Burjuvazinin İnsanlığın Geleceğine İlişkin “Ütopyası”: En yüksek teknikle feodalizm ve barbarlık! – Anuş Pazarcıyan
‘Yıldız Savaşları’nın Dönüşü
Yıldız Savaşları
Birinci Öykü:
Karanlık Tehdit
Bundan 23 yıl önceydi. 1976’da ABD’de, Hollywood stüdyolarından bağımsız film yapma iddiasında kendi firmasını kuran George Lucas’ın “Yıldız Savaşları” üçlemesinin ilk filmini gördüğümde, filmin tekniği dışında fazla sevilecek bir yanını bulmamıştım. Anlatılan öykü, birkaç yüzyıl sonrasını anlatmasına rağmen, var olan gerek insan toplumları, gerekse başka gezegenlerden “akıllı” yaratıkları açısından bugünün insanından bir değişiklik yoktu. Yine emperyal amaçlar için savaşlar yürüyor; yine iktidar için çeşitli entrikalar döndürülüyordu. Üstüne üstlük, çizilen karakterler –hem insanlar, hem de diğer “akıllı” yaratıklar açısından–, çok yüzeysel karakterler olarak çizilip iyi ve kötü olarak ikiye ayrılıyor. İyiler iyi, kötüler kötüydü! Ak-kara herhangi bir karışma yoktu. Ve iyiler, sonuçta bir prenses, bir soylunun iyi iktidarı için savaşıyordu. Geleceğe dönük proje siyasi olarak feodalizme geri dönüştü! İyiler ve kötüler içinde “iktidar” denen şeye sahip olan, düşünce ile maddeyi hareket ettirme gücüne sahip olan, buna belli bir meditasyon yöntemiyle ulaşan seçilmiş, yarıtanrısal bir kaç figür –bunlara Jedi Şövalyeleri deniyor– belirleyici rol oynuyordu. Verilen siyasi mesaj sonuç olarak, –insanların ve bütün düşünen yaratıkların– iyiler-kötüler diye ikiye ayrıldıkları, bunların üzerinde adı verilmeyen tanrısal bir gücün bulunduğu ve bunların iyilere mi, yoksa kötülere mi dahil olacaklarının en başından belirlenmiş olduğu, savaşlar sonrasında iyilerin kazanacağı fakat kötülüğün de ortadan kalkmayacağı, savaşların sonsuza dek süreceğiydi. Filmde benim en olumlu bulduğum, insani özelliklere –çünkü çelişkilere– sahip iki figür C-3PO ve R2-D2 isimli robotlardı. Bağımsız sinemacı Lucas gerçekte gerici bir film yapmıştı. Ama nasıl yapmıştı?! Yaptığı görsel ve duysal efektler açısından gerçekten devrimdi. Uzayda seyahat eden uzay gemilerinin ışık hızına yükselmesini hissediyor, onunla birlikte uzayın sonsuz derinliklerine (aslında beyaz perdeye yalnızca) dalıyordunuz; sinema koltukları sanki uzay gemisinin koltukları idi, siz de uzay gemisinde oturuyordunuz, geminin üzerinde patlayan bombalar, sanki sizin kafanızda patlıyordu. Daha sonra Lucas-Film’in geliştirdiği teknikler bütün bilim-kurgu filmlerinde kullanılmaya başlandı. Standart hale geldi.
Şimdi Lucas, 20 yılı aşkın bir aradan sonra, karşımıza, bundan 23 yıl önce başladığı yıldız savaşları üçlemesinin öncesini anlatan; ilk üçlemenin iyi adamı Luke Skywalker’in, kötü adamı Darth Vader’in nereden geldiklerini anlatan yeni ‘Yıldız Savaşları’ filmleriyle çıkıyor. Bu dizinin ilk filmi olan ‘Karanlık Tehdit’ bir çok ülkede aynı anda binlerce kopyayla gösterime girdi.
Lucas’ın bu yeni filmlerinde anlattığı “gelecekte” de yeni hiç bir şey yok. Zaten öykü olarak ilk üçlemenin öncesi olduğuna göre, mantıki olarak fazla bir şey olması da beklenemezdi. Lucas’ın gerici, insanın değişmezliğinden yola çıkan, onun ötesinde bütün düşünen yaratıkların da temel özellikleri itibarıyla insanlarla aynı olduğunu, olacağını var sayan, ışık hızıyla hareket edebilecek tekniğe sahip, düşünen yaratıkların birbirini yemesini doğanın değişmez yasası olarak gören bir bakış açısına sahip olduğu olguydu. Birinci üçlemede olduğu gibi, bu yeni yıldız savaşlarında da bu yüzden beni öncelikle ilgilendiren “nasıl” sorusu idi. Acaba Lucas bundan önce olduğu gibi, 20 yıl bekledikten sonra sinemaya en azından teknik açıdan kimi yenilikler getirmek ihtiyacı duyduğu vb. için mi, ‘Yıldız Savaşları’na geri dönmüştü?
Bu sorunun cevabı hayır!
