Yılmaz Güney Ölümsüzdür!
Güney Dergisi’nin düzenlediği “Ölümünün 15. Yıldönümünde Yılmaz Güney ve Sanat” konulu Kültür Konferansı yapıldı…
GÜNEY dergisi’nin düzenlediği “Ölümünün 15. yıldönümünde Yılmaz Güney ve Sanat” konulu konferans ve kültürel etkinlik 12 Eylül 1999 tarihinde İstanbul’da Bulunmaz Kültür Merkezi’nde yapıldı. Saat 10.00’da başlayan ve akşam 21.30’da sona eren konferansın açılışını Güney dergisinin Sorumlu Yazıişleri Müdürü İlyas Emir yaptı.
Bir anma gecesi değil, Yılmaz Güney’in siyasi kişiliği ve sanatını değerlendiren ve tartışmaya sunan bir konferansın düzenlenmesi Güney dergisinin bilinçli tercihiydi. Dergi okurlarıyla, kültür ve sanat emekçisi arkadaşlarla yeniden buluşmak ve onlarla tartışma içinde karşılıklı görüş alışverişini sağlamak istiyorduk.
Konferansa çok sayıda genç okurumuz katılmıştı. Bu oldukça sevindiriciydi. Sanatçı, edebiyatçı, siyasetçi Yılmaz Güney’i çok yetersiz tanıyan bir kesim, hakim sınıfların tüm izleri yoketme çabalarına karşın, konferansa gelmişti ve büyük bir ilgi ve dikkatle bu izleri yakalamaya çalışıyordu.
“Büyük bir sinemacı” olarak tanıdıkları Yılmaz Güney’in filmlerinin çoğunu izleme şansına sahip olamamışlar ve yine Yılmaz Güney’in siyasi yazılarını okuyamamışlardı. Bu konferansta bu eksikliği bir parça gidermeyi umuyorlardı…
Bu, konferansın genel havasında da etkili oldu. Tartışma bölümlerinde tezlerde savunulan görüşleri daha da açan, derinleştiren, örnekleyen konuşmalar ağırlık kazandı. fiüphesiz bunun böyle olmasında katılımcılar arasında Yılmaz Güney’in kültür ve sanat anlayışının değerlendirilmesine ilişkin çok farklı ve çatışmalı pozisyonların olmamasının da rolü vardı.
Konferans iki bölümden oluşuyordu.
İlk bölümde “Yılmaz Güney’in sanat anlayışı” üzerine Güney dergisinin değerlendirmesi tezler halinde sunuldu. (Bu tezler Güney dergisinin 9. sayısında yayınlanmıştır.)
İkinci bölümde sunulan tezlerde ise; Yılmaz Güney’in sanat anlayışının pratikte kendini nasıl gösterdiği, onun sanatının (özelde sinemasının) somutta nasıl bir gelişme gösterdiği ele alındı. (Bu konuya ilişkin sunulan tezleri bu sayımızda yayınlıyoruz.)
Tezler halinde sunulan değerlendirmeler her iki bölümde ayrı ayrı tartışmaya sunuldu. Tartışmada ileri sürülen bazı görüşler kısaca şunlardı:
* Bir konuşmacı arkadaş, Yılmaz Güney’in sanatı ve sanat anlayışını tanımaya ve tartışmaya çalışırken onu fetiş haline getiren yanlış yaklaşımlara dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı. Yılmaz Güney’in devrimci-komünist sanattaki yeri ve rolünü belirlerken abartıya kaçılmamalı ve onun kişisel, sanatsal ve siyasal zaaflarıyla uzlaşılmamalıdır.
* “Halkın sanatçısı, halkın savaşçısıdır” şiarını benimseyen Yılmaz Güney komünist bir sanatçıdır. Onun eserlerinde sahip olduğu siyasi bakış açısının derin izlerini görürüz. Ancak o, kendisini sınıf mücadelesini sanat alanında yürütmekle de sınırlamamış, doğrudan siyasi alanda da aktif olmuştur.
