“Shaw’un kahkahasında,
(Lunaçarski’nin tanımıyla) bir ‘zehir’ vardır; güler, çünkü yeryüzündeki saçmalığın
daha fazla sürmeyeceğinden emindir;
ama her şeyin hiç de
gülünç olmadığını da çok iyi bilir.
İşte bu, ‘bilebilmenin mutluluğu’dur!”1
Hikâye malumunuz: UNESCO, Nâzım Hikmet’in 100. yıldönümü olan 2002 yılının “Nâzım Hikmet Yılı” olarak kutlanmasını onaylamış ve tüm üye ülkelere bu yolda tavsiyede bulunmuştu. Bu karar, Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın girişimi, Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın başvurusuyla gerçekleşmişti.2
Talay’ın “100. Yıl” ile hedeflediği neydi? Bakın bu konuda Talay ne diyor: “Anadolu’daki Hitit, Roma, Bizans, Selçuk, Osmanlı, Cumhuriyet dönemi eserleri arasında nasıl bir ayrım yapmıyorsak, nasıl hepsini koruyorsak ve nasıl hepsine sahip çıkıyorsak; Türkçe’mizi zenginleştiren, manevi mirasımızı sanatta, şiirde, edebiyatta ulusal ve evrensel değerlere ulaştıran yazarlarımızı, şairlerimizi desteklemek ve benimsemek de bizim en tabii görevimizdir.”3 “Kültür Bakanlığı olarak Nâzım’ın ideolojisiyle değil sanatı ile ilgiliyiz”!4
Nâzım olmaktan çıkarılmış zararsız bir Nâzım ikonu! Evet, “100. Yıl” bunu hedefliyordu… Ve de “100. Yıl Kutlamaları”yla5 hayli revaçtaydı bizim komünist Nâzım! Ancak komünistliği, TKP üyesi olması, yani onu niteleyen “tehlikeli” yanları törpülenip, ehlileştirilerek veya mutad olduğu üzere sansürlenerek!
İşte bir örnek: “Kültür Bakanlığı, en büyük Türk ozanının ünlü bir şiirini ‘Fazıl Say:6 Nâzım’ CD’sinde Genco Erkal’a sansürlettirdi… T.C. Kültür Bakanlığı, 2001 yılında, ‘Türk bestecilerinin eser üretimlerini teşvik projesi’ kapsamında, Nâzım’ın en ünlü şiirlerinden biri, Türkiye’nin en büyük orkestrasının ve en tanınmış piyanistinin eşliğinde, en başarılı Nâzım yorumcusu olarak tanınan saygın tiyatro sanatçısı Genco Erkal’a sansürlenerek okutturuluyor. Bu sansür CD’de ve Fazıl Say’ın babası Ahmet Say’ın içeriğini hazırladığı CD’nin kitapçığında belgeleniyor.
Fazıl Say’ın çalışmasında ‘Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış…’ diyerek geçiştirilen, Genco Erkal’in seslendirdiği şiirde bu dizeden hemen sonra, inanılmaz bir biçimde, tam beş dize atlanmakta ve ‘Mahallenin veremlileri’ne geçilmektedir. CD kitapçığında da bu beş dize yoktur. Sansürlenen dizelerse şunlardır: ‘Affetmedi bu Ermeni vatandaş / Kürt dağlarında babasının kesilmesini. / Fakat seviyor seni, / Çünkü sen de affetmedin / Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına…’
Nâzım Hikmet, faşizan bir yönetim tarafından yıllarca hapislerde çürütüldükten sonra görece özgürlüğünün daha ilk günlerinde, korkmadan, çekinmeden bu tarihsel gerçeği haykırabilmiştir. Üzerinden tam yarım yüzyıl geçtikten sonra, Nâzım’ın dizelerinin ve bu dizelerde dile getirilen gerçeğin, üstelik de Türkiye’nin en ünlü sanatçıları aracılığıyla sansür edilmesi tek kelimeyle utanç vericidir.”7
Utanç verici olanlar sadece bununla mı sınırlı? Elbette değil; bunların yanında “Kılıçoğlu Anadolu Lisesi Tiyatro Grubu’nun 22 Mayıs’ta Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi’nde oynadığı Kuvayi Milliye Destanı’nın, yoğun ilgi üzerine bir kez de Yunus Emre Kültür Merkezi’nde sahnelenmesine karar verildi. Salonu önce öğrencilere ücretsiz olarak tahsis eden kültür merkezi yetkilileri, Milli Eğitim ve Valilik görevlilerinin araya girmesiyle daha sonra 300 milyon lira kira talep ettiler. Okul yönetimi kira ücretini ödeyemeyince oyun önceki akşam Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi’nde sahnelendi. Ancak bu kez Milli Eğitim Müdürü Mithat Özdemir, Nâzım’ın Mehmet Akif’i eleştirdiği ve ‘Bizim İstiklal Marşı’nda aksayan bir taraf var / Bilmem ki nasıl anlatsam’ diye başlayan dizelerinin sansürlenmesini istedi.8 Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç ve Milli Eğitim Müdürü Özdemir’in yanı sıra çok sayıda öğretmen, veli ve öğrencinin izlediği oyunda sansürlenen bölüme gelindiğinde oyuncular bir süre sustular. İzleyicilere sırtlarını dönerek sansürü protesto eden öğrenciler, oyun sonunda Nâzım’ın fotoğrafına dönerek uzun süre büyük ozanı alkışladılar”!9
Ve bir örnek daha: “8 Kasım 2001 tarihinde Anadolu Ajansı, Kültür Bakanlığı’nın Şişli Belediyesi’nin işbirliğiyle Nâzım Hikmet’in 100. doğum yılı dolayısıyla bir anıt yaptıracağı haberini geçiyordu. Heykeltıraş Tankut Öktem’in yapacağı bronz anıt 3 metre 20 santimetre boyundaydı, 60 milyara mal olacak ve Nâzım Hikmet’in doğum günü olan 15 Ocak 2002’de törenle açılacaktı. Ancak Şişli Belediyesi, Nâzım Hikmet Anıtı’nı Maçka’ya dikmekten vazgeçti. Yerine ‘kitsch’ bir havuz yapılan anıtın nereye taşınacağı ise hâlâ belirsiz… Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, anıtın yıkılıp yerine havuz yapılmasına gerekçe olarak ‘dikkatsiz hesaplamaları’ gösterip, ‘Anıt çok güzel ama kavşak küçük kaldı, Nâzım Hikmet anıtını daha büyük bir alana taşıyoruz’ diyordu!”10
Paul Eluard’ın, “Asıl şair, şiir yazan değil, insanları şair yapandır,” nitelemesine layık özellikleri yanında11 O’nun: Dünyayı değiştirmek isteyen bir devrimci! Komünist! Özgürlük savaşçısı! Hasretlerin ve ayrılıkların bilgesi! TKP’li! Nâzım Hikmet olduğu gözardı edilmeye kalkışıldı… Hatta, hatta Server Tanilli’nin, “Düpedüz, karanlık bir dönemden geçiyoruz. Ama iyimserlik gerek; karanlığı tanımlamak, onu aşmak için,”12 diye betimlediği koşullarda, “Orhan Pamuk’ un Kar romanı ile ilgili reklam, televizyon ve yazı furyası 100. yaşını kutladığımız Nâzım Hikmet’i unutturdu”!13
“100. Yıl”da Nâzım’ın başına ge(tiri)lenler sadece bu kadarla sınırlı mıydı? Elbette değil!
I-) “VATANDAŞ”LIK MESELESİ(?!)
