İçinde bulunduğumuz 2003 yılı bazı çevrelerce “Cigerxwîn Yılı” ilan edildi. Eğer yaşamış olsaydı bu yıl 100 yaşında olacaktı Cigerxwîn.
Bu vesile ile bir dizi etkinlik yapıldı, yapılıyor. Şu ana kadar pek çok yazı yayınlandı; değişik içerik ve kapsamda farklı etkinliklerle anılmaya çalışıldı. Yemekli toplantılardan ses yarışmasına kadar gerçekleşen etkinlik ve anmalardan bazıları şunlardır:
Batman’da Bahar Kültür Merkezi tarafından anma etkinlikleri çerçevesinde “Desen Yarışması” düzenlendi.
BEKSAV, “Sanat ve Edebiyat Yarışması” düzenledi.
Adana’da Akdeniz Kültür ve Sanat Merkezi ve Küçükdikili Belediyesi “Çukurova Kürtçe Ses Yarışması” organize etti.
Almanya’da KOMKAR tarafından “Cigerxwîn 1. Kürt Kitap Fuarı” yapıldı.
Ankara’da Emek Gençliği “Doğumunun 100. Yılında Kürt Ozanı Cigerxwîn Anısına Kardeşlik Şenliği” yaptı.
Evrensel Basım Yayın Cigerxwîn’in “Jînenîgariya Min” kitabını Türkçe diline çevirdi ve kitabın tanıtımı ve de anma amacı ile toplantı-kokteyl gerçekleştirdi.
Oğlu Keyo Hessen ile söyleşiler yapıldı.
Kısaca her çevre kendi bakış açısı doğrultusunda bir sahiplenme içine girdi. Hal böyle olunca farklı türden anmaların, anmaları gerçekleştirenlerin değişik ihtiyaçlarından kaynaklandığı da ortaya çıktı. Hatta kimileri açısından bu fırsat Kürt ulusal meselesinde kendilerinin referans kabul edilmeleri eğilimlerini de dışa vurdu. Bir bakıma fırsattan istifade etme durumu bir kez daha yaşandı.
Küçükburjuva ve ulusalcı çevreler Cigerxwîn üzerine bir genel değerlendirme yapma görevinden kaçındılar. Gerçekten ideolojik-siyasi ve sanatsal kişiliği üzerine etraflı bir değerlendirmeye ihtiyacın duyulduğu durumda böyle bir çalışma yapmadan hatırlama çerçevesinde anmalarla yetinme tutumu doğru değildir. Böyle bir yaklaşım Cigerxwîn’in anımsanmasından öte anlam ifade etmez-etmiyor da. Ayrıca, bilinen yine tekrarlandı ve bir kez daha hep pozitif vurgular, “çok büyük” olduğu söylemleri anmalara damgasını vurdu.
Ölenlerin ardından methiyeler dizme kuralı bu anmaların da merkezinde yer aldı. Öyle ki en küçük bir hata, eksiklik ve kusuruna değinilmedi. Kuşkusuz küçükburjuva devrimcileri ve ulusalcı iddiasında olanlar bu çerçevede anmalar yapabilirler ve bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Mesele bu içerikteki anmaları düzenleyenlerin bir çırpıda kendilerini gerçek Cigerxwîn savunucusu olarak göstermelerindedir. Her halükârda şu ana kadar gerçekleşen anmalara bakıldığında anmaların genellikle yüzeysel kaldığı rahatlıkla söylenebilir.
Halbuki (hiç olmazsa böyle bir fırsatta) Cigerxwîn’in kişiliği bütünüyle ve ayrıntılı bir şekilde ortaya konulmayı bekliyor. İstenilen anlamda bir tanınma durumunun olmadığı dikkate alındığında araştırmalar bu yönde derinleştirilmeliyken tersi bir davranış hakim oldu.
Ulaşabildiğim yazı-belge vb. ölçüsünde diyebilirim ki kendi kuşağındaki ve düzeyindeki diğer büyük şairlerle kıyaslandığında Cigerxwîn hakkında devrimci ve sol çevrede yoğunlaşma eksik ve yetersizdir. Bu eksikliği, yetersizliği bir ölçüde 100. doğum yıldönümü vesilesi ile azaltmak mümkün iken işin yalnızca anma boyutuna takılmak ve bu noktada yoğunlaşmak besbelliki önemli bir eksikliktir.
Belirtilen eleştirilerin bilincinde olarak, herşeye rağmen sömürgecilerin Kürt ulusuna ait ne kadar değer varsa yok etmeye çalıştıkları ve inkâr politikalarını her alanda uyguladıkları bir durumda Cigerxwîn’i kültürel boyutta da kalsa sahiplenme ve yaşatma pratiği elbette iyidir. Kürt ulusalcı çevrelerin milliyetçi temeldeki yaklaşımlarına rağmen yaptıkları anmalar ozanın belli çerçevede de olsa tanınmasına hizmet etmiştir. Aynı şekilde kimi yayınlarda Cigerxwîn üzerine yazıların çıkması da tanınmasına hizmet etti.
Bu makalede, genel bir değerlendirmeye giriş anlamında düşüncelerimi, bir ölçüde araştırmamın sonuçlarını tezler halinde ortaya koymaya çalışacağım.
Öncelikle Türkçeye kazandırılmış şiirlerini ve hayatını kaleme aldığı çalışmasını kaynak alma durumundayım. Eserlerinin hepsine ulaşma durumum olmadı. Bilindiği gibi yazdıklarının çok az bir bölümü Türkçe’ye kazandırılmış; yayınlanmış ürünleri içinde ise yine az bir kesimi temin edilebilme durumunda. Dahası yazdıklarının önemli bir bölümü henüz basılmış bile değil. Bu koşullarda çok kapsamlı bir değerlendirme yapma şansı olmadığı gibi, kesin sonuçlar koymak da hayli zor. Varolan, ulaşılabilen eserleri çerçevesinde bir değerlendirme yapmakla kendimi sınırlama durumundayım.
Kaynak Yayınlarının Gani Bozarslan’ın çevirisiyle bastığı Kürtçe-Türkçe “Lenin Şafağı” kitabı ve Evrensel Basım Yayın’ın çıkardığı “Hayat Hikâyem” kitabına dayanmak durumundayım. Bunun dışındaki başka bazı çalışmalarında da (Diwana Yekan, Sewra Azadi, Salar û Mîdya, Jînenîgariya Min, Hawar dergisi, dönemin Kürt aydınlarının anıları vb.) yararlanmaya çalışacağım.
Öncelikle biyografik temelde yaşamı üzerine bir tanıtım yapmak, olan-biteni objektif olarak ortaya koymak gerektiğine inanıyorum. Güney dergisinin 25. sayısında buna ilişkin yazdığım için bu yazıda bazı konularda ve kimi şiirleri özgülünde de olsa şiiri hakkında bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Değişik konularda ürünler veren bir yazardır
Daha küçük yaşlardan itibaren okumaya karşı belirgin bir ilgisi vardır. İlk gençlik yıllarında eğitimli biri olmanın güçlü arzusunu taşır. Bu yıllarda şiir yazar. Sonra Hawar dergisinde kısa hikâyeler ve haberler yazar. Şiir tutkusu geliştikçe peşpeşe kitaplar ortaya çıkar. Kürtlerin yaşamı ve tarihi-geçmişi üzerine, sevda-aşk şiirleri, Kürt bilginleri ve ileri gelenleri üzerine, dayanışma ve barış alanında, enternasyonal alanda, faşizme karşı, toprak ağalığına karşı, felsefe gibi birçok konuda şiirler yazar.
Şiirin dışında, başka değişik konularda da eserler-ürünler verir. Hikâye, dil, tarih, folklor, biyografi alanlarında da çalışmalar yapar. Şu ana kadar yirmiyi aşkın eseri yayınlanmış bulunuyor. Tamamını Kürtçe yazdığı ve yayımlandığı bilinen eserleri şunlardır:
1- Dîvana yekem: Prîsk û Pêtî, 1945 Şam
2- Cîn û Gulperî, çîroka yekem, 1948 Şam
3- Dîwana diwem: Sewra Azadî, 1954 Şam
4- Reşoyê Darê, çîroka diwem, 1956 Şam
5- Gotinên Pêşiyan, 1957 Şam
6- Detûra zimanê kurdî, 1961 Bexda
7- Ferheng, perçê yekem, 1962 Bexda
8- Ferheng, parçê diwem, 1962 Bexda
9- Dîwana siyem: Kîme Ez? 1973 Bêyrûd
10- Salar û Mîdya, 1973 Bêyrûd
11- Dîwana çara: Ronak, Weşanên Roja Nû-1980 Stockholm
12- Dîwana pênca: Zend-Avista, Weşanên Roja Nû-1981 Stockholm
13- Dîwana şeşa: Şefeq, Weşanên Roja Nû-1982 Stockholm
14- Dîwana hefta: Hêvî, Weşanên Roja Nû-1983 Stockholm
15- Dîwana heşta: Aşitî, Weşanên Roja Nû-1985 Stockholm
16- Tarîxa Kurdistan-1, Weşanên Roja Nû-1985 Stockholm
17- Tarîxa Kurdistan-2, Weşanên Roja Nû-1987 Stockholm
18- Folklora Kurdî, Nû-Weşanên Roja Nû-1988 Stockholm
19- Jînenîgeriya min, Weşanên Apec-1995 Stockholm
20- Nivîsarek li ser dîbaca Ehmedê Xanî, Weşanên Apec-1995 Stockholm
Bir bu kadarının da yayınlanmadığı belirtilmektedir (Ferhad Can, Şıêr-1, Weşanên Deng, yazdığı önsözden ve başka bazı Kürt yazarları tarafından belirtilmektedir). Henüz yayınlanmamış olduğu bilinen çalışmaları ise şunlardır:
1- Tarixa Kurdistan (cilt 3,4)
2- Zıman û Gramera Kurdi
3- Ferhanga Kurdi (cilt 3)
4- Folklora Kurdi (cilt 3)
5- Ozan û Kılamen Kurdi
6- Diwana Cîzîrî
7- Beyten Ahmede Xani
8- Tehre helbesten Waîrên Kurda
9- Zargotînen Kurd (cilt 2)
10- Hesenê Musa (Çîrok)
11- Pirtika Minorskî -“Kurd”- (çeviri)
12- Cumburtyeta Mehabate (çeviri)
13- Diroka Hanadane Seudate (çeviri)
14- Diroka Kurdên Yemen (çeviri)
15- Çîroka Sofore Taxsiya sor
16- Xec û Siyabend
17- Soresa Kurdistana Iraq
18- Rapora mifetisê umumî
Buraya aktardıklarımdan da görüldüğü gibi, şair, politikacı, örgütçü bir aydın olan Cigerxwîn aynı zamanda yazar kimliğine de sahiptir. Bütün bu meziyetleri yanyana, birlikte taşıyan çok az insan vardır. Özellikle geri toplumsal ilişkiler ağı içinde çıkıp bu seviyelere / niteliğe sahip olabilme başarısını göstermiş olması özel olarak dikkate alınmalıdır.
Sanat ve politik çalışmayı birarada yürütür
Sanatçılığı, siyasetçiliği, militanlığı kavganın içinde şekillenir. Ne tek başına şiir yazan bir ozandır, ne de yalnızca politika ile ilgilenen bir siyasetçi. İkisini birlikte yürüten bir kimliğe sahiptir. Kendisi bu kimliği bilinçli olarak tercih etmektedir. Dahası kendi köşesinde duran bir birey olarak değil, doğrudan partili biridir. Sanatçı, politikacı ve partili bir militan olarak hayatın her alanında (şiir ve hikâye yazar; Kürdistan Tarihi ve Kürt folkloru üzerine ürünler verir, gençlik dernekleri kurar, parti yöneticisi olur, gösterilere katılır; konuşmalar yapar, kültürel etkinliklerde bulunur; bilimsel amaçlı kurumların açılmasına katılır) görev alır.
