Öylesine, durduk yerde çıktı ortaya parti. Hiç birimiz değil bir parti, bir derneğin bile nasıl kurulacağını bilmiyorduk.
Ne yaptıysa Molla Celadet yaptı. Kanımıza girdi, sulu aşımıza ekmek doğradı, kaşığı eline aldı, bizlere birer kaşık bal sundu. Adam doğuştan önder. Gece yatağında uyumuyor, hinlikler düşünüyor bu Molla. Cami imamlığından atılmasının asıl nedeni de bu zaten. Milleti birbirine düşürmek, camide elim sende, birdirbir, körebe oynatmak, “Ezan kayboldu” diye çığlıklar atıp, millete ezan aratmak…
Molla deyince durup üç kulhüvallahü bir elham okumak gerek. Bilene kolay da, bizim gibi elifba görmemişler için zor bir iş bu dua okuma hikayesi. Onun için Molla ne dese evet demek düşüyor bizlere. Adam okumuş, Arapça öğrenmiş, hem de yüksek Arapça. Öyle diyor soranlara. Arapça’nın da yükseği, alçağı varmış, ondan öğrendik. Biz de İstanbul Türkçesi konuşuyoruz, yüksek Türkçe oluyor. Köylerde Türkçe konuşanlar alçak Türkçe’yle idare etmek zorunda kalıyorlar, neylesinler.
Molla Kuranı okumuş ya, ne zaman başı sıkışsa bir ayet döktürüyor. Söyleyin imanınız aşkına, bu ülkede Kuranı okuyan, okuduğunu anlayan kaç kişi var. Bir bizim Molla, pir bizim Molla. Önce Arapçasını okuyor, ardından Türkçeye çeviriyor, sonra girişiyor yorumlara. Bir ayete bir saat konuşuyor. Ayetine güvenen karşı çıksın, ona ne.
İlahiyat Fakültesi’ni bitirememiş Molla Celadet, ama müftünün icazetiyle bir köy camisinin imamlığına atanmış. Başlangıçta memnunmuş köylüler ondan. Ama nedense Celadet’e bir hal olmuş, camide dua eden, Allah’tan onu bunu isteyen köylülere; “Niye versin ulan” diye çıkışmaya başlamış. “Niye versin Allah? Sen otur kıçının üstüne, çalışma, tarlayı gübreleme, koyunlara ot verme, inekleri acından öldür, sonra da ver Allah ver! Allah’tan her gün kaç kişi neler istiyor, biliyor musunuz siz? Evlenemeyen ondan istiyor, kavuşamayan ondan istiyor, adam gerdeğe girecek, yine ondan istiyor. Hangi birinize yetişsin ulan? Azıcık da kendi işinizi kendiniz görsenize!”
Köylüler müftüye gitmiş, bire bin katmış, bir de “Bu Molla Celadet diyor ki; Allah vere vere iflas etmiş”i eklemişler sözlerine. Müftü küplere binmiş, dürdürmüş bunun defterini, çekmişler üstüne kırmızı çizgiyi. O da “Ulan sizin gibi düdüklere imam olacağıma solcu olurum daha iyi” deyip, kendini sosyalist ilan etmiş.
İlahiyat Fakültesi’ni bitirememesinin nedeni ise yine solcularmış. Yoksa o daha ilk ayda yutmuş kitapların hepsini.
“Ne işi var solcuların İlahiyat Fakültesi’nde” diyecek olsak, “Öyle demeyin” diye başlıyordu hemen. “Solcunun kralı bizden çıkar. Hem ille de bizim fakültede olmaları gerekmiyordu o zamanlar. Dışarıdan geliyor, kapının önünde ver yansın ediyorlardı sopayı. Sövsen olmaz, dövsen olmaz, boynumuzu büküp, giriyorduk içeriye. Bu arada Allah ne vermişse düşüyordu payımıza dayaktan. İlk yıl sabrettim, dayandım. İkinci yıl içten içe sövdüm dayandım, üçüncü yıl, ulan dedim, dinse din, imansa iman, yukarıda Allah görüyor çektiğimi, aldım elime bir sopa, girdim bunlara, onlar önde ben arkada, koş baba koş. Meğer adamlar oyun ediyorlarmış, beni içlerine çekiyorlarmış. Derken birden sarıldı etrafım. Oy anam, garip anam, beni neye doğurdun anam bile diyemeden yumuldu gözlerim. Ayıldığımda anam, babam, ablam, eniştem, yeğenlerim başucumda kuran okuyorlardı. Demek ki ben gidiciyim diyerek ben de başladım bildiğim duaları okumaya. Babam “Kesin ulan, koşun kurbanları kesin” diye bağırdı. Eniştem belinden bir kasap satırı çıkardı, ablam masat elinde koştu ardından, hastanenin bahçesinden inek böğürtüleri gelmeye başlayınca, durun diye bağırdım, ama duyan kim. Babam köyde olup biteni duyunca inekleri katmış önüne, getirmiş. İyileşirse tüm hastane efradına kurban olsun bu inekler demiş, bahçeye bağlamış. Ağam burası İstanbul, kendine gel falan diyenlerin ceplerine birkaç yüzlük sıkıştırınca herkes kör, inekler de görünmez olmuşlar.