“Yaşamaya olduğu gibi özgürlüğe de,
ancak onu her gün yeniden fethetmek
zorunda olanlar lâyıktır.”14
Nâzım’a “100. Yıl”da vatandaşlığı iade edilecek diyenler, bu konuda Nâzım’ı MHP ile “pazarlık konusu” haline getirenler, Nâzım’dan özür dilemesi gereken devletten, Nâzım “adına” ve “gıyabi” olarak “özür dileme”ye kalkışanlara ilk tokat şuydu: “MHP’li Bakan Abdülhaluk Çay, ‘vatan haini’15 dediği Nâzım Hikmet için, Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan bir kararname olmadığını söyledi”!16
Bunun ardından Nâzım’ın “vatandaş”lık meselesi temcit pilavı gibi durmadan ısıtılırken;17 “İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, Nâzım Hikmet’in TC vatandaşı olarak kalması için kararname sevkine ya da yeni bir başvuruya gerek olmadığını belirterek, çözümün 1951’de alınan Bakanlar Kurulu kararına bağlı olduğunu vurguladı. Yücelen, 1951’deki Bakanlar Kurulu kararı nüfus kütüğüne yansımadığı için vatandaşlığı tam 51 yıl sonra, geçen hafta düşürüldüğü açıklanan Nâzım Hikmet’in durumuyla ilgili ‘Bakanlar Kurulu Kararı’nın nüfus kayıtlarında işleme konulmamasında kusur var mı’ sorusu üzerine şunları dedi: ‘Bu hukuki bir olaydır. Nüfus memurunun kendi iradesiyle ‘Ben bu işlemi yaparım, bunu yapamam’ gibi bir tercihi söz konusu olamaz. 8 Mart’ta yapılan işlem sadece ‘Mernis Projesi’ çerçevesinde yapılan bir işlemdir. Proje yürürlüğe gireceği için maddi hatalar tekrar gözden geçirilmekte ve deftere kaydedilmektedir. Nüfus memurunun burada yaptığı sadece kayıt düşmektir. Onun takdir hakkı yoktur.’ Nâzım Hikmet’in büyük bir şair olduğunu, ismi ve sanatçı kişiliği nedeniyle iç politika malzemesi yapılmaması gerektiğini ifade eden Yücelen sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Şu anda, Nâzım Hikmet’in tekrar vatandaş olarak kalması için yapılacak bir tek işlem var. O da 1951’de alınmış olan Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptal edilmesidir. Nâzım Hikmet’in yeniden vatandaşlığa alınması gibi bir başvuru yapılması veya bu şekilde kararname sevk edilmesine gerek yok.’
Kültür Bakanı İstemihan Talay, İçişleri Bakanlığı’nın, Nâzım Hikmet’in vatandaşlıktan çıkarılma işleminin nüfus kayıtlarına geçirilmesi için Kadıköy Nüfus Müdürlüğü’ne talimat verildiğini açıklamasını değerlendirirken ‘O dönemde alınan Bakanlar Kurulu kararında, nüfusta yer almayan bir isim üzerinden hareket edilmiş. Ancak bir mahkeme kararında Nâzım Hikmet ile Mehmet Nâzım Ran’ın aynı kişiler olduğu kanıtlandı’ dedi. Talay, ‘Bunların hepsi hukuki anlamda bazı çelişkileri, geçmişte yapılan bazı hukuki hataları da içeriyor bana göre. Bunların hukuki değerlendirmesi yapılıyor İçişleri Bakanlığı’nda. Biz de sonucu bekliyoruz’ diye konuştu. 1951 tarihli Bakanlar Kurulu kararını değiştirmek için girişimde bulunduğunu da hatırlatan Talay, ‘O da Bakanlar Kurulu’nda halen, imzadan çıkmamıştır,’ dedi.”18
Böylesine bir “hukuki boşluk”tan faydalanmak için kırk takla atanların atraksiyonları herhangi bir sonuç vermedi. Ve de “Nâzım Hikmet için 1951’de alınan Türk vatandaşlığından çıkarma kararı kütüğüne 8 Mart 2002’de işlendi. Kadıköy Nüfus Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla karar formunu kütüğe tescil etti. Nâzım Hikmet hakkında 1951 yılında alınan Türk vatandaşlığından çıkarma kararı, tam 51 yıl sonra uygulandı”!19
Bu uygulama Nâzım’a “100. Yıl”ında layık görüldü… Ve bununla bir kez daha T.“C”nin Nâzım hakkındaki tarihi tutumu tescil edilmiş oldu…20
Yeri gelmişken altını çizerek aktaralım: “Hatırlayın. Bir zamanlar bu vatanı Nâzım Hikmet’ten kurtarmak için de neler yapmıştınız neler. Tam 13 yıl hapis yatırmıştınız koca şairi… Ama bakın, bugün hiçbirinizin esamesi bile okunmuyor. Adınızı sanınızı bilen yok bu dünyada. Oysa Nâzım yaşıyor. 100 yaşında. İstelik bir dünya şairi o…”21 Bunu diyen kim mi? Şaşıracaksınız belki ama Hasan Cemal!
Şunu da belirtmeden geçmeyelim: “Nâzım Hikmet öleli neredeyse 40 yıl oldu. Ama onun ölümü de, tek başına, bu ülkede öyle rahat rahat Nâzım Hikmet’i anma toplantıları yapılmasını sağlamaya yetmezdi. Şöyle böyle 10-15 yıldır komünizm de sorun olmaktan çıktı. (…) Şimdi Nâzım Hikmet’i böyle rahatça anıyor olmamız, dolayısıyla, bu ülkenin ‘değiştiği’ni filan düşündürmesin kimseye. Bu ülkenin ‘sahip’leri, herhangi bir anlayışlarını veya tavırlarını değiştirmiş değiller”!22
Bir şey daha: “Nâzım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bile değildir ve türlü çeşitli gerekçelerle vatandaşlığa geri de alınmamaktadır. Bu, Nâzım’ın ayıbı değildir. Nâzım’ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına ihtiyacı da yoktur. Böyle bir vatandaşlık ne O’nun daha fazla tanınmasını sağlayacak ne de O’na bir şey ekleyecektir. Biyografisinde Nâzım’ın –özellikle uluslararası biyografilerinde– Türkiye vatandaşı olmadığının belirtilmesi yeter.”23
Ve de Nâzım’ın “Vatan Haini” şiirinden mülhem bir soruyu sormadan geçmeyelim: Tetikçileriyle, hortumcularıyla, “Derin Devlet” simsarlarıyla, kiralık katilleriyle, “Kirli Savaşçıları”yla “gurur duyulan” bir ortamda “T.C yurttaşlığı” Nâzım için gerçekten bir “paye” midir?
Nâzım’ın “telif hakları”
“Nâzım ‘meta’ değildir!”24
Yine “100. Yıl”ında Nâzım’ın “telifi hakları”nı satışa çıkarıp,25 O’nu bir “meta” gibi Yapı Kredi Bankası’na pazarlamaya kalkıştılar…
Ve soruldu: “Adam Yayınları ile Yapı Kredi Yayınları arasındaki ‘alış-veriş’te;
– Nâzım Hikmet’in eserleri Yapı Kredi Bankası’na haciz karşılığı mı verildi?
– Buna karşılık olarak da, borçlarını mı sildirdi?
– 200 bin dolara yapıldığı söylenen anlaşmaya, şair Orhan Veli ve yazar Aziz Nesin de dahil edildi mi?
– Memet Nâzım’ın da ‘onayladığı’ bu anlaşmaya göre, eserler sattıkça, Memet Nâzım’a da yüzde 20 komisyon ödenecek mi?
– Nâzım, yıllarca karşı olduğu kapitalist sistemin ‘meta’sı haline mi getirildi?”26
Ve yanıtlandı: “Nâzım’ın ‘telifi’ olmaz”! “TKP [SİP], komünist şair Nâzım Hikmet’in yayın hakkının Yapı Kredi Yayınları tarafından satın alınmasını, ülkemizin emekçilerine ve aydınlarına, solun değerlerine ve Nâzım’ın sanatsal ve siyasal mirasına yönelik çirkin bir saldırı olarak görmektedir. Yaşamını kapitalizme karşı mücadeleye adayan şairin eserlerine bir tekelin kendi adını taşıyan yan kuruluşunun el koyması, Nâzım’ı siyasal kimliğinden ayrıştırmayı, komünistliğini önemsizleştirmeyi hedef alan kampanyaların son halkası olmuştur.
TKP [SİP] bu gaspı reddetmekte ve karşısına dikilmektedir. Bu amaçlı bir Nâzım Hikmet seçkisi doğrudan parti tarafından yayınlanmıştır. Seçki, Türkiye aydınının karanlık tekelin saldırısına yanıtını temsil etmektedir”!27
II-) SONRA: TAHRİFAT, SPEKÜLASYON VE YALAN(LAR)
“En zor şey,
karanlık bir odada kara kediyi bulmaktır.
Özellikle odada kedi yoksa!”28
Sonra mı? Sonrası Füsun Özbilgen’in güzel deyimiyle: “Büyük Ozan Nâzım’ı ‘Playboy’ da Yapıverdiler”!29
Örneğin, “Sanatçının, ortaya koyduğu ürünlerin değil de aşklarının konuşulduğu bir dönemden geçiyoruz. ‘Dünyaca ünlü şairimiz’ Nâzım Hikmet’in 100. doğum yılı kutlamaları nedense ‘dünyaca ünlü’ olmayan aşkları çerçevesinde gelişiyor. ‘Ben bir komünistim’ dediği için 30 yıl boyunca unutturulmaya çalışılan şairin, şimdiki ‘özgürlük ortamı’nda yaratılan yeni fotoğrafında ne komünistliği, ne şiiri, ne de Türk şiiri üzerindeki etkisi görünüyor. Yani bırakın komünistliğini, şairliğinden söz eden aforoz edilecek neredeyse. Şiirimiz üzerindeki etkisi mi? ‘O da ne?’
