AMCAM
Ömer Özyurt
Amcama söyleyin kendi gelsin
o kırmızı pabuçlarını da getirsin
tebessümlerini de eklesin
söyleyin eli boş gelmesin.
Haber aldım gelmiş dediler
kırmızı pabuçlarını da giymiş dediler
o kafayı mı yemiş dediler
kırmızılı bir şeyler içmiş dediler.
Bu adam ne içti söyleyin
sanki bir Ermiş di dinleyin
Onun aklı kırlaşmış
içinden kendini söküp almış
bu kırmızı fikirler o geçmişinden kalmış.
Amcama söyleyin bir o bilsin
benim fikirlerimle evlensin
evlenirse ona bir düğün yapacağım
davulcuyu da kızıl ordudan çağıracağım
ona Sosyalist bir düğün yapacağım
.
Faşistlerin ekmeği bol olur
ekmekleri kanlı olur
senide buyur ederler
kalan insanlığında kaybolur.
Amcamla dün oturduk
kırmızı pabuçlar konuşuyorduk
Pabuçlar eskimiş
sanki eski bir komünistmiş
Amcam inat ediyor
bu pabuçlarını giyiyor
kırmızı kırmızı fikirlere
bu pabuçlarıyla giriyor.
Amcamın kırmızı fikirleri var
o fikirlerle aklımı açar
aklımda ben azdım
bir kızılcık kadardım.
Amcamın elleri cebindeydi
çapraz kurada yeni girdi
ruhu Amerikan menşeliydi
o bir Kürt kişiydi
siyah derisini yırtan bir kızılderiliydi
Amcam Avrupa da görmüş
Bir Kürt yalnız ölürmüş
yalnızlığı Kürt severmiş
onlar Allah ile övünürmüş.
Amcama sordum kendi mi
kendimde ki biri mi
yoksa bende mi öldüm
bunu bende bilmiyordum
bir Türk gibi yaşıyor
bir Kürt gibi düşünüyordum.
Amcam fikirlerini Avrupa’dan getirmiş
getirmişte gümrükten geçirmiş
biraz onları sanki eğmiş
aklıma ters geçirmiş.
o fikirlere alıştım
onları ben nasıl taşımıştım
onlardan bir kurtuluş yapmıştım
aklım da yaşamıştım.
Dertlerimiz kentli olmuş
durmadan vergi ödüyormuş
kızılın sözü hiç dinlenilmiyor
o kapitalistlere çalışıyormuş.
Neyse ki bir sigara yetişti
onu içsem iyi olacağım
dilime bir slogan dolayacağım
bütün kahrolası sözleri
yaşasın devrime boyayacağım.
Amcam söze girdi
bu akşam bize yeter dedi.
Amcam çok yorulmuş
bir konuya yardımcı olmuş
bir dilin karnın da
şükürler olsun seviyormuş.
O bir aşk yaşıyor
bu aşka şükür aşılıyor
o şükrün dozunu kaçırıyor
artık yalnız yaşıyor.
Amcamla birer bira içtik
aklıma birlikte kaçtık
aklım bir tıkaçtı
bu aklımı bir açtı
eline yüzüne anılarım bulaştı.
Ben onda bir komiklik gördüm
bu komikliği de ona ördüm
Bu deseni o hiç beğenmedi
onun için mi hiç giymedi.
BİR KIRMIZI
Bir af kırmızı solar ellerimde;
ellerim ölü bir mevsim,
ellerim son bir bahar,
ellerim kırık bir kanat…
solar son bir çırpınış…
mum ışığı gibi savrulur,
bir hışırtıya katılır,
yaprak olur,
ışık olur,
renk olur,
o renk bir son olur.
Bir mevsim açardım kan kırmızı.
İki gece arası,
ham bir mevsim açardım…
geceleri üşüyen iklimleri taşırdım;
soluk benizli,kömür gözlü,
geç bir iklim açardım,
üşürdüm kan kırmızı.
