“Biri Bizi Gözetliyor” serisi ile başladı furya… Türkiye toplumu bir evde yaşayanları gözetledi uzun bir süre.Yarışmacıların yediklerini, içtiklerini tartıştı; onların kendi aralarındaki sorunlarda taraf oldu, üzüldü, kızdı, sevindi… Tutmuştu yarışma…
Ardından “Dokun Bana” ve “Ben Evleniyorum” geldi. Bu yarışmalara da ilgi büyük oldu. Şimdi bunlara format olarak birtakım benzerlikler taşıyan bir başka yarışma “Türkiye Popstar” eklendi…
Dünya çapında yapılan bir yarışma bu… Şu anda 44 ülkede yapılıyor. İlk kez Avustralya’da yapılmış. Türkiye, bu yarışmanın yapıldığı ilk müslüman ülke olmasıyla “öncü”! Çekimlerinden, jüri sayısına, jürinin tavırlarından eleme sistemine vs. vs. kadar belli bir formasyonu olan bir yarışma Popstar yarışması…
“Türkiye pop starını arıyor!” sloganı ile yola çıkılmıştı… Binlerce katılımcının pop starlığı hevesiyle yaptığı başvuruları değerlendiren “jüri” 12 finalisti belirledi. Yarışma her hafta bir yarışmacının halkın oylarıyla elenmesi biçiminde sürüyor. En son kim kalırsa o yarışmanın birincisi olacak…
Jüri binlerce kişinin arasından oniki finalisti belirledi ama işi henüz bitmedi: Her hafta en az yarışmacılar kadar “ilgi gören” jüri üyeleri yorum yapmaya, pop adaylarının saçlarıyla, başlarıyla, giyim kuşamlarıyla “ilgilenmeye” vs. vs. devam ediyorlar. Elbette bunları yarışmacıları azarlamaktan arta kalan zamanda yapıyorlar. Evet azarlıyorlar, çünkü azarlamak yarışmanın formatında var! Binlerce insan, “star olmak için” tüm bu azarlar karşısında sesini çıkarmıyor; en iyi ihtimalle “çarkı bir yerinden kırmak için”â “köprüyü geçene kadar ayıya dayı” diyor.
Bir dizi kayıkçı kavgasıyla, tartışmalarıyla, jürinin ve yarışmacıların kendi aralarındaki ilişkileriyle, finalistlerden birisinin geçmişte işlediği cinayetiyle… vs. vs. reyting rekorları kırarak süren yarışmada kimin popstar olacağı henüz belli değil… Bu, toplumun diğer alanlarında olduğu gibi tüketimin artık neredeyse günübirlik hale geldiği müzik ve şov alanında o kadar önemli de değil!
Ama şimdiden yarışmayı organize eden ve yayınlayanların -Aydın Doğan Grubu’nun- kazandığını söylemek yanlış olmayacak. Medya Takip Merkezi adlı kuruluşun yaptığı bir araştırmaya göre, 13 Aralık itibariyle Popstar, televizyon ekranlarından seyircisine ulaşmaya başladığı ilk günden beri toplam 1878 reklam almış. Bu reklamların toplam süresi tam 11 saat 22 dakika 41 saniye, getirdiği kâr ise yaklaşık 22,3 milyon dolar imiş. Mesaj gelirlerinden elde edilecek gelirin dört trilyon civarında olacağı hesaplanıyormuş. Sponsorlardan, çıkarılan ve şimdiden yüzbinlerce satıştan bahsedilen “popstar finalistlerinin kasetlerinden”, Popstar seçildiğinde onun yapacağı kasetlerden, diğer elenenlerin yapacağı kasetlerden, artık bir furya haline gelen yarışmanın “hediyelik eşyasından” vs. vs. kazanıyorlar! Yani sahnedeki değil ama sahne gerisindeki star şimdiden belli…
Her bir program bir bilinç de taşıyor şüphesiz. “Biri Bizi Gözetliyor” ile “gözetlenme”yi kabullenmeye başladı Türkiye toplumu. Denetim toplumu olma yolunda bir adım atıldı.
“Ben Evleniyorum” ile bu pahalılıkta evlenmenin parasal yükünü taşıyamayacak olanlara umut taşıma yanında evlilik kurumunun birtakım çıkarlar uğruna kurulduğu, kurulabileceği düşüncesi verildi ince ince.