İlk gençlik yıllarında başlamak üzere halk yığınlarıyla çok sıkı bir temas içindedir. Toplumu çok yakından tanıma şansı edinir. Hayatın gidişatına dair ilgisi fazladır ve kitlelere birşeyler verme arzusu içindedir. Bu yıllarda şiire eğilim duyar. Fakat politikaya karşı da ilgisi vardır. Toplumsal çelişkiler-ilişkiler üzerine kafa yordukça bunların yanıtlarını bulma arayışı derinleşir. Kürt ve Kürdistan tarihi üzerine çok yönlü bir bilgilenme ihtiyacı duyar. Sınıf çelişkilerini de bu arayış içinde farkeder hatta bizzat yaşar. Ağa, şeyh, bey takımının toplum içindeki etkisi ve bu etkinin zorunlu sonuçlarını gördükçe harekete geçme düşüncesi kamçılanır. Yoksul ve cahil bıraktırılmış Kürt yoksul kitleleri için birşeyler yapmak ister. Şiir belki de bulduğu en etkili silahtır bu aşamada. Sürekli aydınlanma çabası içinde olması belli bir bilgi birikimine kavuşmasını sağlar. Birikimini şiir çalışmalarında kullanmaya yönelir. Bu yıllarda şiire yoğunlaşır ve ağırlıklı tema topluma hakim olan dinsel gericiliğe ve feodal kalıntıların etkisine karşı mücadele oluşturur. Politikaya karşı da ilgilidir ve fakat bu ikincil plandadır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında politika ağırlıklı hale gelse de, bu şiirle olan esas bağını koparmaz.
Cigerxwîn, bütün yaşamında kurulu düzene karşı mücadele içinde, mücadele ettiği oranda belki de şiir yazmış, politik mücadele şiirlerini biçimlendirmiştir. Halk kitlelerinin aşırı yoksulluğu ve bizatihi kendisinin de bu yaşamın içinde bulunması varlıklı-zengin sınıfına ve yoksul ve cahil insanların sırtından geçinen dinsel elite karşı mücadeleci bir kişilik kazanmasını beraberinde getirir. Politik bilinci geliştikçe ve ideolojik tercihleri netleştikçe doğrudan karşılaştığı-yaşadığı çelişkilerin çözümü üzerine kafa yormasının yanında, dünyanın gidişatı üzerine de düşünce üretmeye başlar ve yaklaşımlarını şiirlerinde ortaya koymaya yönelir.
Militan şiirlerini yazarken, mücadelenin gelişmesi için aktif politik faaliyetin içindedir. Kürdistan’ın Güneybatı bölümünde yavaş yavaş gelişmekte olan mücadele yıllarında (1920’lerde) o Kürt halkı için bir şeyler yapmak isteyen ilk grubun içine dahil olmakta gecikmez. Kuzey parçasında Şeyh Sait ve Ağrı direnişlerinin yenilgisinden sonra Güneybatı’ya geçmek zorunda kalan dönemin mücadeleci ve bir ölçüde önder kimliğine sahip grupla birlikte hareket eder. 1938 yılında kurdukları Kürt Gençlik Kulübü’nü bu grubun üyelerinden Qedrîcan, Osman Sebrî, Dr. Ahmed Nafiz’in de aralarında bulunduğu öncülerle birlikte kurar. Sonraki partili yaşamında da bu grubun bazı üyeleriyle ilişkileri sürer.
Bu yıllarda adı geçen şahsiyetlerle birlikte hareket edişi-bu çevrede olan bitenlere karşı ilgi duyması sanatsal alanda kendisini olumlu yönde etkiler. Şiir ve yazı alanında yeni olmasına rağmen güvendiği arkadaş çevresinden aldığı cesaretle bu yönünü geliştirmeye yönelir. Nitekim 1950’lere gelindiğinde iki divanı tamamlanmıştır. Birkaç yıl aralıkla iki divanı da yayınlanır. Bu saatten sonra artık Seyda olarak tanınmasının yanında şair olarak tanınmaya başlar. Kısa sürede şair kişiliği kabul edilmeye, bu alandaki yeteneği görülmeye başlanır. Kürtleri kurtarmaya çalışan siyasetçi Cigerxwîn’in şairliği öne geçmeye başlar. Şiirdeki başarısı politikadan kopmasını getirmez, bilakis ikisini birarada yürütmeye başlar. Elbette riskler artmakta, düşmanları daha çok saldırmaktadır. Birlikte çalıştığı parti ile de sorunları vardır. Her taraftan durum hiç de iyi olmamasına rağmen, bu en zor şartlarda bile geri adım atmaz ve politika ile sanatı birlikte yürütür.
Cigerxwîn’in sanatı ve politikayı birarada yürüttüğünün tanıkları O’nun bu işi yaparken bir dizi tehlikeyi göze aldığını-atlattığını belirtirler.
Şiirlerinde Kürt kitlelerini örgütlü mücadeleye ve direnişe çağıran; kurtuluş için silahlanmalarını salık veren; örgüt ve faaliyet olmadıktan sonra özgürlüğün gelmeyeceğini vurgulayan Cigerxwîn bu kararlı duruşunun bedellerini çok ağır ödemiş, kendisinin de belirttiği gibi sayısını hatırlayamayacağı kadar tutuklanmış ve işkence görmüştür. Ancak bu durum onu doğru bildiği yoldan caydırmaz. Bütün yeteneklerini Kürt halkının kurtuluşuna adayan Cigerxwîn yaptığı her şeyi gayet bilinçli ve belli bir amaca ve plana bağlı olarak sabırla ve inatla yürütür.
Partilidir
Cigerxwîn’de öne çıkan yalnızca sanatçılığı ya da tek başına politik kişiliği değildir. Şairliği ağır bassa da sanatçı-politik kimliği ile de öne çıkar. Sanatçı kimliği doğrudan bir parti içinde çalışmasının engeli değildir. Sanatçının halkının kurtuluşu için örgütlü savaşıma katılmasını savunur. Kürt halkının özgürlüğe kavuşabilmesi için örgütlü mücadeleye katılmasını savunur ve teşvik eder.
Yalnızca sanatçı olmanın ve partinin dışında kalarak sanatçılık yapmanın karşısındadır; yerinde durup kurtuluş üzerine ahkam kesmeyi de tasvip etmez, bizzat mücadelenin içinde olunması gerektiği çağrısını yapar. Bu yaklaşımını kaleme aldığı anılarında sıklıkla ve net olarak ifade eder. Şiirlerinde de bu konuda nettir, duruşunu şu dizelerde dile getirir:
“Bıbe parti û hem bıbe partizan
Eger serbılındi dıxwazi, bızan”
[Hem partili, hem de partizan ol,
Bil ki yücenin yücesi tek yol] (Kîne Em? Pelê Sor Yayınları, sf. 295)
Gayet açık bir dille başarmak için partiye ve ama aynı zamanda mücadeleye-militanlığa ihtiyaç olduğunu anlatmaya çalıştığı bu dizelerinde de görüldüğü gibi örgütlenmeye çok büyük önem verir. Şiirlerinde bilgiye ulaşma, aydınlanma, bilinçlenme ve örgütlü faaliyet sonucunda parti önderliğinde kazanma temasını çok güçlü olarak işlemesinin onun doğrudan partili biri olmasıyla da yakından ilintili olduğu tartışma götürmez.
İlk başlarda birlikte çalışacağı bir parti yoktur; gençlik derneği kurar. Sonra Suriye Komünist Partisi ile birlikte çalışır. Parti içindeki sorunlarda tavır takınır. Parti içinde başgösteren şovenist etkilerle mücadele yürütür. Sonra ayrılır. Bir ara (1956-59) örgütsüzdür; bu dönem kararsızlık hakimdir ve arayış içerisindedir. Bazı arkadaşlarıyla “Benda Azadi”yi kurar daha sonra da KDP’ye katılır, yönetimine seçilir; öldüğü güne kadar da bu partinin içindedir ve görevlisidir.
Bütün yaşamı sözkonusu edildiğinde, başından sonuna kadar kendisinin komünist olduğunu iddia etmemektedir. 1950’li yılların ortalarına kadar komünist-sosyalist kavramları etrafında yakın duruşu sürer. Bu nitelemeler etrafında bir temsil olayı vardır ancak içeriksel anlamda komünist bir nitelik yoktur. Özellikle Suriye Komünist Partisi (SKP) içinde yaşanan ezen-ezilen ulus devrimcileri arasındaki problemler onu SKP nezdinde komünist söylemden uzaklaşmaya da iter. Girdiği bu yeni yönelim SKP’den bütünüyle kopmasını getirir ve ulusal-devrimci temelde hareket eden dönemin KDP’sine yakınlaşır, içinde örgütlenir. Yeni dönemde yer yer kendine sosyalist dese de artık belirgin olan ulusal-devrimci söylemdir.
Ayrılık gerekçeleri arasında ulusal sorun önemli bir yer tutar. Bu bağlamda şöyle yazar:
“Ya bizi olduğumuz gibi kabul edin, ya da biz ayrı bir örgüt kuracağız, dedim. Kürt demokrat ve komünistlerinden yeni bir oluşum yaratacağız. Bu oluşumda Marksist klasikleri Kürtçe okutacağız. Aynı zamanda Kürt tarihini ve ulusal bilincini de işleyeceğiz. Bu nedenle sonradan birbirimize kötü olmayalım. Kürtlerin içinde Marksist öğreti çokca öğrenildiğinden, Sovyet sempatisi geliştirilebilirdi. SKP’nin içinde, Irak’ta olduğu gibi bir Kürdistan seksiyonu oluşturulmalı, bu seksiyon komünistlere bağlı olarak çalışmalı.
Benim bu önerime çok sert tepkiler geldi.”(Hayat Hikâyem, sf. 311)
Daha o yıllarda bu görüşleri savunabilmek, dönemin koşulları vb. çerçevesinde elbetteki gayet ileri denebilecek olumlu bir adım olarak görülmelidir.
SKP ile ayrı düşmesinde, yukarıda aktardığım yerde de görüldüğü gibi ezen-ezilen ulus devrimcilerinin ilişkileri önemli bir rol oynar. Hayat hikâyesini yazdığı kitabında bir ölçüde ayrıntılı olarak anlattığı üzere belirleyici olanın ulusal sorun etrafında yoğunlaşan tartışmalar olduğunu belirtir. Cigerxwîn ve arkadaşlarına göre SKP leninist değildir, çünkü Kürt ulusal sorununa yaklaşımı şoven temeldedir. Kürtlerin kendilerini parti içinde ifade edememelerinin yanında seksiyon örgütlenmesi isteklerinin kabul edilmemesi vb. gibi tavır ve gelişmeler ayrılığı kaçınılmaz hale getirir.
SKP’deki gelişmeler vb. komünist söylemi kullanmasını arka plana itse de partili yaşamına olumsuz bir etkisi olmaz. Çünkü o partili çalışmanın, örgütlü olmanın bir örgüt aracılığıyla kurtuluş için çalışmanın tam bilincindedir. Bütün mesele SKP ile bağlarını koparmasıdır. Ancak buna rağmen ne SKP’nin düşmanı olur ve ne de genel planda komünistlere düşman. Milliyetçilerin komünist karşıtı söylemlerine ve davranışlarına ortak olmaz. Bilakis komünistlerin iyi bir dostu olduğunu her defasında belirtir.
Kesintiler olsa da, Cigerxwîn’in mücadeleci hayatı esasında örgütlüdür. Ya kendisi kurmuştur ya da varolan bir yapı içinde çalışmıştır. SKP ile tanıştıktan sonra ise zaten örgütlü yaşamı süreklileşmiştir. Bu partiden ayrıldıktan kısa süre sonra yeni bir örgüt kurar ve ardından KDP’ye katılır.
Bir yandan içinde bulunduğu örgütten iç sorunlar nedeniyle ayrılırken ve yeni örgüt(ler) kurarken şiir yazmayı da ihmal etmez. Politikayı ve sanatı birarada yürüten Cigerxwîn yaşamının son 20-25 yılına altı divan ve başka konularda bir dizi ürün sığdırabilmiştir.
Hem partili ve hem de hatırı sayılır bir şair olmasına (Mele olmasının Kürt toplumu içindeki etkisini saymazsak) rağmen, o esas olarak “büyük sanatçı” veya “büyük politikacı” havalarına girmemiştir. Politikadaki yönetici konumunu ve tanınan ozan kimliğini kötüye kullanmamış, bu niteliklerinden kişisel amaçla yararlanma yoluna başvurmamıştır. İlk dönemlerde konumuna kimi vurgular yapsa da esasında alçakgönüllü bir çizgide durmuş; halkına yukarıdan bakan savrulmalara girmemiştir. Zaten halk nezdinde geniş kabul görmesinin nedenlerinden biri de halkla birlikte-içiçe olmasıdır…
Yaşadığı dönem ölçü alındığında, Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi özgülünde hem sanatsal çalışmasını ve hem de politik çalışmasını birlikte ve fakat en üst düzeyde ve dolu dolu yürüten en başarılı kişi belki de Cigerxwîn’dir. Devrimci-ilerici aydınlar arasında partili mücadeleden kaçışın pek revaçta olduğu koşullarda ısrarla partili mücadeleyi tercih etmesi ve çevresine, halka örgütlü olma bilincini taşıması onun üstün-başarılı yanıdır.
