Hakim sınıflar arasında bir iktidar dalaşı yürüyor…
Türk büyük burjuvazisinin çıkarlarını savunan ve büyük burjuvazinin desteğini alan; “hükümet olan ve ama iktidar olamayan” (RTE) AKP hükümeti devlet iktidarına talip… Bugüne kadar iktidarı elinde bulunduran ordu eksenli kemalist-“laik” kesimler ise kendi iktidarlarını sürdürmek için AKP hükümetini yıkmak istiyor. Bu dalaş birçok alanda yürüyor: Hukukta, eğitimde, sağlıkta, kültürde…
AKP hükümeti kemalist kesimin hakimiyeti altındaki kurumları ele geçirmeye çalışıyor; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, YÖK gibi kurumlarda iki kesim arasında bir mücadele yürüyor. Geçtiğimiz dönemde özellikle YÖK üzerinden yürüyen dalaşta AKP tek tek üniversite yönetimlerinde “başarı” kazanmasına rağmen, bu alana kesin hakimiyetin önünde en büyük engel olarak gördüğü YÖK yönetimini devre dışı bırakmaya çalıştı. Ancak 12 Eylül darbesinin bir ürünü olan YÖK’ü ele geçirmek, devreden çıkarmak vs. mümkün olmadı.
Söz üniversiteden açılmışken… Üniversitelerde yerleşik kuralların, YÖK kanunlarının türbanlı öğrenciye izin vermemesi nedeniyle geçtiğimiz dönemde bu bağlamda yer yer trajediye varan sorunların yaşandığını da hatırlamak gerekiyor. Toplumun diğer kesimleri arasında da sorun olarak ortaya çıkan/çıkarılan türban sorunu –ve bunun siyasete alet edilmesi– üniversitelerde fazlasıyla kullanılan bir sorun olarak kendini gösterdi. Mezuniyet törenlerinde türban sorunu, derse girmek isteyen öğrencinin üniversite kapısındaki türban sorunu, üniversite seçme ve yerleştirme sınavına girişte türban sorunu… dalaştaki her iki kanadın kullandığı sorun oldu. “Kamusal alanda türban yasağı” gerekçesiyle kemalist-“laik”ler “şeriat özlemi içinde” değerlendirdikleri/gösterdikleri AKP hükümetinin bu sorunu çözmesine izin vermeyerek bu partiye oy veren seçmenle bu partiyi karşı karşıya getirmeye, AKP hükümetini gözden düşürmeye çalışıyorlar. AKP ise bir yere kadar bu sorunu zorluyor, ancak çok germekten kaçınarak zamana oynuyor; mağduru oynuyor. “Biz yapmak için elimizden geleni yaptık ancak olmadı”ya sığınıyor.
AKP devletin her kademesinde ilerlemek, genişlemek istiyor. Kadrolaşmak istiyor; kalıcı olmak istiyor. Sağlık alanında, TRT’de yürüyen ve oldukça tartışılan kadrolaşma, bu kez de kültür alanında sürdürülüyor.
Kültür Bakanı geçtiğimiz günlerde “Devlet Tiyatroları”na el attı… Ama ne el atma! Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin “özel yasa” ile görevden alınarak yerine AKP’ye yakın olduğu söylenen ve “çapsızlığı” dillendirilen bir dramaturg, Mine Acar getirildi… Bu Devlet Tiyatrolarında taşların oynatılması anlamına geliyordu. Ardından kıyamet koptu: Kemalist-“laik” kesimin kimi sözcüleri, yazarları bu adımla “AKP hükümetinin Türk tiyatrosuna şeriatı getirmek”, “sanatçıları tesettüre sokmak” istediği… vb. gerekçelerle tepki gösterdiler. Bu kesime göre; Devlet Tiyatrolarında yaşanan deprem Cumhuriyet tarihinin en büyük sanat kurumlarından birini daha bitirme operasyonudur, bu planla hedef, ülkedeki kültür-sanat ortamını çölleştirmek ve ortaçağ anlayışına sürüklemektir…
AKP hükümeti ve bu hükümetin Kültür Bakanı Atilla Koç, Devlet Tiyatrolarında büyük yolsuzlukların yapıldığını, devletin zarara sokulduğunu, kimi sanatçıların çalışmadan ücret aldığını söylediler. Bu arada konuyla bağıntı içinde 110 kiloluk ya da 40 yaş üzeri balet tartışmaları gündeme getirildi. Bu çok seviyeli ve ciddi tartışma anda sürüyor.
