David Cronenberg’ten şiddet üzerine…
David Cronenberg sanallıkla-gerçeklik, teknikle-insan, görüntü ile varlık arasındaki ilişki ve sınırları oldukça karmaşık kurgulu öykülerle sorgulayan bir dizi filmin Kanadalı yönetmeni.
Son olarak sanırım 1999’da yaptığı “eXistenz”i üzerine yazmıştım. (Bkz. Güney sayı 12, “Burjuvazinin gelecek için olumlu bir düşü yok, Gelecek karanlık, korkunç, gelecek yok!” başlıklı yazı, s. 60-61).
Şimdi görünürde oldukça yalın kurgulanmış bir filmle karşımızda.
“A history of violence” isimli filminde Cronenberg görünürde ABD’nin iç taraflarında bir kasabada iki çocuklu, barış içinde, kendi halinde yaşayan ortalama bir ailenin nasıl olup da şiddet içine çekildiğinin öyküsünü anlatıyor.
Anlattığının yalnızca görünürde bu olduğunu, daha geniş bir şeyi, toplumda (özelde ABD toplumu, genelde insan toplumu) şiddet olgusunu konu edindiğini Cronenberg aslında daha en başında, filminin programatik ismi üzerinden açıklıyor: Şiddetin Tarihi!
Daha filmin ilk sahnelerinde, deyim yerinde ise prolog kısmında görüntü ile gerçeklik arasında büyük çelişme konuyor ve hiç beklemediğimiz bir anda korkunç bir şiddetle karşılaşıyoruz:
Issız bir ortamda bir motel. Sıcağı, tozu duyumsadığınız resimler. Bir odanın kapısından orta yaşlarda iki adam çıkıyorlar. Hiçbir anormallikleri yok. İki gezginci satıcı ya da hafta sonu eğlencesine çıkmış veya balık tutmak için yolda olan vs. iki Amerikan vatandaşı olabilirler. Çok konuşmuyorlar. Daha yaşlıca olanı kendisinin para ödemeye gideceğini söylüyor, diğerinin arabayla resepsiyona gelmesini söylüyor. Konuşana göre genç olan arabaya biniyor. Arabayı çalıştırıyor. Üç metre kadar sonra duruyor. Resepsiyon denen yer çıktıkları kapıdan üç beş adım ötede bir başka kapı.
Sıkıntılı bir bekleyiş başlıyor. Sonra resepsiyonun kapısı açılıyor. Ödemeye giden adam gayet sakin çıkıyor. Kapının yanında bir çöp kutusu var. Arkasını kameraya dönerek çöp kutusuna bir şeyler atıyor. Sonra ön tarafta şoför mahallinin yan koltuğuna oturuyor. İçerde temizlik personeli biraz zorluk çıkardı. Onun için biraz geciktim diyor. Hareket etmeden su olup olmadığını soruyor. Su bidonu boş. Bidonu doldurmak için resepsiyonda arka tarafta bir musluk olduğunu söylüyor yaşlıca olan. Daha genç olanı istemeye istemeye elinde plastik su bidonuyla kapıya yöneliyor. Kamera onunla birlikte içeri giriyor. Onunla birlikte resepsiyonda boğazı kesilmiş bir adamı görüyoruz yerde. Kamera nasıl objektif olarak görüntüleyip geçiyorsa, adam da öyle. Hiçbir şey olmamış gibi musluğa yöneliyor. Bu arada başını öbür tarafa çevirdiğinde yerleri silme aletinin yanında yine boğazı kesilmiş bir kadını kan içinde yatarken görüyoruz. Adamda yine hiçbir tepki yok. Suyunu dolduruyor. Bu sırada soldan yan kapıdan bir çocuk giriyor, elinde oyuncak ayısı, şaşkınlık ve korku ile bakıyor. Görünürde yeni uyanmıştır. Adam su bidonunu yere koyuyor. Çocuk ağlamaya başlarken adam bir elinin işaret parmağını dudaklarına götürürken diğer eli ile pantolonun arka kısmından silahını çekerek çocuğa doğrultuyor. Burada en son gördüğümüz büyük çekim çocuğa (seyirciye) dönük bir namlu ağzı oluyor.
Bir çocuk çığlığı ile bir başka mekâna atlıyor film.