Şiirlerini (ve ürünlerini) Kürtçe yazmıştır
Cigerxwîn’in yaşadığı dönemin Kürtçe dilini en iyi kullanan, en iyi temsil eden ve geliştirenlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Ülkesi işgal altında tutulan ozanın anadiliyle yazması zaman alır. Bir dizi yasak vardır, özellikle dilin gelişmesinin önlenmesi için çok çeşitli baskılar devreye sokulur. Dinsel birliktelik vb. adı altında Arapça okuyup-yazma dayatılır ve böylece kendi ulusal özünden uzaklaşma sağlanmaya çalışılır. Cigerxwîn’in ilk gençlik yıllarında sömürgecilerin bu baskılarının etkileri görülür. Kuzeydeki direnişçilerle karşılaşması Kürtçe yazma kararı almasına vesile olur. Bu gelişmeyi şöyle açıklar:
“1924 yılında yaşadığım bu olay ile Erganili Şewqi Bey sayesinde uyandığımı, Kürtlük bilincimin olgunlaştığını hatırlıyorum. Bilincim giderek perçinleşti, yurtsever düşüncelerle tanıştım. Şewqi Bey ile tanışmamdan sonra artık Arapça şiir yazmadım. Tüm şiirlerimi Kürtçe yazmaya başladım. Ama bu konuda derin bir bilgim olduğu da söylenemezdi.” (Hayat Hikâyem, Evrensel Basım Yayın, Haziran 2003, sf. 133)
Şewqi Bey ile ülkenin hali üzerine sohbet ederler. Olan biten üzerine söyleşirler. Yaşanılanlar karşısında neler yapılabileceği sorusu etrafında yoğunlaşırlar ve Cigerxwîn üzerinde kendisinin de belirttiği gibi ciddi bir dönüşüm-değişim yaşanır.
Kürtçe dilinin gelişmesinin engellendiği ve Kürtçe yazmanın yasaklandığı koşullarda bütün riskleri göze alarak ve bedeller ödeyerek yasaklı dilinin gelişmesine özel bir itina gösterir. Gerçekten de sorunu bilince çıkartır. Bütün eserlerini Kürtçe yazması bunu kanıtlamaktadır.
Kendi anadilini seviyor, koruyor ve geliştiriyor. Ancak sırf kendisi için değil, Kürt halk kitlelerinin de Kürtçe yazmalarını, konuşmalarını sağlamaya, etkili olmaya çalışıyor. 1930’lu yılların başında yazdığı bir makalede Kürtçe’nin kullanımı üzerine durur ve her halk gibi Kürtlerin de dillerini kullanmalarını anlatır. Sonraki yıllarda dil alanında geliştikçe, Kürtçenin kendine özgü zenginliğini farkettikçe Kürtçe dili alanındaki hassasiyeti artar. İlgisi zamanla onu dil üzerine dersler verecek düzeye getirir. Güney’e geçtiğinde ve bu yıllarda Bağdat’ta görevlendirildiğinde dil üzerine dersler vermektedir. Bu yıllarda Kürtçenin lehçeleri-şiveleri bağlamında çok yoğun tartışmalar içine girdiği; sert tartışmalar yaşadığı ve ciddi tehditler aldığını hayat hikâyesini yazdığı kitabında anlatır.
Cigerxwîn dilini çok sevmektedir. Yasaklanması belki de bu sevgiyi depreştirmektedir. Tarihini, halkının geçmişini ve dilinin tadını derinliğine hissettikçe-yaşadıkça dile karşı olan bağlılığı ve sahiplenmesi giderek büyür.
Dil üzerine çalışmaları bulunan Cigerxwîn Kürtçe üzerine şiir de yazmıştır:
“Dilini yaşat ey okuyucu
Ne dilsiz kişi olur, ne ulus
Kentten köye şöyle bir in
Bak dilin ne hoş, ne zengin
Bak ne tatlı anadil
Ne değerli ve saygın
………………….
Yüzlerce, binlerce yıl dilimiz
Bizim gibi tutsak kaldı
Ne denli kahraman ve yiğitki
Yenilmedi kılıca ve mızrağa
Korudu kendini, boyun eğmedi
Sözcükler yarattı yeni yeni
Eğer biraz toz ve pas da sinmişse
Onun suçu değil, biz geç davrandık
Masal, şiir ve folklorla dilimiz
Ün yapmış, gelişip zenginleşmiş
Mısrada yoksul sayma onu
Ünü için Hesari yeter
Cıziri ve Hani, o yiğittir o
Dicle, Zap ve Aras gibi o
Siyahpuş’a, Nali’ye, Bati’ye bir bak
Miksi’yi, Nûri’yi, Haci’yi oku
………………………
Yakutu, elması, inciyi mısralarla
Ördüler, bir güzel düzenlediler
Dil gelinine sundular onu
Güzel dilimizi geliştirdiler.” (‘Anadil’/Zend-Avısta, Aktaran: Kadri Cemil Paşa Doza Kürdistan, Öz-Ge Yayınları,1991 Ankara, sf. 258-259)
[Vejêne zımanê xwe ey xwendevan
Nebûye mılet hiç kesek bê zıman.
…
Bınêre zımanê te çend dewlemend
Lı bajêr, tu carek xwe bıghêne gund.
Bıbêne çı şêrine ev reng zıman,
Çı payebılınd û çı rûmetgıran.
…
Sedan sal, hezaran zımanê meye,
Weki me dı bın destê dıjmındeye.
Çı gernas û mêre dı meydanê ceng.
Ne şûr û ne mertal, ne top û tıfeng.
Xwe parast jı dıjmın weki pehlewan,
Gelek afırandın wi pırsên cıwan.
Meger lê xuyane hınek toz û jeng
Ne gunhe wiye, em şıyarbûn dereng.
…
Bı çirok û helbeste û folkılor,
Bı paye zımanê me xweş çûye jor.
Dı rostêde carek mebê bêkese,
Jı bo payedari Hesari bese.
Cıziri û Xani, çı gernase ew
Weki Dıcle û Zab û Arase ew.
Sıyahpoş û Nali û Bati bıbin,
Tu Mıksi û Nûri û Haci bıxwin.
…
Kı yaqût û elmaz û mırcan bı rıst,
Bu hûnan rıstın cıvandın dırıst.
Jı bûka zımanre ku pêşkêşkırın,
Zımanê meyê xweş bı pêşve bırın.]
(Kîne Em?, Pelê Sor Yayınları, sf. 310-316)
Anadilini gerçekten seven ve sahiplenen bir Cigerxwîn görüyoruz. Bir nebze milliyetçi duyguları devreye girmiş olsa da belirleyici olan kendi diline sahip çıkmasıdır. Ulusal bilincinin gelişmesi olgusu da bu sahip çıkma tavrını güçlendiriyor. Zaten bütün ürünlerini Kürtçe yazmış olması tek başına Kürtçeyi kullanabilmesi ile açıklanamaz; besbelli ki siyasal yaklaşımından sanatına kadar gelişmiş bir ulusal bilinç sahibi olarak Cigerxwîn bunu bilinçli olarak tercih etmektedir. Kürtçeyi kullanıyor diye bir dizi takibata uğramış ve baskı görmüş Cigerxwîn’in ısrarla diline sahip çıkması ve bu kavgayı yürütmesi ulusal-devrimci bir tutumdur.
Cigerxwîn’in Kürtçe’nin Kurmanci lehçesiyle şiirlerini yazdığı ve Kürt dilinin bu lehçesini şiirde kullanma alanında önemli bir mesafe kattettiği ve ciddi bir konum elde ettiği konunun uzmanlarınca kabul görmektedir.
Mücadeleci şiirler yazmıştır
Kişisel yaşamında çevresiyle ilişkileri, ilk başlarda köy yaşamının verdiği kimi zıtlaşmalardan vs. etkilenmiştir. Buna rağmen genelde sakin, iyimser ve sevgi dolu biridir. Politik nedenlerle çelişkisi olduğu insanlar olmuş ve fakat bunlara karşı kin duymamıştır. İyi ilişkiler kurmuş, zorunlu olmadıkça kavga-döğüşe girmemiştir. Ancak iş düşmanlarına karşı mücadeleye gelince kavganın kaçınılmazlığını ısrarla vurgulamıştır. Halkının savaşmaya mecbur kaldığını şu sözlerle dile getirmektedir:
“Ez xweş mırov ım
Ne hırç û hov ım
Lê çıbkım dıjmın
Bê şer naçi der”
[Uygar insanım,
Ne ilkelim, ne de yabani!…
Ne yapsam savaşsız olmuyor.
Düşman memleketimden çıkmıyor.]
(Kîne Em?, Pelê Sor Yayınları, sf. 147)
İnsani özelliklerini masumane bir şekilde ifade ettiği yerde aslında kavgaya mecbur kaldıkları için başvurmak zorunda olduklarını işleyerek düşmanlarına büyük bir ders verir. Haklarını almak için mücadele etmek zorunda kaldıklarını vurgulayarak, bu temayı şiirlerinde hakim hale getirerek Kürt halk kitlelerinin bilinçlenmesine böylece büyük katkıda bulunur.
Ülkeyi sömürgeci düşmanların işgalinden kurtarmayı böylesine bir betimleme ile ifade etmesinde de görülebileceği gibi, Cigerxwîn savaşı sevmediğini, ona mecbur kaldıkları için başvurduklarını açıklar.
Şiirleri mücadelecidir, kavga için, kurtuluş ve iyi bir gelecek kurulması için ilham gücü verir. Bu çizgisinden taviz vermez ve bu temelde halk kitlelerini eğitmeyi sürdürür. Suriye devletinin ağır baskısı altında bu mücadeleci kişiliğinden ödün vermez. Mücadelenin yalnızca şiir yazılarak verilmeyeceğinin bilincindedir. Pratik olarak kavganın örgütlenmesi işinin de içindedir.
Şiirlerindeki ulusal kurtuluşçu öz Kürdistan’ın dört bir yanında müthiş bir etki bırakmıştır. Güney’deki peşmergelerin onun şiirlerini ezbere okudukları; Güneybatı gençliğinin onun şiirlerindeki ihtilalcilik ve yurtseverlik dolu satırlarıyla asimilasyona direndikleri ve Kuzey’deki ulusal uyanışta onun dizelerinin rolü inkar edilemez. Hâlâ pekçok Kürt ozanı, ses sanatçısı Cigerxwîn’in şiirlerini seslendirmektedir…
Bir dönem Türkiye İşçi Partisi saflarında mücadele yürütmüş Tarık Ziya Ekinci zamanın meşhur “Doğu ve Güneydoğu” mitingleri dönemindeki örgütlenme sırasında Cigerxwîn’in katkılarını şu şekilde özetliyor:
“Bizi ayakta tutan onun gönderdiği değerli din adamları oldu. Onun devrimci şiirleriyle Doğu ve Güneydoğu gençliği bize meyil gösterdi.” (Evrensel gazetesi, 21 Mayıs 2003)
Mele Cigerxwîn, bu özelliği itibarıyla dini çevrelerde tanınmaktadır. Dinsel gericiliğin hakim olduğu Kürdistan’da haliyle seveninden çok düşmanı vardır. Dinsel anlamda gerici olmalarına rağmen iş Kürt ulusunun haklarını savunmaya geldiğinde sömürgeci inkar politikalarının karşısında duran kimi din adamları belli bir çerçevede mücadeleye iştirak edebilmişlerdir. Tarık Ziya Ekinci’den aktardığımız satırlar bu bilinçle dikkate alınmalıdır.
Hayat hikâyesinde de belirttiği gibi insan olarak onun da korktuğu anlar olmuştur. O bu durumu gizlemez. Ancak düşmanlarına karşı yürüttüğü politik mücadelede ve sanatsal çalışmada tavrı korkakça değildir. Dirayetlidir ve mücadeleden geri adım atmaz. Hem uluslararası alanda ve hem de ülkesi ve halkı nezdinde ancak mücadele sonrasında iyi günlerin geleceğine kendisini inandırmıştır. Bu konuda şiirler de yazmıştır. “Kaçıyorum” adlı şiirinde korkaklığı mahkum etmektedir:
“Korkaklık yorganını çeksen başına, gamlı olursun
Sakın, dönmeyesin amacından tüm yaşam boyu
Ayıp değil mi, biz sağ ve yiğitken, düşman yesin bu bağı”
[Cılıka gıdîya bıdî serê xwe, xemnak dımênî
Zînhar, nebî jı doza xwe ve bî ta her û her saxî
Ma ne şerme, em sax û gernas, û dıjımın bıxwın vî baxî?] (Lenin Şafağı, sf. 65)
Mücadeleci kişiliği doğrudan ulusal kavganın içinde yeralmasıyla yeterince açıktır. Ama aynı zamanda ulusal kurtuluş mücadelesinde geçmişteki direnişlere sahip çıkma ve bu mücadelelerden dersler çıkarma noktasında da soruna yaklaşımı militan temeldedir.
