AĞAÇSIZLANDIRMA KÖŞESİ
Salih Sezen
Bulvardaki kuru akasya ağacının
dört bir yanına saklanılabilirdi
ben de öyle yaptım
saklayabilirmişim gibi ağacı
sizden
kendime karşı
ağacın dikkatini
serçelerin üzerine çektiğiniz bir anda
ortaya çıkmalıydım
ama siz nolacaktınız
ağacın orada olmadığı bir sırada
sizi saklamalıydım
beni ağacın yerine koymalıydınız
görünmemem için
kendinize ağaç görmemiş biri gibi bakmalıydınız benim yerime
bana başka seçenek bırakmadığınıza göre
iyisi mi kendinizi ağaca saklayın
Şimdi karşıya geçenler
neden
şimdi karşıya geçmeyenler arasında değilse
bende ağaca saklanmamak için
kalabalığın arasında değilim
ağacın kalabalık etmemesine
şaşıldığı bir sırada
saklanılmaz olan
çıkan bir sis ağaçtan
çıkmayan egsoz dumanı ağaçtan
seçimden kalma siyasi pankart düşen
ağacın verebilecekleri arasındadır
Alınanlar arasında da
isimsiz sevgilide herkesin ismiyle
aşka getirilen bir ağaç gibisini görmemişsinizdir
kitap gibi saklamıştır ağaç
ağaç gibi meçhulleri
büyüdükçe büyürmüş
atabilirmiş gibi kalp
çizilip çizilip gözaltına alınmış haldeki ağaçta…
ayaküstü ağaçlar olmaktansa
kalabalık olmak iyidir
yazmıyordu daha
paltomun cebinden çıkardığımda
klakson sesi duyulan not defterimi…
Kısa sürede anlaşıldı niyetim
ben ağaçtan elimi çektiğim sırada
bir sümüklü böcek
geçecekti çizilen kalp yanından
ağaçtan yol geçireleceği sırada
kalabalık karşıma geçecekti
bin yanımdan
tam kalbe kulak verileceği sırada
sokağa çıkma yasağı ilan edilecekti
Mankenler
hızlanırken vitrinlerde
ilk değildim
saklanan bulvardaki ağaçtan demek ki.
DAMARLI ŞİİR
Ben şimdi doğdum dut ağacı şahit
annem sonra geldi gecenin yarısıydı
kanım ısındı hemen
beni herkesin ortasında doğurmamıştı
daha ne olsun
gece yarısıydı annem geldiğinde
omzunda kurumuş uğur böceği vardı
sokaklar balık kokuyordu
merhaba demişti ilk İstanbul ağzıyla
elektrik düğmelerini açıp ağzını söndürmüştü
gitti lavobada yüzünü yıkadı
çeşmeden akan hünnapla
ortam ısınınca yokluğunu payladı
iki zar düştü küpelerinden biri kayboldu
koltuğun altındaki uğultuda
ötekinin üstünde benimle oynanmaz
yazılıydı altı noktayla
Ben şimdi doğdum
annem sonra geldi gecenin yarısıydı
yan odada yüzünü değiştirdi bir iki kere
istese ona her şeyimi verebilirdim
sesi eskisi gibi yeniydi
istese ona meleklerimi verebilirdim
ipek kuğularımı çarpışan araba sevinçlerimi
kulak çınlamalarımı toprağa yapışık havayı
evde yer yoktu nereye koyacaktı
İyi ki bunları aklıma getirmemişim
Ben şimdi doğdum
annem sonra geldi gecenin yarısıydı
bir bana baktı bir başka dünyalara
annem evimize ilk defa gelmişti
evimiz dünyanın öteki ucuna gitmişti
dilinin altındaki nabzı titrekti
konuşmayan sözcükler ağzını tahriş etmişti
anne sen eskiden asildin değil mi?
