Proletarya kültürü (işçi sınıfı kültürü) nedir?
– Bu konferansta amacımız, proletarya kültürü nedir; bu alanda şimdiye kadar neler yapılmıştır, bizim proleter devrimci sanat-edebiyat-kültür emekçileri olarak proletarya kültürünün üretilmesinde ne katkılarımız olabilir soruları üzerine tartışmaktır.
Biz Güney kültür-sanat-edebiyat dergisi olarak 1998 yılında düzenlediğimiz “Hangi Kültür Mirasına Sahip Çıkıyoruz” konulu kültür konferansımızda, “proleter devrimci kültür çizgisi” konusunda Marksizm-Leninizm’in klasiklerinin soruna nasıl yaklaştıklarını, “proleter devrimci kültür çizgisinin” çıkış noktalarının ne olduğunu ortaya koymuş, ayrıca somut olarak da Sovyetler Birliği deneyiminde öne çıkan kimi noktalar üzerine tartışma yürütmüştük. Savunduğumuz görüşleri bir dosya olarak yayınlamıştık. (Bkz. Güney Sayı 5)
Bu konferansta amacımız orada söylenmiş olanları tekrarlamak değil. Şimdiki tartışmada yapmak istediğimiz daha çok –proleter kültürün, sanat ötesindeki unsurları, her şeyden önce de insani ilişkiler bağlamındaki özelliklerini bilince çıkarıp bunlar üzerine tartışmaktır.
– Proleter Kültürden söz ederken önce kültür tanımı üzerinde durmamız gerekir.
Kültür, insan topluluklarının tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yarattığı bütün maddi ve manevi değerler; bu değerlerin yaratılmasında kullanılan araçların tümüdür. Üretim araçları, bu araçların sahipliği ve kullanımı, üretim ve üleşimin biçimi, üretim ve üleşimde insanlar arası ilişkilerin tümü; bu ilişkilerin düşünsel alandaki yansımaları, yasama, yargılama, yürütmedeki ilişkiler; ilişkilerin sanatsal alandaki yansımaları… bütün bunlar kültürün içeriğidir.
İnsan toplumlarına ait her şey (–yalnızca olumlu olanlar, olumlu olarak değerlendirdiğimiz şeyler değil, olumsuz olarak değerlendirdiklerimiz de– örneğin kadınlara karşı cinsel şiddet erkek egemen tüm toplumların kültürünün değişmez bir parçasıdır; örneğin çocuklara karşı şiddet de erkek egemen toplumların tümünün ortak paydalarından biridir; örneğin fuhuş kurumu, erkek egemen toplumların kültürünün olmazsa olmaz parçasıdır vb. vb.) sözkonusu toplumların kültürüne aittir, onun kültürünün bir parçasıdır.
Kültürden sözettiğimizde bilince çıkarmamız gereken belli noktalar vardır:
En başta geleni kültürün tarihsel / toplumsal bir görüngü olmasıdır.
Bu tespitten türeyen kimi sonuçlar şunlardır:
– Toplumların tarih içinde gelişmesine bağlı olarak kültür de değişikliğe uğramakta, gelişmektedir. Nasıl ki toplumlar durağan-kalıcı değilse, toplumlarda değişiklik sürekli ise, kültürde de bu böyledir.
– İnsanlık, değişik coğrafi ve tarihi koşullar altında, –birbiriyle benzerlikler gösterse de– birbirinden değişik olan topluluklar, toplumlar biçiminde bölünmüştür. Her insan toplumunun son çözümlemede içinde yaşadığı objektif koşullar tarafından belirlenen ve diğer insan topluluklarından değişik olan bir yaşamı, kendine özgü bir kültürü vardır.
– Ancak değişik insan topluluklarının kendine özgü bu kültürleri bütünüyle kendi içine kapalı değildir. İnsan topluluklarının birbiriyle ilişkileri içinde –bu ilişkiler ne kadar sık ve ne kadar sıkı olursa o ölçüde– bu “kendine özgü” kültürler birbirinden etkilenir, birbirlerini etkilerler, yer yer içiçe geçerler.