Şiirlerinde, ulusal-devrimci temelde mücadeleye çağrı hakimdir. Başından sonuna kadar Kürt halkının kurtuluş için mutlaka direnişçi bir çizgide hareket etmesini işler. Kürtlerin ulusal kimliklerine sahip çıkmalarının, parçalanmışlığa son vermenin ve ülkelerinin özgürlüğü için de mücadelenin şart olduğunu işler.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı “Merşa Keyanî” (1942) şiirinde bu tutumunu şöyle ortaya koyar:
“Bê welat, bê felat em çi ne kurdino
Bê civat bê xebat em çi ne kurdino
Bê xelîc, bê Ferat
Bê Cizîr, bê xelat
Bê sera bê kelat
Em çi ne kurdino!
Tîp û kom ko nebin em çi ne bê ewa
Teng û top ko nebin em çi ne bê ewa
Top û kom kewt û gêş
Teng û top bidine pêş
Vaye dijmin revî
Herne wa, herne wa.” (Hawar, Cild 2, Weşanên Nûdem, Stockholm 1998, sf.1098)
Paylaşımcıdır
Aşırı yoksul koşullarda büyür. Çocukluğu çok zor şartlarda geçer. Köyde kendilerine yetecek kadar toprakları yoktur. Ağaların hükmü geçerlidir. Fazla imkânları da yoktur. Köy yerindeki sınırlı destek ve dayanışma ile zorluklarını aşmaya çalışırlar. Akraba ve dost çevresi birbirine sahip çıkma gayreti içindedir. Yoksulluk ve bir dizi şeyden yoksun yaşam daha çocukluk yıllarında ozanın başkalarının zorluklarını paylaşma duygusunun gelişmesine yolaçar. Özellikle ağaların kanemiciliği ve şeyhlerin halkın sırtında semirmeleri karşısında yoksul köylülerin yoksunluk ve yoksulluklarla geçen ömürleri onu tavır almaya, tavrını bilinçli kılmaya iter. Sonraki yıllarda sanat ve politikada edindiği bilinç ve tecrübe, içine girdiği ilişkiler vb. ortaklaşma düşüncesini geliştirir. Örgütlü faaliyet içinde paylaşma ve kolektif hareket etme tutumu bu alanda bilinçlenmesini de beraberinde getirir. Devrimci yaşamı içinde paylaşımcı yönü öne çıkar ve bu durum süreklileşir. Marksist-leninist kaynaklara yönelmesi ve sosyalizmin kalesi Sovyetler Birliği’ne karşı beslediği güçlü duygular onun yaşamındaki ortaklaşma eğilimlerinin devrimci temelde güçlenmesinde rol oynar.
Şiirlerine bunun güçlü yansımaları vardır. “Arkadaş Pol Robson” şiirinde paylaşımcılığı şu satırlarda dile getirir:
“Hey Robson arkadaş!
Bu cihan hepimize yeter
Kara, beyaz derililere
Güleryüzlü geçirmeliyiz, sağlıklı
Refah içinde, alnı açık
Bir arada, iyi, güzelce
Açlar, çıplaklar, öksüzler kalmasın
Ne öldürülme, ne savaş, ne haykırış, ne bağrış
Birlikte gidelim iş uğraşa
Sekiz saat, dört saat, iki saat
Çok güzel çalışmak
Millet için, yurt için
Giysi ve yiyecek sahibi olduk mu
Ev, ışık sahibi, okur.
Ve yaya kalmadık mı?
Kıskanmaz ki kimse birbirinden
Arkadaş olmuşuz, dost olmuşuz, yar olmuşuz
Kalmamış yabanilik
Herkes bilgili, aydın, uyanık
Bu barış güvercini çok sevimli, gencecik
Yelpazeler de yelpazeler, insanların omuzlarında
Her şey seviyle dolu, hayatla
Ah… Cigerhun
Çok güzel bu cihan…”
[Ey heval Robson!
Ev cîhana xweş
Besî teva ye, çı sıpî çı reş
Dıvê derbaskın rû bı ken û geş
Dewlemend, serbılınd,
Tev bı hevra rınd…
Nemînın sêwî, bırçî û tazî
Ne kuştın, ne şer, ne qîr, ne gazî
Bı hev re herın tev kar û xebat
Heşt seet, çar seet, du seet
Pır xweşe xebat
Bo mılet û welat,
Ku bıbın em bı kınc, bı xwarın
Bı xanî bı ronî xwenda û şıyar
Lı ber hev nanêrın
Bûn heval bûne dost, bûne yar
Hovîtî nema ye.
Tev xwenda, tev zana, tev şıyar
Ev kevoka selam pır xweşık, pır cîwan
Baweşîn, bawêşîn bıkî ew lı ser me însan
Tev evîn, tev de jın
Ax… Cegerxwîn
Pır xweşe ev cîhan…]
(Lenin Şafağı, sf. 15)
Dünyanın zenginliklerinin paylaşımındaki bu tavrını somut olarak kendi şahsında gösterebilmiştir Cigerxwîn. Güney’de bulunduğu yıllarda imkânlarını başkalarıyla paylaşma konusunda örnek bir davranış içindedir. Kürdistan’ı gezip tanımaya yöneldiği Seydalık yıllarında Musul’da içine düştükleri zor durumu nasıl aştıklarını şöyle anlatır:
“Parasızdık. Mecburen altın kaplı Kuran’ımı pazara gönderip sattırdım. Ama dört rupi on dört kişiyi kaç gün besleyebilirdi?” (Hayat Hikâyem, sf. 178)
O dönem yaptığı işe ve hâlâ etkisinden kurtulamadığı dinsel inanışlarına bakıldığında kutsal bildiği Kuran kitabını satması özveri gerektirir. Arkadaşlarını besleyebilmek için yaptığı bu hareket sonraki yıllarda içeriksel anlamda da değişerek giderek gelişir.
Bağdat’ta kaldığı dönem, yaptığı iş karşılığında aldığı parayı arkadaşlarına / yoldaşlarına, Kürt partilerine ve devrim için harcamaya ayırdığını yaşamını anlattığı kitabında açıklamaktadır:
“Ben kazancımın yüz dokuz dinarı olan bin doksan Suriye lirasını çocuklarımın okul giderleri için harcıyordum. Bir o kadarını da Kürt dernek veya örgütlerine yardım olarak veriyordum.” (sf. 364)
Gayet sade ve düzgün bir yaşam; alçakgönüllü ve fedakâr kişiliği iyi bir paylaşımcı tutum eşliğinde sürer. Hem aile ve hem de politik mücadelenin ihtiyaçlarını birlikte düşünür. Bencil davranmaz; olan imkânlarını mücadelenin içinde olanlarla paylaşır. Bu tutumu yurtdışına çıktığında da sürer. İlerlemiş yaşına rağmen kendi özel dünyasına kapanmaz, son ana kadar dostlarıyla ve yoldaşlarıyla, Kürt halkıyla birlikte mücadelenin ve hayatın zorluklarını paylaşır.
Dönemin tanıkları, birlikte faaliyet yürüttüğü arkadaşları da Cigerxwîn’in paylaşımcı kişiliğini doğrulamaktadırlar. Cigerxwîn’in paylaşımcılığı noktasında Osman Sebri şöyle demektedir:
“Bı çav mın ev yeka hun koça fedakari ya dawiyê ye. Jı vê pêve; dı rojên tengi û zivariyê de ji, dılgeşi hu comerdi ji Cegerxwin bı dûr neket. Rojekê mın ew dılteng û bêhêvi nedit, çı dema lê qewımiye tevi zivarıya xwe her û her destê alikariyhe dırêji heval û hogirên xwe kıriye.” (Sewra Azadi-Diwana Duduyan için 5.10.1954 yılında yazdığı önsözden)
Cigerxwîn’i yakından tanıyanlar onun kendine mülk edinme gayreti içine girmediğini belirtiyorlar. Hayatını anlattığı kitabında kimi zaman toprak sahibi olduğunu ama kendisine yetmediğini; bir ara çok topraklara sahip bulunduğunu ve fakat elindeki araziyi sattığını, elinden kayıp gittiğini, saflıkta kaybettiğini filan belirtir. Böyle de olsa yoksulluk yakasını bırakmaz.
Yaşamı politik mücadele içinde geçmiş biri olarak maddi zenginlik peşinde olmamıştır zaten. Hapishane, sürgün, göç kıskacı içinde geçen ömrü boyunca bir bakıma yoksulluk onun sürekli yol arkadaşı olmuştur. Yol arkadaşı yoksulluk şiirlerine sıklıkla konu olmuş ve buradan hareketle yoksulların, çalışanların emeklerine sahip çıkma, geleceklerini kurma üzerine durarak kavga çağrısı yapmıştır.
Aile tarafından da kendisine kalan birşey yoktur. Gezginci bir hayatın içindedir, düşman tarafından sürgünler dayatılmaktadır. Neticede Qamışlı’da evi ve evinin bitişiğindeki bahçesinin dışında dünyada dikili ağacı olmayan biridir. Ki bu ev de tanıdık ve dostlarının katkılarıyla alınabilmiş bir evdir…
Emekçilerin birliğini savunur
Ele aldığı konularda bizzat mücadele çağrısı yaparak değişim için müdahale etmenin gerekliliğini anlatan şiirleriyle yalnızca varolanı dile getirmekten kurtulup alternatife işaret eder.
“Değerini Bulan Rençber” adlı oldukça uzun sayılabilecek şiirinde kurtuluş bağlamında şunları yazar:
“Eve gelip dolandılar
Aslanlar gibi
El ele verdiler
Yeni yeni kurdular
Ezilenlerin partisini.
Ve bütün işçiler bir oldu
Başıboştu ama çoğu
İçlerinde Sâlâr sağlam
Onları düzene koyuyordu
İşçiler birleşmeli ki
Değerimizi bulalım biz de
Değiştirelim bu düzeni
Devlet sahibi olalım biz de.
Bu işçiler ve köylüler birleşmeli
Ki kırabilsinler kafalarını
Sermayedarların.”
[Pıştî ko hatın malê
Lı hev gerîn weke şêr
Destê xwe dane hev
Nû çêkırın benda jêr
Hemî karker bûne yek
Dest pê kırın sergêjî
Salar dı nav wan de xweş
Tım gotınan dıbêjî
Dıvê karker bıbın yek
Da em bıbın bı rûmet
Vê rıstıkê bıgorın
Em jî bıbın bı Dewlet
Ev karker û cotar
Dıvê bıbın tev heval
Da bışkênın serê van
Dewlemendên, xwedî mal]
(Lenin Şafağı, sf. 33-35)
Ağalara karşı savaş açar. Düşmanla birlikte hareket eden ağa, bey takımına karşı Kürt halk kitlelerini aydınlatmaya büyük önem verir. Toprak ağalığı düzenini teşhir eden ve yoksul Kürt köylülerini mücadeleye çağıran çok şiir yazar. Şiire ilk başladığı yıllardan sonuna kadar bu konudaki duyarlılığını sürdürür. “Hawar” dergisinde yayınlanan “Pendname” ve “Derdên Cegerxwîn” adlı şiirlerinde özellikle bu konuyu olağanüstü bir açıklıkta dile getirmeye çalışır. Kürdistan’daki ağa, bey, mir ve dine tapma olayını ve bunların sonuçlarını ortaya koyduğu 1930’lu yıllarda doğal olarak çok büyük tepkiler çeker, “deli” olduğu yönünde karşı propagandaya maruz kalır.
Politikayla ilk tanıştığı yıllarda hâlâ belli yetmezlikleri sürer. Ulusalcı geçinen kimi feodal-burjuva çevrelerle bağını koparmada zorlanır. Belli beklentileri bu zaafa düşmesine neden olur. İnkâr ve baskı politikalarına rağmen Kürtlüklerini açıkça savunan kimi Kürt feodal-egemen takımına karşı liberal bir tutum içine girer. Somut olarak Haco Ağa ve çevresi bağlamında uzun süre beklentisi devam eder. Bu zaafını “Artık devletle ve feodallerle ilişkimi kestim” (Hayat Hikâyem, sf. 301) şeklinde açıklar. İlişkisini kestiği tarih 1950’li yıllardır. Küçük burjuva devrimci özellikler bu alandaki zaafının tezahür etmesinde belirleyici rol oynar; böyle olmasında bence şaşılacak bir şey yoktur.