Bu tartışma iktidar dalaşının kültür alanında da sürdürülmesinin bir yansımasıdır. AKP hükümeti’nin kadrolaşma isteğinin ve “dokunulmaz” kimi kurumlara dokunarak Kemalist-“laik” kesimin etkisini kırma isteği ve buna karşı Kemalist-“laik” kesiminlerin direniş çabasıdır. Esas olan budur. Ama bunun yanında Devlet Tiyatrolarının “ıslah” edilmesi planı çerçevesinde dillendirilen “yolsuzluk”, “çalışmadan para alma”, kısaca “arpalık” olarak değerlendirilen kurumlardan birisi olarak Devlet Tiyatrolarını bu konumdan çıkarma konusunda söylenmesi gereken şey şudur: Gerçekte Türkiye’de bu tür kurumlar her dönem birer “arpalık” olarak görülmüş, kadrolaşmanın bir aracı olarak işlev görmüşlerdir. AKP güya buna son vermek istemektedir. Ancak bu sistemde AKP sistemin dışında bir çözüm vs. getirecek kapasiteden de, anlayıştan da uzak, sistemin bir partisi; hükümet de sistemin bir hükümetidir. AKP yapacağı değişikliklerle “arpalığı arpalık” olarak bırakacak; “arpalık”tan yararlanacakları değiştirecek ve kendisine yakın olanlara bu alanı açacaktır. Bu sistemde bundan farklı bir davranış da beklenemez.
- ••
Diğer bir tartışma konusu Kültür Bakanı tarafından dile getirilen Taksim’e yeni bir kültür merkezinin yapılması isteği… Bakan’a göre Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi binası mimarisiyle Taksim’e ve İstanbul’a uymayan bir görüntü sergilemektedir. “Sovyetik görünen” (Kültür Bakanlığı binayı böyle değerlendiriyor!) bu bina yıkılmalı, yerine İstanbul’a uygun çağdaş bir bina yapılmalıdır. Kemalist-“laik” kesimin sözcüleri binanın yıkılmasına ve yerine başka bir bina yapılmasına şiddetle karşı çıktılar. Bu kesime göre yapılmak istenen savurganlıktı, bunun ardında “Taksim’e cami” planı yatmaktaydı… vs.
AKP iktidara AB vizyonunun üzerlenen bir parti olarak geldi. Bu yönde yasal alanda bir dizi değişiklikler yapıldı bu parti tarafından. Bu parti kimi burjuva demokratik hakları araç olarak kullandı, kullanıyor. Bunun elbette bir dizi olumlu yansıması var. Avrupa’nın koyduğu kriterlere en azından yasal düzenlemeler bağlamında ulaşıldı; sonuçta 3 Ekim’de görüşmelere başlanılması kararı çıktı. Ancak kemalist-“laik” kesimler iktidarları için tehlike olarak gördükleri AKP hükümetini sıkıştırmak için; AKP’yi AB yolunda başarısız kılmanın, AB sürecini sekteye uğratmanın bir aracı olarak Orhan Pamuk’un söylediği sözleri bile kullanıyorlar. Örneğin 3 Ekim görüşmelerine çok az bir süre kala Cumhuriyet savcıları harekete geçiyor ve Orhan Pamuk hakkında; “Türkiye’de 30 bin Kürt ve 1 milyon Ermeninin öldürüldüğü” sözlerinden dolayı “Türklüğü aşağılamaktan dava açıyorlar… Bu sözlerin söylenmesinin üzerinden epey bir süre geçmesine rağmen neden 3 Ekim öncesinde böyle bir adım sorusu soruluyor… Yanıt AB’nin genişlemeden Sorumlu Komiseri Rehn’dengeliyor: “Orhan Pamuk bizim için kırmızı çizgidir! Yeni TCK’daki ilgili madde değiştirilmediği takdirde, müzakereler için frenler var!”
Orhan Pamuk hakkında açılan davadan belki bir şey çıkmayacak ama AB görüşmelerinin öngününde bu adımla da AKP hükümetinin AB yolunda düşe kalka, daha da iyisi hiç yürümemesi isteniyor; yıpranması isteniyor. Kısaca taraflar iktidar dalaşında her alanda, herşeyi Orhan Pamuk da bu bağlamda iktidar dalaşının bir unsuru olarak piyasaya sürülüyor.