– Tek tek insan topluluklarının kültürlerinin tümü insanlığın genel kültürünü oluşturur.
İnsanlığın genel kültürü içinde bütün kültürler yer alırlar. Fakat belirleyici olan gelişmenin geldiği son noktada egemen olan kültürdür.
– İnsanlığın toplumsal-tarihi gelişmesi içinde üretimde en ileri araçlarla üretim yapanlar, en yeni teknikleri en yoğun kullananlar, yani üretimde “en ileri” olanlar, eğer kültürler arasında bir hiyerarşi kurulacaksa –“en ileri”– kültürün de temsilcisi konumundadırlar.
Bu kültür kültürler arası ilişkide kendini diğerlerine dayatır, sonuçta, direnişlere rağmen kabul ettirir.
– İnsanlık yalnızca değişik coğrafi, tarihi toplumsal şartlarda yaşayan birbirinden ayrı insan topluluklarına değil, aynı zamanda bu insan toplulukları içinde de değişik sınıf ve katmanlara ayrılmış “sınıflı toplum”larda yaşamaktadır.
Sınıflı toplumlarda her sınıf ve katmanın üretim içindeki yeri, üretim araçlarıyla ilişkisi, buna bağlı olarak toplumsal zenginlikten aldığı pay, buna bağlı olarak yaşam şartları, tarzı değişiktir. Her sınıflı toplumda bu anlamda birden fazla kültür sözkonusudur.
En başta ezen-sömüren-egemen azınlığın kültürü ile; ezilen-sömürülen-baskı altında yaşayan çoğunluğun kültürü (halk kültürü) birbirinden değişiktir.
Fakat her sınıflı toplumda egemen olan, o toplumun kültürü olarak tanınan, o toplumun kültürüne damgasını vuran kültür, egemenlerin kültürüdür. Onlar kendi kültürlerini ellerindeki egemenlik araçlarıyla ezilenlerin içinde de egemen kültür haline getirirler. Ezilenlerin esasta egemenlerin düzenini değişmez gördüğü, kendi gücünü küçümsediği “yanlış” bir bilinçlenme durumu çıkar ortaya.
– Toplumların gelişmesi içinde gelinen son noktada esasta (ve hâlâ) uluslar / milliyetler biçiminde örgütlenen insan topluluklarının kendine özgü, diğerlerinden değişik ulusal kültürleri vardır. (Henüz uluslaşma sürecine girmemiş, veya bu süreci tamamlamamış insan topluluklarında yer yer klanların kültürleri, derebeyliklerin kültürleri vb. yaşanılmaktadır.) “Bu ulusal” kültürler tabii ki “saf” değildirler. Diğer “ulusal kültür”lerden etkilenirler, diğerlerini etkilerler. Yine de her “ulusal” kültürü, diğer ulusların / milliyetlerin kültürlerinden ayıran kimi özellikleri vardır.
Her ulusal kültür, kendi içinde ulusu oluşturan tüm sınıf ve katmanların kültürlerinin izlerini kendi içinde taşır. Ancak her ulusal kültürde egemen olan, ona damgasını vuran, o ulusun egemen güçlerinin kültürüdür. Ulusal kültür sonuçta sözkonusu ulusun burjuvazisinin kültürüdür.
– Emperyalizm çağında, sermayenin enternasyonalleşmesine bağlı olarak, ulusal kültürlerin egemen emperyalist bir kültür içinde eritilmesi süreci yaşanmaktadır.
Ancak bu gelişmeye karşı direnişler de vardır.
Emperyalist kültürün egemenliğine, ulusal kültürleri eritmesi, silikleştirmesi, giderek yoketmesine karşı mücadele, ulusal burjuvazinin kültürü olan ulusal kültürün savunusu temelinde değil, geleceğin kültürü olan proletaryanın kültürünü savunma temelinde yürütülmelidir.