“Umut tacirliği” dedik de…
Tüm bu yarışmaların temelinde bu var. Sistemden umudunu kesmiş, sistemin elediği yığınlara götürülecek en iyi şey elbette “umut”tu… Bu öyle insanları umutsuzluğa itmiş olan sistemi sorgulama, onu değiştirme gibi “yıkıcı” şeyler olmayacaktı elbette. Hayır, yığınların sistemi sorguladığı değil, onları sisteme bağlayan şeyler olmalı idi. Milli piyango, spor toto gibi klasik “umut araçları” yanında “umut” olabilecek yeni “şeylere” ihtiyaç vardı. Bu “şeyler” hem yığınların sistemi sorgulamasını engellemeli, hem eğlendirmeli, güldürmeli, üzmeli, kızdırmalı; hem de onları sistemin içine çekmek için yığınları “suça ortak” etmeli idi, sisteme ortak olmalıydı yığınlar…
Bu araçlar bulundu, bulunuyor. Kimi zaman futbol, kimi zaman müzik, kimi zaman bir başka şey… Bulunan bu şeyler kitleleri meşgul ediyor.
Ve televizyon bu meşguliyetin en önemli araçlarından birisi olarak her geçen gün daha da “vazgeçilmez” hale geliyor, getiriliyor.
İşte Popstar yarışması da bulunan en son numaralardan birisi… Sistemin elediği, “bu devirde ya topçu ya popçu olacaksın”larla yetişmişlerin yarıştığı yarışmada; yarışmacı olarak değil ama “belirleyici” olarak; başka bir katılımcı daha var: Türkiye halkı! Yarışmanın formatına göre Türkiye halkı finalistlerden birisini yarışmanın birincisi ilan edecek. Kural bu… Ve çok ince düşünülmüş bu kural gereği halk seçenekleri baştan belirlenmiş oniki insandan birisini seçmek üzere telefonlarına sarılmaya, mesaj çekmeye yönlendiriliyor.
Topluma yüklenen böyle bir “belirleyicilik” rolü televizyon izlemeyi gerektiriyor. Ve halk “görevi” gereği televizyon izliyor; Popstar’ı izliyor… Reyting rekorlarda! Reyting demek reklam demek, reklamsa para! “Görevi” gereği halk mesaj çekiyor, görevini ifa ediyor: Mesaj demek para demek! Halktan önüne konulan yemeği sonuna kadar yemesi isteniyor: Çıkarılacak pop starların kasetlerinin satın alınıp dinlenmesi, televizyon şovlarının izlenmesi vs. gerekiyor… Halka bunlar da yaptırılıyor.
Popstar gibi programlarla yığınlar kendi gerçekliklerinden uzaklaşıyor, uzaklaştırılıyor. Finalistlerin uyumsuz seslerle söylediği şarkılar asgari ücret haberlerinin önüne geçiyor; Bayhan’ın işlediği cinayet savaşı-işgali “unutturuyor”… Irkçılık körükleniyor. bir Rus olan Elena’nın Türk pop “starı” olup olamayacağı tartışılıyor; milliyetçilik ayranı kabaranlar Türklüklerini yeniden keşfediyorlar; “star” kelimesinin bile Türkçe olmadığını unutarak!
Toplumda varolan “star sistemi”ne halk onay verme, “belirleyici” olarak destek sunma durumunda bırakılıyor. Bilinçlerde star sistemi daha fazla yer ediyor.
Yaratılan sanal dünyanın “gerçeklikleri” yığınların kendi gerçekliği haline getiriliyor; insanın kendi gerçekliğine yabancılaşması derinleştiriliyor.
Tüm bu yaptıklarıyla yığınlar “görevini” ifa etmenin huzuru içinde programın bir parçası oluyor; televizyonun toplumun popüler kültürün yıkıcı etkilerine açık getirilmesinde oynadığı rol dikkate alındığında televizyon üzerinden de yığınlar sistemin bir parçası, onun uzantısı ve evet destekçisi olmak durumunda bırakılıyor…
Elenenlerin yeniden, yeniden elenmesi sürüyor.
Çark dönüyor.
Ve bu çarkı kırma görevi önümüzde duruyor…