Dinsel gericiliğe karşı savaş açar
Kendisi de bir zamanlar dinsel temelde faaliyetin içinde olmasına rağmen, gençlik yıllarındaki dinsel içerikli çalışmalardan uzaklaşır ve süreç içinde dine, somut olarak da islam dinine karşı halk kitlelerinin bilinçlenmesi için yoğun bir faaliyetin içine girer. Şeyhlerin amaçlarını, yaptıklarını ve bunların etkisinde kalan yığınların durumunu şiirinde ve diğer çalışmalarında sürekli ele alır.
Şiire yeni başladığı yıllardan öldüğü güne kadar dinsel gericilikle mücadele yürütür. Çocukluk ve gençlik yıllarının bizzat dinsel eğitim veren kurumlarda / yerlerde geçmesi belki de dinin nemenem bir şey olduğunu en yakından görmesine ve gördüğü bu şeyin etkisini kırmaya yöneltir. Daha yeni yeni yazmaya başladığı dönem gayet net bir şekilde İslam dininin temsilcisi durumundakileri hedef alır. Kitleleri bu hedeflere karşı aydınlatmaya çalışır. O günün şartlarında zorunlu denebilecek medrese-din eğitimi alması onun dinsel gericilikle mücadele etmesine aslında katkıda bulunmuştur. Çünkü kendisini bilinçli olarak dinsel gericilikten kurtarmış ve ona karşı savaş açmıştır. Açtığı savaşta halk kitlelerinin aydınlatılmasına çok büyük yararlılıkları olmuştur. Bu bağıntıda “Destê Şêx Maçi Mekın” şiiri örnek verilebilir:
“Destê şêx maçi mekın ew şêx ne qutbê razi ye;
Tac û şewket tev xebata destê sar û tazi ye.
Ev ne din e, din mebe, din serxwebûna mılet e;
Ser mebe ber lıngê şêx, kengê Xwedê jê razi ye.”
(Diwana Yekan, Weşanên Deng, 1992 İstanbul)
Kürt toplumu içinde, dinsel etkinin ağırlığının çok iyi farkındadır. Kürtlerin ulusal özgürlüğü için bu etkiden uzaklaşmaları gerektiğinin de bilincindedir. Çok değişik araçlar üzerinden hareket ederek toplumu aydınlatmaya ve gerçek amacına yöneltmeye çalışır. Bu şiirinde de görüldüğü gibi dini gericiliğin etkisini kırmaya çalışırken çok dikkatlidir ve mümkün olduğunca kitlelerin tepkisini çekmemeye çabalar.
“Tarixa Kurdistan 1” adlı çalışmasında dinsel gericilikle mücadele yürüttüğü yerde bu bağlamda yaptığı benzetme hayli anlamlıdır. Şöyle diyor:
“Hesap günü geldiğinde ve Allah Şam’a indiğinde, şeyhin onları cehennem ateşinden koruyacağına ve onlar için cennetin kapılarını açacağına inanırlar…” (Aktaran: Martin van Bruinessen Kürdistan üzerine yazılar, İletişim Yayınları,1992 İstanbul, sf.19)
Dinsel temeldeki gericiliğe karşı çok kapsamlı, çok yönlü ve uzun vadeli bir mücadelenin içinde oldu. Belki de bütün ömrü dinsel gericiliğe karşı mücadeleyle geçti. Ancak buna rağmen yer yer hatalar da yaptı. Kürt ulusal mücadelesine katılmadan önceki dönemde zaten kendisi de fiili olarak dinsel temelde hareket eden çevrenin içindeydi. Ulusal mücadeleye katıldıktan ve giderek örgütlü bulunduğu yapılarda ileri konumlara geldiği dönemlerde de ilk başlarda şeyh, ağa, bey takımıyla bağını koparmada bocaladığı anlar oldu. Yararlanma, çeperi geniş tutma, ürkütmeme ve milliyetçi din adamları vb. yaklaşımı nedeniyle tam bir komünist tavır sergileyemedi. Materyalist temelde bir duruş sergilemesine ve sosyalizmin güçlü etkilerini üzerinde taşımasına rağmen, ülke gerçekliği cenderesine sapması nedeniyle hatalar da yaptı. Her halükarda genel olarak değerlendirildiğinde dinsel gericilikle mücadelede devrimci içerikte bir duruşu vardı ve bu duruşun çok ciddi kazanımları oldu.
Kadın-erkek eşitliğini savunur
Köy yaşamını iyi bilen Cigerxwîn, göze çarpan en ciddi problemlerden birinin de kadın-erkek arasındaki eşitsiz durum olduğunu tespit ederek bu sorunu şiirlerinde ele alır. Elbette güzel aşk şiirlerine de yer verir, ama kadın-erkek arasındaki eşitliğin sağlanması yolunda yazdığı şiirlerinde gayet net devrimci mesajlar da verir. Kadınların kurtuluşları için mücadele etmeleri gerektiği bilincini taşımaya çalışır. “Destê İsmet Şıkandın” şiirinde mücadelede kadın erkek katılımını-rolünü şöyle ele alır:
“Êrişe êriş, cotar û karker
Destên hev bıgrın, xwenda û rencber
Mêr û jinên kurd, tev bıbne leşker
Qelem bı destek, destek bı xencer” (Sewra Azadi)
Kadınlar arasında aydınlanmaya büyük önem verir. Kadınların özellikle geri bıraktırıldığını dikkate alarak okumaları yönünde şiirler yazar. “Keça Kurd” şiiri de böyle bir çalışmadır. Şiir Kürt kadını ile sınırlandırılmış olsa da kadının toplumdaki gerçek rolünü oynaması için ilerici-devrimci mesajlar vermektedir.
Kadınların kurtuluşunun Sovyet düzeninden geçeceğini yalın bir şekilde ifade etmektedir. “8 Mart Demokrat Kadınların Bayramı” adlı şiirinde Ekim Devrimi’yle açılan yoldan gidilirse, Lenin ve Stalin’in yolu takip edilirse özgürlüğe varılacağını ikircimsiz bir biçimde işlemektedir. Sözkonusu şiirin bir bölümü şöyledir:
“Işıdı aydınlık Sovyet burcundan
Sevinç saldı tüm dünyaya
Kadınlara sevinç saldı
Sevinç, halay; düğün, muştu
Tutuştuk el ele; Çin’den ta Çin’e
Eşit olduk kadınla erkek
Tez doğdu bu güneş ve yıldız bize
Tutsaklık, boyunduruk günü gitti
Yöneldi bize özgürlük günü.”
[Lı bırca sovyet derket ronahî
Lı dınyayê tev, jınan kır şahî
Şahî û govend, dîlan û mızgîn
Destên hev gırtın jı Çîn ta bı Çîn
Em bûne wek hev de jın û mêr
Lıme zû derket ev roj û stêr
Roja dîlî çû, roja bındestî
Berê xwe da me roja serbestî]
(Lenin Şafağı, 18)
Kadının kurtuluşunu doğrudan somut durumla bağı içinde ele aldığı yerde kadına biçtiği rol çok çarpıcıdır. Bundan elli yıl öncesinin Kürdistanı’nda köy şartlarında yaşayan kadınların mücadeleye öncülük yapabileceklerini işlemiştir. Oldukça uzun “Çiftçi ve Tarla” şiirinde Fatê adlı kadının mücadele çağrısının sonuçta zaferle taçlanmasını ve kadın-erkek eşitliğinin de bu yolla sağlanmış olduğunu konu edinir. Bu çalışmasında en geri koşullarda bile, somut olarak geçen yüzyılın ilk yarısında Kürdistan’da kadının nasıl öncü rolü oynayabileceğini / oynadığını göstermektedir. Sözkonusu şiirin bazı dizeleri şöyledir:
“Düğünle, halayla ayrılıp
Geldiler köylerine
Soro önder olmuş
Cennete çevirdi vatanı
Kuruttu kökünü
Zulüm ve zorbalık düzeninin,
Her şeyin.
Eşit oldular
Kadın ve erkekler özgür
Haykırdılar bir ağızdan:
‘Yaşasın iri kafalı Fatê’”
[Bı govend û bı dîlan
Tev de jı hev bela bûn
Herkes hate gundê xwe şa bûn
Soro bûye sermîyan
Welat kıre wek bıhışt
Zor û zılm û koletî
Dı nav wan de qet nehışt
Ew tev bûne wekê hev
Serbest bûne mêr û jın
Tevan dengê xwe hıldan:
“Bıjî Fata sermezın.”]
(Lenin Şafağı, sf. 61)
Şiirlerinde Kürt kadınının kurtuluşu için harekete geçmesini işleyen ozan, politik mücadelede kadınların daha fazla yeralması içinde bizzat mücadele yürütür. En son konuşmalarından birinde ise (1984 baharı) kadın hakları-özgürlüğü noktasında şöyle demektedir:
“Diğer bir dileğimiz ise Kürt kadınları ile Kürdistan’daki diğer azınlıkların haklarına saygılı olmanız, bunların mücadelelerini desteklemenizdir.” (Hayat Hîkâyem, sf. 405)
Kapitalizme karşıdır
Şiirleri içinde işçilerin nasıl kurtulacaklarına dair olanları incelendiğinde gayet açık bir dille kurtuluşun nasıl olcağını işlemektedir. Kapitalizme karşı, burjuvaziye karşı mücadele etmenin gerekliliğini; bunlardan kurtulmak gerektiği üzerine yazar. Bu çerçevede yazdıkları içerikte doğru şeylerdir. Örneğin “Kızıl Sel” şiirinde şunları yazmaktadır:
“Yürüyelim birlikte, bağırıp haykırarak
Yüreği çıban dolsun
Ölsün diye bu burjuvazi
Düşmanla kölecinin başını
Alıp ayaklarımızın altına ezelim diye
Yılan başı gibi…
…
Kârı savaştadır kapitalistin
Zarar da düşer payına köylü, işçinin
…
Senin gibi bizim de geldi mi günümüz
El ele verdik mi uğraş ve kavgada
Kafanı parçalayacağız kapitalistinki gibi
Ve kanallar yapacağız”
[Bı hev ra êrîş, bı qîr û gazî
Dıl bı kul, bımrın ev Borcevazî
Bıxın bın lıngan weke serê mar
Serê dewlemend, serê koledar
…
Kara dewlemend, dı ceng û dı şer
Zıyan tım para cotar û karker
…
Roja ko dema me jî wek te hat
Em dest bıdın hev, bı kar û xebat
Serê te jî wek serê xwedî mal
Jı hev bela kın, bıkın tev qenal]
(Lenin Şafağı, sf. 40, 41)
Egemenlere karşı mücadeleyi öne çıkaran tutumu her zaman için net olmuştur. Kapitalizme karşı mücadele bağlamında da belli bir netlik vardır ancak çok ciddi bir yoğunlaşmanın içinde bulunduğu ve şiirlerinde antikapitalist yanın ağırlıkta olduğu iddia edilemez. Cigerxwîn’in şiirinde zaten bu yanın ağırlıkta olması gerektiği beklentisi de yanlış olacaktır.
İşçilerin kardeşliğini, birliğini öne çıkaran geleceklerini ellerine almalarını işleyen Cigerxwîn bütün bunları duru bir anlatımla / yazımla şiirinde işlemektedir.
Kürdistan’da köylülüğün rolünün bilincindedir. Kurtuluş mücadelesinde köylüler olmadan özgürlüğün gelmeyeceğinin farkındadır. Ama köylülüğün bu rolüne / gücüne kendini kaptırmaz ve işçi sınıfının mücadeledeki yerini özel olarak vurgular. “Karasabana İş Kalmadı” şiirinde şöyle der:
“Yalvarmakla ulaşılır mı hiç amaca
Kavga ve mücadele bizim hakkımızdır
Yalnız sizler değilsiniz ki bu yolda
İşçi ve ameleler de yoldaşlarınızdır.”
[Ma kes bı lavlav dıghê doza xwe
Heqqê me ye tım xebat û nîdal
Dı vê rê de bes ne wın tenê ne
Hevalbendên we karker û ummal]
(Lenin Şafağı
, sf. 39)
“Ey İşçiler Birleşin” adlı şiirinde de işçilerin kurtuluşları için kavgaya atılmalarını işler ve Kürt işçilerin dünya işçileri gibi kurtuluş için kavgaya sarılmalarını ve birlik olmalarını öne çıkarır.