(Bu bağlamda bkz.: “Proleter Enternasyonalizmi Bayrağına Sarılalım!” Güney sayı 14, sayfa 16-19)
– Sınıflı toplumlarda kültür yalnızca egemenlerin kültürü / ezilenlerin kültürü biçiminde değil, aynı zamanda egemenlerin çeşitli katmanlarının; ezilenler içinde de değişik sınıfların / katmanların değişik kültürleri biçiminde farklılıklar gösterir.
Örneğin egemen işbirlikçi burjuvazinin hâlâ toprakla doğrudan bağı olan kesimleri ile, toprakla hiç bir bağı kalmamış kesimleri; tüccar / tefeci kesimleri ile sanayici kesimleri arasında vb. yaşam tarzları, yaşama yaklaşımları, görüşleri, estetik yaklaşımları vb. konusunda farklılıklar, kültür farklılıkları vardır.
Örneğin köylü kültürü ile proleter kültür arasında, bunların ikisi de ezilenlerin kültürü kategorisi (halk kültürü) içinde yer almasına karşın, köklü farklılıklar vardır. Aynı biçimde şehir küçükburjuvazisinin kültürü ile, köylü kültürü ve işçi kültürü arasında, bunların üçü de halk kültürü içinde yer almasına rağmen, derin farklılıklar vardır.
Halk kültürü bağlamında bilinmesi gereken şey, bunun çok önemli ölçüde egemenlerin kültürünün etkisi altında olduğu gerçeğidir, bu bir; ikincisi, halk kültürü halkın bütün kesimlerinin kültürlerinin bir karmaşası olmasına rağmen, sınıfsal yapılanmada halkın çoğunluğunu oluşturan sınıf ve katmanların damgasını taşıyan kültürdür.
Örneğin ülkemizde halk kültürü esasta küçükburjuva / köylü nitelikte bir kültürdür.
– İşçi sınıfı (proletarya) modern kapitalist toplumda, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan” sonuna dek devrimci tek sınıftır. Proletarya sınıf olarak kurtuluşunu ancak bütün insanlığın sınıflara ayrılmış olma durumunu ortadan kaldırmakla; sınıfsız toplumu yaratmakla, dolayısıyla kendisini de sınıf olarak ortadan kaldırmakla gerçekleştirebilir.
Kapitalizmi bütünü ile tasfiye etmek; insanın insan tarafından sömürüldüğü şartları ortadan kaldırmak; insanın doğaya egemenlik iddiasından vazgeçtiği, doğa yasalarının bilgisi temelinde doğayla uyum içinde işleyen bir üretim tarzını geliştirmek; sonal hedef olarak toplumun her bireyinin, hiç bir dışsal baskı olmaksızın ve çalışmak zorunluluğu olmadığı halde, topluma emeğiyle yapabileceği en fazla katkıyı kendiliğinden yaptığı ve herkesin toplumun hep birlikte yaratılan zenginliklerinden –yine hiç bir dış kontrol, baskı vb. olmaksızın– kendi tarafından belirlenen ihtiyacı kadar aldığı, özgür bireylerin özgür birlikteliği temelinde oluşmuş toplumunu, sınıfsal-ulusal-dinsel-cinsel zıtlıkları, kavgaları aşmış geleceğin komünist toplumunu kurmak proletaryanın tarihi görevidir.
– Kuşkusuz bu görev bugünün kapitalist toplumunun insanı ile, ekonomik düşünen, kendi bireysel çıkarını –en iyi halde en yakın çevresinin, ailesinin, ulusunun vb. çıkarını– ediminin merkezine koyan insanı ile (homo economicus) gerçekleştirilemez.
Bugünün insanı için yabancılaştırılmış “iş” esasta para kazanmak ve yaşayabilmek, mümkünse zenginleşebilmek, daha iyi yaşayabilmek için bir “yük”tür. Zenginleşebilmek daha iyi yaşayabilmenin tek yoludur. Bu ise ancak toplumdaki diğer insanların aleyhine gerçekleştirilebilir. Birilerinin zenginliği, diğerlerinin yoksulluğu demektir.