Nâzım, ‘milli çapkın’ ya da ‘Don Juan’ değil kuşkusuz. Türk edebiyatına yeni bir kanal açan parlak bir isim. 13 yıllık hapisliği ve ardından gelen zorunlu sürgünlüğü süresince şiirlerinin tek tük kopyalarının elden ele dolaştırıldığı ise hep söylenir. 1936-1965 yılları arasında tek kitabı basılmadığı gibi öncekilerinin de yeni baskısı yapılmaz. Ama öte taraftan şiirimize yön verdiği de söylenir. İşte bizim sorumuz da burada yatıyor. Bir şair, bir iki şiirinin kopyasıyla nasıl bir ülke şiirine yön verebilir ya da hangi dönem etkili olmuştur?”30
Bununla yetinmeyenler Nâzım’ı, sonu gelmeyen Stalin tartışmaları ile spekülasyonlarına taraf kıldılar! Böylelikle de “Nâzım olayı Türkiye’de, ‘yurtseverler neden bu ülkede vatan haini ilan ediliyor’ ekseninde tartışılması gerekirken, CNN tezgâhlarında yetişmiş ‘gazeteci’ çömezleri sayesinde ‘Stalin despotizmi’ tartışması demagojilerine tahvil edildi”!31
Önce şu Stalin konusuyla başlayalım: Nâzım Hikmet, 1951’de Moskova Havaalanı’nda “Stalin benim için çok mühimdir. Gözümün ışığı, fikirlerimin kaynağıdır. Beni o yarattı,” der.
Daha sonra “Nâzım Hikmet Sovyetler Birliği’nde komünizmin geçirdiği gelişmelerden, proletarya adına başlatılan diktatörlüğün bir kişi diktatörlüğüne dönüşmesinden çok tedirgin olmuştu.
Düşüncelerini açık açık söylemekten çekiniyor, susuyor, zor durumda kalırsa başına bir şey gelmemesi için inanmadığı sözler ediyor, ama yeri geldikçe güvendiği arkadaşlarına bu tedirginliğini yumuşak bir dille aktarıyordu. 1951 yılında, İlya Ehrenburg’a şöyle demişti: ‘Stalin Yoldaş’a büyük bir saygım var, ama onu güneşe benzeten şiirler okumaya dayanamıyorum, bu yalnız kötü şiir değil, kötü duyarlık.’
Aslında bir konuk olarak bulunduğu Sovyetler Birliği’nde Stalin’den korkmaması olanaksızdı. Ayrıca çevresindeki katı komünistlerin tepkilerinden de çekiniyordu. Özgürlükçü davranışları, bir takım uygulamaları eleştirisi zaten göze batmakta, arada bir yakınlarınca uyarılmaktaydı. Bir iki kez de sorumlu kişilerce uyarılmıştı. Kulağına, disiplinsiz davranışlarını sürdürürse, yemeklerine katılan ilaçlarla yavaş yavaş zehirlenebileceği, ya da bir kazaya kurban gidebileceği gibi dedikodular da geliyordu.
5 Mart 1953’te Stalin ölünce Yazarlar Birliği önde gelen şairlerden bu acı olayı yansıtan şiirler yazmalarını istedi. Nâzım Hikmet de bir şiir yazdı,32 ama Stalin’i her şeyin üstüne çıkarıp tek başına putlaştırmayan, Marx, Engels, Lenin’le birlikte, devrimin içindeki yerine koyarak anan bu şiir, sonuçta halkın birliğinin önemini vurguluyordu.
1956 Mart ayındaki Yirminci Kongre’de, Kruşçev’in inanılmaz açıklamalarıyla Stalin’in cinayetleri ortaya döküldüğünde ise, Nâzım Hikmet, bunu Lenin’in geri dönüşü olarak değerlendiren ‘Yirminci Kongre’ adlı şiirini33 yazdı.”34
Buraya kadar naklettiklerimizden de anlaşılacağı üzere Nâzım’ın Stalin konusundaki tutumu, dönemsel ve değişkendir… Ya da Taine’in, “Her eser, belli bir zamanın aynası ve ürünüdür, onu bu zamana göre kavramak, yorumlamak gerekir,” deyişindeki üzere kavranmalıdır… Her şey bu kadar açıkken, Nâzım neden ve hâlâ Stalin tartışmalarına taraf kılınır anlaşılmaz!
Yine Nâzım bağıntılı Stalin spekülasyonlarına gelince: Örneğin, “Hürriyet gazetesinin ‘Stalin Nâzım Hikmet’i öldürtmek istiyordu’ biçimindeki, 9 Ocak tarihli haberinin tamamen düzmece olduğu ortaya çıktı. ‘Nâzım Hikmet uzmanı Demir Gökgöl, ‘Nâzım Hikmet Yılı’ nedeniyle ilginç açıklamalarda bulundu’ diyerek verilen haber üzerine, Demir Gökgöl, ‘resmen yalan yazıldı’ diyerek, sözlerinin çarpıtıldığını, maksadı aşan yorumlar yapıldığını dile getirdi.”35
“100. Yıl”da Nâzım’ı değil, Nâzım’a değgin spekülasyonların tartışılmasının vaka-i adiyeden olduğu alışılmış sıradanlık(!) Nâzım’ın cenaze törenini bile “tartıştı”!36 Örneğin: “Nâzım Hikmet’in cenazesinde yüzünün açık olması, ülkemizde tartışma yarattı ve dünyaca ünlü şairin ‘Ortodoks usulü’ gömüldüğü öne sürüldü. Nâzım’ın Rusya’daki son yakını, sevgilisi Galina Kolesnikova ise gömme töreninde ‘Kremlin protokolü’ uygulandığı için yüzünün örtülmediğini söyledi… Gazeteci-yazar Refik Erduran ise ‘Nâzım’ın cenaze töreni mahalli âdetlere göre yapıldı. Rus âdeti böyle. Zaten kendisi bir şiirinde ‘kamyona yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem’ diyor. Bir anlamda yerel âdetlere göre cenaze törenini kabulleniyor’ dedi… Şair Ataol Behramoğlu da ‘İnsanların ne şekilde gömülmelerinin, neden ilgi çekici olduğunu ben anlamıyorum. Evet, bu bir Ortodoks âdeti. Türkiye’de de Ortodokslar var,’ diye konuştu”!37
Şu ya da bu; ateist Nâzım’ın, “Bizim avludan mı kalkacak cenazem? / Nasıl indireceksiniz beni üçüncü kattan? / Asansöre sığmaz tabut / Merdivenlerse daracık. / Belki avluda dizboyu güneş ve güvercinler olacak, / Belki kar yağacak çocuk çığlıklarıyla dolu. / Belki ıslak asfaltta yağmur. / Ve avluda çöp bidonları duracak her zamanki gibi. / Kamyona, yerli gelenekle, yüzüm açık yükleneceksem, / bir şey damlayabilir alnıma bir güvercinden: uğurdur. / Bando gelse de, gelmese de çocuklar gelecek yanıma / meraklıdır ölülere çocuklar. / Bakacak arkamdan mutfak penceremiz. / Balkonumuz geçirecek beni çamaşırlarıyla. / Ben bu avluda bahtiyar yaşadım bilemediğiniz kadar. / Avludaşlarım, uzun ömürler dilerim hepinize,” diye betimlediği cenaze töreninin “Ortodoks usulü mü yoksa İslâmi mi” veya hiçbiri mi olup olmamasının ne gibi bir önemi vardı ya da olabilirdi?