Böyle üç gün gitmiş gelmişler başucuma. Akşamları da İstanbul’daki türbeleri dolaşıp dua etmişler, mum yakmışlar, her birine bir adak adamışlar.
İneklerin böğürtüleri dayanılacak gibi değildi. Birden ayaklandım, pencereye koştum, meğer ben alt katta yatıyormuşum. Eniştemle ablama bir kuvvet gelmiş, ineğin birini bırakıyor, ötekini boğazlıyorlar. Yalanım olmasın, yukarıda Allah var, üç inek gitti böyle. Ortalık kan gölü. İnekler de inek ha. Her biri en az iki yüz kilo çeker. Montofon. Hollanda’dan gelmişler bizim oralara. Ne bok işleri varsa.
İnekleri kestiler ya, hastanede bir bayram, bir bayram… Doktorlar bırakmıyorlar eve gideyim. Hiç değil Kurban Bayramına kadar kal diyen bile çıktı.”
Kefeni yırtıyor Celadet. Babası onu o gün katıyor önüne, getiriyor memlekete. “Ne edecen fakülteyi ulan” diyor, “Duaysa dua
, Arapçaysa Arapça. Hepsini öğrendin. Gideriz müftüye, bakarız çaresine. Zaten okusan da yine imam olacaksın. Başıma politikacı olacak değilsin ya?”
Bu öyküyü döne döne belki yüz defa anlattı bize Molla. Her defasında da “Okusaydım belki büyük adam olurdum, belki politikacı bile olurdum” diye bitirdi sözlerini. Aslında büyük adam olmuştu da onun haberi yoktu. Kendi çapında ithalat-ihracat işleri yapıyordu. Para diye bir derdi yoktu. Adamın parası olunca kredisi de oluyordu. Herkes onu görünce “Merhaba Celadet bey” demeden geçmiyordu. Borç isteyene bir kez olsun yok dememişti. Kentte örgütlenen illegal örgütlerin üyeleri bile ondan saygıyla söz ediyorlardı. Her dergiden üçer beşer alıyor, parasını da iki üç kat ödüyordu. Sıkıntıda olanlara; “Bok getirin satmazsam neyim” diyordu ve gerçekten de satıyordu, sonra da “Bu millet adam olmaz, girişim yok, ataklık yok, heyecan yok, dergi satarak devrim mi yapılır birader” diye bağırıyordu, “Bakın şunların gözlerine, yaşıyorlar mı ölüler mi belli değil!”
O gün, yani partiyi kurduğumuz gün yine heyheyleri üzerindeydi. Televizyon haberlerinde spiker; “Hükümet ithalatın kısılmasını, ihracatın artırılmasını kararlaştırdı” deyince; “Ne satacaksın ulan” diye bağırdı. “Neyin var da ne satacaksın? Ben olacağım ki görün bakın girene çıkana kim karışıyor. Avrupa milleti enayi mi, malını sokmadan seninkini soktursun? Alacaksın ondan, süsleyip yine ona satacaksın. Ticaret budur. Ama nerede bunlarda o kafa?”
Kahveci Dursun, “Yav babam, bağırıp durma yine” diye çıkıştı. “Çok güveniyorsan git gir seçimlere, ol başbakan, sat memleketi.”
“Olurum da satarım da” diye bağırdı bizimki. “Olmayanın da satmayanın da! Var mı burada yürekli birkaç kişi, kuralım partiyi, çıkalım yola…”
“Hoş gelişler ola, Mustafa Kemal Paşa” diyerek atıldı Gazi. “O da böyle yapmıştı. Ama önce Samsun’a gitmek, oradan karaya çıkmak gerek Molla. Burası neresi, Samsun neresi?”
“Ne alakası var? Sen bul bana göbeğinden attıran birkaç kişi, iki seneye kalmaz görürsün.”
