Dönüşüm Yayınevi Sahibi Saim Üstün: “Okur farklı düşüncelerin olduğunu görmeli!”
Dönüşüm Yayınları 1990 yılında kuruldu. Yayın siyaseti marksist-leninist bakış açısıyla alternatif siyasi düşüncelerin yayımlanmasına yöneliktir.
Bu siyasete kan veren uluslararası deneyimlerin belgelerini yayımlamak da hedeflerinden biriydi. Daha sonra bu açılımı biraz daha genişleterek öykü, roman ve şiir de yayımlamaya başladı. Yayınevi 11 yıllık süreçte, toplam 35 kitap yayımladı. Kitapların çoğu koğuşturmaya uğradı. Ancak üç kitabı yasaların gazabından kurtulamadı ve toplatıldı. Yayınevinin kitaplarından bazıları: Ekim Devrimi Üzerine; Stalin Eleştirileri Üzerine, İşçi Sınıfı Hareketi Üzerine, Kemalist Devrim, Kadın Sorunu Üzerine Yazılar, Doğa ve İnsan(bu kitapların yazarı H. Yeşil’dir); 3. Enternasyonal’de Örgütlenme Sorunu, Politik Bir Örgütlenme Biçimi Olarak Halk Demokrasisi, Komünist Partisi Manifestosu (Kürtçe-Türkçe), Moskova 1937, Nazi Kızları, Panta Rei’dır.
Biz de, Türkiye koşullarında böylesi bir siyasi yayın faaliyeti yürüten Dönüşüm Yayınevi sahibi Saim Üstün’le bir röportaj yapmanın uygun olacağını düşündük. Güney dergisi olarak, 11 yıllık yayın hayatında yavaş yavaş ilerleyen Dönüşüm Yayınları’nın son yayımladığı “Halkın Sanatçısı, Halkın Savaşçısı Yılmaz Güney” kitabı üzerine bir yolculuk yapmak istedik.
Birinci baskısı tükendikten sonra Dönüşüm Yayınları’nın sahibi Saim Üstün “Halkın Sanatçısı, Halkın Savaşçısı Yılmaz Güney” adlı kitabın ikinci baskısını yaptı. Bu kitabın yasalar karşısında önemli bir yeri var. Kitap toplatılmadı, fakat; “TC Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine bölücülük propagandası yaptığı anlaşıldığından, sanığın eylemine uyan 3713 sayılı yasanın 8/3 maddesi uyarınca suçun niteliği, işleniş şekli, hak ve nafaset ilkeleri gözönünde bulundurularak 1milyar 764 milyon 360 bin TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına.” denilerek ağır para cezasıyla cezalandırıldı. Bu kitap üzerine de konuşalım istedik…
GÜNEY: Kitap satışlarıyla geçimin sağlanmasının zor olduğu bilinen bir gerçektir. Bu durumda siyasi kitaplar yayımlarken neyi hedefliyorsunuz?
SAİM ÜSTÜN: Kitaplarımı okurun aydınlanmasına yönelik bir faaliyet olarak ele alıyorum, yani hedefim öncelikle ticari kaygı değil. Bu yüzden önce okur diyorum. Okur resmi ideolojiyi, kafasında oluşacak soru işaretleriyle ele almalı, kendi geleceği açısından daha değerli, farklı düşüncelerin olduğunu görmeli. Geçmişten bugüne bize sunulan politikaların yeterli olup olmadığını kendi kafasında tartmalı. Sürekli söylenenlerle yetinmemeli, arayış içinde olmalı. Elbette birilerinin hoşuna gitmeyebilir bu tavır! Gitmediği için de DGM kapılarında dolaşıp duruyorum. Eğer okunan kitap alternatif fikirler sunuyorsa; yeni, ileriye götüren bir fikir taşıyorsa ben bir yayıncı olarak bunun için elimden geleni yapmalıyım diye düşünüyorum. Farklı fikirlerin bu anlamda yayımlanmasının çok önemli bir iş olduğuna inanıyorum. Bazen yayıncının özgürlüğünü elinden alsalar bile…
Günümüzde ezilenlerin önü, uyanışlar olmasına rağmen yeterince açılmamıştır. Çeşitli yalan ve demagojilerle kafalar bulandırılmaktadır. Bu gidişatın önünü bizler açmak zorundayız. Bu anlamda benim yayımladığım kitapların sürece ışık tuttuğuna inanıyorum.