hüzzam bir şarkıyla cevap verirken
yarasını kabuğunun üstüne atmıştı
dudaklarını dudaklarının
saç kırıklarından telefon numarası çıkardı
ölsem de ara bu numaradan
annem
damarlı bir şair olma dedi
şairler hiç büyümez de ondan
GÜNLÜK ŞİİR
Yine akşam oldu
akşam olmadan
şiire kalem sığmadı
bugün pazarlıklar yarımdı
nazar için bir iki dua kurcaladı
Balıkçı Ahmet önlüğünden
denize birkaç uskumru kaçırmadan önce
saadet şarkılarına için ayarlandı dudaklar
kuyumcuda denendi evlilik
eski bir arkadaş aranacak oldu
aranmadı derken hiç
suç aniden önüne çıkan kediydi
suçlu gibi bakıldı restorandaki tokluğa
biraz yağmur da almaz mıydı
oradan tutulan bir bulut sevgilinin kulağına takıldı
geçmişsiz bir kapıya doğru aktı gün
ceketinin cebinde okunaksız bir fatura
üstünde olanaksız yıllar yazılıydı
ev haliydi kendini oyuncak sanmak
filmden sessizlik kaçırdı
oturttu yanına diyagonal onunla şiire
şairden habersiz lirizm atacaktı az kalsın
Merdivenden eve
bir basamak kalmıştı
evdeyken iyi ki eve yaklaşmıştı
evdeydi tüm gün
bir günde olacaktı neler neler ama neydi
şunun şurasında ne kalmıştı zile basmaya
ya kendi yoktu ortada ya kapıda zil
zır zır etti kapı
kapıyı kendisine açtı
gün şimdilik yirmi dört saatti bu da bir şeydi
içeridekinin ayakkabıları dışındaydı
ayakkabıdaydı dışarı
kendine gelmek aklına gelmişti tam
günde bir hiçi yaşamaktaydı
ya bugündü her gün
Sazen.de
HAYIR O BEN SEN DEĞİL
Ben senin neyin oluyorum biliyor musun?
Biraz yüz numarası yanak yanağa
İç denizlerden sonra ayaklarımı nasır alır
ana renklerini tavuskuşunun bulduğu
kent kent dağa inen ormanın ilk ve son ağaç
yüzümde gezdirilen hiciv ferman diye
Hayal Apartmanı’nın giriş katında misillemede kullanulmıştır
gecikmesi utangaçlığıma otostopçu müzisyenlerin gençlikten sayılır
şimdil bunları ailenle tanıştır …
Ben seninle ne oluyorum biliyor musun?
bozkır ücrasında yetişebilen bir Anadolu
cerrahın oğlu yüzüncü sınıfta cerahatten beklemeli
bir de otuz iki çürük ağız açılmamış zarftan ileri
yüzünden yüzbirinci çekmek
bir ücra çiçek fabrikasının İç Anadolu’sunda
haddehanesinde meyvesuyu dökülürken mama kıvamında
emek sorunu sevdasız olmaz içelim narkotik pahasına
Ben senin neren oluyorum biliyor musun?