İş bölümüne kölece bağlılık bugünün kapitalist toplumunun temel gerçeklerinden biridir. Bugünün insanını belirleyen temel ekonomik gerçekliklerden biridir.
Kafa ile kol emeği arasındaki ayrılık; kafa emeğinin kol emeğinden üstün tutulması; eğitimin esasta parası olanlara açık olması, bugünün insanını belirleyen bir başka temel gerçekliktir.
Bugünün toplumunda zenginliklerin dağılımı ihtiyaca göre değil, tek tek bireylerin elinde olan para sermayeye göre gerçekleşmektedir. Para sermayenin ise kaynağı ödenmemiş emektir. Toplumsal zenginliğin gerçek tüketicileri üretim araçları sahibi olan varsıl sınıf, burjuvazidir.
Toplumun çok büyük kesimi için “yarın” garantisi olmadığı gibi, bugün de hastalandığında, sakat kaldığında, yani artı değer üretimine katılamaz duruma, patronlar için kâr üretemez, yani işe yaramaz duruma geldiğinde, suyu sıkılmış bir limon gibi bir kenara atılma tehdidi sürekli gündemdedir.
Halin böyle olduğu bir durumda, bugünün insanı –emekçisi de– yaşayabilmeyi ancak kendi dışındaki tüm insanlarla rekabet için bir savaş olarak görme durumundadır.
Bu insanlar yabancılaşmamış işi, emeği pratikte tanımamaktadır. Kendini parçası olduğu toplum içinde özgür birey olarak gören, kendi bireysel zenginliğini ancak hep birlikte zenginleşen toplumun zenginliği içinde gören ve hiç bir baskı olmaksızın kendi toplumu olarak gördüğü toplum için –dolayısıyla kendisi için de– çalışan, hiç bir dış zorlama olmadan topluma yapabileceği en fazla katkıyı yapan insan, kapitalist toplumda mümkün değildir.
Aynı şekilde bütün toplumsal zenginliğin, toplumun tüm bireylerine sınırsız açık olduğu halde, tek tek bireylerin ancak kendileri tarafından belirlenen –ihtiyaçları kadar aldığı– daha fazlasını alma imkânı olduğu halde, bunu yapmadığı bir toplum düzeni, bugünün insanıyla mümkün değildir.
Bu yepyeni, bugünün toplumuyla her alanda çok yönlü köklü kopuşu gerektiren yeni toplum, komünist toplum, bugünün insanından çok değişik insanlara, yeni insana ihtiyaç duyar. O ancak yeni insan tarafından inşa edilip, yaşatılabilir.
– Peki ama bu “yeni insan” nereden gelecektir. Nasıl oluşacaktır?
Yeni insan, sömürü toplumuna, onun bütün kalıntılarına karşı kesintisiz devrim süreci içinde, bir yandan yeni insanın ortaya çıkabileceği maddi şartların yaratılması için devrim kesintisiz olarak sürdürülürken, diğer yandan da bilinçlerde köklü değişik ve dönüşümleri sağlamak için kesintisiz bir kültür devrimi –yani insanların eğitilmesi / bilinçlerinin yükseltilmesi için sürekli mücadele– sürecinde tedricen ortaya çıkacaktır.
– Kapitalist toplum içinde komünist yeni insan, en iyi halde komünistlerin kendi yoldaşlık ilişkilerinde sınırlı olarak yaşanabilir ve komünistler halk içinde bu ilişkilerin genelleştirilmesi için örnek biçimde yaşayarak mücadele ederler.
Proletaryanın, işçi sınıfının kültürü, “işçi kültürü” işte bu tarihi göreve sahip olan sınıfın, bu tarihi göreve hizmet edecek olan kültürüdür. Proletarya kültürü, yeni insanın, komünist insanın kültürüdür. Ve komünist insanın yaratılması mücadelesinde –buna hizmet edecek olan, eden kültürdür. Durağan değil, sürekli ilerleyen, mükemmeleşen bir kültürdür bu. Geleceğin kültürü, geleceğin insanının kültürüdür.