Mekân bir orta Amerika kasabasında ortalama bir Amerikan ailesinin –Stall’lar– bahçe içinde iki katlı evidir. Her şey filmin ilk sahnelerindeki şiddetten milyonlarca mil uzaktadır adeta. Burada şiddet evin küçük kızı Sarah Stall’ın karabasanında vardır. Duyduğumuz çocuk çığlığı ona aittir. O çığlık üzerine baba Tom Stall (Viggo Mortensen), evin kolejdeki büyük oğlu Jack (Ashton Holmes), ardından da anne-Edie Stall (Maria Bello) telaşla kızın odasına gelirler. Onu sakinleştirmeye çalışırlar. Sarah karabasanında canavarlar görmüştür. Baba gerçekte canavarlar olmadığını açıklayarak sakinleştirmeye çalışırken, oğul gördüklerinin canavar olmadığı açıklaması ile koruma altına almaya çalışmaktadır küçük kızı. Annenin de gelmesi ile mutlu, şiddeti ancak kendi dışlarındaki bir olay olarak tanıyan, televizyonlarda, filmlerde, kitaplarda, anlatımlarda, rüyalarda tanıyan aile resmi tamamlanır.
Anne avukattır. Baba ise bir kahvehane, birahane işletmektedir. Film ailenin oğlu somutunda şiddetin ailenin dışında bir olay olduğunun gösterilmesi ile, babanın barış içinde işine gidip gelmesinin gösterilmesi ile vb. sürer. Okulda okulun dayısı rolündeki bir genç, sürekli Jack’i aşağılamakta, onu kavgaya kışkırtmakta, “iktidarı”nı Jack’i aşağılayarak göstermektedir. Jack ise hep alttan almakta, şiddetten kaçınmaktadır. O ne kadar uzak durmaya çalışsa da, şiddet kendine yönelen bir olgu olarak onu izlemektedir.
Sonra filmin başından tanıdığımız ikilinin babanın işlettiği kahveye girdiğini görürüz. Kahve kapanmak üzeredir. Tom kahvenin kapanmakta olduğunu, artık servis yapamayacaklarını söyler. Hiç duymamış, söylenenler onları hiç ilgilendirmiyormuş gibi kahve isterler. Tom yanında çalışan ve çıkmak üzere hazırlanan kadına gitmesini söyleyerek kahve servisi yapar. Barda oturan yaşlıca olanı gence kadının çıkmasını engellemesi için işaret eder, ve silahını Tom’a doğrultur. Tom kendilerine bütün parayı vereceğini, kadını rahat bırakmalarını ister. Yaşlıca olan gence kadını temizle emrini verir. Genç silahına davranır. O ana kadar dünyanın en munis insanlarından biri olan Tom’da ani bir değişme yaşarız. Birden önce elindeki kaynamış kahveyi yaşlı gangsterin suratına boca eder. Sonra barın üzerinden atlayarak eline geçirdiği silahla her iki gangsteri de vurur. Bu arada kendi de yaralanır.
Olan, kendine saldıran ve cinayet suçuyla aranan iki katili nasılsa öldürerek, kendini ve yanında çalışanları kurtaran barışçı bir aile babasının bir halk kahramanı haline dönüşmesidir. Yalnızca kasabada değil, bütün Amerika’da konuşulan bir kahraman haline gelir Tom Stall. Onu kahraman yapan, şiddete dayalı bir toplumda, kendini şiddeti kendine saldıranlardan daha iyi kullanarak koruması olgusudur. Meşru müdafa içinde iki insanı öldüren şiddet, onu halk kahramanı yapmıştır. Gangsterlerin şiddeti, daha büyük bir şiddete çarpmış, bu daha büyük şiddet toplum tarafından kutsanmış, coşku ile karşılanmıştır.