Metabolik iyileşme olağanüstü şartlarda
yüzünün rastgele bir anından alıntı
geçimimi sağlayan hikayenin otoyol rampası
indirilmiş animasyon kahramanı gerçeküstü dalgadan
Kanunlar önünde cezalıyım kendim
Of tüh aman ve diğer benzettiklerimle…
KALMASIN ŞİİRSİZ BABAM
Rüzgâr geçti mi, dedi sanki az önce
yere saçılan sözlerini toplarken aceleyle
birikmişi azdı, fakirdi
istediği şey düşüncesiyle içini ısıtacağı yalandı
varsın o da olmasın, olduğu kadardı cennet
her kötülük önce zayıf yüreğinde denenmedi mi
Toprak renk değiştirir mi,
cevabıyla abdest aldığı sorulardandı
yankı arardı başına çarpmak için
acısalar sevinir dövseler elini öperdi küçüklerin
kıyısı olmayınca kuyu olmuş bir çukurla arkadaştı
yaşlanmaya giderdi fabrikaya iki vardiya
bir sincabı alnından öpmeden
başkasının mezar taşını bile koydular başına bir günlüğüne
Babam, senin baban nasıl biriydi, dedi miydi bilmem
dünya şaka yaparken yakaladığında yoktu
kurumak bilmeyen kirpikleri kadar tanığı
gidişini belli etmeden gittiğinde kalmaya vakit yoktu
erken yazdırdılar nüfusa öldüğünü
topraktan gelip toparlanmadan gittiği sırada
gidip de dönmemek var, demekti
hiç yapmadığı bu dediğini toptan yapmak
Dünyayı severdi babam karşılıksız
bana iki göz bırakmış en iyisinden karsız
şiir dolusu bir ağız kirli bir dünya
çok oğlum, derdi
ilerlerken sigarada bir nefes
atasözü gibi dönerdi ucundan sarkıtların
yaptırdım aynısından yüzüme babamın renginde
sevgilimin tutamadım ellerini hiç
babamda kalmış sarıldığımda
bırakmak istemedim
KARŞININ ŞİİRİ
– öyle/tabi –
Siz ülkecek gaiple konuşurmuşsunuz öyle mi
o da bir şey mi kendi kendine giden trenler gördü bu fanlar çok fanilalı
ne bileyim öyle derdi her anneler
öz parmaklarımla leğendeki hamuru mıncıklayabilirmişim abdestliysem eğer
tabi o zamanlar yaşayabilen çocuklar vardı
abilerimi bilirim kerhane önlerinden çağırırdık eve
pantolonları bellerine hep kısa gelen
aramızda para toplardık Jale’yi öpmek için
metruk anlamlar içermek sabilikti
ben bulmayacağım da kim bulacaktı tabi
duvardaki çerçevelerden yanlışlıkla düşen ölü resimleri
tabi memeliler yüksek sesle konuşamazdı ayıp olur
ve bittabi solu/canlandırmış gibi olmayayım
bana yakın karabenliler kırmızı harfleri okuyamazdı
nerden bilsinler
öteki tabi’ye gelecek olursak
işte bu mevzu üstünde epey sürünmemiz gerekli
bir rakı önümüzden aka aka geçmesin mi
vay başıma gelenler
ne işi vardı karşı kıtanın ta bıngıldağımda
dizlerimin üstünde sanki biri vardı, anlamadım gitti
ha, ordan bana öyle gelmiştir
ama öyle deme ne işim olabilir evinizin önünde
tabiki nöroşirürji polikiliniği arıyorumdur ikide bir
sanma ki mahalle camisinin minaresiyle senli benliyimdir
öyle olmasa sevgili pederiniz Omurilik Felçlileri Derneği önünde neden bana randevu versin
kan kuyruğuna girsin yabancı uyruklular
tabi çoğunluk isterse senden vazgeçerim
yani şu ağzından çıkana bak benim hiç iki durak ilerisim olmasın mı
öyleyse sevgili pederinize söyleyin
sosyal demokrasiyle okeye dönmesin
gereği neyse öyle
tabi neden dayak yemek öğretilmesin ki
özel kaldırımlarda
sen daha eşli sevişmeler peşinde san şu iki dizeyi
sizin bir babanız olmalı tabi ve
Hulusi Kentmen’den babacan
Boyacı İbo’dan hallice
bunu bir tehdit olarak algılamamalıyım değil mi lütfen
üzerine alınmasın maraton ve DoğanSLX’teki ileri ikili
ölümü öp ve tahrik ol ve tüm face ailesinin sorunu olsun bu
konum atmaktan kopsun kolum
hah şöyle bana kokulu mumlarla gel, kamuflaj çizmeleriyle, gerektiğinde saldırgan bir tavırla
pelikan klavyeyle bile olabilir
amacım burada şiir formatında zirve yapmak
ne de olsa 18 -28- 38 yaşını bitirmiş her meşru bireyin bir muhalif çizgisi var
tabi şafak sayısıyla askerlikteydi
neyse öpüyorum öpüyorum bitmiyor taze dullar
tabi geçen gemiler selektör yapıyor ister istemez
hiç deniz görmemiş gibi öyle ip atlıyor kızlar
sen de nasıl güzel düzeltiyorsun gülüşümü
balıkları denizlerinden ayırışından söz etmiyorum bile
ağzımı senden kaçırdığım an kaza olacak
tabi sen nasıl istersen öyle
ama bak öyle deli olma
dur bir dakika X bir ömür
matbaya yabancı dil getirme
kalkışma kaldırma uçağı durdurma
sıkıştırma yolumu betonlaşma oynama endamını üstüme
düğmele beni çek bi fırtlı gogo villalarda
jandarma dondurma vicdanlarda
ah, dondurma söyleyeyim sana
öyle iki yandan tutmalısından
patlama bu ne şiir bu ne dolma bu nasıl
bu ölçüsüz bir şiir
sensin kimono asıl.
