Sevdalınız komünisttir
on yıldan beri hapistir
yatar Bursa kalesinde
Yatar, ama zincirini kırmış yatar,
en âlâ bir mertebeye ermiş yatar,
yatar Bursa kalesinde.
Memleket toprağındadır kökü,
Bedreddin gibi taşır yükü,
yatar Bursa kalesinde
Türküsü tükenip bitmeden
cennetini kaybetmeden
yatar Bursa kalesinde
Yılmaz Güney’e yönelik saldırıların arttığı bir dönemde, Yılmaz Güney gibi komünist bir sanatçı olan Nazım Hikmet de tartışmaların içine çekildi. Burjuvazinin önemli bir kesimi Nazım Hikmet hakkında bir dizi –çoğunlukla “olumlu”– şey söyledi. Ancak söylenenler yeni değildi. Uzun bir süredir, burjuvazinin çeşitli simaları Nazım’la ilgili “jestlerde” bulunuyorlardı…
Cumhurbaşkanı Demirel, AGİT zirvesinin kapanış konuşmasında Nazım’ın “Hasret” şiirine atıfta bulunuyor, konuşmasını bu şiirden mısralarla “süslüyordu”…
Fazilet Parti Genel Başkan Yardımcısı Ertan Yülek Nazım Hikmet’in mezarını ziyaret etmiş olduğunu vurguluyor, “rejim aleyhtarlığı ile vatan hainliğinin birbirine karıştırılarak ona büyük haksızlık yapıldığından” dem vuruyordu.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Bülent Yahnici; “Nazım’ın benim de çok beğendiğim, severek okuyup söylediğim şiirleri var. Ne Mehmet Akif söylendiği gibi bir din şairidir, ne Nazım dinsiz ve komünist bir şairdir. Nazım’ın buram buram vatanseverlik kokan şiirleri vardır.” diyordu.
Hürriyet, ilk sayfasında Nazım’ın 21. yüzyıla atıfta bulunan “20. Asra Dair” şiiriyle 2000’li yılları karşılıyordu… vs. vs.
Tüm bunların öncesinde ama MHP’nin ölen başkanı Alparslan Türkeş, ölümünden önceki son MHP kongresinde Nazım’ın “Bu hasret bizim” dizelerini okuyor ve “Acaba neler oluyor?” dedirtiyordu…
Gerçekten neler oluyordu?
Türk burjuvazisinin daha düne kadar “vatan haini”, “komünist” vs. olarak ilan ettiği Nazım’a bu “sevdanın” altında neler yatıyordu?
Yukarıda da değindiğimiz gibi hakim sınıflar Yılmaz Güney gibi Nazım Hikmet’e de yıllarca çok çeşitli saldırılarda bulunmuş, sürgünler, hapisler, yasaklamalar, vs. ile onlara düşmanlıklarını açıkça göstermiş; halkların gönlünde taht kuran bu iki komünist sanatçıyı oradan söküp atmak için çok uğraşmışlardı. Ancak nafile! Yoksul halkın, ne kendilerinin bir parçası olarak gördüğü Yılmaz Güney ve Nazım Hikmet’e sevgisi azaldı; ne de onu oradan söküp almaya burjuvazinin gücü yetti…
O halde ne yapılmalıydı? Osmanlı’da ve onların mirasçılarında oyun çoktu! Ve bu mirasçılar kitlelerin gönlünden söküp atamadıkları Nazım’ı sistemle buluşturmaya, onu “ehlileştirmeye”, kimi yanlarını “törpüleyerek” sahiplenme çalışmalarına başladılar.
Yılmaz Güney tartışmaları sürerken Liberal Demokrat Parti Başkanı Besim Tibuk’un Nazım Hikmet’i “zayıf karakterli, zararlı bir zavallı” tanımlamasıyla Nazım Hikmet konusu bir kez daha tartışma ortamına çekildi. Diğer yandan ama Kültür Bakanlığı 2002 yılının Nazım’ın 100. doğum yılı olması nedeniyle UNESCO tarafından “Nazım Hikmet Yılı” olması için çalışmalar başlattığını açıkladı. Associated Press Haber Ajansı Kültür Bakanlığı’nın bu girişimini dünyaya “Türkiye Nazım’dan özür diliyor!” yorumuyla duyuruyordu…
Tüm bu tartışmaları şu noktalarda toplamak mümkün:
Nazım’la ilgili yürüyen tartışmada iki yön var…
Bunlardan birincisi; Burjuvazinin Nazım’a bir türlü sahip çıkma çabasıdır. Burjuvazinin Nazım’a sahip çıkmasının da bir tek yolu var: O’nu komünist, sosyalist kişiliğinden soyutlamak… Türk burjuvazisi Nazım’ı Türk şairi olarak sahipleniyor. Demirel ve diğerleri O’nu komünist kişiliğinden soyutlayıp şairliğini kullanmaya çoktan başladılar.
Nazım siyasi kişiliğinden soyutlanarak ele alınabilir mi? Elbette hayır! Nazım tam da siyasi kişiliği nedeniyleTürk burjuvazisi tarafından sürüm sürüm süründürülmüş, 23 yıl hapis yatmış ve sonra yurtdışına çıkmak zorunda kalmış birisidir. O’nun şiirlerine de çok açık bir şekilde yansıttığı dünya görüşü, bu görüşler uğruna çektiği sıkıntıları görmezden gelmek ve görüşleriyle eserleri arasında olmayan bir farklılık aramaya kalkışmak, böyle bir farklılığın olmadığının görülmediği yerde bunu yaratmaya çalışmak boş uğraştır. Bu yüzden onu bu şekilde “savunma” ve “sahiplenme” çabaları sahtekarlıktır.