- ••
İktidar çatışmasının kültür alanında yürüyen iki temel tartışması konusunda yaşananların bu kısa özetini yaparken bir başka yanın da sık sık tartışma içine sokulduğuna dikkat çekmek gerekiyor. Bu kemalist-“laik” kesimlerin dillendirdiği şekliyle AKP’nin siyasal islamın bir partisi olarak “şeriat” özlemi, uygulamalarıyla böyle bir sisteme doğru adım adım ilerledikleri düşüncesidir. Her somut adımda öne çıkardıkları bu yanla kemalist-“laik” kesimler; “şeriat” öcüsünü öne çıkararak siyasi rakibini etkisizleştirmeye çalışmaktadır. AKP hükümetinin “Cumhuriyet” toplumunu Ortaçağ karanlığına sürükleyeceği, “şeriat” ilkelerine dayalı bir toplumu adım adım yerleştirdiği; buna karşı Cumhuriyet’i savunanların birşeyler yapması gerektiği düşüncesi açık açık dillendirilmektedir.
Bu değerlendirmeler karşısında AKP hükümeti şeriatçı bir parti olmadıklarını vurguluyor; Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir parti olmadığını, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarıyla sorunu bulunmadığını vs. ileri sürüyor; “çağdaşlığın gerçek sahiplerinin kendileri” olduğunu söylüyorlar.
- ••
AKP “siyasal islamın” bir partisi olarak çıkmıştır. Büyük burjuvazinin çıkarlarını savunma, AB vizyonu görevini üzerlenme gibi özellikleri yanında AKP “merkez” parti olma, “muhafazakâr demokrat”, “müslüman-demokrat” denilebilecek bir partidir. Bu partinin “merkez”in bir partisi olması ona çok fazla eğilimi –şeriatçı, milliyetçi, liberal, “demokrat sol” vd.– eğilimi birarada tutma özelliği/görevi yüklemektedir. AKP bu çok parçalı yapısına uygun olarak “pragmatik” denilebilecek bir siyaset izlemektedir. Bu genel siyasette olduğu gibi kültür siyasetinde de açıkça görülmektedir. AB misyonu çerçevesinde yapılan hukuksal-yasal değişikliklerle Kürt kültürünün sınırlı da olsa kendisini ifade etmesi, şeriatçı kesimin “türban” sorununu sahiplenmesi, “çağdaş” yaşamak isteyen elit burjuva kültürüne tavır almaması, tam tersine bu parti içindekilerin bir bölümünün bizzat bu tür bir yaşam sürdürmesi, milliyetçi kesimlerin talepleri gözetilerek örneğin TRT yayınları içinde Türkçü programlar; Osmanlıcılık siyaseti temelinde şekillenen “eskiye vurgu” yapan programlar; alt-kimlik olarak Alevilere gösterilen görece “hoşgörü” ve bu kesimle “barışma” siyaseti izlenmesi adına Alevi kültürüne, müziğine yer veren programlar… gibi uygulamalar bu kültür alanında “pragmatik” siyasetin bazı görüntüleridir.
Ancak gelinen yerde AKP’nin bu siyasetten uzaklaşmaya başladığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü kemalist-“laik” kesimler AKP’nin uygulamaya çalıştığı “pragmatik” siyasetin unsurlarını kendi yanında toplamaya çalışmakta, onlara bu dalaşta kendi kuyruğuna takılma misyonunu yüklemektedir. Bunda ne kadar başarılı olunacağı bugünden bilinemez ancak, AKP ile kemalist-“laik” kesimler arasındaki iktidar dalaşının alanlarından birisi olarak kültür-sanat siyasetinde de çatışma daha da sertleşme eğilimleri gösterecek gibi görünüyor…
Bizim görevimiz AKP hükümeti ile kemalist-“laik” kesimler arasında yürüyen ve kültür-sanat alanına da yansıyan tartışmalarda ne birinin, ne diğerinin yanında olmaktır. Bilinmelidir ki, bu iktidar dalaşının da, bu sistem sürdüğü sürece şu ya da bu hakim sınıflar kliğinin “başarısının” bize, işçilere-emekçilere bir faydası vardır. Bizim sorunumuz sistemledir; bu sistemi koruyan devletledir. Kültür siyasetinde de çıkış noktası burjuvazinin şu ya da bu kanadının şu ya da bu kültür siyasetine karşı olma sorunu değil, genel olarak gerici, feodal, burjuva… kültüre karşı olmak; eskiyi yıkmak, yeniyi kurmaktır. Eskiye karşı yeni, burjuva devlete karşı işçi devleti, gerici, feodal, burjuva… kültüre karşı yeni, sosyalist kültür…
Görev bunun için çalışmaktır!
DERYA GÜMÜŞ,13 Eylül 2005