KEDİ GÜNLÜĞÜ
bir şey ne kadar eski olabilir ki…
ben hep sarhoş gelirdim bu meyhaneye
burda Clarke Gable çok yoktu
kim bilir işi çıkmıştı
ben ilk defa geldim o da geldi belki
bir şey içer miyim içerim belki
şu akvaryumdaki balık içer mi
balık yoktu palavra
balık olsa kedi de olurdu
güzelliğine bak şu kedinin
içi dışı kedi
ha yanımda biraz İstanbul vardı
getirdimdi yanımda
toprağından taşından
döktüm üstüne rakı
deniz oldu
geçtim karşısına içtim
güldüm hah hah hah
ben hep sarhoş gelirdim bu meyhaneye
içerim bi güzel bi daha gelirsem
bu meyhane içmeye uygun değil
çok güzel mezeler yahu
gülmeler müzik alaturka
esiyor da
Dean Martin de amma fiyakalı gülüyor
yan masadan keçiboynuzu ikram edecekler
istemem efendim bozuyor rakıyı
karşılığında selam veririm
dışarı bakarak
camda bir kedi miyavlar
camın iki yanı da cam
gel şimdi bunu bana anlat
camda gidiyor bir Ankara
cam Ankara’dan gidiyor
ne kültürlü manzara
tv’de bi şey yok
aç diyor keçiboynuzlu masa açıyorlar
bi filim çıkıyor
başrolde bir elma
ben ilk defa filmde elma görüyorum
çok da güzel
alkışlıyorum durmadan
kadehler havada
yok masalarda kimse
kadehler havada Ankara havaları
yarıya kadar meyhane
gerisi gelmiyor
nerde kaldı bizim Jean Hackman
filim ben kalkınca bitiyor
hesabı istiyorum
aklıma kedi geliyor
kedi balık burcunda
dışarda beni Jerry bekliyor
O, SEN VE BEN KİM DEĞİLDİ
Ben senin neyin oluyorum biliyor musun
biraz yüz suyu yanak yanağalardan
iç denizlerin dağılışı
sendençıkardığım günlüklere
sen daha iyi bilirsin
bir gece sonrasının ağızda eriyen kumu
birintiharlıkömür’den
daha da bir diyeceğim yokturadamım ömür
bir ikindinin omzundan düşüşüne rastladım ne tesadüf
seyret seyret öldüğüm bir yatsıda
seyir halinde dövüldüğüm çocukluğumun biri bilemedin ikisiyle
madem öyleyim neden tuş oldum mezarıma
Bir beyaz adamın tek çocuğundan en yalnızı olduğumda da böyleydi
susadıkça içilmeyen bir şeydim daha bir sualtıyken
soyağacındaki çıbanlardı kavlamış gözlerim
üç sözcükle bir granite kilitlediklerinde en küçük dilimi
başağrım bendedeğilken
ana renklerini bulduğu ilk günü tavuskuşunun
kentkent dağa inen orman
yüzümde gezdirdiğin fermanlarım
Hayal Apartmanı’nın girişi
misillemeyle ezberimdeydi
gecikmesi otostopçu genç müzisyenlerin utangaçlığıma
gençlikten sayılır
hicretleri Doğulu …
Ben seninle ne oluyorum biliyor musun