Nazım’ın, belli bir biçimde burjuvazinin de sahiplenip kullanabileceği patriyotizm, Türk milliyetçiliği vs. yanları da vardır. Kemalizme karşı tavrında, Kurtuluş Savaşı’nda ve sonrasında TKP’nin Kemalizme hayırhah yaklaşımında, TKP içinde en solcularından birisi olmasına rağmen Nazım da payını almıştır. Buna rağmen ama burjuvazinin Nazım’a yaptığı korkunç bir haksızlıktır. Ama önümüzdeki dönemde burjuvazi, Nazım’ı “vatanperver bir Türk şairi” olarak bugüne kadar olduğundan daha öne çıkarıp ona daha fazla “sahip çıkacakları” açıktır. Nazım Hikmet’in vatana bakış açısı sınıfsal bakışından bağımsız değildir. Bu noktada en iyi yanıtı Nazım kendi şiirlerinde vermektedir. O, “Vatan Haini” şiirinde “vatana” bakış açısını çok iyi ifade etmektedir. Bu şiirini yan sütunlarımızda yayınlıyoruz.
Şair olarak; herkes Nazım’ın çok iyi bir şair olduğu konusunda hemfikirdir. En azılı Nazım düşmanları bile onun bu yanını teslim etmek zorunda kalmışlardır. Örneğin 11 Ocak 2000 tarihli yazısında Altemur Kılıç, bir yandan ona olan düşmanlığını kusarken, diğer yandan O’nun şiiri karşısında; “Kimse Nazım’ın iyi bir şair olmadığını söylemiyor. Çoğumuz, en milliyetçi olanlarımız bile, onun bazı mısralarını sevmiş, belleğimizde tutmuş, okumuşuzdur. Alparslan Türkeş de onun Anadolu’yu tasvir eden mısralarından alıntı yapmıştır. Bu onun günahlarını ve ihanetlerini unuttuğumuz
, Türkiye’ye karşı işlediği suçları affettiğimiz manasına gelmez!” diyordu.
Bütün hatalarına, yanlışlarına rağmen Nazım, sübjektif niyet olarak şiirlerinde komünizmi geleceğin toplum projesi olarak propaganda etmiştir. Ve hiç bir dönemde, en azından söylem düzeyinde Nazım komünizmden vazgeçmemiştir. Kendisini komünist bir şair, hedefini komünizm olarak belirleyen Nazım’ı bu görüşlerinden soyutlamak mümkün değildir.
Nazım Hikmet’in siyasi yanı konusunda komünistlerin bir görevi vardır: Hataları ve yanlışları bağlamında bugünkü komünistler, bunların ne olduğuna açık tavır takınma görevine sahiptirler. Komünistler Nazım konusunda doğru dürüst bir değerlendirme yapıp Nazım’a ne ölçüde, ne kadar sahip çıkacaklarını belirlemek zorundadırlar. Bu iş önümüzde durmaktadır.
İkinci olarak; burjuvazi içinde Nazım “sahiplenilirken” yine Nazım’ın siyasi kişiliği nedeniyle bu “sahiplenmeye” karşı çıkanlar da vardır. Bunlar, Nazım’ın vatan hainliğini öne çıkarıp yapılanın yanlış olduğunu söylemektedirler. Altemur Kılıç gibileri bu kesime örnektir. Bunlar giderek azınlıkta kalmalarına rağmen hâlâ varlıklarını sürdürüyorlar.
Bütünlüklü baktığımızda gidişat burjuvazinin Nazım’ı daha çok sahipleneceği yönündedir. Burjuvazi Nazım’ın komünistliğini de “gençlik hevesi”, “kendini bir kere bu işin içine sokmuştu, kurtulamadı” vs. vs. gerekçelere bağlıyor. Önümüzdeki dönem bu yönü daha fazla işleyeceklerdir. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi Nazım; komünist olduğunu şiirlerinde açıkça belirtmiştir. Burjuvazinin sevdalısı Nazım komünisttir! Onun bu tercihi ne bir gençlik hevesidir, ne de dalgaya kapılıp gitme şeklinde bir komünistliktir. O’nun bu tercihini, dünün “devrimcisi”, “komünisti” olan, bugün ise burjuvazinin emir-komutasında hizmet gören dönek solcuların kendi pozisyonları ile kıyaslamaya kalkışması –ki; kimi “dönekler” böyle bir tavır içindedirler!– bile abesle iştigaldir.
Hakim sınıfların, Nazım’ı siyasi görüşlerinden soyutlayarak “sahiplenme” çabaları karşısında işçilerin, emekçilerin görevi kendi şairine sahip çıkmak, burjuva sahtekarlığa karşı mücadele etmektir!
Burjuvazinin Nazım’ı “sahiplenme” sahtekarlığına izin verilemez… Nazım uluslararası proletaryanın değerlerinden biridir…
Nazım bizimdir!
DERYA GÜMÜŞ, Mart 2000