Proleter kültürün / işçi kültürünün temel özellikleri nelerdir?
– Proletaryanın kültürü her şeyden önce varolan insan toplumunu ve toplumsal ilişkileri olması gerektiği gibi değil, gerçekte olduğu gibi kavrar. Varolan maddi gerçekliği, bilimsel bir tarzda ve hiç bir önceden doğru olarak kabul edilmiş bir dogma kalıbına uydurmaya çalışmaksızın, neyse hiç çarpıtmadan kavramaya çalışır. Bilir ki, gerçeği değiştirmek için ilk şart, gerçeği çıkış noktası almak, olduğu gibi kavramak, bilimsel tarzda açıklamaktır. Porletaryanın kültürü var olanı, maddeyi çıkış noktası alır, materyalisttir, gerçekçidir. Fakat onun gerçekçiliği –olayları, olguları durağan değil gelişmesi içinde ele aldığından– bilimsel devrimci iyimserliği dıştalamaz.
– Proletaryanın kültürü, varolanı çarpıtmadan çıkış noktası olarak aldığı için, o toplumun sınıflara bölünmüş olduğu ve her toplumsal bilimin bir sınıfın çıkarlarını yansıttığı, sınıflarüstü bir toplumsal bilimin büyük bir yalan olduğu gerçekliğinden yola çıkar. Açıkça sınıfsal ve taraflı tavır takınır. Proletaryanın sınıf olarak çıkarı, varolan tüm ilişkilerin sınıfların bütünüyle ortadan kaldırılması yönünde sürekli sorgulanmasında, sürekli devrimde olduğundan, onun sınıfsallığı / ve taraflılığı –kendisi sınıf olarak iktidarı elinde bulundurduğu şartlarda da– hiç bir tutuculuğa, işçi sınıfı dalkavukluğuna vb. de izin vermeyen bir tavırdır.
– Proletaryanın kültürü, dünyaya bakış açısı, yaklaşımı açısından materyalisttir. Fakat o maddeyi –toplumu– sürekli hareket halinde, sürekli değişen haliyle görür. Yöntem açısından proleter kültür maddeyi diğer maddelerle ilişki içinde, kendi iç çelişkileri temelinde sürekli değişen, değişikliği de yalnızca çoğalma azalma değil, belli şartlarda nitelik değiştirme olarak kavrayan diyalektikçidir.
– Proletaryanın kültürü, ezenlerin kendi düzenlerini yansıtan ve onu egemen kılmaya hizmet eden her türlü dine ve hurafeye karşı bilimi savunur. Proletarya kültürü, bilgisiz kör inancı reddeder. Bilgi sahibi olmadığı konularda, henüz açıklayamadığı konularda… bilgisini artırmayı, bilgi yerine “imanı” koymaya tercih eder. O, dünyayı, toplumu, evreni açıklamakta, sürekli hareket ve değişim halindeki ve kendi zıddını sürekli içinde taşıyan maddeyi çıkış noktası aldığından, bilginin sınırsızlığını, sonsuzluğunu savunur; fakat insanın varolan gerçekliği, kendi dışında var olan maddi dünyayı, “mutlak doğru”yu, ona –hiç tüketmeksizin– sürekli olarak hep daha fazla yaklaşmak anlamında, anlayabileceği, kavrayabileceği, değiştirebileceğinden yola çıkar.
– Proletaryanın kültürü her türlü milliyetçiliğe karşı, proleter enternasyonalizmini savunur. Milliyetçilik sonuçta emekçileri birleştiren değil, onların bölünmesini derinleştiren burjuva ideolojisidir. Proletarya kültürü, işçileri emekçileri ayıran değil, onları birleştiren kültürdür. Her türlü milliyetçiliğin reddi, kuşkusuz ezen ulus şovenizmi ile, ezilen ulusların kurtuluş milliyetçiliği arasında ayrım yapılmaması, ikincisinde hâlâ var olan olumlu –ezilmeye başkaldıran, ulusal haklar konusunda eşitlik isteyen yanları görmemek– anlamına gelmez.