“Açlar Uyuyamaz” şiirinde de sınıflar arasındaki mücadeleyi Kürt ulusu nezdinde yalın bir şekilde işler. Şiirin bir bölümünde şunları yazar:
“Başkaldırdı yine açlık
On yıllar oluyor.
Kimi Kürtler zengin, mala doygun
Altınlara, topraklara tıkabasa.
Çoğuysa yoksul, çaputları yok.
Üst tabakadaki Kürtler,
İniyor boyuna tepesine alttakilerin:
Genç, delikanlı, bebe, genç kız
Yaşlı, dede Kürtlerin.”
[Bırçîbunê serê xwe hılda ev deh sal ın;
Kurdên reben lı hawîr bırçî û bêmal ın
Hın dewlemend û têrmal û pır zêr û gund ın;
Lê pırên wan belengaz û reben û bê şal ın.
Kurdên jor bı ser ên jêr de hılweşıyan tên;
Xort û gedek û şîrmıj û keç û pîr û kal ın.]
(Lenin Şafağı, sf. 68)
Kürt ulusunun özgür uluslar ailesine dahil olmasını savunurken, Kürt ulusunun kendi içindeki sınıfsal ayrışımını gizlemez. Kürt ulusuna mensup zenginlerle yoksulların savaşına ihtiyaç olduğunu ve yoksulların-ezilenlerin kurtuluşlarından yana tavır alır.
Emperyalizme ve faşizme karşıdır
Gençlik yıllarında başlamak üzere emperyalizmin barbar yüzünü-sonuçlarını yaşamak zorunda kalır. İlk büyük savaş ve sonuçları Suriye somutunda bazı gelişmelere yolaçar. Suriye zaten Fransız emperyalistlerinden sorulmaktadır. Fransız devletinin yaptıklarını ve Arap ve Kürt gericilerinin Fransızlarla işbirliği içinde uyguladıkları baskıları görmeye, bilinçlendiği oranda tavır almaya başlar. Kurduğu gençlik örgütünün Fransız egemenlerince kapatıldığını vb. farkeder. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman emperyalizminin, Nazi savaş makinesinin işlediği suçlara bir bakıma tanıklık yapar…
Şiirlerinde emperyalist egemenleri teşhir eder; yöneticilerinin yaptıklarını mahkum eder ve bunlara karşı mücadele etmenin önemine dikkat çeker. “Berlin Festivali” şiirinde savaş ve barış üzerine şu satırları yazar:
“Zorbalara karşı birleşin hepiniz
Truman’a söyleyin, Makkarti’ye
Şuman’a söyleyin Çörçil’e
‘Hitler gibi olmayın, savaş istemiyoruz biz’
Hey delikanlılar, hey genç kızlar
Dünya iyilik severleri, gidin festivale,
…
Gençliğin elleriyle savrulmalı
Truman’ın ateşten o büyük sarayı
Ve kalkmalı üzerimizden bu zorbalık, karanlık
Yerini sevinç ve sağlığa bırakarak”
[Tev de bıbın yek hemberê zorker
Bêjın Tîroman bêjın Mak-arser
Bıbêjın Şuman, bıbêjın Çerçel
Mebın wek Hêtler, em naxwazın şer
Hey xortên cıwan, hey keçên cıwan
Xêrxwazên cıhan herın mıhrecan
…
Bırca Tîroman xurt û ateşî
Dıvê bı destê xortan hılvesî
Jı ser me rabın ev zor û reşî
Şuna wan bıgrın şadî û xweşî]
(Lenin Şafağı, sf. 26)
Özellikle Sovyetler Birliği’ne saldıran Alman faşizmine karşı Sovyetler Birliği’nin yanında saf tutarak saldırıya geçen faşizme karşı mücadele çağrısı yapar. Hayat hikâyesinde şöyle der: “Ben o dönemde faşistlere ve nazilere karşıydım. “Dilberên Cengê” şiirimi o dönemde yazdım.” (sf. 267)
Bir aydın olarak safını sosyalist ülkenin korunmasından yana belirlerken dünyaya barışın ve huzurun egemen olmasını arzulamaktadır. “Savaş İsteyen Kim, Barış İsteyen Kim?” şiirinde bu iki kavramın içeriğini devrimci temelde doldurmaktadır:
“Köleci hep böyle kör kalalım ister
Biz boyunduruklu, zavallı; kendisi yüce yaşasın diye
Pahalıya satsın diye kumaş, demir ve traktörü bize
Servetimizi, toprağımızı, petrolümüzü zorla alsın diye
O, koyun ve bağlarımızı yesin, biz de ona çobanlık, bağbanlık yapalım diye
Birlik olmazsak eğer, kaptırırız onlara bu fırsatı.
Haykıralım kadın-erkek birağızdan
Yaşasın Stalin, yaşasın barış!”
[Koledar dıxwazî em bımênın wısa kor
Em bındest û reben lı jêr, ew bılınd lı jor
Gıran bıfroşın qumaş û hasın, caw, terektor
Mal, erd, gaz dıxwazın jı me bıstênın bı zor
Pez, rez dıxun, em lı ber, tev şıvan, tev nator
Ger em nabın yek fırset nebênın, nebênın dor
Dıvê em bêjın mêr û jın temam
Bıjî Sıtalîn her bıjî selam.] (Lenin Şafağı, 52)
Sonraki yıllarda da genel emperyalizm karşıtlığını sürdürür. Bütün yaşamı dikkate alındığında komünist temelde tutarlı bir antiemperyalist çizgide istikrar gösterdiği söylenemez. Bu eksikliğine rağmen şiirlerinde halkların emperyalizmden kurtulmasını çok net bir şekilde işler. Barış isteğini haykırır; barış için mücadele çağrısı yapar.
Sovyetler Birliği’ni savunmuştur
Genel planda ve söylem düzleminde sosyalizmi savunur. Elimizdeki mevcut kaynaklarda Cigerxwîn’in sosyalizme ve somutta Sovyetler Birliği’nde sosyalizm kuruluşuna dair bir değerlendirmesi yok. Olumlu ya da olumsuz bir perspektifinin varolup olmadığını bilmiyoruz. Biyografik çalışmasında da bu konuda fazla bir şey yazmamaktadır. Birkaç yerde sosyalizmden ve Sovyetler Birliği’nden olumlu olarak bahsetmektedir. Bu tavrı Kürdistan’da, Kürtler arasında sosyalizmin yayılmasına hizmet eder.
Ekim Devrimi’nin güçlü etkisi altında kalması, onu Ekim Devrimi’nin sonuçları üzerine eğilmesini beraberinde getirmiştir. Ekim Devrimi’nden olumlu etkilendiği şiirlerinde açıklıkla görülmektedir. “Bir Ermeni Ozandan İlham” adlı çalışmasında Ekim Devrimi’nin ve ardından sosyalizmin inşasına geçilen Sovyetler Birliği için müthiş bir betimleme yapmaktadır:
“İlhamın büyüğü ise
Ekim İhtilali, Kızıl devrim”
[Ilhama mezın (Sewra Oktobır) ınqılabo sor]
devamında
“Ve şafak yüceldi
Kuzeyde
Şafak kızıldır:
Ayrılmayız
Bu yol değişmeyecek
Bize köprü kuruldu
Geçiyoruz onu
Özgürce geçsin diye insanlık
Kurtulsunlar diye
Kölecinin zorbalığından.”
[Şefeq xwe hılda lı bakûr û jor ew şefeqa sor.
Em çûn û dıçın, nayê guhertın tu carî ev rê
Pıre jı me ra ava bûye em ketın wê pırê
Da însanîyet bı serbestî xweş tê re derbas bî
Jı zor û zılmên koledaran zû zû xelas bî]
(Lenin Şafağı, sf. 8-9)
Sosyalizmin inşa edildiği yıllarda ve faşist sürülerin sosyalizmin kalesine karşı savaş açtığı yıllarda Sovyetler Birliği’ni savunmuştur. Safını zaten önceden belirlemiştir, artık yapılması gerekenin bu savaşta Sovyetlerin kazanması için çalışmak olduğunun bilincindedir ve bu bilinçle hareket etmektedir.
Sovyetler Birliği’nde yaşanan gelişmeler karşısında nasıl bir tavır takındığını bilmiyoruz. Modern revizyonistlerin iktidarı ele geçirmelerine karşı tutumu hakkında bilgi sahibi değiliz. Ancak Sovyetler Birliği’ni genel düzlemde desteklediğini-savunduğunu biliyoruz. Hayat hikâyesini yazdığı çalışmasında (1965 yılında) Sovyetlerin ve komünistlerin dostu olduğunu açıklamaktadır.
“Peymana Tırk û Pakıstan” şiirindeki
“Em tucar nabın dıjmınê Sovit
Ciranê mezın gernas û egit”
dizeleriyle de Sovyetlere karşı dost olduğunu ve dost kalmak istediğini işlemektedir. Sovyetler Birliği’ndeki geriye dönüş noktasında sanki böyle bir şey olmamış şeklinde bir tutum içindedir. Şüphesiz iki dönemi aynı yaklaşımla ele alması yanlıştır. Dönemin koşulları kuşkusuz ozan üzerinde etkide bulunmuştur. Sol çevrede ve ulusal hareketlerde neredeyse herkesin sosyalizm ve sosyalist söylemiyle arayı hoş tutmak istediği şartlarda bu atmosferin Kürdistan’da da etkisini göstermesi gayet normaldir. Üstelik modern revizyonistlerin ideolojik ve politik / örgütsel açıdan doğrudan hakim oldukları Kürdistan özgülünde Cigerxwîn’in bu koroya katılmasının zemini vardır. Nitekim bu zemin üzerinde bulunan ozan Sovyetler Birliği’nin saldırgan tutumuna tavır almamıştır. En azından tutum almadığını, yaşamını yazdığı kitabında tespit etmek durumundayız. Bu kitabın hiç bir yerinde Rus sosyal emperyalistlerinin desteğiyle somut olarak Güney’de yapılan barbarlıkları; MIG’lerin bombardımanını konu etmemesi bile son derece yanlıştır. Hiç kuşkusuz Lenin-Stalin döneminde gerçekten sosyalizmin kalesi olan bir Sovyetler Birliği bulunduğunu ve kendisinin buna sahip çıktığını, asıl sempatisinin buna olduğunu belirten bir tavrı olsaydı, bu çok doğru olurdu. Yapılan genel olarak sahiplenme ve sempati duymadır.
Komünist önderlere sempatisi vardır
Şiirlerinde, komünist önderlere karşı haklı övgülerde bulunur; özellikle Stalin’i gayet pozitif bir şekilde şiirlerinde ele alır, özel olarak birkaç şiir yazar. Komünist önderlere karşı büyük bir sevgi beslemiştir, bu sevgiyi Kürt halk yığınlarına taşımaya gayret etmiştir. Kimi şiirlerinde bu sevgi çok yalın ve derinden dile getirilmektedir.
İkinci Divanı “Sewra Azadi” 1954 yılında yayınlanır. Aynı zamanda divanının adı da olan “Sewra Azadi” şiirinde doğrudan Stalin üzerine doğru bilinç taşıyan çok isabetli dizelere yer vermektedir. Diğer şeyler bir yana, savaş ve barış bağlamında yazdığı “Savaş isteyen kim, barış isteyen kim?” şiirinde Stalin’in adını barışın temsili şeklinde bir içerikle ele alması tutumu bile gayet doğru bir iş yaptığının göstergesidir.
Sıradan Kürt emekçisi komünist önderleri Cigerxwîn’in şiirlerinden de öğrenme şansı yakalamıştır. Politik arenada da Kürt siyasası içinde Cigerxwîn’in yazdığı şiirlerin etkisi olmuştur. Saygınlığı bu etkiyi doğrudan yaratmıştır.
“Arkadaş Pol Robson” şiirinde enternasyonalist ve mücadeleci çağrının eşliğinde marksist-leninist önderlere olan bağlılığını çok özlü şekilde dile getirir:
“Hey yoldaş Robson
Benle senin bu ağır dertlerimiz
Zorbalığın egemenliğiyle başladı cihanda
Kimi insanlar ekabir oldu, derebey, hanedan
Kimi insanlar yoksul kaldı, boyunduruk altında, perişan
Bu dertlerimiz için Marks’la Engels
İki öncü oldu, iki bilgin
Yol gösterdiler bize Lenin, Stalin
Uyandı işçiler: kavga ve uğraş var”
[Ey heval Robson
Derdê mın û te, ev derdê gıran
Zordestîya ku hate nav cîhan
Hın mezın, bılınd, dehqan, xanedan
Hın reben, bındest, mane, perîşan
Jı vî derdê me Markıs û Ingıls
Bûne du rêzan, bûne du hozan
Lenîn, Sıtalîn rê şanî me dan
Pale şıyar bûn, xebat û lebat]
(Lenin Şafağı, sf. 13)
Kürdistan gibi alabildiğine geri toplumsal ve sosyal ilişkilerin gelişkin olduğu bir ülkede bundan elli yıl önce bu satırları yazabilme başarısını göstermiştir Cigerxwîn.