Evet bunların tümü sıradan spekülasyonlardı! Ve bunların yanında, “Nâzım’ın komünistliğinin ise pek önemli olmadığı, hatta bir çocukluk” olduğu yalan(lar)ına sarılındı… İşte bunlardan birkaçı…
“Nâzım bir çocuk… komünist olsa ne yazar? Bir çocuğun komünistliği ne ifade edebilir? Ona atfedilen bütün tutarsızlıkların, vefasızlıkların ve zaafların hepsi anlaşılabilir şeyler. (…) Bizlerden farklı olarak sürekli bir biçimde çocuklukla olgunluk arasında gidip gelmiş. Onun büyük yaratıcılığının hamuru bu gitgellerde işlenmiş.”38
“Nâzım’ın ve benim bu inkılâp memleketinde aradığımız, bambaşka bir şeydi. Nâzım’la ben Fransız İnkılâbı yoluyla bizim Meşrutiyet’e tesir eden ‘Hürriyet’ prensibinin etkisi altındaydık. Kapitalist memleketlerde ‘Hürriyet’ iyi tatbik edilmiyor da, komünistliğin gayesi, hürriyeti kayıtsız şartsız tatbik etmektir sanıyorduk.”39
“Nâzım Hikmet Komünist mezhebini kabul etmiş ama, ‘milliyetperver’ bir adamdı. Türktü, hâlis Türktü; ‘milliyetperver’ bir adamdı; hiçbir vakit Rus olmadı. Binaenaleyh o burada, bütün mezhebi namına çalıştı, Türk Sosyolojisi namına çalıştı, yâni Türkiye’de fakir az olsun, bir Sosyalizm teessüs etsin ki servet taksim olsun!.. Yâni o kendi doktrinini, kendine mal ettiği doktrini yaymak istiyordu ama, hiçbir vakit Rusya’ya âlet olmak istemiyordu… Vaktiyle o, üniversiteye gitti; Rusya’da (KUTV) üniversite okudu, iki buçuk sene; (yâni) olamadı diye, orda Rus Ajanı olamadı diye, bizim memleketimizde (onu) öldürmeye kalktılar ve bizim polisin malûmatı altında, aylarca kundura boyacılığı yaptı, bu işi atlatsın diye, anlatabildim mi? Binaenaleyh, bu kadar vatanperverdi…”40
“Nedim Gürsel de, Nâzım Hikmet’in şairliği konusunu, objektif sanatsal değerler somutunda ve gerçekçi bir boyutta ele alarak değerlendirirken41 şunları diyordu: ‘Nâzım Hikmet ne bir siyasal lider ne de bir ideologdur.42 O, çağımızın en önemli şairlerinden biridir. Dolayısıyla şiirini salt siyasal bir yaklaşımla yorumlamak indirgemeci bir tutum olur. Sanat, eğer evrensel bir öz taşıyorsa, günceli, siyasal görüş ve ideolojileri aşmalıdır. Bu anlamda Nâzım Hikmet’in yapıtı elbette insancıl ve evrenseldir. Ama onun şiirini, yaşadığı dönemden ve siyasal savaşımından da ayrı düşünemeyiz’…”43
Selçuk Erez’e gelince o da aynı telden çalıyordu: “Picasso, Franco’nun kuvvetlerinin küçük bir Bask şehrini yerle bir edişi karşısındaki elemini, “Guernica” adını verdiği tablo ile ifade etmişti. Sonra Fransa’ya kaçmış ve 1944’te Fransız Komünist Partisi’ne katılmıştı. 1948’de Stalin, Doğu Avrupa’yı diktatörce sömürürken Picasso, Wroclaw’da toplanan Komünist Sulh Hukuk Kongresi’nin baş konuşmacısıydı. 1973’te öldüğünde, siyasal eğilimleri hangi yöne doğrulmuş olursa olsun dünyanın bütün uygar ülkelerinin düşünürleri, onu “Çağımızın en önemli ressamı” olarak anmışlar, sadece Moskova Radyosu, kendisinden “İyi bir komünist” olarak bahsetmişti. Picasso neydi? Gerçekten büyük ve önemli bir ressamdı. Siyasal eğilimini sevmemek bu gerçeği değiştirmeli midir? Eğer uygarsanız tabii ki hayır! Peki Nâzım? O da büyük bir şairdi. Siz komünistleri sevmiyorsanız, onun komünist olması, şairliğini gölgelemeli mi? İlkel bir düşünce tarzına sahipseniz evet!”44
Ve Nâzım’ı “resmi ideoloji”ye tutsak etme gayretiyle Ataol Behramoğlu’nun dediklerine gelince: “Bir toplantıdaki konuşmamda Mustafa Kemal ve Nâzım Hikmet arasında koşutluk kurmam kimi tepkilere neden oldu… Tepki gösterenler ‘işçi sınıfı şairi’ Nâzım’ın adının belki de sosyalizm düşmanı olarak gördükleri Mustafa Kemal’in adıyla birlikte anılmasını yadırgayan kimi solculardı… Sayıca az da olsalar, ‘sol’ içinde böyle düşüncelere rastlanıyor. Bence bu ‘sol’ tutuculuğun, sosyalizm karşıtı bir Atatürkçülükten farkı yok. Ben Mustafa Kemal’in de, Nâzım Hikmet’in de, Tanzimat döneminden sürüp gelen ilerici hareketlerin ürünü olduğunu; kişiliklerinin temelini oluşturan değerleri ancak bu ortak kaynağın bilgisiyle anlayıp değerlendirebileceğimizi, her iki seçkin kişiliğin de aydınlanmacı düşüncenin ürünü olduğunu; Fransız devrimini yaratan düşüncelerden etkilenmiş Mustafa Kemal’den farklı olarak Nâzım Hikmet’in (aydınlanmacı düşünceden ayrı düşünülemeyecek) bilimsel sosyalist kuramı öğrenip benimsemiş olduğunu anlatmıştım… Sonuç olarak her iki seçkin kişilik, Türkiye aydınlanma hareketinin öncüleridir; en temelde bir karşıtlığı değil bir bütünlüğü simgelerler…”45
Yeri geldi, Behramoğlu’na anımsatalım: “Nâzım Hikmet’in başına gelenlerin, devlet adına işlenmiş, ‘kasten’ ve ‘taammüden’ tezgâhlanmış bir ayıp olduğunu bilmeyen kalmadı artık”!46
III-) ARTIK YETER!
“Bir piyesi en fazla eleştirenler;
o piyesi bedava seyredenler olur!”47
Şunu kimsenin, hiçbir gerekçeyle göz ardı etmemesi gerek: “Nâzım Hikmet’in şiiri, Salkımsöğüt’ten Samansarısı’na, komünist ideolojiyi içselleştirmiş bir şiirdir”!48
İlya Ehrenburg’un da belirttiği üzere: “Nâzım’ın inanmış bir komünist ve büyük bir şair olduğu herkesçe bilinir. Fakat onunla karşılaşmış olanlar, az rastlanır iyilikte ve dürüstlükte bir insan olduğunu da bilirler. Düşündüğü şeyi her zaman açıkça söylerdi. Bu kimilerini kızdırır, fakat sonunda silahsız bırakırdı onları… Daha Moskova’ya gelir gelmez, ‘alışılmış’ davranışların adamı olmadığı belli oldu. Cenaze töreninde dans ediyor, düğünde ağlıyordu… Büyük bir şair, 12 yıl hapishanede kalmış bir kahraman olarak, her yerde bir alkış tufanıyla karşılanıyordu. Konuşuyor, soruları yanıtlıyor, dobralığı ve içtenliğiyle genç dinleyici yığınlarının hayranlığını kazanıyordu. Bilge olmasına, yapmacıksızlığı, açık yürekliliği yardım ediyordu kimi kere…”49
Hasılı “Nâzım Hikmet’in şiiri somuttur ve soyuttur. Dünyayı bütünlüğü içinde kavramaya ve dönüştürmeye yöneliktir, ilk ve temel varoluş nedeni budur. Bu şiir belli bir görüşün etrafında oluşur. Amaçlıdır. Yönlüdür ve taraftır.50 Ne var ki, bunların hiçbirisi şiirin bir felsefe tabanına oturmasını engellemez. Öyle olmadığı gibi gerçek tam tersidir. Nâzım’ın şiiri tümüyle bir felsefenin eteklerinden doğar, onu yoğurur…”51
Ve Le Monde Diplomatique’deki yazısında John Berger’in dediği gibi: “Nâzım Hikmet doğalı 100 yıl oldu. Eserleri aşkın evrenselliğini, güzelliğin kardeşliğini anlatıyor. Bir Türk ve komünist olarak XX. yüzyılın en büyük şairlerinden, sözleriyle eylemlerini birleştirebilmeyi başarmış ender kişiliklerden biri o…”52
“Nâzım’ın düşünce dünyasını yapıtlarından ve yaşadığı olaylardan ayırmak imkânsızdır. Onun için tarihsel gelişmelerden bahsetmeden Nâzım’ın yaşamı ve yapıtları anlatılamazdı. (…) Politik inancında Nâzım’ın düşlediği; paylaşımcı, eşitliğe dayanan adil ve demokratik bir toplum. Emeğin sömürülmediği, kimsenin ezilmediği toplum maalesef romantik bir düş olarak belirdi. Şiirleri, bu düşe adanmış olduğundan bu kadar güçlü. Nâzım, sevgisinde de romantikti…”53
“Che Guevera için söylenen sanki Nâzım Hikmet için de geçerliydi: ‘O bir tek insanın taşıdığı olanakların dünyadaki simgesiydi’. Nâzım’ı değerli kılan nokta bize yirminci asırdaki mümkün insanı göstermesi, bize unutturulan değerleri anımsatmasıydı. Nâzım, ‘Yirminci Asra Dair’ şiirini şu dizelerle sona erdirir: ‘Hayır, her şeye rağmen daha evvel, / ve ölen ve doğan / ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır / benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem / senin gözlerin gibi, Hatçem / güneşli olacaktır’. ‘Yirminci Asra Dair’ şiiri Nâzım’ın gelecek kuşaklara dair özlemlerini ve umutlarını bütün içtenliği ile ortaya çıkaran bir temasal içeriğe sahiptir.
