Adil Okay’ın “12 Eylül ve Filistin günlüğü” adlı kitabını okuyunca bundan, Orta Doğu ile ilgili onlarca kitap okumaktan daha çok yararlandığımı söyleyebilirim.
Her şeyden önce hep kafamda olan nedenler kitabı okuyunca sıraya girdi diyebilirim. Filistin mücadelesinin dinsel olana yakınlaşması ve onun etkisi altına girmesi açıktır ki başlangıçtan beri mücadelenin içinde olan Filistin komünistlerinin ciddi hatalarının da bir sonucu olarak ortaya çıktığını göstermektedir. Yine şiddet temelli bir mücadelenin kutsanması ve yaygınlaştırılması, İsrail terörü ve ABD’nin dayattığı savaş koşulları içinde normal gibi dursa da Filistin halkının, tüm zor koşullara rağmen siyasileştirilmesi için özel ve geliştirilmiş bir çaba ve örgütlenmenin yokluğu açıkça gözükmektedir. İran da Halkın Fedaileri, TUDEH ve diğer sol örgütlenmeler nasıl iktidar güçlerini dincilere bırakmak zorunda kalmışlarsa Filistin’de de aynı süreç yaşanmış ve yaşanmaktadır. Ulusal mücadeledesin de, Filistin’in devlet kurma savaşında elbette ki değişik devletlerle ilişkiler olacaktır. Ama onlara teslim olmadan kişiliğini, bağımsız örgüt yapını koruyarak bunu başarmak gerekir. Taviz vermek, bunu bilinçli olarak yapmışsanız belli bir hedefe ulaşmak içindir. Yok, bunu bilinçsizce yapmışsanız bir hedefinizin olmadığı dolayısıyla bu tavizin teslimiyet olduğu açıktır. Teslimiyetlerin genellikle esaretle sonuçlandığı su götürmez gerçeklerdir.
Emperyalistlerin Petrolü daha doğrudan kontrol etme istekleri İsrail devletinin kurulmasında önemli yer tutar. Hoş, şeriat ve krallıklarla yönetilen petrol zengini Arap devletleri hiçbir sorun çıkarmasalar da İsrail devletinin varlığı onları hizaya sokmakta önemli görevler üstlenir. Orta Doğuda ki kaos bilinçli olarak yaratılmış ve istendiğinde durdurulacak bir kontrol mekanizması ile birlikte tasarlanmıştır. Oyunu bozacak tek güç komünist harekettir. Ne yazık ki bunun yaratılmadığını görüyoruz. Bugün oyunbozan değil mızıkcılık eden Hamas ve Hizbullah türü örgütlenmeler geçici rahatsızlık verseler de onlar da oyunun birer parçasıdırlar. Örneğin bugün İsrail devleti işgal ettiği yerlerden çekileceğini, Filistin devletinin kurulması için bulundukları coğrafyanın eşit ve hakkaniyete uygun paylaşılmasını kabul ettiğini ve bundan sonra şiddet temelli bir mücadele içinde olmayacağını açıklasa ne olur? Çok şey olur. Her şeyden önce İsrail devleti bir şey kaybetmez aksine çok şey kazanır. Filistin devleti bağımsız ve özgürce kurulma sürecine girer. Dincilerin Siyonizm üzerine geliştirdiği korku imparatorluğu yıkılır. Dolayısıyla etkisi zayıflar ve azalır. (Tıpkı ülkemizde militarizm ve milliyetçiliğin geçmişte komünizm, bugün ise PKK ile gelişme şansı bulduğu gibi.) Barış ve demokrasinin sonuçları İsrail ve Filistin de insan yaşamının iyileşmesine neden olduğu gibi aynı zamanda bölgede ki petrol zengini ülkelerde de halkın uyanmasına yol açar. Oralarda da devimci ve demokrat muhalefet yükselir. Hatta Krallıkların yıkılıp halkın iktidarlarının kurulması başlar. Sonuçta nemi olur? Sonuçta Emperyalistler hala ABD devletinin başındaysa Orda doğu ya Hiroşima ve Nagazaki’ye attıklarının beklide yüz mislini atmaya çalışacaklardır. Görüldüğü gibi İsrail devletinin iki dudağı arasında ki çözüm önerileri İsrail dâhil tüm halkların yararına ama Petrole ve kontrole ihtiyacı olan canavarın aleyhinedir. Bu açıdan ne ABD nede onun dümen suyunda ki İsrail hakkaniyetli bir barışı asla istemeyeceklerdir. Bu açıdan yaratılan kaos bilinçli ve istenendir.
Tüm bu oyunları gören bir yerden halkların kardeşliğini ve mücadelesini örgütlemek söylendiği kadar elbette ki kolay değil ama Adil yoldaşın kitabını okurken harcanan fırsatları görüp üzülmemek elde değil. Kitabın yarım kalmış bir günlük olmasına rağmen büyük bir görevi yerine getirdiğine inanıyorum. Kitap çıktıktan sonra eski türden eleştirilere muhatap olup, tehditler ve saldırılarla karşılaştığını belirten Yazar haklı olarak yakınmaktadır. Filistin halkının mücadelesi her zaman halkımızın ve devrimcilerin ilgi odağı olmuştur. Benim de çoğu arkadaşım 1969–70 yıllarında Filistin’e giderek eğitim almış ve savaşmak için orada kalmışlardır. Sonuçta bu gelenek 12 Eylül cuntası sonrası da devam etmiş ve çoğu devrimci örgüt buralarda varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunun anlamı, Türkiye devrim mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olan Filistin halkının savaşını ve koşullarını yansıtmak gerçekten önemli bir görev olduğudur. Adil arkadaş işte bu görevi yerine getirerek hepimizin övgüsünü almaya hak ediyor.
Kitabı okuduğumda tek not aldığım kısım yukarıda saydıklarım değildi. Tespitler ve değerlendirmeler yanlış veya doğru olabilirler. Doğaldır ki bir gün doğrular bizimde ırmaklarımızdan da akacaktır. Ama kitapta bir dipnot bölümü var ki bunun yanlışlığından kimse bahsedemez. Ve işte ihtiyacımız olan doğru da budur. Kitap, 255. sayfasın da dipnot olarak Abu Hüseyin den yani Mehmet Koça dan bahsetmektedir. Mehmet Koça tek başına birçok şey başarmasının ötesin de kitap da şöyle tarif edilmiş: “sadece kendi örgütüne değil, örgütlü örgütsüz tüm devrimcilere kapısını açmıştı”. Biliyor musunuz ülkemizin devrimci mücadelesinde geçmişte çokça Abu Hüseyinler olmadı. Belki binlerce kendi örgütüne yardım edenler oldu ama ayrım yapmadan dayanışma ve yardım geleneğini yaşatanlar pek çıkmadı. İşte bu açıdan Türkiye devrimci mücadelenin her zamankinden ve herkesten daha çok Abu Hüseyin’lere ihtiyacı var. Belki de sorunun çözümü burada.
Adil Okay’ın eline, diline sağlık diyorum….
- POLAT, 20.07.2008