20 yıl önceki ‘Yıldız Savaşları’nın tersine, bu yeni yıldız savaşlarının –birinci öyküsünde– teknik açıdan da yeni hiç bir şey yok. Evet, filmin çok önemli bölümleri, filmdeki figürlerin yüzde sekseni bilgisayar-animasyonu tekniğiyle yaratılmış figürler. Film esasında, bundan 20 yıl öncesinin tersine, artık iyice bir bilgisayar oyununa dönüşmüş durumda. Bundan yirmi yıl önce değişik efektlerin sağlanması için kullanılan bilgisayar animasyonu, bu kez filmin tekniğinin esasını oluşturuyor. Fakat bunda ‘Yıldız Savaşları’ açısından olsa da, film tekniği açısından bir yenilik yok. Hatta Hollywood bütünüyle bilgisayar animasyonu olan, içinde tek “gerçek” figür bulunmayan filmler bile yaptı: (Toy Story; Yönetmen John Lasseter, 1995’de bu filmle Oscar kazandı.) Yani, Lucas’ın ne içerik ne de biçim açısından söyleyeceği yeni bir şey yok. O halde ‘Yıldız Savaşları’na dönüşün nedeni ne? Filmin yalnızca Almanya’da 1000 kopyayla gösterime girdiği bilindiğinde, yürütülen reklam kampanyasının boyutları bilindiğinde bunun cevabı net: Lucas, yıldız savaşlarıyla kazandığı ününe ün, parasına para katmak istiyor.
Ona yardımcı olmak istiyorsanız gidin bu filme. Yoksa, sizi gitmeye zorlayan başka nedenleriniz yoksa –örneğin ille de bu filmi sizinle birlikte görmek isteyen bir çocuğunuz yoksa ya da görüp de üzerine yazmak istemiyorsanız filan– boş verin, iki saatinizi daha yararlı bir işle, ille sinemaya gitmek istiyorsanız, bir başka filmle geçirin. Örneğin Beningi’nin ‘Hayat Güzeldir’ filmini hâlâ görmediyseniz görün.
Bilim-kurgu türünde bir şeyler görmek istiyorsanız, örneğin ‘Matrix’i görün, ya da ‘1 Nr.lı Devlet Düşmanı’nı veya ‘Gattaca’yı görün. Her üç filmde de, tekniğin nasıl kullanılabileceği konusunda korkutucu gelecek tasarımları var. Her üçünde de “kötü”, faşizan bir “kollektif” karşısında, tek başına savaşan “birey” var. Yani sonuçta, kollektife karşı, bireyin övgüsü bu filmler, yine de oturup üzerine konuşabileceğiniz, tartışabileceğiniz, konusu olan, içinde şu veya bu ölçüde insan olan –Matrix bu bağlamda iyice ilginç– filmler. Matrix’in çizdiği gelecekte, kendini normal hayatta sanan insanlar, gerçekte “sanal” bir dünyanın, sanal canlıları. Gerçek insanlar, birkaçı dışında, dünyaya egemen olan dünyadışı bir uygarlığın insan kılığına girmiş bir kollektifinin “enerji kaynağı” olarak kokonlar içine hapsedilmiş durumdalar.
‘Yıldız Savaşları’nda konu ne mi? Esasında konu hiç mi hiç önemli değil. Önemli olan efektler. Konu kabaca: Bir Yıldızlar Cumhuriyeti var. Bunlar genelde iyiler. Bu cumhuriyete dahil olan yıldızların bir çoğu prenslik-krallık vb. biçiminde idare ediliyor! Cumhuriyet şimdiki Birleşmiş Milletler’e benzer bir siyasi üst yapı tarafından yönetiliyor. Cumhuriyet dışında bir de “kötü” Ticaret Federasyonu var. Bunlar belli yıldızlara ambargo koyuyor ve hatta barışçıl Naboo’yu işgal ediyor. Cumhuriyet sorunu çözmek için özel olarak iki jedi şövalyesini gönderiyor. Bunlar prensesi işgalcilerin elinden kurtarıp, cumhuriyet konseyine getiriyor. Prenses orada bir konuşma yaptıktan sonra, halkını yalnız başına bırakmamak için jedi şövalyeleriyle geri dönüyor. Bu arada konuşmaya giderken, parça eksikliği nedeniyle inmek zorunda kaldıkları bir ticaret gezegeninde sonradan Darth Vader olacak Annakin Skywlker ile tanışıp onu yanlarına alıyorlar. Sonra bir savaşta, Naboo’nun deniz altındaki ve deniz üstündeki –daha önceden birbiri hakkında kötü düşünen– halkları birleşip işgalcileri kovuyorlar. Prenses Amidala halkının başına geçiyor.
İşte 23-24. yüzyılın insanlığı!
Ve düşünen yaratıkları!
Burjuvazinin ufku teknik konusunda sınır tanımasa da, siyaset konusunda olağanüstü sınırlı.
O, insanın, dünyanın değişmezliğini bize anlatıyor.
Değişir!
Değişiyor!
Değişecek!