Nâzım bu şiiri yazdığında yıl, insanlık onurunun ölümcül darbeler altında ezilmekte olduğu 1941’di. Nâzım Kuşağı, Auschwitz’in, Hiroshima’nın varlığıyla yaşamış umutsuz bir kuşaktı. Adorno, ‘Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarlıktır’ dememiş miydi? Öyleyse barbarlık çağında şiir ne anlam ifade etmekteydi? Nâzım bir şair gururu ile şunları söyler: ‘Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman / ben yirminci asırlıyım / ve bununla övünüyorum.’ Nâzım birçok çağdaşı şair gibi Auschwitz’den sonra da şiirler yazdı. Çünkü insanın modern dünyadaki katline, acılarına birilerinin tanıklık etmesi, tercüman olması gerekiyordu.”54
Malum ya bilindiği gibi “Nâzım’ın, ‘Giderayak işleri vardı bitirilecek.’ ‘Ceylanı kurtardım avcının elinden / ama daha baygın yatar ayılamadı’ diye yazmıştı. ‘Oldum yıldızlarla haşır neşir / ama sayısı bir tamam sayılamadı’ kaydını düşmüştü. ‘Sevdalara doyulamadı’ diye yazmıştı. Kulağını dayayıp yere, Afrika toprağını dinliyordu. Ölümünden bir yıl önce Asya-Afrika yazarlarına vasiyetini yazdı: ‘Gökyüzünde atomlu tek bulut kalmayıncaya kadar / malı mülkü aklı fikri canı neyi varsa verebilmeli büyük hürriyete şairlerimiz’ dedi. Ve ‘Büyük Hürriyet’ hâlâ beklemektedir.”55
IV-) O DİYOR Kİ…
“İmkânsızı yapmazsak,
düşünülmeyenle yüzleşeceğiz.”56
“Büyük Hürriyet” hâlâ beklemekteyken, sözü57 “sevdalınız komünisttir” (“allahsız bir baştır, / yoldaştır o…”) diye haykıran ihtilalci romantiğe bırakırsak: “Dünün şarkısını söylemek, bugünün ve yarının türküsünü söylemekten çok daha kolaydır. Neden mi? Yarının türküsüne kulaklar daha alışmamıştır, bugünün türküsüne alışmak üzeredir. Dünkü ise ezbere bilinir. Bilinen bir şarkıyı söyleyerek yüreklere girmek, elbette yeni işitilmeye başlayan, yeni işitilecek olan türküleri ‘munis’ kılmaktan çok daha kolay bir iştir.”
( “YAŞAMAK / Ne acayip iştir ki / bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU / bugün bu / ‘bu inanılmayacak kadar güzel’ / bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey: / böyle zor / bu kadar / dar/ böyle kanlı / bu denli kepaze…”
( “Bitkiler ipeklisinden dallı budaklısına / hayvanlar tüylüsünden pullusuna / evler kıl çadırından betonarmesine / aletler uçağından tıraş makinesine kadar / bir de denizler bir de bardaktaki su / bir de yıldızlar / bir de dağların uykusu / bir de her şeyle her yerde karmakarışık insan / yani alınteri / yani kitaplardaki yalan / yani doğru yalan / yani dost düşman / yani hasret sevinç keder / gelip geçtim kalabalığın içinden / gelip geçen kalabalıkla beraber.”
( “Hey Hikmet’in oğlu, Hikmet’in oğlu / Dünyanın suları olaydın / Kara meşeden geleydin / Karadeniz’e döküleydin / Mavileşeydin, mavileşeydin, mavileşeydin / Geçeydin boğaziçinden / Başında İstanbul havası, / Vuraydın kendini Kadıköy iskelesine / Gemiye binerken Memet’le anası…”
( “Yedi tepeli şehrimde / Bıraktım gonca gülümü…”
( “Ben bir ceviz ağacıyım / Gülhane Parkında…”
( “Saçlarımın akında / Yüreğimin infarktında / Alnımızın kırışıklarındasın memleketim / Memleketim, memleketim, memleketim…”
( “Sıska öküzün yanına koşulup şiirlerimiz / toprağı sürebilmeli, / pirinç tarlalarında bataklığa girebilmeli / dizlerine kadar, / bütün soruları sorabilmeli / bütün ışıkları derebilmeli / yol başlarında durabilmeli kilometre taşları gibi şiirlerimiz / yaklaşan düşmanı herkesten önce görebilmeli / cangılda tamtamlara vurabilmeli / ve yeryüzünde tek esir yurt, tek esir insan / gökyüzünde tek atomlu bulut / kalmayıncaya kadar / malı mülkü, aklı fikri, canı neyi varsa / verebilmeli / büyük hürriyete şiirlerimiz.”
( “Çatlayacaksa, / varsın çatlasın yüreğim / öfkeden / kederden / sevinçten…”
( “Bana yeter / yirminci asırda olduğum safta olmak / ve dövüşmek yeni bir alem için…”
( “Atlılar atlılar kızıl atlılar, / atları rüzgâr kanatlılar/ Atları rüzgâr kanat / Atları / At…”
( “TKP’em benim / seni düşünüyorum / sen dünümüz, bugünümüz, yarınımızsın. / En büyük ustalığımız / en ince hünerimizsin.”
( “…‘Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz’ dedi Hikmet. / Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ… / Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa / Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan, ben vatan hainiyim” diye sürüp gidiyor!”
( “Hava kurşun gibi ağır / Bağır / Bağır / Bağır / Bağır/ Bağırıyorum/ Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum…”
( “Çok uzaklardan geliyoruz… / Çok uzaklardan… / Ve artık / saçlarımızı tutuşturarak / gecenin evinde yangın çıkaracağız; / çocuklarımızın başıyla kıracağız karanlık camlarını / Ve bizden sonra gelenler/ demir parmaklıklardan değil / asma bahçelerinden seyredecek / bahar sabahlarını, yaz akşamlarını…”
( “Varılacak yere / kan içinde varılacaktır. / Ve zafer / artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar / tırnakla sökülüp / koparılacaktır.”
( “Burjuvazi / kavgaya davet etti bizi / Davetleri kabulümüzdür.”
( “Delindi sintine / esirler parçalamakta prangaları. / Yıldız-poyrazdır esen, / Tekneyi kayaların üstüne atacak. / Bu dünya, bu korsan gemisi batacak. / Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem / Kuracağız Pirâyem…”
( “Topraktan ve ateşten doğanların en mükemmeli doğacak bizden”
( “Ben iyimserim dostlar / akarsu gibi…”
( “Ben / yine söylüyorum aynı şarkıları, / Döndürmedi rüzgâr beni havada yaprağa, / ben kattım önüme rüzgârı.”
( “Aya gidilecek / Daha da ötelere / Teleskopların bile görmediği yere / Ama bizim dünyada ne zaman / kimse aç kalmayacak, / korkmayacak kimse kimseden, / emretmeyecek kimse kimseye, / yermeyecek kimse kimseyi, / umudunu çalmayacak kimse kimsenin? / İşte ben komünistim bu soruya / karşılık verdiğim için…”
( “Kapansın el kapıları, / bir daha açılmasın, / Yok edin insanın insana kulluğunu, / Bu davet bizim…”
( “Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız / Silkeler durur düşman, silkeler durur bizi, / Ve yemişimizi daha rahat, daha kolay toplamak için / Vurur prangayı ayağımıza değil. / Vurur prangayı kafamızın içine.”
( “Annelerin ninnilerinden / spikerin okuduğu habere kadar, / yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek / yalanı / anlamak, sevgilim, / o bir müthiş bahtiyarlık…”
( “Sevgilim, / başlar önde gözler alabildiğine açık, / yanan şehirlerin kızıltısı, / çiğnenen ekinler / ve bitmez tükenmez ayak sesleri: / gidiliyor. / Ve insanlar katlediliyor: / ağaçlardan ve danalardan daha rahat / daha kolay / daha çok. / Sevgilim bu ayak sesleri bu katliâmda / hürriyetimi, ekmeğimi ve seni kaybettiğim oldu, / fakat açlığın, karanlığın ve çığlıkların içinden / güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan / gelecek günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman.”