“Stalin’in Yetmişinci Doğum Yıldönümü” adlı şiirinde ise şöyle yazmaktadır:
“Bin yaşasın ilkelerin, hey yüce Stalin
Güzel, kutlu ve genç olsun
Yetmişinci doğum yılı bayramın
Şaşmadın yolundan hiç, Marks ve Lenin’in”
[Ey Sıtalînê mezın, her her bıjî amelê tû
Xoş û pîroz û cıwan bî cejnê heftê salê tû
Rêş û şopên Markıs û Lenîn te gırtın ser bı ser]
(Lenin Şafağı, sf. 16)
“Stalin Yoldaşa Ağıt” adlı şiirinde de Stalin’e karşı derin sevgisini, bağlılığını ve ölümü ertesindeki duygularını içtenlikli bir şekilde ortaya koyar. Bu şiirinde “Yolun doğrudur, tutacağız bu yolu” belirlemesinin yanında “Yoldaşlar uyanıktır rahat uyu” dizesi ile de beklentisini ortaya koymaktadır. Gelişmelerden habersiz olduğu söylenemez; yazı ve şiirlerinde yaşanan değişimden, modern revizyonistlerin Stalin’e karşı açtığı karalama kampanyasından bahsetmez. Bu eksikliğine rağmen, yazdığı kimi şiirlerinde komünist önderlerin, özel olarak Stalin’in Kürt halkı içinde tanınmasına hizmet eder.
Yaşamını Kürt ulusunun özgürlüğüne adar
Cigerxwîn için bir tek Kürdistan ve bir tek Kürt ulusu vardır. Parçalanmış Kürt ulusunun aynı geçmişin üzerinde yükseldiğini, aynı kültür mirasına sahip bulunduklarını ve ülkelerinin parçalanmış halini tanımadıklarını şiirlerinde ele alır. İlk çalışmalarından biri olan “Bêrıya Welêt” şiirinde Kürt ulusunun ve Kürdistan ülkesinin bütünlüğü ve tekliği hususunda gayet başarılı bir betimleme yapar. Şiirlerinin yanında politik konuşmalarında da ülke gerçekliğini objektif olarak ortaya koyar.Yaşadığı koşulların bilincinde hareket eder; özlemleri ile gerçekleri birbirinden ayırır ve fakat Kürt ulusunun kurtuluşu için asla geriye düşmez. Sonraki bir dizi şiirinde de Kürtlerin farklılıklarına rağmen bir ulus olduğunu; Kürdistan’ın zorla parçalanmış olmasına ve işgal altında tutulmasına rağmen bir tek ülke olduğunu ve bu ulusun ve ülkenin özgürlüğe kavuşması gerektiğini ele alır; bu konuda taviz vermez.
Kürt ulusunun özgürlüğe kavuşması arzusu şiirlerinde sürekli işlenen en başlıca konulardan biridir. Kimi yerde bağımsızlık, kimi yerde söz sahibi olmaları, bazen ağaların zulmünden bazen sömürgeci devletlerin baskısından kurtulmayı işlese de sonuçta odaklandığı yer-hedefi Kürtlerin kendi kendilerini yönetme isteği başat olanıdır.
Yaşamının bütün kesitlerinde özgür bir ülke ve özgür bir halk isteği doğrultusunda çalışır. Bir bakıma yaşamı boyunca özgürlük hasreti çekmiştir. Şiirlerinde güçlü şekilde ülkenin özgürlüğe kavuşmasını ve kurtuluşunu işlemiştir. Sömürgeci devletlerin Kürt ulusu üzerindeki baskılarını ve bu devletlerin arasındaki ittifakı şiirlerinde ele almıştır. “Ne güne dek beylerin işçileri ve köylüleri olacağız?” şiirindeki “Ne güne dek kul-köle kalacağız, / Bayarlara Saitlere tutsak?” dizelerinde ve “Eşitlik” şiirindeki “Arkadaş olduk hepimiz / Çıksın gözünüz Celal ve İkbal / Ya kim istemez gerçek özgürlüğü” satırlarında Kürt ulusunun parçalanmışlığını ve bu parçalı durumu sürdüren sömürgeci devletlerin baskıcı siyasetini ortaya koyar.
Yer yer tek ülke gerçeğinden hareketle bir bütünlük-yekpareliği gündeme getirirken kimi zaman her parçanın dahilinde bir özgürleşmeyi işlediği görülmektedir. Ama şu kesindir ki dört sömürgeci devlete karşı mücadele yürütmeyi ve her parçada da olsa Kürtlerin mutlak surette sömürgeci devletlerin esaretinden kurtulmanın savaşımını asla ihmal etmemiştir. Yaşamının son anlarına kadar bu kavgayı sürdürmüştür. Diğer halklara karşı, somut olarak egemen ulus konumundakilere karşı düşmanca bir tutum içine girmemiştir. Antisömürgeci tavrı içinde diğer halklara karşı düşmanlık gütme tutumuna düşmemiş bilakis birlikte mücadele yürütmenin önemi üzerinde durmuştur. Ölümünden kısa süre önce katıldığı son Newroz kutlamalarından birinde bu yaklaşımını şu şekilde ortaya koymaktadır:
“Kürt parti ve dernekleri ile humanist, demokrat ve ilerici Türk, Arap ve Acem örgütlerinin birlikte gericiliğe ve zulme karşı birleşmesi; el ele vermesi tek dileğimizdir. Hepimizin kendi özgür ve bağımsız ülkelerimizi kuracağımız gün yakındır. Bu özgür ülkelerde, hep birlikte yaşayacağız.” (Hayat Hîkayem, sf. 405)
Bu konuşmayı yaptığı Newroz toplantısında, ezen ulusun ilerici-demokrat güçleriyle birlikte hareket etmeye-ortak mücadeleye vurgu yapan Cigerxwîn bağımsız, demokrat ve ilerici bir ülke özlemini dile getirir. Mücadeleci kişiliğine damgasını vuran öz onun tutarlı antisömürgeci bir siyasal eğilime sahip olmasından ileri gelmektedir. Mücadele içindeki sürekliliği bununla doğrudan bağlantılıdır.
İlk gençlik yıllarında ulusal temeldeki gelişmelerin çok fazla ayırdında değildir. Şeyh Said başkaldırısı kendisini derinden etkiler; bu direniş ulusal baskıya karşı mücadeleye geçişinin miladı olur. Bu tarihten sonra Kürtler için çalışmaya başlar… İlk şiirlerinden, birinci dönem çalışmaları içinde yeralan “Hey Felek” şiirinde şunları yazar:
“Welatê me ye, xweş e Kurdıstan,
Zozan û deşt e, tev bax û bıstan.
Qenc e xerab e, welatê me ye;
Bı me pır xweş e, wek baxê irem.” (Diwana Yekan)
İlk başlarda ülke gerçekliğini işleyen ürünler ağırlıktadır. Henüz sanat alanında, somut olarak şiir özgülünde yenidir ve yazdığı şiirler haliyle yaşanılanların, belki bir nebze bilinenlerin yansıması şeklinde olur. Ülke ve halk sevgisi, bu sevgiyi dinsel motivlerle işleme vb. güçlüdür. Fakat bir şey kesindir; halkına ve ülkesine karşı sevgiyle doludur.
Ülkesini ve halkını derinden bir tutku derecesinde sevmektedir. Ülkenin sömürgeci egemenlik altında oluşu, ulusu üzerinde ağır baskıların varlığı bu sevgisini daha çok arttırır, çünkü bu durum kurtuluş özlemini-özgürlük için çabasını kamçılar. Şartların son derece kötü oluşu, onu sömürgeci zulüm makinesine karşı bir çeşit ayaklanma çağrısı yapmasını engellemez.
Kürt ulusunun kurtuluşu için hiçbir fedakarlıktan kaçınmaz. Bu duygular bazen onu ölçüsüz kılar ve bu hallerde açık milliyetçi söylemlere yönelir.
Bu yönlü bir dizi şiir yazmıştır Cigerxwîn. Ama belki de en dikkat çekici betimlemesi “Bizim adımızı taşır yurdumuz, bizse içinde yurtsuzuz” (Pamuk bizim, ama biz çıplağız / Lenin Şafağı) dizeleridir… Bu tarif, herhalde Kürdistan gerçekliğinin en özlü tanımlamasıdır. Konumuz bağlamında rahatlıkla diyebiliriz ki Cigerxwîn’in bu mücadelede SKP karşısında aldığı tutumun ateşleyicilerinden biri de sahip bulunduğu ulusalcı devrimci görüşleridir. Ama her şeye karşın onun milliyetçiliği devrimci temelde kalmıştır. Kendisinden okuyalım:
“Ben uzun yıllar Kürdistan’da, eşitliğin ve kardeşliğin mücadelesini yaptım. Bu uğurda bana elini uzatanın elini tutmak zorundayım. Ülkemi bölünmüşlükten ve katliamlardan kurtarmak istiyorum. Ama Kürtlerin yeniden bir diktatörün ve gericinin eline düşmesini istemem. Kürt insanı kurtuluştan sonra kendini özgürce yönetmeli.” (Hayat Hikâyem, sf. 216)
Kürt milliyetçiliğinden etkilenmiştir
Başından sonuna kadar sanat ve politik yaşamında milliyetçi bir damar hep varolmuştur. Milliyetçi yönü bazen öne geçmiş bazen ise geri planda kalmış ama esas olarak milliyetçilikten kurtulamamıştır. “Kurdo Marş” şiirinden “Koma Mıletan”a, “Hey Qehreman Mılletê Kurd” şiirinden “Kîme Ez?” şiirine kadar birçok çalışmasında milliyetçi içerik bütünüyle hakimdir. O, ama bu durumdan rahatsız değildir. Elbette milliyetçilik yaptığını ve bundan memnun kaldığını belirtmemektedir; ancak yaptığı işin kendince ulusalcı-devrimci çerçevede ele alınması gerektiğini düşünmektedir. Ulusalcı pencereden bakıldığında elbetteki bu dizeler hiç de ürkütücü gelmez. Ama iş Kürt ve Kürdistan aşkının dışında proleter bakış açısı ile ele alındığında yukarıda anılan şiirlerde ve benzerlerinde doğrudan milliyetçilik yapıldığı rahatlıkla görülecektir.
Cigerxwîn’in yaşamının bütününe hakim olan milliyetçiliği dikkate alındığında sömürge ulusun saflarında yaygın olan küçükburjuva milliyetçi eğilimlerin üzerinde izler bırakmaması düşünülemez. Dahası sosyalizm alternatifine olan bağlılığı bile yazdığı kimi şiirlerde milliyetçi arzularına yenik düşmesini engelleyememiştir. “Ola Me Xortan” ya da “Yeter Ağladığım” gibi şiirlerinde ülke sevgisini ifade ederken doğrudan ulusalcı konumları savunmuştur. “Yeter Ağladığım” şiirindeki;
“Uyandık uykudan, vatanım, kurban olduğum, yeter
Kalktı Doğu’m, el ele; sabrettiğim, yeter
Ömrüm tükendi bu yolda; gece-gündüz ağlayarak
Orak, çekiç kaldırdık işte; sızlandığım yeter”
[Em jı xew rabûn welatım ez bı qurbanım bes e
Tev de rabûn Rojhılatım sebr û samanım bes e
Umrê mın çû tev dı vê rê, roj û şev nal û gırî
Das û çakûç wa me hıldan, qîr û gıryan ım bese]
(Lenin Şafağı, sf. 35) dizeleri örnek verilebilir.
Ya da “Ola Me Xortan” şiirindeki;
“îro namûs e, rabin ey milet,
Doza xwe bikin bi dîn û dewlet,
Welatê me ye, xweş bûye cenet.
Ola me xortan miletperestî,
Ji me dûr dixî xwarî û mestî” (Jînenîgariya Min, sf. 413) bu satırların açık milliyetçi içeriği gösterilebilir. Ki, bu tür vurguları çok sıklıkla kullanmıştır.
