ha­va­sı se­zil­mek­te­dir. Onun Gü­ney’de “ölüm oru­cu” ko­nu­sun­da söy­le­dik­le­ri­ni de bu bağ­lam­da eleş­tir­miş­tim. Gü­ney’li ar­ka­daş­lar bu eleş­ti­ri­min ye­ri­ni bul­ma­dı­ğı­nı be­lirt­tik­ten son­ra şöy­le de­vam edi­yor­lar­dı; “Söz ko­nu­su söy­le­şi­de ne­den hü­zün­lü mü­zik yap­tı­ğı so­ru­su­na ya­nıt ola­rak İl­kay Ak­ka­ya, ken­di duy­gu­la­rı­nı an­la­tı­yor ve ‘Ben ne söy­le­sem hü­zün­lü olu­yor… Her in­sa­nın da bi­rey­sel du­yar­lı­lı­ğı fark­lı ta­bii. Ben de de­mek ki bun­la­rı gö­rü­yo­rum.’ di­yor. İş­te bu bağ­lam­da da Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’nun alıp eleş­tir­di­ği ‘o ka­dar acı olay­lar olu­yor ki… Ölüm oru­cun­dan za­fer­le çık­tık di­ye bir şar­kı dü­şü­ne­mi­yo­rum ben’ cüm­le­si­ni sar­fe­di­yor ve gö­zal­tın­da­ki ka­yıp­la­rı da ‘sa­de­ce coş­kuy­la an­la­ta­mam’ di­yor. Ak­ka­ya’nın an­lat­tık­la­rı bu­ra­da ta­ma­men ken­di­siy­le, an­da­ki duy­gu­la­rı ve bi­rey­sel du­yar­lı­lı­ğıy­la il­gi­li­dir.”(30) Gö­rül­dü­ğü gi­bi Gü­ney’li ar­ka­daş­lar da Ak­ka­ya’nın bi­rey­sel du­yar­lı­lı­ğı­nın öne­mi­ni tes­lim edi­yor­lar. Sa­nat­sal ya­ra­tı sü­re­cin­de böy­le­si­ne ken­di­li­ğin­den bir bi­rey­sel du­yar­lı­lık ege­men­li­ği sos­ya­list ger­çek­çi de­ğil, bi­rey­sel ger­çek­çi eser­ler üret­me­ye ya­rar. Za­ten Ak­ka­ya’nın Kı­zı­lır­mak’ın Sır ad­lı ka­se­tin­de söy­le­di­ği, ken­di ya­zıp bes­te­le­di­ği “On iki­ler” ad­lı şar­kı­sı da bu­nun ti­pik ör­ne­ği­dir. Bu şar­kı­nın ye­rin­de bir eleş­ti­ri­si­ni Gü­ney’in Ocak-Şu­bat-Mart’99 ta­rih­li 7. sa­yı­sın­da, Tun­cer Tunç im­za­lı “Eleş­ti­rel Bir Ba­kış…” ad­lı ya­zı­da oku­muş­tuk. Sos­ya­list ger­çek­çi­lik açı­sın­dan Ak­ka­ya’nın za­af­la­rı­nı gör­mek is­te­yen­ler is­ter bu ya­zı­yı oku­sun­lar, is­ter­se şar­kı­yı din­le­yip al­gı­la­ya­cak­la­rı ara­besk du­yar­lı­lık­la, ölüm oru­cu di­re­niş­çi­le­ri­nin ve ana­la­rı­nın ses­le­ri­ni kar­şı­laş­tır­sın­lar… Gü­ney’li ar­ka­daş­lar da bu şar­kı­nın ne­re­sin­de sos­ya­list ger­çek­çi yan­lar ol­du­ğu­nu açık­la­sın­lar…
Ak­ka­ya’yı eleş­ti­rir­ken şun­la­rı yaz­mış­tım: “Dev­rim­ci, za­fer için öle­bi­li­yor­sa, ölü­mü de bir za­fer ola­rak yo­rum­la­na­bi­lir. Hü­zün­den so­yul­muş bir dev­rim­ci ölü­mü ger­çek­çi de­ğil­dir. Bu du­rum­da za­fer­den so­yul­muş bir hü­zün de sos­ya­list ger­çek­çi de­ğil­dir. Bü­tün­sel bir iliş­ki için­de ya­ra­tıl­ma­lı­dır eser. Grup Yo­rum’un ağıt­la baş­la­yıp ha­lay­la bi­ten bir şar­kı­sı bu­na gü­zel bir ör­nek­tir.”