“Ortada duran bu cenazenin sahibi kim?”
‘‘Önde dev rozetleriyle MHP’liler. MHP’li kadınlar, yanlarında duran AKP’lilerle ve Fethullahçılarla “karışmamak” için başörtülerinin uçlarını başlamadan aşağıya sarkıtmışlar.
Etrafta öbek öbek ANAP’lılar ve CHP’liler. Bu son derece “renkli” kalabalığın arasına sıkışmış tek tük müzisyenler ve şaşkın bakışlarıyla “eski solcular”… “Merhumun vasiyeti üzerine” yüksek perdeden tekbirler ve tekbir getirerek “Cenaze bizimdir” demeye getiren Fethullahçılar. Tekbirlerin arasına sıkışmış “Merhum pop-starı hiç tasvip etmezdi” demeçleri ve zavallıca bu demeçlerin üzerine bina edilen “Cem Karaca hak ettiği ilgiyi görmedi” ağlaşmaları. Bu arada, camide, cenazenin başında, cep telefonuyla yapılan “Abi posterleri hazır et. Kasetleri hemen çıkarmamız lazım” konuşmaları… “Merhum, popüler kimliğinden dolayı dini istediği gibi yaşayamadı” parçalamaları. Sessiz bir anda “Susmayalım, tekbir getirelim” diye bağıran kadına aniden dönüp “Sus, kadın!” diyen Erkin Koray… Bu resme bakınca işte, sorası gelir insanın: What is the matrix abi? Nedir bunun ölçüsü yani? Nedir bu işin tartısı? Yoksa acaba “Bu memleket işte bu kadar kafayı yedi!” diye göstermek miydi Cem Karaca’nın ölürken kastı? Yoksa acaba “yaşarken” mi demeli? Ve niye sesi içimize işleyen bu adamın gidişine şöyle gönül rahatlığıyla üzülemedik? Ortada duran bu cenazenin sahibi kimdi?”
Ece Temelkuran, 12 Şubat 2004 tarihinde böyle yazdı, Cem Karaca’nın cenaze töreninin ardından… Gerçekten de ortada duran bu cenaze kimindi? Herkesin onun cenazesini sahiplenmesi neye işaret ediyordu? Cem Karaca her kesimi kendisine bağlayan bir sanatçı olarak mı gidiyordu son yolculuğuna, yoksa bu sahiplenmenin ardında başka şeyler mi yatıyordu?
- ••
Çok tartışıldı; Cem Karaca bir çok yönüyle eleştirildi, suçlandı, çok yönlü “özellikleri” ortaya konuldu, müziği yanında: “Devrimciydi, komünistti”, “dönek oldu”, “dine sarıldı”, “Fethullahçıydı”, “CHP üyesi bir insandı”, “Turgut Özal’dan aman dilemiş birisiydi”, “Devlet Bahçeli’ye mektup yazmış birisiydi”, “Caferi mezhebini benimsiyordu”, “tarikatlarla çok sıkı fıkıydı”, “Allah’a inanırdı”, vs. vb.
Bunların hepsi doğrudur…
Cem Karaca 59 yıllık yaşantısında bütün bu söylenenleri yapmış, kendisine farklı uçlarda yer bulmaya çalışmış birisidir. Bütün bu uçlarda dolaşmasından dolayı onu bugün bir bütün olarak sahiplenmek isteyenler ne yapacaklarını bilemez haldeler. Fethullahçısı ile CHP’lisi, MHP’li sahiplenenleri ile “eski solcu” dostları bir tabutun ardından sahiplenme yarışı içine giriyorlarsa bunun temel nedeni Cem Karaca’nın 59 yıllık inişlerle, çıkışlarla süren yaşantısı ve onun bu inişli çıkışlı yaşantısında yaptıklarını doğru değerlendiremeyen; neyi, nasıl savunacağını, onda neyi sahipleneceğini bilemeyenlerin şaşkınlığıdır.
Bu görüşümüzü temellendirmeden iki hatırlatma:
Her insanın yaşantısında belirli dönemlerde, belirli koşullar altında kimi kırılmalar olabilir. Bu kırılmalar kişiyi çok derinden etkileyebilir, onu bir uçtan diğer uca savurabilir…
Kişilerin belirli dönemlerinde yaptığı olumlu işler, kişi başka bir alana/ düşünceye/ eyleme savrulmuşsa bile olumluluğunu muhafaza ediyorsa savunulmalıdır, sahiplenilmelidir.
- ••
Cem Karaca, Türkiye’nin bir dönemine damgasını vurmuş önemli bir sanatçısıdır. Hayır bu genel söylenmiş öyle sıradan, afaki bir söz değildir. Türkiye’de belirli bir müzik akımının, Anadolu rock akımının oluşmasında temel taşlardan birisidir… Bu müzik tarzıyla O bir zamanlar, Türkiye’nin gerçekliklerini işlemiş; kitlelere kendi gerçekliğini kavraması konusunda önemli bir görevi yerine getirmişti. Solcu bir çevrede, sol düşüncelerle yetişmişti; müziğinde de bu düşünceleri yansıtmaya çalışmıştı.