Bir ayvakti solana kadar düşündüm,
solgun,solgun bir hayat biçerdim.
Biçtiğimi o gece iki kat içerdim!
Kat kat olurdum…
bir ay aklımda,
yıldızlara katılır,ay olurdum,vay olurdum vayyy…
Bir mevsim açar içim,
İçim kuş gibi,kuş çiçekleri…
kuşçuklar açar,
kuşçuklar kuşatır sabahcı kan çiçeklerini.
Bir yaram uçmak kanar,
kanar kan karası.
Oysa ben kanayan kırmızı bir gül/düm;
ama ne güldüm…
her rüzgarla ölürdüm,
bir rüzgâr gülüydüm.
Kırmızıyla ölür maviye gömülürdüm,
bunada bir güldüm mavili bir ölüydüm.
Kanayan bir kır yerim var…
öpücüğe o bakar,
sabahları öpücükle kalkar,
öpücük bir kırmızı,
kırmızı mavi hırsızı.
Korkuyordum bir yanacaksın sözüne.
‘yanacaksın ulan yanacaksın,
bir köz olarak da kalmayacaksın.
Boşlukda savrulan bir öfke,havaya atılan bir yumrukta yaşayacaksın.’
Soluk bir kırmızının tesellisiydi bu!
Bir gülün affına sığınan;
Kapı kapı dolanan,
af dilenen!
Solgun bir mevsim kokuyordu…
koptu dalından,
ince ince acarak,
incinmiş olarak,
incinmiş açardı kendini;
oynardı bir oyun gibi,
incinmiş benliğini,
bir oyun yapardı,
oynardı geçmişini.
Kendimi kırmızıya sakladığım gün,
ellerim sığmadı…
ben sığdım,
görünmüyorum,
Çünkü kırmızı oluyorum:
ellerim maviyi acar,
beni de açtı,
aşırıya kaçtı.
Pembeli pembeli konuşuyorum artık!
Sanırım çok açıldım,
İçimdeki maviliği,bir hovarda gibi saçtım.
Sonra dikenli bir yolu da yürüdüm üstüme üstüme;
dar aldım hazırdım!
O korkak mazeretim var ya konuşmuştu!
Yanlış sesleri nasılda yırtıyordu…
Düşündüğüm günden beri,
bağırırdım o geçmiş sesleri.
Bu sesi ben seçtim,
sanki o seste bir hiçtim,
hiçken bir mavi içtim,
kimbilir ne çok içtim,
dersin ben bir denizmiştim!
Kırmızıya dönüştüğüm gün kanadım çıktı.
Kanadım çıktı,
ben kanarken açtım…
açtım kanadımı,
filiz filiz uçtum…
çiçekli bir kırmızıya kavuştum.
Mavinin Eli
BİR KUŞ
Bir kaç gündür, kendimi bir kuşla tarttım
ve onu bir yalnızlığa bıraktım
biraz oturup düşünsün
kendini o da bir ölçüp tartsın
yeri geldiğinde kanatsız uçup gitsin diye.
Ben bu aralar yaralı bir kuş sevdim, minik bir serçe…
Onun ismi Berivan
kanadı kırık ve yorgun
üstelik onu böyle sevdim
kırık kanatlı…
Ve onu, içimdeki şu uçsuz bucaksızlığa benzettim.
Şimdi biraz daha hüzünlüydüm
ay derdim ona
güneş derdim
kandırdım koynumda ki şu son yalnızlığı
onun yüzünü ağır bir hüzünle boyardım
ve nedense hüzün, beni daima aynı yerde ağırlardı.
Bir siyah oluyordum o yerde
bir mavi;
ya sen Berivan, ya sen!
Kendini hangi renkle uğurluyordun.
Bu gün, biraz daha az kaldım hayatta
hayatla arama
Berivan düştü.
Onun için öldü dediler
peki bunu niçin dediler
Berivan ölmek nedir bilmezdi ki!