(31) Gü­ney’li ar­ka­daş­lar bu yaz­dık­la­rım­dan şu yo­rum­la­rı çı­kar­mak için çok dü­şün­müş ol­ma­lı­lar…: “(…) Ve bir adım da­ha ile­ri­ye gi­de­rek ‘za­fer­den so­yul­muş bir hü­zün de sos­ya­list ger­çek­çi de­ğil­dir’ di­yor ve bu­na da doğ­ru­dan olum­lu bir ör­nek ve­re­rek (ağıt­la baş­la­yıp ha­lay­la bi­ten Grup Yo­rum şar­kı­sı) sos­ya­list ger­çek­çi ya­pıt bu­dur de­me­ye ge­ti­ri­yor. So­run biz­ce sos­ya­list ger­çek­çi­lik adı­na bir ne­vi ka­lıp ko­yul­ma­ya ça­lı­şıl­dı­ğı nok­ta­da baş­lı­yor. Sa­nat ile si­ya­set ara­sın­da fark var­dır. Bir si­ya­si ma­ka­le yaz­dı­ğı­nız­da dev­rim­ci­le­rin ölü­mü ile za­fer ara­sın­da­ki iliş­ki­yi uzun boy­lu or­ta­ya ko­ya­bi­lir­si­niz. Fa­kat sa­nat duy­gu işi­dir. Olur ki, için­de bu­lu­nu­lan or­tam­da dev­rim­ci­le­rin ölü­mü si­ze esa­sen hü­zün ve­rir, ya da an­da siz­de öne çı­kan sı­nıf düş­ma­nı­na du­yu­lan kin­dir ve­ya za­fe­re da­ir inan­cı­nız­dır. Ya­pa­ca­ğı­nız eser­ler de şüp­he­siz an­da­ki duy­gu­la­rı­nı­zı dı­şa vu­ra­cak­tır. Fa­kat duy­gu­lar du­ra­ğan de­ğil­dir, ay­nı olay hak­kın­da ilk duy­gu­sal tep­ki­niz kin ol­du­ğu­nu var­sa­ya­lım, bu bir za­man son­ra hü­zü­ne dö­nü­şe­bi­lir ya da ter­si… Bu­na bağ­lı ola­rak da fark­lı ürün­ler çı­kar or­ta­ya. Önem­li olan, yap­tı­ğı­nız mü­zi­ğin umut­suz­luk ve ka­ram­sar­lık yay­ma­ma­sı­dır. Hü­zün de­rin ola­bi­lir, fa­kat için­de yi­ne de umut ta­şı­ya­bi­lir. Ve bu­nun il­le de ‘ağıt­la baş­la­yıp ha­lay­la bi­ten’ bir mü­zik par­ça­sı şek­lin­de ifa­de edil­me­si de şart de­ğil­dir.”(32) Bu uzun alın­tı­nın ne­re­sin­den baş­la­sam bi­le­mi­yo­rum, ama in­saf… Ben ak­lı­ma ge­len bir şar­kı­nın bi­çim­sel ya­pı­sı­nı ör­nek ver­diy­sem, dev­rim­ci­le­rin ölü­mü­nü ve hüz­nü iş­le­yen sos­ya­list ger­çek­çi bir şar­kı “mut­la­ka böy­le ol­ma­lı­dır” mı de­mek is­ti­yo­rum? Böy­le bir ama­cım ol­sa açık­ça or­ta­ya ko­yar­dım. Ya­ra­tı­cı­lı­ğı­nı kul­la­nan her bes­te­ci ay­nı ko­nu­da ama fark­lı gü­zel­lik­ler­de sos­ya­list ger­çek­çi eser­ler ya­ra­ta­bi­lir. Kal­dı ki Grup Yo­rum’un ya da baş­ka mü­zik­çi­le­rin ay­nı ko­nu­da ama fark­lı bi­çim­sel­lik­te ya­ra­tıl­mış şar­kı­la­rı da ör­nek ve­ri­le­bi­lir­di. Ar­ka­daş­lar her­hal­de be­ni, ver­di­ği her ör­ne­ğin emir ola­rak al­gı­lan­dı­ğı Jda­nov’la ka­rış­tı­rı­yor­lar… İş­te bu ba­kış açı­sı­dır bir dö­nem Sov­yet sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin­de