Evet, bir dönemler “İşçisin sen işçi kal” diyerek sınıfın ne olduğunu bilmeden ama sınıfsal normlara göre yaşayan topluma sınıf karşıtlığını haykıran, Timur Selçuk’un 1 Mayıs Marşı’nı gür sesiyle seslendiren, “Parka”sıyla vurulanlara ağıt yakan Cem Karaca’dır… Egemenlere “İhtarname” çeken, “Feleğin şu çarkına çomak sokarım” diyen de Cem Karaca’dır… Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Aslan’ın mecliste idam kararlarının açıklanmasının hemen ertesinde çıkardığı Dadaloğlu albümünde “Dadaloğlu’m bir gün kavga kurulur / Öter tüfek, davlumbazlar vurulur, / Nice koçyiğitler yere serilir, / Ölen ölür kalan sağlar bizimdir!..” diyen de odur… O özellikle 1970’li yıllarda yaptığı parçalarla kitlelerin eyleme geçmesine müziği ile katkıda bulunmuş birisidir. Bu “eylemleri” nedeniyle birçok kez koğuşturmaya uğrayan da odur…
Bu dönemin Cem Karacası bir muhalif kentli ozan kimliğine sahiptir. O, taraftır; “bizim taraftadır”… Ama o bir komünist değildir; devrimci görüşlerden etkilenmiş bir sanatçıdır. Eklektiktir; solun önemli bir bölümüne sirayet etmiş olan Kemalist düşüncenin etkilerini üzerinde taşır; sistemden bütünüyle kopmamış birisidir.
- ••
Daha sonra 12 Eylül darbesi gelir… Hakkındaki koğuşturmalar nedeniyle cuntanın ilk yıllarında yurtdışındadır. Vatandaşlıktan atılmış bir sürgündür. Sürgününün ilk yıllarında da “bizim tarafta” olma pozisyonunu sürdürür. Bu belki de yaşamının en çetin dönemidir. Yokluklar içinde bir yaşantı sürdürür. Yalnızdır. Yurtdışında yaşadığı süreçte sol grupların ona yaklaşımı esasta onu sahiplenme ve destekleme biçiminde değil; gayet faydacı bir biçimde, ondan yararlanma, yararlandığı süre içinde “dost” bilme; işi bittikten, “gecesinde/ etkinliğinde onu sahneye çıkardıktan sonra” “unutmak” biçiminde olmuştur. Acıdır, ama durum böyledir.
Bizim Cem Karaca’da savunmamız gereken, sahiplenmemiz gereken dönemi devrimci düşünceyi kavradığı kadarıyla savunduğu, bu temelde eserler ürettiği bu dönemdir. Düşüncelerinin yön verdiği verimli bir dönem… Daha sonraki yaşantısında kimi kırılmalar olsa da, bu kırılmalar onu tam tersi bir düşünce silsilesinin savunusuna götürse de bu bizim bu dönemin Cem Karaca’sını savunmamızın, onun ürettiği “Parka”yı, “Dadaloğlu”nu, “Obur Dünya”yı, “Ceviz ağacı”nı sahiplenmemizin, seslendirdiği “1 Mayıs Marşı”nı gür haykırmamızın… engeli değildir, olamaz…
- ••
Almanya’ya bir ziyaret gerçekleştiren Turgut Özal ile görüşmesi, ardından 1987’nin Haziran’ında Türkiye’ye dönmesi, vatandaşlığa alınması ve bunun ardından sağın çeşitli kesimleri ile flörtleri, kendisini o kesime kabul ettirme çabaları, tarikat savunuculuğu, dine bağlanış O’nun yaşamında başgösteren temel kırılmaların çeşitli sonuçlarıdır. “Yeni” konumuna uygun olarak o artık geçmişe yönelik eleştireldir, inkârcıdır, kendisi için yeni olana methiye düzücüdür… Yeni konumunu “kabul edilebilir” bir çerçeve içine oturtma kaygısı içindedir… Bir yandan maneviyatı keşfeder, diğer yandan buna uygun olarak “ulu ve münevver kişilerle” oturup kalkmayı önemser, onların ellerini öpmekte bir sakınca görmez… Kemalisttir aynı zamanda; yer yer CHP’li olduğunu vurgular; ANAP’a gönül borcunu “oy vererek” ödemeye çalışan birisidir; ulusalcıdır; “Türkiye’nin hakkının yendiğini düşünen” birisidir… MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye mektup yazarak iyi duygularını belirtebilecek bir insandır artık O… vs. vs.