Fakat bu ünlenmenin bir de bedeli vardır: Bu bedel çok yakında Carl Fogarty (Ed Haris) adlı tek gözlü bir gangsterin Tom’un dükkanına gelmesiyle çıkar ortaya. Carl yanında iki gangsterle dükkana gelerek Tom’u başka bir isimle çağırır. Tom kendisinin Tom olduğunu söyleyerek Carl’ı başından savar. Fakat Carl inatçıdır. Tom’u ziyaretleri artar. Bu ziyaretler içinde yavaş yavaş onun Tom’dan ne istediğini anlarız: Carl şunları anlatmaktadır: Carl, televizyonda Tom’u gördüğünde, onun kiralık katil Joey olduğunu anlamıştır. Joey Cusack, Tom Stall’ın gerçek kimliğidir. Joey kendisinin gözünü dikenli telle çıkaran kişidir. Joey’un ağabeyi Richie Cusack hâlâ yeraltı dünyasının büyükleri içindedir ve onun Joey ile görülecek bir hesabı vardır. Carl Joey’u, Richie’nin yanına götürmek için gelmiştir. Tom bunların saçmalık olduğunu anlatır. Avukat eşi Edie, Şerif’i Carl’ın üzerine gönderir. Fakat Carl aileyi tehdite, rahatsız etmeye devam eder. Sonunda yine bu kez evin bahçesinde bütün gücüyle boşalan bir şiddet vardır. Sonucunda Tom’un bu kez üç gangsteri tam bir profesyonellikle öldürdüğü, kendinin de yaralandığı korkutucu bir şiddet.
Bunun öncesinde, okulda sürekli olarak aşağılanmaya dayanamayan Jack’ın kendini sürekli olarak aşağılayan, üzerine saldıran okul dayısını evire çevire dövmesi olayı, bunu duyduğunda babanın oğluna tokadı ve şiddete karşı şiddetle gidilemeyeceği nasihatı vardır. İki kişiyi öldürdüğü için kahraman olan birinin nasihatıdır bu! Oğulun da tepkisi bunu dile getirmek biçiminde olur.
Üç kişinin nasıl bir profesyonellik içinde öldürüldüğünü gören Edie için, Carl’ın öyküsü inandırıcılık kazanmıştır. Yıllardır beraber yaşadığı insan acaba geçmişinde kiralık katil olan bir kimliğe mi sahiptir? Bu sorunun cevabında, bu kez Tom’un kadına karşı cinsel şiddeti gelir gündeme. Aile düzeni bütünüyle bozulmuş, şiddet en korkutucu biçimleriyle ailenin gündemine oturmuştur.
Sonra Tom’u, Richie Cusack’ı ziyaret seyahatinde görürüz. Yine büyük bir şiddet patlaması ile kendini rahatsız eden Richie Cusack’ı da yolundan temizler Tom. İşi bittikten sonra, adeta abdest alır, ya da vaftiz edilir gibi, bir göl kıyısında yıkanır. Ve ailesine geri döner.
Karısı ve iki çocuğu masa başındadır. Yemek yemektedirler. Tom hiçbir şey olmamış gibi geçer, yerine oturur. İlk anda evdekiler hiçbir şey söylemez. Sanki Tom’u dışlamak istiyorlarmış gibi bir hava vardır. Sonra küçük kız kalkıp babasının yanına gider. Her şey yolundadır! Film bu gayet barışçı yemek sahnesiyle biter.
Evet, aile tehdit unsurlarını ortadan kaldırmıştır, her şey yolundadır. Soru: Ne zamana kadar?
Cronenberg resimlerde şiddet dozajı oldukça yüksek olan bir film yapmış. Fakat bu dozaj içinde yaşanılan toplumun resmini çizmede işleve sahip olan bir dozaj. Şiddeti estetize etmeyen, bütün çirkinliği, korkunçluğu ve banallığı ile gösteren resimler bunlar. Yer yer geçerken gösterilen, fakat bu geçerken gösterme içinde de, şiddetin ne kadar hayatın bir parçası haline getirildiğini gösteren resimler.
Oyuncular iyi. Kurgu yalın ve iyi. Senaryo iyi. Sonuçta tartışmaya açık iyi bir film çıkmış. Resimde şiddet görmeye dayanamayanlar için zor bir film.
Fakat filmde resmedilen şiddetin sonuçta yalnızca bir oyunun resmi olduğu, gerçek şiddetin boyutlarının çok daha korkunç olduğu bilindiğinde, şiddete teşvik vb. eleştirilerinin filme haksızlık olacağını düşündüğüm bir film “A history of violence”.
Anuş Pazarcıyan