– Proletaryanın kültürü, cinsel ayrımcılığa karşı, somutta öncelikle erkek egemenliğinin tüm görüntülerine karşı, kadın-erkek arasında eşitliği savunur. Şimdiye dek tüm sömürücü toplum düzenlerinin aynı zamanda erkek egemen düzenler olduğunun bilincinde olarak, erkek egemenliğine karşı mücadelenin, erkek imtiyazlarına karşı, “erkekçi”liğin tüm görünüşlerine karşı mücadelenin, kadın cinsinin kurtuluşu için mücadelenin, her türlü sömürünün ortadan kaldırılması mücadelesinin en önemli parçalarından biri olduğu gerçeğine uygun davranır. Proletaryanın kültürü, her türlü cinsiyetçiliğe karşı çıkarken, kuşkusuz her ikisi de burjuva ideolojisi olan erkek şovenizmi ile feminizm arasında ayrım yapmayı, ikincisinin ezilmeye karşı çıkan, eşitlik isteyen olumlu yanını görmeyi de bilir.
– Proletaryanın kültürü, doğa insan ilişkisinde, insanın “doğaya hükmetmesi” düşünce ve bu yönde girişimleri red eder; insanı doğanın bir parçası olarak kavrar. İnsan doğa ilişkisini, doğanın parçası olan insanın doğa yasalarını sürekli daha iyi kavrayarak, bu yasaların bilgisi temelinde doğal çevreyi koruyan, doğanın kendi kendini yeniden üretmesine ve geliştirmesine imkan veren, doğa ile uyum içinde bir ilişki olarak kavrar. Proletarya kültürü insanın insan tarafından sömürülmesine ne kadar karşıysa, doğal kaynakların da doğal dengelerin bozulacağı biçimde kullanılmasına karşıdır.
Yalnızca bugünü ve kendini düşünen sistemler için doğal kaynakların hoyratça kullanılması anlaşılır bir şeydir. Fakat doğayı insanlığın içinde yaşayacağı bir ortam olarak bundan sonraki tüm kuşaklardan ödünç alınmış olarak kavrayanlar açısından da, doğa ile uyum içinde, doğal dengeleri bozmayan tarzda bir ilişki anlaşılır tek ilişki biçimidir.
– Proletarya kültürü, bencil, ben merkezci bireyciliğe karşı, ezilenler, sömürülenler arasındaki paylaşımcılığı, dayanışmacılığı savunur. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz” yalnızca bir slogan değil, proletarya kültürünün, proletaryanın yaşam biçiminin en özlü ifadesidir. “Tek başına kurtuluş”, sömürü düzeninin sürdüğü şartlarda bireysel kurtuluş, sınıfın sınıf olarak köleliğinin sürmesi şartlarında “kurtuluş”tur.
– Proletarya kültürü, varolan sömürüye dayalı sisteme karşı isyancıdır. Proletarya kültürü haksızlığa, eşitsizliğe karşı başkaldırı kültürüdür.
– Proletarya kültüründe eşitlik anlayışı, her birey insanın birey olarak diğer insanlardan farklı olduğu ve olacağı, her insanın kendi başına bir “dünya” olduğu, insanlar arasında farklılıklar olduğu ve olacağının bilincinde bir eşitlik anlayışıdır.
– Proletarya kültürü özgürlükçüdür. Toplumun her bireyine mümkün olan en büyük özgürlüğü sunan bir kültürdür proletaryanın kültürü. Proletarya kültüründe birey insan, kendini toplum içinde gerçekleştiren, toplumun parçası olarak kavrayan, kendi özgürlüğünün gelişmesini toplumun gelişmesi içinde gören, bu anlamda –burjuva bireyciliğinin tersine– toplumcu olan bireydir.