şab­lon­cu­lu­ğu ya­ra­tan… Ver­di­ğim ör­ne­ğin olum­lu ol­ma­sı ge­re­ki­yor­du el­bet­te. Olum­suz ör­nek arı­yor­lar­dıy­sa, Ak­ka­ya’ya yö­nelt­ti­ğim eleş­ti­ri­ler­den yo­la çı­kıp onun ba­zı şar­kı­la­rı­na ula­şa­bi­lir­ler­di. Bir ör­nek ver­dim di­ye ar­ka­daş­la­rın be­ni ka­lıp ya­rat­mak­la suç­la­ma­la­rı, ka­lıp­tan da an­la­ma­dık­la­rı­nı gös­te­ri­yor. An­la­sa­lar­dı Tem­muz-Ağus­tos-Ey­lül’99 ta­rih­li Gü­ney’in 9. sa­yı­sı­nın ka­pa­ğın­da; “Ni­ha­yet Yıl­maz Gü­ney Si­ne­ma­sı­na La­yık Bir Film: Gü­ne­şe Yol­cu­luk” di­ye ya­za­rak ka­lıp­çı­lık yap­maz­lar­dı. So­nuç­ta Yıl­maz Gü­ney ken­di si­ne­ma di­li­ni ya­rat­mış bir yö­net­men­dir. Onun si­ne­ma­sı, baş­ka yö­net­men­le­rin si­ne­ma­sı­nı da kap­sa­ya­cak bir üst sı­nır de­ğil­dir. De­ğer­len­dir­me öl­çü­tü “Yıl­maz Gü­ney’in si­ne­ma­sı­na la­yık ol­mak” di­ye be­lir­le­nin­ce, onun si­ne­ma­sı­nın ka­lıp ola­rak su­nul­ma­sı ka­çı­nıl­maz olur…
Sa­nat ile si­ya­set ara­sın­da fark var­dır ama, “dev­rim­ci­le­rin ölü­mü ile za­fer ara­sın­da­ki iliş­ki­yi bir sa­nat ese­rin­de de uzun boy­lu” or­ta­ya ko­ya­bi­li­riz. Yal­nız, sa­nat­ta söy­lem fark­lı­dır. En­gels de, Le­nin de bir po­li­tik ma­ka­le­den öğ­re­ne­cek­le­rin­den da­ha faz­la­sı­nı bir ro­man­dan öğ­re­ne­bil­dik­le­ri­ni söy­le­miş­ler­dir. Sa­nat yal­nız­ca duy­gu işi de­ğil­dir. On­da bin­ler­ce yı­lın bil­gi­sel bi­ri­ki­mi de var­dır. Sa­nat­çı­nın duy­gu­sal du­rum­la­rı bir­bi­rin­den fark­lı­lık­lar gös­te­re­cek­tir el­bet­te ama bu fark­lı­lık­lar sa­nat ese­ri­nin öz­gün­lü­ğü için de­ğer­len­di­ri­lir. Sa­nat­çı duy­gu­sal­lı­ğı de­ğil, duy­gu­sal­lık sa­nat­çı­yı ege­men­li­ğin­de tu­tu­yor­sa sa­kat­lık var­dır ora­da. Çün­kü sa­nat an­lık duy­gu­lar­la ya da salt duy­gu­lar­la ya­ra­tı­la­cak ka­dar ken­di­li­ğin­den bir şey de­ğil­dir. Yo­ğun araş­tır­ma ve ça­ba­lar da ge­re­kir, sı­nıf bi­lin­ci de. Bun­la­rı sos­ya­list ger­çek­çi­lik bağ­la­mın­da tar­tış­tı­ğı­mı­za gö­re, “an­da­ki” duy­gu­la­rın “sos­ya­list ger­çek­çi”lik­le ters düş­me­me­si ge­re­kir. Ör­ne­ğin oğ­lu­nu ölüm oru­cun­da yi­ti­ren hü­zün­lü bir ana, ce­na­ze tö­re­nin­de “oğ­lu­nu ‘te­rö­rist­le­rin’ (dev­rim­ci­le­rin) kan­dır­dı­ğı­nı ve ölü­mü­ne on­la­rın yol aç­tı­ğı­nı” hay­kı­rır­sa bu du­rum kar­şı­sın­da­ki duy­gu­sal­lık na­sıl ol­ma­lı­dır…? El­bet­te bir­bi­ri­ne zıt duy­gu­sal du­rum­lar da ola­cak­tır. De­mek ki “an­da­ki” duy­gu bir ger­çek­li­ği or­ta­ya