bozkır ücrasında yetişebilen bir Anadolu
cerrahın oğlu yüzüncü sınıfta cerahatten beklemeli
bir de otuz iki çürük zarf ağzı açılmamış
yüzündenyüzürek geçmek
bir ücra fabrikanın İç Anadolu’sunda
memelerinden dökülürken ’ye
Hallac’ınhamıydım sütağlağında
Ben sendeki nere oluyorum biliyor musun
yüzünün rastgele bir anından alıntı
geçimimi sağladığım otoyol rampanın Batı yakası
indirilmiş animasyon kahramanıgerçeküstü oyunların
Kanunlar önünde cezalıyım kendime…
OSMANLICA-TÜRKÇE ÇOCUK ŞİİRLERİ
Geçmiş zaman
Lalede şehzadelerin doğum lekeleri
Şehzadebaşı’na uzak bir haremde
kollarıyla bağdaş kurmuş iki Yeniçeri
cümle kapısının iki yanında sıfatsız
havaya bakıyorlar
baktıkları yerden korkmuyorlar
iki baş düşüyor güvercinlerin önüne güvercinlerden
-kör olsun şeytan
iki takla atıyorlar yokluk için-
bir anka konup alıyor o başı
güvercinler kuş olmadıklarını sanıyorlar
Şimdiki zaman
Karanlık renginde doru iki at
biri diğerine gebe
savaş tanrısı gözlerle
gelincik tarlası gibi ağlıyorlar
yüksek apartmanlar gürültülü sevişirken
iki kağıt toplayıcı seni düşündüğümü görüyor
iyi niyet elçileri için sürpriz gözlerin aş ermesi
Çok önce
Çoban sürüyü karşıya geçiriyor yeşile dönmeden güneş
tomaların pusuya yattığı köşede
iki bin yıl geçiyor üç maymunlar yedi uyurlar
otuz yıl savaşları Haçlılar
insan ölmek nedir bilmez mi
toprağı suçlamak havayı kendini
boşuna aramak siperlerde mevzilerde
savaş sonrası
kendi çocuğuna sarılmak ölü başka bedende
alıp bir dağı ömürlerce taşımak sırtında
insan silahı bilmez mi
adet yerini bulsun diye kurşunlanan kuyuları
sıranın kendisine gelmesini er geç bilmez mi
dut gibi düşmeyi bir paranoyaya
aklını kaçıran bir semazene dönmeyi
Az sonra
Menekşe gelin çıkacak apartmanın numarasız dairesinden
saksıda şiirim açarken
dayaktan dönen annesine
”bu dünyada ben karşı tarafı tutacağım hep”
diyecek
ağzım Derby maçtan dönerken
faul olacak oysa her pozisyon
Geniş zaman
Allı güllü infazlar bekleniyor bugün ülkemizde
iki analı olacak odaların pencereleri
hiç bir yana bakmayan
efkarımız sarhoşluktan
taksiciye göre sıcağın sarısından
doktora göreyse Freud pembesi tansiyon
tavan
polis de beni odipus’a benzetecek birazdan
dinsizlere göre Allah’sızlıktan
tüm mutluluklar ikinci bir emre kadar yasaklanacak
Gelecek zaman
Artık kimsenin Kızılderili arkadaşları olmayacak ..