– Proletarya kültürü burjuvazinin aydınlanma çağının hümanist değerlerine sahip çıkar. “İnsana ait” hiç bir şey proletarya kültürüne yabancı değildir.
İnsanı ve insani değerleri herşeyden üstün tutan tavır ve anlayışlar burjuvazinin çoktan terketmiş olduğu, bugün proletaryanın sahiplenmiş olduğu anlayışlardır. Burjuvazi gelinen yerde de facto dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu insandan bile saymayan bir tavır içindedir. Yapılan “insani yardım” şovları gözboyamadır. Bugün insani değerleri savunmak, hümanist olmak, insanlığı sömürü sisteminden kurtarmak için mücadeleyi gerektirir.
– Proletarya kültürü, farklılıkların bilincinde olduğundan ve bireylere mümkün olan en fazla özgürlüğü sağlamayı hedeflediğinden, gelişmenin sınırsız olduğunu bildiğinden, sürekli değişmenin gelişmenin yasası olduğunu bildiğinden, fikir özgürlüğü ve fikirlerin çatıştırılmasından korkmaz. Tersine fikir özgürlüğü ve fikir mücadelesi proleter kültürün olmazsa olmaz önşartlarından biridir. Bu, yerinde saymamanın, ilerlemenin de biricik garantisidir.
Fikir özgürlüğü, fikir mücadelesi, kuşkusuz proletarya kültüründe, fikir mücadelesi temelinde alınan kararların birlikte uygulanmasının engeli değildir.
– Proletarya kültüründe, fikir mücadelesinde, herhangi bir kişiye, gruba savunduğu görüşler nedeniyle –bu görüşler anda büyük çoğunluk tarafından yanlış bulunsa bile– ideolojik mücadele yöntemleri dışında yöntemler uygulamak, herkes için konulmuş ve herkes için geçerli olan tartışma kuralları dışında tedbirler vb. uygulamak, kesinlikle kabul edilmez bir tavırdır.
Hotzotla bastırmak değil iknaya yönelik tartışma; tartışmada önyargısız ikna olmaya açık olma; yanlışlığı görülen görüşlerde ısrar etmeme vb. proletaryanın kültürünün önemli unsurlarıdır. Proletarya “bizi bizim yanlışlarımız dışında yenecek yoktur”un bilincinde davranır.
– Proletarya kendi saflarında kullandığı tartışma yöntemlerini, halk içinde ve bütün toplum içinde de egemen kılmanın mücadelesini verir. Tabii ki bu konuda halk içinde ve toplumda başarı elde edebilmek için, kendi içindeki mücadelede tutarlı ve inandırıcı olmalıdır. Proletarya kendi içindeki görüş ayrılıkları ve çelişmelerde olduğu gibi, halk içindeki görüş ayrılıkları, fikir mücadelesi ve çelişmelerde de çözümünde şiddet kullanımını ilke olarak reddeder!
– Proletarya kültürü, halkın kendi kendini yönetmesi olarak tanımlanan demokrasinin en tutarlı savunucusudur. O şekli demokrasinin –her dört ya da beş yılda bir halkın kendisini kimin ezeceği yönünde karar vermeye çağrılması– değil, gerçek demokrasinin, ezilenlerin, emekçilerin gerçekten de kendi kendilerini yönettikleri bir demokrasinin
, halk demokrasisinin, sosyalist demokrasinin savunucusudur. Bütün ezilenlerin örgütlü olarak toplumun yönetimine doğrudan katıldığı bir demokrasi, sovyet demokrasisi proletarya kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır.
Proletarya kültürü, gerçek demokrasi savunucusu olarak, tepeden inmeciliği, “temsilci”lerin, “öncü”lerin kitleler ve sınıf adına, kitlelerden ve sınıftan kopuk mücadelesini, devrimini, savaşını da –gerçek hedefe ilerlemede uygun olmayan yöntemler olarak reddeder.