( “Hoş geldin! / Kesilmiş bir kol gibi / omuz başımızdaydı boşluğun… / Hoş geldin! / Biz bıraktığın gibiyiz. / Ustalaştık biraz daha / taşı kırmakta. / dostu düşmandan ayırmakta…”
( “Elbette ki, sevgilim / elbet / dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet.”
( “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da / hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, / bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte / yani yürekte.”
( “Bir bayrak dalgalanır kafamda kan gibi kızıl.”
( “Paranın padişahlığını, / karanlığını yobazın / ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfımıza selam.”
( “İnsanlar sizleri çağırıyorum: / kitaplar, ağaçlar ve balıklar için, / buğday tanesi, pirinç tanesi ve güneşli / sokaklar için, / üzüm karası saçlar, saman sarısı saçlar ve / çocuklar için.”
( “Bir ölü yatıyor / ondokuz yaşında bir delikanlı / gündüzleri güneşte, / geceleri yıldızların altında, / İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda / Bir ölü yatıyor / ders kitabı bir elinde / bir elinde başlamadan biten rüyası / bindokuz yüz altmış yılı Nisanında/ İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda / Bir ölü yatıyor / vurdular, / kurşun yarası, / kızıl bir karanfil gibi açmış alnında, / İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda / Bir ölü yatıyor / toprağa şıp şıp damlayacak kanı, / silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip / zaptedene kadar / büyük meydanı.”
( “Ölenler / dövüşerek öldüler; / güneşe gömüldüler / Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! / Akın var / Güneşe akın / Güneşi zaaaaptedeceğiz / Güneşin zaptı yakın!”
( “Bize karşı koyanlar / Karşı koymuş demektir: / Maddede hareketin, / Yürüyen cemiyetin ezeli kanunlarına. / Sükun yok, hareket var / Bugün yarına çıkar / Yarın bugünü yıkar / ve bu durmadan akar / akar.”
( “Güzel günler göreceğiz çocuklar / Güneşli günler / göre- / -ceğiz / Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, / Işıklı maviliklere / süre- / -ceğiz…”
( “Hakkındır yaramazlık / dik duvarlara tırman, / yüksek ağaçlara çık / Usta bir kaptan / gibi kullansın elin / yerde yıldırım gibi giden bisikletini… / Ve dindersleri hocasının resmini yapan / kurşun kaleminle yık / kur’anın sayfalarını yırt… / Mızraklı ilmihalin / yeşil sarıklı iskeletini / sen kendi cennetini / kara toprağın üstüne kur. / Coğrafya kitabıyla sustur, / seni ‘Hilkati Âdemle’ aldatanı… / Sen sade toprağı tanı / toprağa inan. / Ayırdetme öz anandan / toprak ananı. / Toprağı sev / Anan kadar.”
( “Sosyalizm, / yani şu demek ki, dayı kızı, / sosyalizm, / senin anlayacağın yani, / elkapısının yokluğu değil de, / imkânsızlığı…/
Ekmeğimizde tuz / kitabımızda söz, / ocağımızda ateş oluşu hürriyetin, / yahut, başkası yel de, / sen yaprakmışsın gibi titremek, / bunun tersi yahut… /
Sosyalizm, / devirmek dağları elbirliğiyle, / ama elimizin öz biçimini / öz sıcaklığını yitirmeden… /
Yahut, mesela, / sevgilimizin bizden ne şan, ne para, / vefadan başka bir şey beklemeyişi… /
Sosyalizm, / yani yurttaş ödevi sayılması bahtiyarlığın, / yahut, mesela / -bu seni ilgilendirmez henüz- / esefsiz, / güvenle, / emniyetle, / gölgeli bir bahçeye girer gibi / girebilmek usulcacık ihtiyarlığa, / ve hepsinden önemlisi, / çocukların, ama bütün çocukların, kırmızı elmalar gibi gülüşü”dür…58
( “Ne ah edelim, ne ağlayalım. Dünü bugüne, bugünü yarına bağlayalım!”
( “Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği, / elimi sıkarken sapladığı bıçak.”
( “Kardeşlerim, biliyorum, / yine de yaşamakta devam edeceğim yanıbaşınızda: / Aragon’un mısralarında olacağım / – gelecek güzel günlerin mısralarında – / ve beyaz güvercininde Picasso’nun / ve Robeson’un türkülerinde / ve asıl ve en güzeli: / Marsilya dok işçilerinden / yoldaşımın muzaffer gülüşünde olacağım.”
( “İyice yaklaştı bana büyük karanlık. / Dünyayı telaşsız, rahat / seyredebiliyorum artık. / Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği, / elimi sıkarken sapladığı bıçak. / Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman. / (…) / Artık söz sarhoş edemiyor beni, / ne başkasınınki, ne kendiminki. / İşte böyle gülüm, / iyice yaklaştı bana ölüm. / Dünya, her zamankinden güzel, dünya ./ Dünya iç çamaşırlarım, elbisemdi, / başladım soyunmağa. / Bir tren penceresiydim, / bir istasyonum şimdi. / Evin içerisiydim, / şimdi kapısıyım kilitsiz. / Bir kat daha seviyorum konukları, / Ve sıcak her zamankinden sarı, / kar her zamankinden temiz’…”
( “İnsanoğlunun ömrü / belki lüzumundan fazla kısa / belki lüzumundan fazla uzun.”
( “En sevdiğim memleket yeryüzüdür / sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.”
( “Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni / ve de uyarına gelirse, / tepemde bir çınar olursa / taş maş da istemez hani.”
TEMEL DEMİRER, 15 Kasım 2002, Ankara
DİPNOTLAR
1 Göksel Aymaz, “Bilmenin Karamsarlığı ve Mutluluğu”, Milliyet Sanat Dergisi, No:2002/520, Temmuz 2002, s. 39
2 Zeynep Oral, “UNESCO, Nâzım’ı Kucakladı”, Cumhuriyet, 24 Mart 2002, s. 9.
3 Aktaran: Atilla Coşkun, “İyi ki Doğdun Nâzım!”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2002, s. 6.
4 “Büyük Ozan İçin Sempozyum”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2002, s. 7.
5 “Anma”lar için bkz: Server Tanilli, “Nâzım Hikmet’i Anarken…”, Yazın Dergisi, Yıl:20, No:99, Nisan 2002, s. 6; Hakkı Devrim, “Nâzım ve Sanatçılar! Peki Edebiyatçılar Nerelerde?”, Radikal 8 Mayıs 2002, s. 7; Şehnaz Pak, “Yıldızlardan Nâzım’a Armağan”, Radikal Cumartesi, 18 Mayıs 2002, s. 6; “Tiyatro Festivali Nâzım’la Başlıyor”, Milliyet, 18 Mayıs 2002, s. 3; “Nâzım Hikmet Müzesine İlk Adım”, Cumhuriyet, 3 Haziran 1999, s. 15; Ahmet Cemal, “Nâzım, Eskişehir’deydi…”, Cumhuriyet 24 Ocak 2002, s. 13; Evrim Altuğ, “Nâzım İstanbul’a Geliyor!”, Radikal, 17 Ocak 2002, s. 21; Mehmet Basutçu, “Nâzım Hikmet Dört Dilde Anıldı”, Radikal, 25 Mart 2002, s. 22; Hayati Asılyazıcı, “… ‘Mavi Gözlü Dev’in Hasreti”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2002, s. 12; Hasan Çakır, “Nâzım’ın Almancası…”, Cumhuriyet Dergi, No:840, 28 Nisan 2002, s. 13; Can Dündar, “Nâzım’ın Son Fotoğrafı”, Milliyet, 10 Şubat 2002, s. 15; “Nâzım İle Aşkları Bale Sahnesinde”, Cumhuriyet, 29 Ocak 2002, s. 15; Engin Ayça, “Nâzım’ı Belgelemek”, Evrensel Kültür Dergisi, No:121, Ocak 2002, s. 7; Şehnaz Pak, “Nâzım İçin Biraz Cesaret!”, Radikal 29 Ocak 2002, s. 21; “Aynı Anda Beş Dilde Nâzım”, Radikal, 4 Şubat 2002, s. 22; Hasan Çakır, “Annemarie Bostroem: Nâzım’ı Almanlarla Buluşturdu”, Evrensel, 5 Şubat 2002, s.12; Ayşegül Yüksel, “Nâzım’a Gönül Borcu”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2002, s. 12; Zeynep Oral, “Muhteşem Gece”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2002, s. 6; “78 ruhuyla Nâzım Türküsü”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2002, s. 7; Evin İlyasoğlu, “Nâzım Hikmet İçin Bir Bale”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2002, s. 13; Serpil İlgül, “Nâzım İşçilerle Buluştu”, Evrensel, 15 Nisan 2002, s. 13; “Nâzım Hikmet Amerika’da Anılacak”, Evrensel, 8 Nisan 2002, s. 13; Elif Korap, “Tiyatro Devleri Nâzım İçin Buluştu”, Milliyet, 9 Mayıs 2002, s. 28; “Nâzım Yüz Yaşında”, Atılım Gazetesi, Yıl:2, No:2002-03 (78), 19 Ocak 2002, s. 10; Haluk Bakır, “Mavi Gözlü Dev Amsterdam’a”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2002, s. 20; Oktay Ekinci, “İstanbul, Nâzım Hikmet’le Özlem Giderdi: Yüreğimiz Hisar’da Attı”, Cumhuriyet, 8 Haziran 2002, s. 15; Turgay Fişekçi, “Nâzım Heyecanı”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2002, s. 14; Ayşegül Yüksel, “Nâzım Yılı’na İki Tiyatro Armağanı”, Cumhuriyet, 15 Ekim 2002, s.14; “İzmir Nâzım’la Buluştu”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2002, s. 3; “Dostları Nâzım Hikmet’i Anlattı”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2002, s. 15; Güray Öz, “Almanya’da Rüyalar”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2002, s. 6; Meltem Kerrar, “Nâzım’a ‘Çoksesli’ Armağan”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2002, s. 15; Füsun Akatlı, “Yüzüncü Yaş Armağanı”, Radikal Kitap Eki, Yıl:2, No:88, 22 Kasım 2002, s. 4; Önder Kütahyalı, “Nâzım Kantatı Ağlattı, Düşündürdü”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2002, s. 15.