ŞAHMERAN
Avcumdan dökülen balık pullarının
Ufkun güneydoğusunda
boyu çocuk ömrü ya var ya yok
siyasetin kuruduğu petrol kuyularında
kavruk pamuk ocaklarında
nasıl anlatacağım toprağa şimdi
kırmuzu açmadığını gül yerine
avcumdaki diğer yarısıyla balık pullarının
rüyalarımı nadasa bıraktığımı
ağrılı yerimi nasıl çıkaracaklardı ortaya
elleriyle yoklar gibi mi parçalanmış cesetlerden
olay yeriyim kırmızıların dört bir yana dağıldığı
uzun rütbeli hafiyeler bir şey sanıyorlardı
üstümden karanlığı kaldırmayı
uzarken başakta
tarla kuşlarıyla
arkamdan fırlatılmış birkaç duayla
açılsın diye talihim
bir şiirden ateş açıldığında
boş mavzerle nasıl karşılık verilebilirdi
kalbine en uzak yeriyle yaşayan
bir Azrail karşısında…
yüz kırmızısı senin en felaketindi
felakete
Tanrılar tarafından keşfedilmiş kelebekler
beni boyayıverdi
yüzünün sonunda uzayan şükür kuyruğu
ta mahşere kadar bitmezdi
topraklaşmak için gerilerdi yağmur
uçsuz bucaksız sorular ilenen dilim
tahta bacaklı hokkabazlara dönmeseydi
bir cemreye bürünüp üflenmeseydim
kamburlar için cennet mümkündü
kuvvetlerine ayrılırdım çekim kanunlarının
gözlerinden dökülürken balık pulları
kırmızı bir ateşten ölçüydü
balık pullarıyla toprak yanarken
YANILGILAR ŞİİRİ
Seneye de yarasın diye iki yıllığına alınan duaları yok mu sanıyorsun
üstümüzü arayan kargaların kardeşlik teklifini hayra mı yorayım yani
taşıdığı çetin yükten habersiz kamyonun yolun dışı km.de ani bir kararla benden ayrılışını
kilim desenli köy yollarının nereye kadar gidebileceğini fasılalı ulumalarla ölçen haritaları
son isteği sorulan Zeynep’in ağzını açsa da duyuramayacağı şeyin anadan kızına geçtiğini
akraba ziyaretinden dönerken içinin mezarında okuduğun fatiha için kredi verilmediğini
kendini ararken uğradığın şehir vahşi metropol köy ve mezra
yüksek rakımlı gök cisimleriyle bağlı bucak ve beldeleri samanyolunda mı sanıyorsun
Daha ne sanıyorsun?
Dayak anında yüz kaslarındaki değişimi tüm ayrıntısıyla çekebilen fotoğraf makinesini
aynaya yansıyan kadınlardan hangisini kendinin ikizi sanıyorsun
huzurevine gitmeyen yolların müdavimi bir çift güvercinin yüreği miydi
karısına dedikodu etsin diye gecekonducu komşu kadın tutanları kim sanıyorsun
kalbini iyi bir yere yerleştirmek için kendine beden aramayı iman mı sanıyorsun
roman mahallini gördüğü halde kendini ihbar edeni yazar mı sanıyorsun
yasaların kendisine tanımadığı sularda bilinçsizce dışlananlar mı sığınmacı
yasak kapsamına alınan maddeler hangi hayalin ürünü sanıyorsun
devletin imkanlarıyla kurduğu kaçak düşün göçüğü altında kalanları nereden sanıyorsun
Sis tarafından takip ettirilen Kız Kulesi’nin kendisi sis mi sanıyorsun
Bu kadar san.