koy­mak için tek ba­şı­na di­ya­lek­tik bir bü­tün­lük içer­mez ve çok ek­sik­tir. Bi­zim için sa­nat­çı­nın sa­nat­sal, fel­se­fi, top­lum­sal, bi­lim­sel… tüm bi­ri­kim­le­ri­dir bu­ra­da­ki duy­gu­sal­lı­ğı da oluş­tu­ran. Bu yüz­den, ölüm oru­cun­da ya­şa­mı­nı yi­ti­ren bir dev­rim­ciy­le il­gi­li “de­rin hü­zün” içe­ren bir ese­rin “umut” da içer­me­si, onun “sos­ya­lizm mü­ca­de­le­si” ger­çe­ğin­den ko­puk ya­ra­tıl­ma­ma­sı­nı zo­run­lu kı­lar. Yok­sa Se­zen Ak­su’nun ge­lip ge­çi­ci bir duy­gu­sal­lık­la ka­yıp ana­la­rı için şar­kı yap­ma­sı­nı gök­le­re çı­ka­rır­sı­nız… Ya da Mah­sun Kır­mı­zı­gül gi­bi ken­di ken­di­ni­ze so­rar­sı­nız ca­hil­ce; “He­pi­miz Kar­de­şiz, Bu Kav­ga Ne Di­ye…?” Bir kav­ga var­dır ve bu sı­nıf­lar kav­ga­sı­dır… Sos­ya­list ger­çek­çi sa­nat­çı­nın “gö­rev”i de bu­ra­dan çık­mak­ta­dır.
Sos­ya­list ger­çek­çi­lik­te­ki “gö­rev” an­la­yı­şı­nın, sa­nat ese­ri­nin ya­ra­tıl­ma­sı sü­re­cin­de­ki ko­nu­mu­nu iyi kav­ra­ma­la­rı ge­re­ki­yor Gü­ney’li ar­ka­daş­la­rın. Çün­kü, Na­zım’ın Dev­let Ti­yat­ro­la­rı’nda geç­ti­ği­miz yıl­lar­da sah­ne­le­nen Fer­hat ile Şi­rin oyu­nu­nu da “gö­rev­li­lik” an­la­yı­şı­na uy­gun sa­nı­yor­lar. Ya­zım­da bu oyu­nun sah­ne­len­me tar­zı­nı da eleş­tir­miş­tim ve ar­ka­daş­lar­dan şu ya­nı­tı al­mış­tım: “(…) Dev­let Ti­yat­ro­su’nun Na­zım’ın Fer­hat ile Şi­rin oyu­nu­nu sah­ne­le­yiş tar­zı­nı eleş­ti­ri­yor ve Fer­hat’ın sır­la­rı­nı sak­la­dı­ğı ki­tap ola­rak Ka­pi­tal’in kul­la­nıl­ma­sı­nı onun ‘bir aşk için pa­zar­lık ko­nu­su edil­me­si’ şek­lin­de yo­rum­lu­yor… Biz­ce bu yo­rum bi­raz zor­la­ma­dır. Fer­hat’ın Şi­rin’e ulaş­mak için yol gös­ter­me­si­nin kar­şı­lı­ğı ola­rak Şe­ri­fe Ka­pi­tal’i ver­me­si onun sa­hip ol­du­ğu ‘en bü­yük de­ğer’ gö­rül­me­si an­la­mı­na da ge­lir ve bun­da biz Ka­pi­tal’i aşa­ğı­la­yan bir yan gö­re­mi­yo­ruz. Bu sah­ne­le­niş tar­zı­nın ne­re­sin­den ‘gö­rev­siz­lik’ an­la­yı­şı­nın keş­fe­dil­di­ği­ni ise ma­ale­sef an­la­ya­mı­yo­ruz.”(33)
Ar­ka­daş­la­rın an­la­ya­ma­dı­ğı şey­le­rin ya­nı­na bir de bu­nu ek­le­ye­rek de­vam edi­yorum… Yü­zey­sel bir ba­kış için, gö­rül­me­si is­te­nen şey­le­rin bir sa­nat ese­rin­de “salt gö­rün­me­si” ye­ter­li­dir. Ör­ne­ğin Le­man mi­zah der­gi­sin­de­ki ka­ri­ka­tür­ler­de “emek”, “sos­ya­lizm” gi­bi kav­ram­lar­la “Marx”, “Che” gi­bi ad­la­rın kul­la­nıl­ma­sı yü­zey­sel ba­kış için­de­ki sol­cu için ye­ter­li­dir. O, bu kav­ram ve ad­la­rın o