Biz nereden bilelim, meğer bu dürzü uzun zamandır önüne gelene aynı hikayeyi anlatıyormuş. Borç verdiklerinden bir kaçının beynini de çalmış, koymuş cebine. Hani benim aklım da yatmadı değil. Çıkacaksın yukarıya, önce açacaksın meclisin bütün kirli dosyalarını, sonra ey halkım diyeceksin, bizden öncekiler işte böyle yediler, bundan sonra yedirenin… Sonra basacaksın kıçına tekmeyi rüşvetçinin, yolsuzun. Geceleri kıyafet değiştirip 4. Murat usulü baskına gideceksin. Millet her yerde her an seni görür olacak. Bu işi beş, bilemedin altı ay yaptın mı millet uyuz olacak. Pis iş yapanlar önce etrafa bakacaklar, sen orada mısın diye. Sonra da çıkaracaksın yıldırım gibi kanunları, basacaksın vergiyi varlıklıya, ondan aldığını vereceksin yoksula, tıpkı Köroğlu gibi, ondan sonra da…
Sonrası çok çabuk geldi. “Ben varım be Molla” diye bağırdım o gün. “Ben de gelirim sizinle ölüme” dedi kahveci Dursun. “Niye ben kalleş miyem” diyerek Gazi de kaldırdı elini.
Meğer millet fırsat bekliyormuş, kahvede kim varsa “Yaz ulan” diye bağırmaya başladı, “Yaz ulan. Beni de yaz! Bitsin bu zulüm!”
Molla herkesin adını, soyadını, mesleğini, sanki hiç bilmiyormuş gibi sora sora yazdı defterine. Sonra ayağa kalktı, “Sevgili hemşehrilerim” diye bağırdı, “Kaldırın ellerinizi havaya ulan, yemin edin, bu davadan dönenin ineği kısır kalsın mı?”
“Kalsın!”
“Karısı kusurlansın mı?”
“Kusurlansın!”
“Ayağı nasırlansın mı?”
“Nasırlansın!”
“E, hemşehrilerim haydi uğurlu olsun!”
Siz inanmayacaksınız belki, ertesi gün kentin ileri gelenlerinin hepsi bizim parti binasının, yani Molla’nın dükkanının önünde toplandılar. Kimi “Dinci parti” dedi, kimi “Komünist parti” dedi, herkes aklına geleni söyledi, Molla salladı başını, dinledi dinledi, sonunda; “Yok” dedi, “Bu partinin adı Bizim Parti! Neden? Çünkü bu partiyi biz kurduk. İkincisi biri size soracak, nereye gidiyorsun diye, ne diyeceksiniz; Bizim Parti’ye gidiyorum. Ne olacak o zaman, adam da sizin parti mi, diyecek, siz hayır diyeceksiniz, Bizim Parti. Diyelim partimizle ilgili bir haber okuyacak spiker. Ne diyecek; Bizim Parti… Birileri partimiz hakkında konuşsa bile ne diye başlayacak söze; Bizim Parti’nin yaptığı da yani… falan filan.
Politika bu işte sevgili hemşerilerim. Seven de sevmeyen de bizim partiden söz edince ister istemez Bizim Parti diyecek. Partimizin adı hayırlı olsun. Bizim Parti hepinizin partisi olsun!”
İnanmayan inanmaz, o gün bu gün kıçımız rahat bir sandalye yüzü görmedi. Molla önde biz arkada o kent senin bu köy benim, bahara çıkmış danaların neşesi ile dolaşıyoruz. Eve falan uğradığımız yok. Kadınların da sesi çıkmıyor zaten. Milletvekili karısı olacaklar ya, daha şimdiden girdiler havasına. “Tansu’dan neyimiz eksik” diyen diyene. Yorgunuz ama neşeliyiz. Önümüzdeki seçimlerde Molla kesin başbakan. Eh bize de milletvekilliği yeter. Taş attık da kolumuz mu yoruldu sanki.
Propagandada Molla yöntemini kullanıyoruz. Bir yerde sol oylar ağırlıklıysa Molla imamlıktan neden atıldığını anlatıyor, sağ oylar ağırlıktaysa bu defa da fakülteden neden ayrıldığını hikaye ediyor. Sağda sağ, solda soluz, çünkü biz Bizim Parti’yiz. Amaç tepeye çıkmak, ondan sonra solsak sol, sağsak sağ. Bir de kentin tüm kopuklarını, kabadayılarını örgütledi Molla. Koruma mı istiyorsunuz, buyurun dedi. Bizimkilere dul kadın teslim et, ertesi gün git bakire kız olarak geri al. Arada bir olur olmaz yere bıçakları çektikleri de oluyor ama, olacak o kadar artık. Siyasileşmek kolay mı? Mecliste bile ana avrat dümdüz gidiyor politikacılar, kabadayılar biraz sövse ne olur?
Bizim Parti hepimizin partisi. Onu destekle, gözün gibi koru, ele güne rezil etme.
Bizim partiye gel, senin de bir partin olsun!
Allah kimseyi partisiz bırakmasın, Bizim Parti payidar olsun!
- KADİR KONUK