GÜNEY: Yayıncılığın sorunları üzerine biraz değinir misiniz?
SAİM ÜSTÜN: Türkiye’de yayıncılığın gitgide tekelleşmeye, tekelden yönetilmeye başladığı bir gerçektir. Ayrıca, çeşitli yasalarla bizim gibi yayınevlerinin önü de kesilmektedir. Örneğin şimdi Kültür Bakanlığı’nın çıkarmış olduğu bandrol yasası gündemde. Bu yasayla yayıncılar kontrol altına alınmaktadır. Yani sakıncalı gördükleri kitaba bandrol vermedikleri takdirde o kitap yayımlanamayacaktır. Böylece sansür kurumunu farklı bir şekilde uygulamaya koymuş oluyorlar. Bundan en çok zarar görecek olan da bizim gibi aykırı yayıncılardır. Bu anlamda bizim gibi yayıncıları bir taraftan yasalarla sansüre maruz bırakırken, diğer taraftan da yüksek miktarda para cezalarıyla ekonomik olarak kıskaç altına almaya çalışmaktadırlar. Bunu yapmalarındaki amaç, farklı sesleri susturmaları, susturmak istemeleridir. Ne yazık ki, her yayıncı bu gidişatın yeterince bilincinde olmadığı için aramızda da yeterli bir birliktelik yoktur. Yayınevlerinin büyük çoğunluğunu sadece işin ekonomik yanı ilgilendiriyor. Böyle olunca da değişik popüler kitaplar yayımlayarak zorlukların altından kalkarım düşüncesini taşıyorlar. Bunun geçici bir çözüm olacağının farkında değiller.
GÜNEY: Okuyucu bu durumdan nasıl etkilenir?
SAİM ÜSTÜN: Okuyucu, her geçen gün holdinglerin desteklediği yayınevlerinin yayımladığı kitaplarla başbaşa kalmaya doğru gidiyor. Yani kafaları şartlandırma anlamına geliyor bu gidişat. Bu tür yayınevleri okuyucuya ne sunarsa okuyucu bu kitapları almak zorunda kalacak. Yani okuyucunun seçme şansı azalacak. Zaten kitap maliyetlerinin de sürekli yükseldiğini düşünürsek ne yazık ki, bazı okurlar daha az kitap almakla yetinmek zorunda kalacaklar. Bizim gibi yayınevleri yasaklamalarla ve mali sorunlarla boğuşurken meydan onlara kalacak.
GÜNEY: Para cezası aldığınız kitap hakkında neler söyleyeceksiniz?
SAİM ÜSTÜN: “Halkın Sanatçısı, Halkın Savaşçısı Yılmaz Güney” kitabından ceza aldım. Bu kitap, H. Yeşil tarafından kaleme alındı. Kitap, 1994 yılında ilk baskısı yapıldığında herhangi bir yasal sorunla karşılaşmadı. Fakat 2000 yılında nedense bölücülük propagandası yapmaktan dava açıldı. Şimdi aynı sözleri tekrarlamak istemiyorum, çünkü benim yüzümden bir de sizin derginiz toplatılıp kovuşturmaya uğramasın. Eskiden yoksulluktan, eşitlikten bahsedince ‘komünizm propagandası yapıyor’ diye mahkeme kapılarında süründürülürdü insanlar. Bilmeyerek bile komünizm propagandası yapıp ceza yiyen, cezaevini boylayan insanlar tanıyoruz bu memlekette. En bariz örneği Yılmaz Güney’dir: O, “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri” adlı öyküsü 1955 yılında yayımlandığında bilmeyerek komünist olmadı mı? Yıllarca insanların canı yandıktan sonra baktılar memlekete ha deyince komünizm gelmiyor; ayrıca yollar da kötü, bunun üzerine komünizm propagandasını suç unsuru olmaktan men ettiler.