‘’şiir yağarken değil dinerken başlar acı’’
ORMAN
Şehir boşluklarından alıp getirdiğim bir kanarya sesi buldum ormanda,
alıp sol göğsüme iğneledim ormanı
İki ağaçtılar, iki eski arkadaş
iki ağaçtık, bir orman sonra
ağaca bükülmüş bir deniz
denize tehlikeli biçimde yakınlaşmış kaya gibiydi orman
sonrası orman olan kendimi kıvrımlarından anosonlaşmış ağaçlarda dolaştım
damar damar…
iyice deniz olmuş kayalık uykuları
peyiğine denizi sokmuş kovukları
iki ağaçtılar, iki eski arkadaş sonradan
korktum, denizin kinini saklamışlardı birbirlerinden
korktum, cesedim beni taşıyordu tam o sıra
ciğerleri ağaçtı nefesimden toprak gelirken
saat, kaç olduğumu bilmiyordu
gölgeleri yanımdan geçip giderken
yetişmek istedim son dalgaya yetişemedim
tam o sırada ölüyordum, iki ağaç toplamıyla
aklıma ara sıra pörsümesi geliyordu terk edilmiş bir deniz fenerinin
ve
çatısının
ve
kulesinin yukarı doğru ustaca daralan inadının
ve
ışıkla ters düşmüş patikanın
ve
göğün nabzımda uyuyan en beceriksiz parçasının
klasik otomobil renginde bir ağacın içinden geçiyorduk
tam o sıra
uzun dudaklı bir bülbülün göğermiş sesini duymuyorduk
ben ve bulutlar yağmur olarak
bıçaklanmış bir bülbül sesiyle göğü yapıyorduk
tam o sıra
içimden boşaltılmış bir ormandan
hiç doğru değildi bülbülün iki bülbüle
kaçırması ağzımı
deniz sürdüğü tüylerinde çok yamandı kahkahalar
ve nereden geldiğini bilmiyorduk sesindeki sızının
sızım sızım uğultunun
orada yoktu,
daha yoktu affedici rüzgar
kendini daha önce yaraladığı yerde bulan
bir ceylan sürüsünün
delik deşik
otların
ayak tırnaklarımdan
benek benek yürümesi psikolojisiz bir köye
ve sonrasız
bir çobanın bıraktığı yerden yürürken kendime
Bir orman tökezleyince nasıl tutulur
Latince, İngilizce, Türkçe.
sus dedim, sar dedim, gönül dedim
çekindim, bu sözler ormandan geliyordu
sustum, sardım, gönüllendim
susma dedim, sarma dedim, gönül dedim
bu yalnızlık ikimize de yeter dedim,
orman kardeş!
istersen yine gelirim, yine giderim
bu bir ayrılma ikimizden
bu bir yerde…
II
Dudaklarımdaki çatlakları yetiştiren granit kaya yamaçlarından
akan gelgitler, allhaısmarladık!
ışıkla selam alan dem tutan reçine hıçkırığı sana da
ışığını bir ardıca borçlu güneş
ve
patikayla hemzemin, allahuekber’le aynı doğrultuda bir saman tanesi
sarısında bir köyü çoğaltıp getirmiş
sarısı, bir köy çocuğu harabesi
kuduz bir kurdun ulumasıyla meydana gelmiş kabuk
kabuksuz saman
iyice saman
iyice ölü
örümcek yerinden etmesin diye samana dönüşmüş karınca
karıncayı yerinden etmek için örümcek kılığına girmiş ölüm
ah, sellerinin getirdiği bükler!
Kozalaklar kuzuyla kozalak,
Kozalaklar kafirle kafir,
Çıtır çıtırla duraklama,
Ateşle kırmızı
Toprakla tohum
Esirgemeyle bağış
ve
şikayetlerimi bağışladığım
şikayetlerini armağan edip bana
gökyüzünü ladinle kesen
yağmuru sarı yeşil
yağmursuzluğu rakkas yeşil
her ikisi Acem yeşil
ağaç ağaç bölüştüren
bana vişne çürüğü olma hakkı veren kemirgenlik
ayakta duruşun kıyamı
secdesi diz çökmenin
kışın oradan geçmesini beklemenin miracı
tuzla ovulmuş tuz
terimdeki kozalak baharatı
yedi cüceli harfler gibi tek atışta vurulduğum dal silsilesi
ağzınla öptüğüm kızıl gezegenden hallice ağzım
ne zaman görsem olduğu gibi olma yumuşaklığı
şahidimdir kırk haramiler
kırklar meclisi
gözüme siper ettiğim kırk yama
kırk yaşından alacaklı otuz dokuz yaşım
bunlar ve cümle sahipsizliği
birde milyonu varken
yüzde yüzsüz böyleliğimin
böyle yerlerin
böyle kesimlerinde
böylece olurum
böylelikle orman