ka­ri­ka­tür­ler­de na­sıl bir so­yut­la­may­la ve ne­den kul­la­nıl­dı­ğı­nı dü­şün­mez bi­le… Za­ten Le­man’ın sol­cu mi­zah der­gi­si ola­rak al­gı­lan­ma­sın­da bu yü­zey­sel ba­kış et­kin­dir. Oy­sa Le­man bu ve ben­ze­ri kav­ram­la­rı içi­ni bo­şal­ta­rak su­nar… Fer­hat ile Şi­rin’in yö­net­me­ni de Marx’ın Ka­pi­tal’ini yan­lış bir so­yut­la­may­la ve ger­çek­lik­ten ko­puk ola­rak kul­lan­mak­ta­dır. Ka­pi­tal’in “var­lık ne­de­ni”yle oyun­da “so­yut­la­may­la oluş­tu­ru­lan ko­nu­mu” bir­bi­ri­ne kar­şıt an­lam­da­dır. Ger­çek­te tüm in­san­lı­ğın öz­gür­lü­ğü için ya­zı­lan Ka­pi­tal, oyun­da her­kes­ten giz­le­nen bir sır­dır ve bi­rey­sel mut­lu­luk­lar için pa­zar­lık ara­cı­dır. Gü­ney’li ar­ka­daş­lar Fer­hat’ın Ka­pi­tal’i (ye­şil bo­ya­nın ve la­le ka­le­mi­nin sır­rı­nı) Şi­rin’e ulaş­mak için Şe­rif’e ver­me­si­ni Ka­pi­tal’i “en bü­yük de­ğer” gör­me­si­ne bağ­lı­yor­lar. Bu ko­lay­cı ve yü­zey­sel bir yo­rum­dur. Çün­kü oyun­da­ki Ka­pi­tal’i “en bü­yük de­ğer” ya­pan şey onun “sır” ol­ma özel­li­ği­dir. Ger­çek­te ise Ka­pi­tal’i “en bü­yük de­ğer” ya­pan şey, ol­sa ol­sa in­san­lı­ğın kö­le­lik­ten kur­tul­ma­sı­nın “sır”rı­nı çöz­me­si­dir… Böy­le ge­li­şi­gü­zel bir so­yut­la­may­la Ka­pi­tal’in içi bo­şal­tı­lır an­cak. Ay­rı­ca, sos­ya­list ger­çek­çi­li­ğin “gö­rev­li­lik” an­la­yı­şı­nı Dev­let Ti­yat­ro­la­rı’ndan bek­le­me dü­şün­ce­si­nin de içi boş­tur…
Bo­ris Such­kov Ger­çek­çi­li­ğin Ta­ri­hi’nde şöy­le der: “Sos­ya­list ger­çek­çi­lik, özel mül­ki­ye­te da­ya­nan iliş­ki­ler ile bu­na yol açan bi­lin­ci ol­du­ğu ka­dar, öz­gür sos­ya­list top­lu­mun gi­di­şi­ni en­gel­le­ye­cek olan her şe­yi de ta­viz­siz, kap­sam­lı ve öz­lü bir eleş­ti­ri­ye ba­ğım­lı tu­tar.”(34) Bu bi­zim için bir “gö­rev”dir ve di­le ge­tir­di­ğim eleş­ti­ri­ler de bu gö­re­vi ye­ri­ne ge­tir­me kay­gı­sın­dan­dır…
Ge­çen­ler­de sev­gi­li Ni­hat Ateş’le bir afi­şin önün­de otu­ru­yor ve sos­ya­list sa­nat üze­ri­ne tar­tı­şı­yor­duk… Afiş­te, “Bol­şe­vizm Ka­za­na­cak!” ya­zı­yor­du… Ni­hat; po­li­tik alan­da net ve kes­kin söy­lem­le­ri olan sos­ya­list­le­ri­mi­zin es­te­tik alan­dan söz eder­ken –ço­ğun­luk­la– bu net­lik ve kes­kin­lik­le­ri­ni yi­tir­dik­le­ri­ni ve sos­ya­list sa­na­tı bu­lan­dır­dık­la­rı­nı tes­pit edi­yor­du… Ni­hat’ın tes­pi­ti­ne ka­tı­lı­yo­rum ve bu tar­tış­ma­yı da bu bağ­lam­da bir bu­la­nık­lı­ğı aş­ma ha­re­ke­ti ola­rak sür­dür­dü­ğü­mü be­lir­ti­yo­rum…
AŞKIN AYRANCIOĞLU
 