6 Bakın O Fazıl Say ki neler neler der? “Nietzsche’nin üstün insan, ‘Übermensch’ teorisini ben yetenek ve yeteneğin değerlendirilmesi olarak algılıyorum. Yani ırk olarak üstünlük değil. Bir de Nietzsche kızar öyle olmayanlara. “Onlar ile öyle olmayanlar arasındaki fark normal insanla maymun arasındaki fark gibidir,” der. Agresiftir. Zaten heyecanı da o yüzdendir. Gerçek şu ki dünyayı daha ileriye taşıyanlar Nietzsche’nin bahsettiği insanlar. (Fazıl Say, “Ravel’in Müziği Ön Seks Gibi”, Radikal Cumartesi, 8 Haziran 2002, s. 3.)
7 Doğan Özgüden, NÂZIM HİKMET’E BÜYÜK SAYGISIZLIK!, editor@info-turk.be, 30 Mayıs 2002.
8 Ayrıca “Amerikan ortaklığı ile Türkiye’de yayın yapan CNN Türk televizyonunda Nâzım Hikmet’in 100. doğum yılı nedeniyle bir ‘belgesel’ dizisi yayımlanıyor… Can Dündar tarafından hazırlanan ‘belgesel’de, Nâzım Hikmet’in bir şiirindeki Amerikan emperyalizmiyle ilgili dizelerinin ekrana yansıtılmadığını; şairin Bulgaristan’da yaptığı bir konuşmasında da Amerikan emperyalizmiyle ilgili sözlerinin alt yazıdan çıkarıldığını yazmıştık…” (Deniz Som, “Kıyas”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2002, s. 15.)
9 “Kuvayi Milliye Destanı’na Sansür”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2002, s. 7.
10 Metin Celal, “Maçka’da Nâzım Hikmet Havuzu!”, Radikal, 21 Temmuz 2002, s. 21.
11 “Havalanan bir şey olmalı mısra / Deli bir gönülden kalkıp gitmeli / Başka göklere, başka sevdalara… / Dağılıp tuzu sabah rüzgârına / Mısraların alsın başını gitsin / Kekik, nane kokaraktan, dört yana… / Üst tarafı edebiyat bu işin.” (Paul Verlaine (1844-1896) “Şiir Sanatı”.)
12 Server Tanilli, “Tanilli Nâzım’la Anadolu’da”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2002, s. 14.
13 Doğan Hızlan, “Pazarlama Nâzım’ı Unutturdu”, 8 Şubat 2002, s. 17.
14 W. Goethe.
15 “Bugün Nâzım Hikmet’i vatan haini olarak anan devletin temsilcileri onun Moskova’da mezarının önünde fatiha okurken yanlarında getirdikleri fotoğrafçılara da boy boy poz veriyorlar.” (Gündüz Vassaf, “Mustafa Kemal ve Nâzım Hikmet”, Radikal, 10 Mart 2002, s. 22.)
16 “Çay: Kararname Yok”, Radikal, 12 Mart 2001, s. 4.
17 “Vatandaş”lık konusunda bkz: “Nâzım’ı Vatandaşlıktan Silenler, Yüreklerden Asla Silemeyecek”, İşçi-Köylü Gazetesi, Yıl:1, No:2002-07 (25), 29 Mart-11 Nisan 2001, s. 25; Azer Yaran, “Nâzım Hikmet Yılı ve Şairin Yurttaşlığı”, Edebiyat Eleştiri, Yıl:9, No:59, Ocak-Şubat 2002, s. 48-49; “Nâzım Hikmet’in Vatandaşlık Çilesi”, Radikal, 14 Mart 2002, s. 22; Kenan Yıldırım, “Nâzım Hikmet’in Yurttaşlığı…”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2002, s. 2; “O Artık Yurttaş Değil”, Cumhuriyet, 14 Mart 2002, s. 5.
18 Pınar Aktaş, “Nâzım’ın Vatandaşlığı 51 Yıllık Karara Bağlı”, Milliyet, 15 Mart 2002, s. 16.
19 “51’deki Kararı 51 Yıl Sonra Uyguladılar”, Hürriyet, 14 Mart 2002, s. 21.
20 “Dünkü gazeteler, Nâzım Hikmet’in 51 yıl sonra yeniden vatandaşlıktan atıldığını yazıyordu. Meğerse, geçen yıl hükümetimiz, Nâzım’ın vatandaşlıktan çıkartılması ile ilgili Bakanlar Kurulu kararında, şairin gerçek adı yer almadığı için bu işlemin gerçekleşmediğini ve adının hâlâ nüfusta kayıtlı olduğunu keşfetmiş ve hemen kütükten sildirivermiş. Nâzım’ı “nihayet” kütükten silmeyi başaran bu hükümetin Kültür Bakanı, bugün Paris’te UNESCO’nun düzenlediği ‘Nâzım’ın 100. Yılını Kutlama’ toplantısında herhalde bunları anlatmayacak!” (Vecdi Sayar, “Paylaşmak”, Cumhuriyet, 15 Mart 2002, s. 15.)
21 Hasan Cemal, “Nâzım’dan Bukowski’ye, Batur’a Mahkeme Kapıları!”, Milliyet, 27 Ocak 2002, s. 19.
22 Murat Belge, “Nâzım Hikmet”, Radikal, 18 Mayıs 2002, s. 11.
23 “Ulusal Kültür ve Nâzım Hikmet”, Yazın Dergisi, Yıl:20, No: 98, s. 11.
24 “TKP Nâzım’ın Vârisi mi?”, Radikal, 8 Mart 2002, s. 23.
25 Nâzım’ın “telifi” konusunda bkz: “Telif Hakkı ve Fikri Mülkiyet”, Cosmo Politik Dergisi, No:3, İlkbahar/Yaz 2002, s. 175-178; Erçin Serazad, “Nâzım Hikmet, TKP ve Telif Hakları”, Eski Dergisi, No:6, Nisan 2002, s. 18-20; Mustafa Pala, “Nâzım’ınızı Nasıl Alırdınız?”, Berfin-Bahar, Yıl:8, No:50, Nisan 2002, s. 15-17; Tevfik Çavdar, “Sol ve Nâzım Hikmet Üzerine Medyatik Gösteriler”, Sol Dergisi, No:168, 18 Ocak 2002, s. 9; “Nâzım Hikmet’in Mirası”, Cumhuriyet Dergi, 17 Mart 2002, s. 12; Murat Çelikkan, “Nâzım’ın TKP’si”, Radikal, 20 Nisan 2002, s. 4; Erçin Serazat, “Nâzım’ın Yapıtları Kimindir?”, Eski Dergisi, No:8, Haziran 2002, s. 46-47.