Cem Karaca’nın bu dönemi bir zamanlar “Beni siz delirttiniz” dediklerinin yanıdır. Bu dönemde evet O, geçmiş düşüncelerinden; çevresinden kopmuştur; farklı bir uca savrulmuştur; sistemin insanı olmuştur. Ancak bu konuda da Cem Karaca –geniş bir kitleyi kucaklamak kaygısıyla olsa gerek– tek bir kesimin sözcüsü olmaz; kendisini bu geniş yelpazeli çevrede tek bir tarafa hapsetmez; bilinçli veya değil, pragmatik bir hat izler… Her kesimle arası iyidir…
İşte bu yüzdendir ki, yazımızın girişinde Ece Temelkuran’dan aktardığımız bir cenaze töreni çıkmıştır ortaya…
- ••
Gelelim Temelkuran’ın son sorusuna: “Ortada duran bu cenazenin sahibi kim?”
Yaşamının son 15-17 yıllık döneminde Cem Karaca nedamet getirdiği hakim sınıflarındır… Onun ardından vasiyeti üzerine “tekbir” çekenlerindir… Bırakalım onlar tabut içinde giden Cem Karaca’nın ardından tekbir çeksinler; “Bizimdir!” desinler… “Kıymetini bilemedik!” desinler… “Vay be, adama bak, Türk ve müslümanmış!” desinler… Bırakalım “sahiplensinler”…
Evet; ceset onlarındır!… Cem Karaca’nın yaşayan bir yanı ama bizimdir… Biz, Cem Karaca’nın bir döneminin savunucusuyuz, onun ortaya koyduğu eserlerin sahibiyiz. Bu ülkenin işçileri, ezilenleri, devrimcileri Cem Karaca’nın ezilenler için, onların mücadelesi için yaptığı eserlerinin gerçek sahipleridir.
CEM KARACA (1945-2004)
5 Nisan 1945 yılında İstanbul’da doğdu. Tiyatro sanatçıları Toto-Mehmet Karaca’nın tek çocuğu olarak kulislerde büyüdü. 5 yaşında annesi ve teyzesinin etkisiyle şarkı söylemeye başladı.
Robert ve Kültür Koleji’nde öğrenim gördü. Müzik hayatına amatör olarak “Dinamikler” ve “Jaguarlar” adlı müzik gruplarında başladı, profesyonel olarak 1967 yılında Mehmet Soyarslan, Tümay Yalçınkaya, Timur Fildişi ve Ahmet Tuzcuoğlu ile birlikte “Apaşlar” grubunu kurdu. Aynı yıl Apaşlar, Altın Mikrofon Yarışması’nda, sözlerin Erzurumlu Emrah’a ait olduğu ve Cem Karaca’nın müziklediği “Emrah” adlı besteyle ikinciliği kazandı. Apaşlar, daha önceki tutkuları olan batı beat müziği ile yeni tutkuları doğu müziğini sentezleyip Anadolu-beat tarzında çalışmalara girişti. “Emrah”la elde edilen büyük başarı, “Resimdeki Gözyaşları” ve “Bu Son Olsun” gibi hit parçalarla devam etti.
Cem Karaca, 1969 yılında Apaşlar’dan ayrılarak Seyhan Karabay’la birlikte “Cem Karaca-Kardaşlar” topluluğunu kurdu. Cem Karaca-Kardaşlar, yayınladıkları ilk 45’likleri “Dadaloğlu” ile listelerde iyi bir sıraya yerleşti. 1972’de bu gruptan ayrıldı ve Moğollar’a geçti. “Namus Belası”, “Gel Gel”, “Obur Dünya” gibi hit parçalarla büyük başarılara imza attı. Cahit Berkay’ın Moğollar’a uluslararası bir kimlik kazandırmak için Fransa’ya gitmesiyle, Cem Taner Öngür’le birlikte gruptan ayrılarak “Cem Karaca-Dervişan”ı kurdu. “Progressive rock” yapan bu grubun kilit isimleri ise Cem Karaca ve Uğur Dikmen’di.
Cem Karaca, toplama olmayan ilk LP’si “Yoksulluk Kader Olamaz”ı Dervişan ile birlikte çıkardı. Dervişan’ın dağılmasından sonra ise Cem Karaca 70’lerdeki son grubu olan “Edirdahan”ı kurdu. “Cem Karaca-Edirhan”ın yaptığı “Safinaz” isimli Long Play (LP), Barış Manço’nun 1975 yılında çıkardığı “2023” ile birlikte Türkiye’nin sayılı senfonik rock albümleri arasında yer aldı. 1979 yılında Almanya’ya gitti ve 12 Eylül 1980 sonrası Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Yaklaşık 8,5 yıl Almanya’da yaşadıktan sonra 27 Haziran 1987’de Türkiye’ye geri döndü ve yeniden Türk vatandaşlığına alındı.
Cem Karaca, solunum ve kalp yetmezliği nedeniyle 8 Şubat 2004 günü 59 yaşında hayatını kaybetti. Karaca, Üsküdar Seyit Ahmet Yesevi Camii’nde kılınan namazın ardından Karaca Ahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi.
DERYA GÜMÜŞ