Benim bu kitabı yayımlamaktaki amacım bir şeyleri bölmek değil, insanlar Yılmaz Güney’i sosyal, siyasal, sanatsal fikirlerinin ne olduğunu bilerek tanımalı, sevmeli düşüncesiyle hareket ettim. Duyarlı olan hemen herkesin dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmelerle ilgili fikirleri vardır. Bu anlamda Yılmaz Güney önemli bir sanatçı olmasının yanında, önemli siyasi görüşleri de olan ve birçok insanın bilmesine rağmen birçok insan için de merak konusu olan halkın savaşçısını tanımalarını istedim. Çünkü Yılmaz Güney’i genel olarak içini boşaltarak tanıtmaya çalışıyorlar. Ben, bu kitabı yayımlayarak; ‘o sadece sanatçı değil’ diyenlerin sesini yükseltmeye çalıştım. Yılmaz Güney, ezilenlerin içinden çıkıp, Türkiye’deki çelişkileri gören ve gördüğünü iyi tahlil eden bir siyasetçidir aynı zamanda. O, bu durumu sinemasında da iyi bir şekilde dile getirmiştir. Bu görüşleri yayımlamak kadar doğal bir şey olamaz sanıyorum. Tarih yasaklamalarla gizlenemez elbette. Bu anlamda o, farklı düşündüğü için önce kendisi yok sayılmaya çalışıldı, bu olmadı. Bu defa o sadece bir sinemacı dendi, bu da tutmadı, tutmuyor. Oysa Yılmaz Güney, hem siyaset adamı, hem de Türkiye sinema tarihinde yeni bir sayfa açmış sanat adamıdır. Bazı gerçekleri anlatıyor diye ona damga vurup önünü kesmekle sorun çözülmüyor; sorun olduğu yerde duruyor ve sorun, sorun olmaya devam ediyor…
GÜNEY: Bölücülük propagandası konusunda söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
SAİM ÜSTÜN: Bugün Türkiye’deki bazı sorunlar üstü kapanmaya çalışılsa da çözülmek zorunda olan gerçeklerdir. Neden bölücülük propagandası yapayım ki? Birileri sürekli devleti bölmeye çalışıyor. Malum bölgeden bahsedince ‘sen bölücülük propagandası yaptın’ diyerek karşına çıkıveriyorlar. Bu kadar kolay mı bölmek/bölücülük yapmak? Elbette burada amaç, farklı seslerin çıkmasını önlemektir. Böyle devam edip gitsin anlayışından başka bir şey değildir bu. Bugün Mesut Yılmaz “ulusal güvenlik sendromu”ndan bahsetti, bazı kişi ve kurumlar buna tepki gösterdi insanlar şöyle ya da böyle tartışmaya başladılar. Devlet bölünmedi, Mesut Yılmaz’a dava da açmadılar. Dokunulmazlığın kaldırılması için DGM savcıları Meclise fezleke de göndermedi. Ben ise, farklı fikirlerin tartışılması amacıyla yayımladığım, üstelik birinci baskısında hiçbir kovuşturmaya uğramadığım bir kitabın ikinci baskısından dolayı cezaî kovuşturmaya maruz kalacağımı aklımdan bile geçirmezken, ağır para cezasına mahkum oldum. Demek ki bundan şu sonuç çıkıyor: bazıları devleti farklı ve fena yönetmeye çalışıyor. İnanıyorum ki, komünizm sendromu gibi bölücülük sendrumu da bir gün yok olacak. Böyle şey olmaz, olmamalı. Olursa traji komik oluyor.