 

DİPNOTLAR

1- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”,
Gü­ney,Tem­muz-Ağus­tos-Ey­lül’2000, Sa­yı 13
2- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
3- Ah­met Ok­tay, “Sa­nat ve Si­ya­set”,Yön Y. s.163
4- W. Ben­ja­min, (Brecht’le Söy­le­şi­ler), “Es­te­tik ve Po­li­ti­ka”,
Çev. Ün­sal Os­kay, Eleş­ti­ri Y. 1985, s.132,
ay­rı­ca bkz. W. Ben­ja­min, “Brecht’i An­la­mak”,
Çev. H. Ba­rış­can-G. Işı­sağ, Me­tis Y. 2000, s.129
5- T. Ador­no, (Bas­kı Al­tın­da Uz­laş­ma), “Es­te­tik ve Po­li­ti­ka”,
Çev. Ün­sal Os­kay, Eleş­ti­ri Y. 1985, s.229-230
6- A. A. Jda­nov, “Ede­bi­yat, Mü­zik ve Fel­se­fe Üze­ri­ne”,
Çev. Fat­ma­gül Berk­tay, Kay­nak Y. 2. b. 1996, s.18
7- Bo­ris Such­kov, “Ger­çek­çi­li­ğin Ta­ri­hi”, Çev. Aziz Ça­lış­lar, Bi­lim Y. 1976, s.202
8- G. Lu­kacs,(Tols­toy ve Ger­çek­çi­li­ğin Ge­li­şi­mi), “Av­ru­pa Ger­çek­çi­li­ği”,
Çev. Meh­met H. Do­ğan, Pa­yel Y.1977, s.275
9- Ak­ta­ran, Aziz Ça­lış­lar, “Ger­çek­çi­lik Es­te­ti­ği”, De Y. 1986, s.182
10- G. Lu­kacs,(Gor­ki’nin İn­san­lık Ko­me­di­si), age. s.275
11- G. Lu­kacs,(Kur­ta­rı­cı), age. s.360
12- Fritz J. Rad­datz, “Lu­kacs”, Çev. En­der Ateş­man, Pa­yel Y. 1984, s.68
13- Pe­ter Os­bor­ne, “Eleş­ti­rel Ba­kış”,
Çev. El­çin Gen, Dost K. 1999, s.83-84
14- (He­le­na She­ehan, “Mar­xism and th Phi­lo­sophy of Sci­en­ce:
A Cri­te­cal His­tory”, New Jer­sey: Hu­ma­ni­ti­es Press, 1993),
Der­le­yen, Ah­met Fet­hi, Ko­puş, Şu­bat’96, Sa­yı 4
15- Eu­ga­ne Lunn, “Mark­sizm ve Mo­der­nizm”,
Çev. Ya­vuz Alo­gan, Alan Y. 1995, s.165
16- G. Lu­kacs, “Ta­rih ve Sı­nıf Bi­lin­ci”, Çev. Yıl­maz Öner,
Bel­ge Y. 1998, s. 40
17- Yon Bar­na, “Ei­sens­te­in”, Çev. İb­ra­him Şe­ner, İz­dü­şüm Y. 2000, s. 94
18- W. Ben­ja­min, (Brecht’le Söy­le­şi­ler), “Es­te­tik ve Po­li­ti­ka”,
Çev. Ün­sal Os­kay, Eleş­ti­ri Y. 1985, s.128,
ay­rı­ca bkz. W. Ben­ja­min, “Brecht’i An­la­mak”,
Çev. H. Ba­rış­can-G. Işı­sağ, Me­tis Y. 2000, s.126-127
19- A. A. Jda­nov, age. s.19
20- Ah­met Yıl­dız, “Ta­rık Ali İle Söy­le­şi”, Ede­bi­yat ve Eleş­ti­ri,
Ocak-Şu­bat’2001, Sa­yı 53
21- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
22- Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu, “Sos­ya­list Ger­çek­çi­li­ğe Doğ­ru”,
Gü­ney, Tem­muz-Ağus­tos-Eylül’2000, Sa­yı 13
23- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
24- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
25- Gü­ney, “An­la­şıl­maz Olan Ne?” Gü­ney, Ocak-Şu­bat-Mart’99, Sa­yı 7
26- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
27- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
28- İl­kay Ak­ka­ya, Gü­ney, Tem­muz-Ağus­tos-Ey­lül’98, Sa­yı 5
29- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
30- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
31- Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu, “Sos­ya­list Ger­çek­çi­li­ğe Doğ­ru”, agd.
32- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
33- Gü­ney, “Aş­kın Ay­ran­cı­oğ­lu’na Ya­nıt”, agd.
34- Bo­ris Such­kov, age. s.306

 

Sonraki Gönderi

Yaptıkları her şey zulümleri bitmesin diyedir!