Proletarya kültürü, devrim ya gerçekten emekçi kitlelerin kendi eseri olacaktır ya da kitlelerin sahip çıkmadığı devrim eninde sonunda yenilecektir gerçeğinden yola çıkarak proletaryanın ve emekçi kitlelerin uyandırılması, bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesine önderlik edilmesini, proletaryanın öncülerinin en belirleyici, en önemli görevi olarak kavrar.
– Proletarya kültürü, pasifist değil, ama gerçek anlamda barışçıdır. Bütün dünyada insanlar ve toplumlar arasında gerçek bir barışın sağlanması için, savaşların gerçek kaynağının kurutulması gerektiğinin bilincinde olarak proletarya, gerçek barış mücadelesinin, savaşların bugünkü kaynağı olan emperyalist dünya sisteminin devrimci savaşlarla yıkılması mücadelesi olduğu görüşünü savunur.
– Proletarya kültürü, evet yepyeni bir düzen, andaki düzenle her alanda çok yönlü ve köklü kopuşu gerçekleştiren bir düzenin kurulmasını öngören; yeni insanı öngören bir kültürdür. Fakat bu kültür bir anda ve boşlukta kendisinden önceki kültürleri inkâr, yepyeni, apayrı bir kültürün formüle edilmesi biçiminde ortaya çıkmaz ve gelişmez.
Proletarya kültürü, insanlık tarihinde yaratılmış bütün kültür içinde, insanlığı ileriye götüren bütün kültüre, insanlığın ilerici, devrimci kültür mirasına sahip çıkar.
Proleter kültür, kendi içinde insanlığın şimdiye kadar yarattığı tüm kültür değerlerini, onları tarihsel gelişme içinde yerli yerine oturtarak eleştirici bir biçimde değerlendirerek barındırır. İnsan toplumlarının yaratmış olduğu maddi ve manevi değerlerin ve bu değerleri yaratmada kullanılan araçların tümü içinde, gerici olanı, ilerlemenin önünde engel olanı red eder, döneminde ilerici olanı alır, eleştirir, geliştirir, kendi kültürünün parçası haline getirir.
– Proletarya kültürü, üretimin ve yaşamın toplumsal niteliğinin bilincinde olarak kolektivizmi içerik ve biçim olarak insani ilişkilerin merkezine koyar. Bireyi, bireyselliği, bireyciliği öne çıkaran anlayış ve tavırları kendine yabancı şeyler olarak reddeder.
– Burjuvazinin bütün zamanlar ve bütün insan toplumları için “değişmez insani ilişki normları” olarak yutturmaya çalıştığı ve “ahlak kuralları” adı verdiği kurallar manzumesi hakkında, proleter kültür, bütün zamanlar için değişmez insani ilişki normu düşüncesinin uydurma olduğunu, gerçekle uyuşmadığını tespit eder, ve burjuva ahlâkını red eder. Proletaryanın ahlak anlayışı, insanlığı sömürüden kurtarmaya götüren uzun devrim yolunda, bu hedefe yaklaşmakta hizmeti olan tüm tavır ve davranışların ahlâklı olduğunu savunan bir anlayıştır.
– Proletarya kültürü içerikte yukarıda ortaya koyduğumuz özelliklere sahipken kullanılan araçlar ve biçim konusunda tutucu olmayı reddeder; araştırmacı, yeniliğe açık, yenilikçidir.
O, üretim araçları konusunda en ileri tekniği kullanmayı ve araçları sürekli geliştirmeyi, mükemmelleştirmeyi –bütün toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek bir ürün zenginliği yaratmak ancak en ileri teknikle mümkün olacağından–, ilkesel bir sorun olarak görür.
Maddi hayatın estetik yansıtılması olan ve kültürün dar anlamda kullanımında içeriğini oluşturan sanatta da biçimde sınır tanımayan bir zenginlik proleter kültürün şiarı olmalıdır.
Ağustos 2003