Peki yaşasaydın Berivan
sevinir miydi hayata
ben hiç yaşamayı sevmedim Berivan
sen yaşasaydın sevinir miydin?
İnan ki kimse sevinmiyor Berivan
hayat herkesi, üzgün, üzgün vuruyor
sen üzülme, biz üzülürüz
üzülmek bizim işimiz
ölmekte öyle
sen ölme Berivan
sen ölmek nedir bilmezsin!
Evet biz, ölmeyi ve üzülmeyi çok iyi biliriz
sana yaşamayı öğretemedik Berivan
sen ölmeyi nasıl becerdin ki…
Berivan, bu sahte hayatta kendini kovalıyordu
Kızılhaç’la
Kızılay arasında.
Ay kız Berivan
sen hiç yorulmaz mısın!
Ne çok koşmuştun şu hayatta
sonunda sende mi yorulmuştun
şu bildiğimiz basit, son bir nefeslen mi kendini vurmuştun?
Not: “ Berivan bir sonsuzluk için, başka bir yerde başka bir şiirde yaşıyor.”
CANSUYU
Cansuyu,bir sigaranın dumanında
kendini yutarcasına dalıyor hayallere.
Ve bütün hayalleri yarım bırakır…
ısırıp ısırıp ziyan eder
hayatın dışına taşar
bulaşır bir hayalin hayaletine.
Yorgun bir soluk olur
aldığı kadar yaşar
verdiği kadar ölür…
o ölü bir öksürüktür:
içimde bir mezar açar
gidip o mezarda yaşar.
İnce ve zarif bir surahi gibiydi
iyi bir süs eşyası gibi
süslenir…iyi giyinir.
Bir bardak olsam susasam
doldurmaya kıyamam
sanki kırılacak…
içindeki sevgi yerlere akacak.
Doldur beni…
içinde taşıdığın o sıvı sevgini.
Kana kana doldur…
sana ben dolayım dedim ya
gırtlağıma kadar dolayım
sevgi mutfağında hep seninle olayım.
Biliyormuydun?
Ben bir aşk ölüsüyüm;
ölüler yaşamazmış öylemi!
Peki ben nasıl yaşıyorum?
Bak nabzımdasın atıyorsun
kanımda sen dolaşıyorsun.
Bir dursan ölürüm
nabızsız bir yere gömülürüm.
Çok şey istemedim;
sevmek kolay olsun istedim.
Bir bardak su içer gibi
soluk alır gibi
umutlanır gibi
sevmek istedim.
Senin o bakışların var ya,korkaktı!
Korkak bakıyordun aklından geçenlere.
Çoktan geçip gittiler aklındakiler;
şimdi senin baktığın yerdeydiler.
Aklımda kiralık sevgililer biriktirdim…
hepsi fahişeler gibi özlüyordu beni.
Onlar özlemek için çalışıyorlar;
onlar her şeyi özlüyorlar
sevilen her şeyi rüyalara taşıyorlar.
Onlar nasıl sevişiyorlar biliyormusun?
Özleyerek sevişiyorlar.
O yüzden hızlı sevişiyorlar.
Onlar özlüyerek ölüyorlar,biliyormusun!
Fahişeler dünyanın en güzel hikayelerini taşırlar.
Çilek aromalı
gül esanslı
mavi ıtırlı
yağmurlu…
Bir fahişe sevişirken,her şeyi insanın aklına getirirmiş;
onlar sevişerek konuşurmuş!
Susmalı sevişmelere ölüm diyormuş
onlar sevilmek istiyormuş.
…
Kaç zamandır bir çekirge gibi,telaşlıydım gözlerinde.
Bir kez daha sıçradım kipriklerinde.
Bu kaçıncıydı!
Yola çıkmıştım bir kere…
valizlerimi meraklı bakışlarını doldurdum.
Yola çıktım dedimya…
Göç etmiştim
göçmüştüm canımdan,cansuyumda.