Yılmaz Güney, yaşadığı dönemde uluslararası üne sahip bir sanatçı ve aydın olarak Rus sosyalemperyalizmine ve modern revizyonizme karşı açık, berrak tavır takınan ve açıkça marksist-leninist olduğunu ilan eden ve bunun sonuçlarını taşımaya hazır olduğunu pratiğiyle de ispatlayan ender kişilerden biridir. Yaşadığı dönemde marksist-leninist hareketin en temel sorunları olan modern revizyonizme, Üç Dünya Teorisi’ne, Çin ve AEP revizyonizmine karşı pozisyonlarında o esasta doğru bir tutum içinde olmuştur. Yılmaz Güney’in derlenerek yurtdışında basılmış olan ve ülkemizde hemen hiç tanınmayan “Siyasi Yazılar”ı mevcuttur.
* Bugün Yılmaz Güney’e “Türk sinemasının temsilcisi” olarak sahip çıkmaya çalışanlar var. Sanatçı Yılmaz Güney’i sahiplenirken, siyasi Yılmaz Güney’i “aşırılıkların adamıydı” diyerek yerenler, özelde onun “Kürt sorununa” ilişkin görüşlerinden rahatsız oluyor ve Türk milliyetçisi pozisyonlardan ona saldırıyorlar. Yılmaz Güney’den “geriye eylemci, siyasal sözcü, davalara adanmış Yılmaz Güney değil; ülkesinin sinemasını dünyaya tanıtmış bir büyük sanatçı”nın kalmasını isteyen sinema eleştirmenlerinden Atilla Dorsay şöyle diyor: “Güney’in hele son yıllarında dış ülkelerdeki konuşmalarında hep belirttiği gibi Kürt kökenli ise, Kürt sorununa yakınlık duyması, bu soruna çağdaş, aydın bir tavırla bakması, kültürel kimlik veya ekonomik gelişme gibi konularda dikkatli, duyarlı bir tavıra girmesi son derece doğal… Ancak, bir ‘Kürt devleti’, ‘Kürtlere özgürlük’ gibi sloganlara rağbet etmesi anlaşılabilir mi? (…) En azından, devletin bu sloganlara sarılmış bir sanatçıya hoşgörüyle bakmasının zorluğu anlaşılmalıdır.” (Atilla Dorsay, Yılmaz Güney Kitabı, Önsöz, sf. 14)
Yılmaz Güney’in Kürt sorunuyla ilgilenmiş olmasını Kürt kökenli olmasına bağlayan ve bunu da onun özürü kabul eden bu tür milliyetçi-şoven anlayış sahiplerini Yılmaz Güney’in ulusal sorundaki ulusların ayrı devlet kurma hakkının kayıtsız şartsız savunulmasını içeren komünist tavrının rahatsız etmesi gayet anlaşılırdır. “Ben, kendi filmlerimi Türk filmi, kendi sinemamı da Türk sineması olarak görmüyorum. Ben, Türkiye sinemasını kurmanın, oluşturmanın ilk adımlarını atıyorum. Türkiye çokuluslu bir ülkedir. Bu nedenle, sosyal çelişmeler, ulusal farklılıklar nedeniyle, Türk filmi değil, Türkiye filmi yapmak, Türk sineması değil, Türkiye sinemasını kurmak zorundayız.” diyen Yılmaz Güney proleter enternasyonalizmini kendine kılavuz edinmiştir. O, Kürt olduğunu açıkça belirtir ve Kürtlere özgürlük talebini yükseltirken Kürt milliyetçiliğine de sapmamış; sinemada ve bütün sanat ve edebiyat çalışmasında yerellik içinde evrenselliği yakalama uğraşı vermiştir.