Kategoriler

Güney Sayı 104

Yılmaz Güney’i anıyoruz!

İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Çukurova Kitap Fuarı’ndan İzlenimler

Kamuoyuna açıklama

15. Çukurova Kitap Fuarı

Yılmaz Güney bizimle!

103. sayımız çıktı

Güney Sayı 103

Mağdurların anılarını canlı tutma mücadelesi

Eskişehir

102. sayımız çıktı

Güney Sayı 102

Ayvalık/Balıkesir

Kocaeli/Gebze

İsviçre satış noktaları

Avusturya satış noktaları

Almanya satış noktaları

101. sayımız çıktı

Güney Sayı 101

Bir bildirge denemesi: Devrimci Gerçekçilik

Süleyman Özdemir

Davet: Yılmaz Güney’i anıyoruz!

DAVET

100. sayımız çıktı!

Güney Sayı 100

Politik tutsaklar ve “hapishane edebiyatı”

Yusuf’suz bir yıl!

“Tutsak Kitapları Sergisi” İzleyicisiyle Buluştu

14 Şubat Dünya Öykü Gününe binaen

İnstagram

  • Etkinliğimizde Muzaffer Doyum kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • Doğumunun 86. yılında “Halkın sanatçısı halkın savaşçısı” Yılmaz Güney bizimle
Etkinliğimizde Fatoş Güney kitabını imzalayacak
2 Nisan Pazar 2023 
Saat 14.00 
Cemil Candaş Kent Kültür Merkezi
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
  • İnsanın değerinin olmadığı bu sistemde insan kalmak!

Büyük bir felaket yaşıyoruz. Depremde hayatlarını kaybedenlerin yakınlarına ve dostlarına sabırlar diliyoruz. Yaşananlar karşısında derin bir üzüntü içindeyiz. Söylenecek sözlerin artık tükendiği noktadayız. Depremin sonuçları; acı, ölüm, açlık ve sefaleti arttırdıkça arttırıyor. Yoksul emekçilere ulaşılamayan yardımlar acımızı daha da büyütüyor, duyulan feryatlar karşısında yüreklerimiz dağlanıyor, ama yetmiyor! Yaşadığımız azap depremzedelere çare olmuyor. Yine yaşananları seyretmekle yetiniyoruz, ama yetmiyor işte.

El yordamıyla hayatta kalmaya çalışanlar, kadınlar ve çocuklar felaketle boğuşurken toplum olarak suçluları arıyoruz. Bunlar ya müteahhit, ya iktidar yada yetersiz kalan kurtarma ekipleri oluyor; suçlular çok fazla, suçlular bitmiyor ve biz her felakette yaşananları balıklar gibi seyredip unutuyoruz.

Kapitalistlerin daha fazla kâr uğruna insan hayatını hiçe sayan yapılar inşa etmesine dur diyemediğimiz sürece, bizleri yoksullaştırarak harabe evlerde yaşamaya mahkum edenlere, müteahhitlere ve onların deprem yönetmeliğine uygun olmayan yapılarına izin veren devlet kurumlarına dur diyemediğimiz sürece, insanın ve türlerin yaşam hakkını koruyan merkezinde insanın olduğu bir sistem kurmadığımız sürece yaşanan felaketlerin suçluları bizleriz. Şairin de söylediği gibi “demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