Buna benzer satırlar hayli fazladır. “Salar û Mîdya” çalışmasında bu duruma sıklıkla rastlıyoruz. Kürdistan’ın Kürtler tarafından idare edilmesini savunduğu ve yer yer sınıfsal perspektifini yitirdiği durumlar az değildir. Küçükburjuva milliyetçi yönünün öne çıkması hiç de zor olmamıştır. Ülkenin zenginliklerine sahip çıkmayı işlediği şiirlerinde de milliyetçi duygularını dizelere dökmüştür. Cigerxwîn’in milliyetçi özellikleri politik duruşundaki küçükburjuva milliyetçi çizgiyle doğrudan bağlantılıdır.
Politik duruşunun merkezinde Kürt ulusunun özgürlüğü durmaktadır. İçinde faaliyet yürüttüğü parti Kürt ulusunun kurtuluşu yönünde politikalara sahiptir ve bu politikaların belirlenmesinde kendisi ciddi şekilde rol almaktadır. Yönetiminde bulunduğu politik yapının siyasal çizgisinin gereklerini kendince en doyurucu şekilde ve başarılı olarak pratikte göstermeye-yürütmeye çalışır; bunun kavgasını yürütür.
Politik söylemi Kürt ulusalcılığı temelinde şekillenmektedir. Şiirlerindeki Kürt olgusunun öne çıkarılması durumu siyasal değerlendirmelerinde de mevcuttur. Suriye Komünist Partisi ile karşı karşıya geldiği dönemde ve sonrasında kimi tepkilerin de etkisiyle özellikle milliyetçi söyleminde bir artış göze çarpmaktadır. İlk başlarda sosyalizme daha yakın duran, insanlığın genel kurtuluşuna daha fazla ilgi duyan Cigerxwîn bazı somut ayrışma-tavır takınma ve ilişkilerdeki olumsuzlukların da katkısıyla milliyetçi temelde bir içe kapanma eğilimi içine girer. 1957 yılına kadar genel planda komünist kimliğini taşımada ve bu adı taşıyan bir parti içinde çalışmaktan sakınca görmeyen Cigerxwîn, bu tarihten sonra uzaklaşma sürecine girer. Bir dönem “Min dixwest ko Kurd hemî bikevin nav partiya Bolşevîk, ji milet û welatê xwe re bixebitin.” (Jînenîgariya Min, sf. 291) diyen kendisi olmasına rağmen, artık yalnızca demokrat ve ulusalcılıkla yetinmeyi tercih eder. Zamanla bu tercih kalıcı hale gelir. Politik mücadelesi ve sanatsal ürünlerinde bu tercih hakim olur.
“Dîwana Sêyemîn, 1973” çalışmasında yazdığı ünlü “Kime Ez?” şiiri ezilen ulus milliyetçiliğinin ve mücadeleci kişiliğinin en çıplak dışavurumu gibidir.
Sözkonusu şiirin bir bölümü şöyledir:
“Kîme ez?
Kurdê serfiraz
Dıjminê dijmin
Dostê aştîxwaz.
Ez xweş mirovim,
Ne hirç û hovim!
Lê çibkim bê şer
Dijmin naçî der.
Bav û kalê min
Dijîn tev serbest,
Naxwazim bijîm
Ta ebed bindest.
Kîme ez?” (4 Ocak 2003 tarihli Hîwa’dan)
[Kimim ben?
Onurlu Kürdüm.
Düşmanın düşmanı,
Barışseverlerin dostuyum.
Uygar insanım,
Ne ilkelim, ne de yabani!…
Ne yapsam savaşsız olmuyor.
Düşman memleketimden çıkmıyor.
Benim atalarım
Hep özgür yaşadılar.
Köle olmak istemiyorum
Sonsuza değin!…
Kimim ben?]
(Kîne Em?, Pelê Sor Yayınları, sf. 145, 147)
Bu şiiriyle, ozan bir bakıma “budur işte Cigerxwîn” demektedir… Tutku derecesinde ulusun kurtuluşuna kendini adamış olması milliyetçiliğe düşmesini kolaylaştırmıştır. Ki bazen bilinçli olarak kendini zaten kaptırmıştır da bu havaya… Malum, Cigerxwîn bu tutumunu herhangi bir perdeleme ihtiyacı duymadan doğrudan ifade etmiş-göstermiştir. Bunu gizleme gereği duymamış ve bir bakıma ulusalcılığın temsilini yaparak gerçekten bu siyasal duruşun da temsilini yeğlemiştir.
Milliyetçiliğinden bahsederken onun diğer uluslara ve halklara karşı düşmanlık temelinde bir milliyetçiliğinin sözkonusu olmadığı ve –komünist görüşlerden etkilenmesinin sonucu olarak da– esasında ezilen ulustan biri olarak ulusal baskıya karşı çıkma temelindeki bir duruş –ezilen ulus milliyetçiliği– içinde olduğu bilinçte tutulmalıdır.
Enternasyonalist yanı da vardır
Cigerxwîn’in kimi şiirleri nezdinde, genel bir söylem çerçevesinde enternasyonalist bir söyleme sahip bulunduğu tartışma götürmez. Yine bazı şiirleri somutunda içerikte de enternasyonalist yaklaşıma sahip bulunduğunu belirtmek gerekir. Yazı ve değerlendirmelerinde proletarya enternasyonalizmine karşı olmadığını; kimi somut tartışma ve gelişmeler karşısındaki tavırlarıyla esasında enternasyonalizmin kötü uygulanışlarına-savunularına karşı çıktığını tespit etmek lazım.
Azınlıklar sorununda tavır takınır, azınlıkların kurtuluşu yönünde mücadele yürütür. Ayrıca dinsel inançlar arasında da önyargıların kırılması ve birliğin sağlanmasına gayret eder. Somut olarak Ermeni soykırımı üzerine durur. Yaşananlardan, tarihsel gelişmelerden vb. birtakım sonuçlar çıkarmaya çalışır. Bu konudaki genel tutumunu sorgulamaya girmeden, Cigerxwîn’in Ermeni sorunu noktasında ne istediğini bizzat onun kaleminden aktaralım:
“Bunları söylerken Ermeni kardeşlerimi karalamak istemiyorum. Ben her zaman Ermenileri, ezilen küçük ulus ve milliyetleri kardeş ve dost bildim, onların bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin yanında oldum. Onların kendi ülkelerinin sahibi, topraklarında özgür olmaları en büyük dileğimdir.” (Hayat Hikâyem, sf. 45)
Buraya aldığımız satırları yazdığı kitabının kimi yerlerinde bazı yanlış durum değerlendirmeleri yapsa da bu yaklaşımı onun genel tavrı olarak değerlendirilmelidir.
Takındığı tavırlarda hiç kuşkusuz sosyalizmden etkilenmesinin büyük rolü vardır. Kelimenin gerçek anlamında bilimsel yaklaşıldığında komünist temelde bir enternasyonalist nitelik atfetmek onun gerçeğiyle çelişir.
“Bir Ermeni Ozandan İlham” ve “Berlin Festivali” adlı şiirleri başta olmak üzere bir dizi şiirinde halkların kurtuluşuna yaklaşımı enternasyonalist temeldedir. Şiirleri çerçevesinde enternasyonalist olduğunu ve özellikle Kürdistan dışındaki (bir ölçüde uzaktaki) halkların durumunu ele aldığı hemen her şiirinde enternasyonalist söylem hakimdir. “Bir Ermeni Ozandan İlham” şiirinde görüldüğü gibi, kimi tekil durumlarda enternasyonalist tutum içeriksel anlamda da hakim hale gelebilmiştir:
“Kısalttık
Sıkı adımlarımızla biraz daha
Uzayıp giden bu yolu
Asfalt diye kan serdiğimiz
Marks’la Lenin’in yolu bu
Biz de üzerindeyiz.”
[Ev rıya dırêj me hınek kın kır xweş bı çûna xwe
Lı şûna esfelt me ev rê raxıst tev bı xwîna xwe
Ev rıya Murkıs ev rıya Lenîn me jî daye ser]
(Lenin Şafağı, sf. 8)
Buna benzer yaklaşımını “Arkadaş Pol Robson” ve “Berlin Festivali” gibi başka kimi şiirlerinde de ortaya koymuştur. Özellikle “Berlin Festivali” adlı çalışmasında halkların ortak kurtuluşu yolunda neler yapmaları gerektiğine dair yaptığı vurgular içeriksel anlamda oldukça güçlü enternasyonalist bir yan taşımaktadır. Yazdıklarının bir bölümü şöyledir:
“Festivale gidin, güzel festivale
El-ele tutuşun civan ve yiğitler
Hintliler, Çinliler; Arap ve Habeşler
Birlik olun, tüm beyaz ve kara derililer.”
[Herın mıhrecan, mıhrecana xweş
Destê hev bıgrın cıwan û keleş
Hındî û Çînî Ereb û Hebeş
Hemî bıbın yek çı gewr û çı reş]
(Lenin Şafağı, sf. 25)
Genel bir söylem kullanarak değil, somut gelişmeler ve tanığı olduğu olaylar karşısında da bu yaklaşımını sürdürmüştür. Örneğin “Diyen-Biyen-Fu” şiirinde Ho-şi-min şahsında kurtuluş mücadelesine ilişkin tavrını ortaya koyarken de enternasyonalist yanı öne çıkar. Ne var ki tutarlı enternasyonalizm içeride ve dışarıda bir bütünlük gerektirdiği ve bu tutumun da Cigerxwîn tarafından temsil edilmediği dikkate alındığında genel bir değerlendirme yapıldığında komünist temelde bir enternasyonalizmin temsilcisi olduğu söylenemez.
Büyük bir devrimci sanatçıdır
Kendini her alanda geliştirmeye çalışan aydın özelliklerine sahip, safını açıktan devrimden, ilerici insanlıktan yana yapmış ve bunun için bir ömür mücadele yürütmüş büyük bir devrimci sanatçıdır.
Cigerxwîn’in dünya ölçeğinde bir şair olup-olmadığı konusunda da çok şey yazılmakta, söylenmektedir. Kürdistan özgülünde gerçekten de büyük bir şair olduğu tartışma götürmez. Keza bölgenin önemli bir şairi niteliğine sahip bulunduğu da olgudur.
Büyük sanatçı olmak, geniş bir kabul görmenin yanında bir yerde şiirin taşıdığı içerikle de doğrudan bağlantılıdır. Tanınma anlamında kendini kamuoyuna yeterince tanıtamamış olma durumu Cigerxwîn’in bir kusuru değildir, ki bu durum onun büyüklüğüne halel getirmez, getirmemelidir. Burada koşulların çok önemli bir rol oynadığı görülmek zorundadır. Uluslararası düzeyde tanınan sanatçıların sahip oldukları koşullar ile, Cigerxwîn’in koşulları kıyaslandığında tanınma bağlamında ciddi bir dezavantajın bulunduğu rahatlıkla görülecektir. Sömürgeci cendere altında yaşayan Cigerxwîn, bırakın uluslararası düzlemde yeterince tanınmayı, kendi ülkesinde bile ilk başlarda fazla bilinmemektedir. Zira hâlâ Cigerxwîn üzerine-hakkında yeterince bir tanınma durumu oluşmuş değildir. Kürt ulusalcı çevreler içinde belli bir yere kadar bilinmektedir. Somut olarak Güneybatı parçasında tanınma durumu öteki parçalara ve ülkelere göre ileridir. Ve fakat çalışmalarının henüz yeter yaygınlıkta tanınmadığı şartlarda bu konuda dikkatli davranmakta yarar vardır.
Özetle Cigerxwîn’in sanatçı kişiliği anlamında büyüklüğü görüntüye takılarak haksız değerlendirmelere tabi tutulmamalıdır. Cigerxwîn büyük bir devrimci sanatçı, aydın ve politikacıdır.
***
Buraya kadar yazdıklarımı toparlayacak olursam, sonuç bakımından şunları söyleyebilirim: Cigerxwîn ulusal-devrimci bir kişiliğe sahiptir. Yazdığı şiirlerle Kürt halkının aydınlanmasına büyük yararlılıkları olmuştur. Örgütlü ve mücadeleci kişiliği ile örnek alınacak biridir. Üzerinde çok ciddi milliyetçi etkiler vardır. Sosyalist söylemine rağmen komünist nitelikte biri değildir. Ama o komünzime düşman da değildir. Tersine komünizme sempati duyan biridir. O, bütün hata ve yetmezliklerine rağmen ezilen ulus milliyetçisi devrimci bir şair ve politikacı olarak devrim ve sosyalizm saflarındadır.
ALİ CANAYDIN, Eylül 2003