* Yılmaz Güney’in kadın sorununa yaklaşımı ve sinemasında kadınların konumu ile ilgili yürütülen tartışmada, bu alanda da Yılmaz Güney’in esas itibariyle olumlu bir gelişme çizgisi izlediği vurgulandı. Yılmaz Güney, sinemasında emekçi kadınlar üzerindeki cins baskılarını dile getirmeye önem vermiştir. Geleneklerin, feodal-pederşahi baskıların kıskacına düşmüş kadınların ‘ölümcül’ kaderlerini (örneğin ‘Sürü’ ve ‘Yol’ filmlerinde olduğu gibi) beyazperdeye seyirciyi isyan ettiren ve düşündüren bir biçimde aktarmıştır. O hiçbir biçimde halkın gerici gelenekleriyle uzlaşma, onları hoşgörme yanlışına düşmemiştir. Yılmaz Güney, bu alanda kendi geçmişiyle hesaplaşan ve bu hesaplaşma içinde kendini aşmaya çalışan bir tavır sergilemiştir. Ancak, Yılmaz Güney’in sinemasına bu alanda da eleştirel yaklaşılmalıdır. Onun sinemasında çoğunlukla “himaye altındaki kadınlar” vardır. Onların konumları ve yaşadıkları konu olarak işlenmektedir. Yılmaz Güney’in sineması bu alanda da aşılmak, kendi ayakları üzerinde duran ya da durma savaşı veren emekçi kadınların yaşadığı çok yönlü toplumsal çelişkilerde beyazperdeye yansıtılmalıdır.
* Bir sanatçı, bir sinemacı olarak Yılmaz Güney’den öğreneceğimiz çok şey vardır. O düşüncesindeki sinemayı gerçekleştirmek için kendisine büyük imkanların yaratılmasını vb. beklememiştir. İmkânlarını kendisi yaratmaya çalışmış ve tüm imkânsızlıklar içinde de iyi sinema, kitlelere doğru mesajlar veren filmlerin yapılabileceğini kanıtlamıştır. Bugün milyarlarla paranın aktığı ve her türden teknik imkânın sağlandığı koşullarda film yapanlar var. Herşeyleri var, ancak filmlerinde ‘fikir’ yok!
* Yılmaz Güney’i “halkın sanatçısı” olarak başarılı kılan salt doğru bir dünya görüşüne sahip olması değil, bunun yanında onun sanat alanında işin ustası olmaya büyük önem vermesinin büyük rolü vardır. O, iyi bir sanatçı olmak için uğraş vermiştir. Bu bilinçte tutulmak zorundadır.
Tartışmalarda dile getirilen bazı görüşler bunlardı. Yukarıda saydığımız konular çerçevesinde yürüyen tartışma ve görüşleri çok kısaltılmış olarak aktardık.
Tartışmaların ertesinde daha önceden hazırlanan ve duyurulan kültürel bölüme geçildi.
Bu bölümde Yılmaz Güney sinemasını tanıtan bir belgesel gösterildi. Kültürel etkinliğin sunuşunu ve konferansın “evsahipliğini” yapan Hilmi Bulunmaz’ın okuduğu emeği ve emekçileri konu edinen şiirler beğeniyle dinlendi. Yankı Müzik Grubu türküleriyle katılımcıları coşturdu. Tiyatro sanatçısı Mehmet Esatoğlu’nun sunduğu oyun ilgiyle izlendi. Programda ayrıca sürpriz olarak Kürtçe dilinde yapılmış bir film olmasıyla da dikkatleri çeken kısa metrajlı ‘Ax’ (Toprak) filminin gösterimi de vardı. Filmin yönetmeni ve Mezopotamya Kültür Merkezi’nin kültür emekçisi Kazım Öz yaptığı sunuş konuşmasında, filmin bir ekip çalışmasının ortak ürünü olduğunu; Yılmaz Güney sinemasının kendilerine örnek olduğunu ve bu yönde çalışmalarını sürdüreceklerini belirtti.
Güney dergisinin düzenlediği “Ölümünün 15. Yıldönümünde Yılmaz Güney ve sanat” konulu konferans kültürel bölümle sona erdi. Oldukça dolu ve canlı geçen konferansta Yılmaz Güney’in çok yönlü kişiliğini, onun dünya görüşünü ve sanat-edebiyat çalışmalarını tanıma, tanıtma ve tartışma imkânına sahip olduk. Okurlarımızdan aldığımız olumlu tepki ve önerileri değerlendirerek ileride daha iyi, daha canlı konferanslar düzenleme isteğiyle, konferansa katkıda bulunan tüm arkadaşlara teşekkür ediyoruz.
23 Eylül 1999