Her şeye rağmen can pahasına yardıma koşan insanların, insan üstü çabaları da çok değerli olduğunu görüyoruz. Herkesin yapabileceği çok şey var. Yardım için acil ihtiyaçların karşılanması ve ihtiyaç sahiplerine ulaşılması gerekiyor. Gönüllü, yardım birliklerine katılabilenlerin zaman kaybetmeden harekete geçmesi önemli. Bütün okurlarımızın bu dayanışmaya katılacağını biliyoruz ve imkanı olanlara çağrıda bulunuyoruz: Yardım için gönüllü olun ve elinizden geleni yapın! “Şimdi birlik olma zamanı” diyoruz ama, bu kadarıyla değil tabi ki, bu köhnemiş sistemi ortadan kaldırmak için de birlik olma zamanı. İşçilerin, emekçilerin yaşamını elinden alan, 
Yazının devamı için; https://guneykultursanat.org/insanin-degerinin-olmadigi-bu-sistemde-insan-kalmak/
  • DOĞUMUNUN 86. YILINDA “HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAŞÇISI”
YILMAZ GÜNEY BİZİMLE ETKİNLİĞİNDE BULUŞALIM
2 Nisan Pazar günü saat  14.00 te  Cemil Candaş Kent Kültür Merkezinde buluşalım.
Halaskargazi Caddesi No:168  Şişli/İstanbul
İletişim: 0541 801 35 02/0533 501 64 62
Giriş ücretsizdir
  • Çukurova Kitap Fuarından İzlenimler
Bir kitap fuarı etkinliğini daha geride bıraktık. Çukurova’nın bahar aylarını aratmayan güneşli dokuz gün boyunca iyi yönleri ile hatırlanabilecek bir fuar olduğunu söylemek yanıltmaz bizi. Bu kadar ilgiyi başlarda beklemiyorduk. Hayat pahalılığının olumsuz koşulları altında, enflasyondan en çok zam gören kalemlerden kitapların  temel ihtiyaçlar listesinde en sonda olabileceği ilk aklımıza gelen olmuştu: Tabi bu olgu yaşadığımız toplumun henüz değişmeyen özelliklerinden biri olmaya devam ediyor.  Fakat yinede tüm bu yoksulluğa rağmen, kitaba para ayıran önemli bir okur kitlesi de vardı. Her ne kadar burç kitapları ve kişisel gelişim üzerine yazılı kitaplar ilgisinden değer kaybetmese de ve kitap olsun çamurdan olsun diyenler dışında Çukurova’nın iyi bir okur çevresine sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Fuar boyunca, dergimizin standına da ilgi büyüktü. Güney’in yeni ve bir kısım eski sayılarını, İnter ve Dönüşüm Yayınlarının çeşitli kitaplarını standımızda bulundurmuştuk. Fuarda Marksist-Leninist külliyatı bulunduran tek standın bizde olması bir eksiklik olduğu kadar, ilginin sebebi de olduğu söylenebilir. Bizi şaşırtan ise kitaplarımıza ve dergimize duyulan ilginin 14-17 yaş aralığındaki gençlerin oluşturmasıydı. Bu yaş grubu için herhangi bir kuşak tespiti yapmak güç. Yaşlara göre kategori belirlemek yeni moda olsa da bu gençlik başka türlü ilerliyor diyebiliriz, hem de bize hiçte uzak olmayan bir ilerleme. Belki bunu yaşadığımız iki örnekle açıklamak düşüncemizi haklı çıkaracaktır. İlki, henüz 15 yaşında genç bir kız, oldukça zarif ve iyi giyimli; bu haliyle orta halli, kültürlü bir ailenin çocuğu olduğu kesin. Ama bizim açımızdan şaşırtıcı olan bu kızın merakı: “Demokratik devrim mi? Sosyalist devrim mi?” bu konu ilgisini çekiyormuş ve araştırma yapmak istiyormuş. Biz kendisine yaşı için ağır bir araştırma kitabı olduğunu söylemek isterken, babası – bu tür siyasi kitaplara çok ilgisi var, sürekli okuyor, bu konular ona yabancı değil- dedi. Tabi biz şaşırıyoruz. Bir diğer örnek ise Kollontai’nin kitabını gören 15 yada 16 yaşlarında genç bir erkek...(Devamı için: https://guneykultursanat.org/cukurova-kitap-fuarindan-izlenimler/)
  • Güneyden
  • Güney Kitaplığı
  • İçindekiler
  • Haber
  • Karikatür
  • Kitap
  • Makale
  • Öykü/Hikaye
  • Resim/Fotoğraf
  • Röportaj
  • Satış Noktaları
  • Şiir
  • Sinema
  • Tiyatro
  • Dosyalar

© 2021 Güney Dergisi

Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
    • Eski Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında

© 2021 Güney Dergisi

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In
Güney Size en son haberler ve güncellemeler için bildirimler göstermek istiyoruz.
Reddet
Bildirimlere İzin Ver