26 Barış Y. Arkadaş, “Nâzım Hikmet Sömürüsü”, Fıratta Yaşam, Yıl:3, No:134, 21 Ocak 2002, s. 12.
27 “TKP [SİP] MK Toplantısı Yapıldı”, Komünist No:56, 1 Mart 2002, s. 4.
28 Konfiçyüs.
29 Bkz: Füsun Özbilgen
, “Büyük Ozanı ‘Playboy’ Yapıverdiler”, Eski Dergisi, No:8, Haziran 2002, s. 10-12;
30 Erdal Doğan, “Nâzım’ın Kapsam Alanı”, Radikal, 2 Şubat 2002, s. 23.
31 Gazi Ateş, “Vatan Haini mi, Değil mi!”, Evrensel, 2 Şubat 2002, s. 10.
32 “İlk önce kim kime metin ol kardeşim diyecek? / İlk önce kim kime başsağlığı dileyecek? / Hepimizdi o / Hepimizdir. / Yoldaşlarım / Acınızı duyarım / Sizin duyduğunuz gibi…” (Nâzım Hikmet.)
33 “…taştandı, / tunçtandı, / alçıdandı, / kaattandı iki santimden yedi metreye kadar… / parklarda ağaçlarımızın üstündeydi taştan, / tunçtan, / alçıdan ve kaatdan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın…” (Nâzım Hikmet.)
34 Memet Fuat, “100 Yaşında Bir Dünya Şairi: Nâzım Hikmet”, Cumhuriyet Kitap, No:622, 17 Ocak 2002, s. 7.
35 Hasan Bağdaş, “Hürriyet’in Mumu da Yanmadı!”, Evrensel, 8 Şubat 2002, s. 2.
36 Bu konuda bkz: Hakkı Devrim, “Nâzım Hikmet’in Yüzü Niye Açıktı Cenaze Töreninde?”, Radikal, 15 Şubat 2002, s. 7.
37 Nerdun Hacıoğlu, “Kremlin Protokolü mü Ortodoks Töreni mi”, Hürriyet, 17 Şubat 2002, s. 4.
38 Etyen Mahçupyan, “Çocuk Olarak Nâzım”, Zaman, 10 Şubat 2002.
39 Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, Remzi Kitabevi Yay.
40 Ali Fuat Cebesoy, Bilinmeyen Hatıralar, Haz: O.S. Kocahanoğlu. Temel Yayınevi, 2002, s. 308.
41 Daha geniş bilgi için bkz: Nedim Gürsel, Doğumunun Yüzüncü Yılında Dünya Şairi Nâzım Hikmet, Can Yay., 2001.
42 “Büyük şairlerin bazı felsefelerin ve ideolojilerin içine sıkışıp kalmasının mümkün olamayacağını ifade eden Mehmet Ulusoy, Nâzım Hikmet’in de bu doğrultuda insanlığın şairi olduğuna dikkat çekiyor.” (Şehnaz Pak, “Kavganın Dışında Kalmak”, Radikal, 28 Mart 2002, s. 23.)
43 Atilla Coşkun, “Nâzım’ın Şiirinde Açılımlar“, Cumhuriyet, 21 Şubat 2002, s. 6.
44 Selçuk Erez, “İçimdeki Kızıl Gül…”, Cumhuriyet Dergi, No:845, 2 Haziran 2002, s. 14.
45 Ataol Behramoğlu, “Solculuk-Yurtseverlik”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2002, s. 6.
46 Elif Yılmaz, “Cebesoy’un ‘Bilinmeyen Hatıralar’ında Atatürk ve Nâzım Hikmet…”, Cumhuriyet Kitap, No:638, 9 Mayıs 2002, s. 16-17.
47 Japon atasözü.
48 Hasan Ali Mızrap, “Türk Kimliğinin Yurdu”, Eski Dergisi, No:4, Şubat 2002, s. 63.
49 İ. Ehrenburg, “İnsanlar, Yıllar, Yaşam”, Moskova, 1965.
50 “Her yaşam özgül bir seçimdir, daha doğrusu özgül yaşam biçimleri yumağıdır. Kimseye sen yanlış yaşadın diyemeyiz.” (Afşar Timuçin, “Nâzım Hikmet Eleştirilebilir mi?”, Agora Dergisi, No:6, Haziran 2000, s. 5.)
51 Hasan Bülent Kahraman, “Nâzım Hikmet Şiiri”, Varlık Dergisi, No:2002-06-1137, Haziran 2002, s. 3.
52 “Berger’in Nâzım’ı”, Radikal, 11 Şubat 2002, s. 22.
53 “Romantik Komünist Üzerine Saime Göksu ve Edward Timms ile Söyleşi”, Varlık Dergisi, No:2002-03-1134, Mart 2002, s. 50.
54 Artun Avcı, “Nâzım ve Kuşağının Umutları”, Radikal İki, 27 Ocak 2002, s. 5.
55 Güray Öz, “3 Haziran 1963”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2002, s. 6.
56 M. Bookchin.
57 Nâzım Hikmet hakkında bkz: Emin Karaca, “Nâzım Hikmet Şiirinde Hapishane Olgusu”, Sanat ve Hayat Dergisi, No:1, Haziran – Temmuz 2002, s. 36-47; Nâzım Hikmet Ran, “Türkiye’de Kürt Sorunu”, Sanat ve Hayat Dergisi, No:1, Haziran – Temmuz 2002, s. 159-160; Ateş Süphandağlı, “Nâzım’ın Dünyasına Yolculuk (Nâzım 100 Yaşında)”, Yaba Edebiyat, No:15, Mart Nisan 2002, s. 3-8; Mehmet Ergün, “…’Düzyazı’dan ‘Şiir’e Şeyh Bedreddin Destanı”, Adam Sanat, No:193, Şubat 2002, s. 47-53; H. Hüseyin Yalvaç, “Nâzım’la Yürümek”, Eski Dergisi, No:8, Haziran 2002, s. 22-23; Mehmet Ergün, “Nâzım Hikmet ile Sabahattin Ali – 2”, Evrensel Kültür Dergisi, No:126, Haziran 2002, s. 49-53; Sunay Akın, “Kızım Ilgın ve Nâzım Hikmet!”, Cumhuriyet, 3 Kasım 2002, s. 15; Dikmen Gürün, “Nâzım Hikmet Üstüne İki Yapıt”, Cumhuriyet, 5 Kasım 2002, s. 14; Cengiz Bektaş, “Kardeşim Nâzım”, Evrensel, 11 Kasım 2002, s. 16; Attilâ İlhan, “Meğerse Nâzım”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2002, s. 20; Güngör Şenkal, “Nâzım Hikmet’i ‘Dışarıdaki’ Dostlarından Dinlemek”, Damar Dergisi, No:140, Kasım 2002, s. 13-15; İsmail Mert Başat, “Nâzım Hikmet ve Şiddet”, Agora Dergisi, No:26, Temmuz-Ağustos 2002, s. 20-24; Öner Yağcı, “Nâzım Hikmet ve Siyasal Otoriteler”, Berfin-Bahar Dergisi, Yıl:8, No:56, Ekim 2002, s. 18-25; Evin İlyasoğlu, “Salkımsöğüt’ün Türküsü”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2002, s. 15; “Türkçe’nin Yurttaşı Nâzım Hikmet”, Evrensel, 24 Ekim 2002, s. 13; Turgay Fişekçi, “Nâzım, Verlaine ve Metz”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2002, s. 14; Aybeniz Kengerli, “Azerbaycan ve Nâzım”, Evrensel Kültür Dergisi, No:130, Ekim 2002, s. 26-28; Rahime Cura, “Halk Adamı Bir Şair: Nâzım Hikmet”, İleri Dergisi, No:10, Mayıs-Haziran 2002, s. 89-94; Nihat Ateş-B. Sadık Albayrak, “Nâzım Hikmet Üzerine Notlar”, Türkiye İçin Sol Seçenek (21 Nisan 2002 İstanbul, Sol Meclis Toplantı Tutanakları), Nâzım Kültürevi Kitaplığı, 2002, s. 21-25; İsmail Dikilitaş, “Nâzım Hikmet Tiyatrosu”, Güney Dergisi, No:21, Temmuz Ağustos Eylül 2002, s. 34-38.
58 Nâzım Hikmet, “Lehistan Mektubu”ndan, 1954. “Başladı Lehistan ovasında yolculuğum / Lehistan’da millet / sosyalizmi kurmakla meşgul… / Göğsümü kabartmıyor değil / dedelerimden birinin Lehli oluşu…”