Bilgimiz çerçevesinde, evrenin/kainatın sonsuzluğu içinde var olan sayısız varlık arasından aklı sayesinde sıyrılmış/seçilmiş tek varlık olan insanı; sonra aklıyla/fikriyle ürettiği bilgiyi, daha sonra da insanın evreni tanıma arayışını ele alacağız.
İnsan, her şeyi merak eden, merak ettiğinin peşine düşen; sınırsız hayallerini sınırlı olanaklarla gerçekleştirmeye çalışan bir varlık. Ayrıca, düşünen; düşündükçe bilgi üreten; düşündüklerini hayata geçiren; ürettiği bilgilerle yeni düşünceler ortaya koyan; evrende var olan uyumu, uyumsuzluğu ve her türlü zıtlıkları/karşıtları, çelişkileri kendinde toplayan bir varlık.
Mevcut bilgisi sayesinde uzayı sınırsız ve onsuz boşluk diye tanımlayan; ancak uzay boşluğunda bir toplu iğnenin ucunun trilyonda birinden de daha küçük olan güneş sistemi içinde dünya adlı gezegende yaşayan insanın, bu sonsuzluk/sınırsızlık içinde, sonlu/sınırlı bilgisiyle evreni tanıdığını, tüm sırlarını çözdüğünü söylemek mümkün mü? Kuşkusuz hayır. Bu bilgilerle olsa olsa ancak evreni tanıma (bir hakikate ulaşma) arayışı içinde olması mümkün olabilir.
Bugüne kadar gelen bilgiler, insanı diğer varlıklardan (canlı/cansızlardan) ayıran şeyin akıl olduğu yönündedir. Yani insanın, aklı sayesinde hayvanlardan ayrıldığını belirtir. Ancak akıllı olmak üstün olmak anlamına mı geliyor? Eğer insan, aklı sayesinde kainattaki tüm varlıklardan daha önemli (veya değerli) olduğunu iddia ediyorsa; burada bir eksiklik var demektir. Çünkü akıl, her zaman insana iyi/olumlu/yararlı işler yaptırtmamaktadır. Aynı zamanda kötü/ olumsuz/zararlı işler de yaptırmaktadır. Asıl onurlu/erdemli olan şey akıllı olmak değil; aklı onurlu/erdemli işlerde kullanmaktır.
Varlıkların en onurlusu olma nedenini sadece akla indirgeyen bir düşünce de eksik bir düşüncedir. Asıl marifet (üstünlük ve onur) akıl sahibi olmakta değil; akla sahip çıkmadadır. Sadece akılla övünmek, insana ait bir düşünce olup; mütevazılıktan uzak insan kibrinin (kendini büyük görmenin) bir ürünüdür. Zira insan düşündükçe, hiçbir şeyin boşu boşuna var olmadığı, her varlığın değerli ve bütünü tamamlayan bir öneme sahip olduğunu görecektir. Bu nedenle, hakikat mutlak olsa da bilgi mutlak/sabit değildir. Hakikate götüren bazı bilgiler eksik olabilir. Çünkü hakikati bilgimiz oranında tanımlamaktayız.
Ateşi, aklı sayesinde bulan insan, yemek pişirmenin, ısınmanın demiri eritmenin yanında aynı akıl sayesinde, dünyayı ve insanları ateşe vermekten geri kalmamıştır. Demiri aklı sayesinde bulan; sonra demirden bıçağı, kaşığı, çatalı yapan insan, aynı akıl sayesinde silahı icat edip insanı ve diğer canlıları öldürmekten geri durmamıştır. Demek ki akıl da her şeyde olduğu gibi tüm zıtlıkları (iyi-kötü, olumlu-olumsuz, yararlı-zararlı şeyleri) kendinde toplamıştır. O halde akla sadece pozitif veya sadece negatif bir anlam yüklemek de eksik bir yaklaşımdır. Olumluluk ve olumsuzluk aklı hangi yönde kullanıldığımıza bağlıdır.
Bir başka soru da evreni bütünleyen ve insanın varlığında çok etkili olan diğer varlıklar (güneş, hava, su, toprak, yağmur, hayvan ve bitki vb.) olmadan, insan nasıl önemli/değerli olabilir? Yok eğer akıl ona, yer yüzünde bir arıdan, bir karıncadan, bir kediden daha üstün olmadığını sağlıyorsa, akıllı olmak zararlı değil, yararlı bir şeydir. Akıl, birbirini bütünleyen parçaların birbirinden önemli olduğunu değil; aynı ölçüde (bütünleyici olması bakımından) her birinin çok önemli ve değerli olduğunu belirttikçe, insanı daha onurlu/şerefli kılar.
Miyarlarca galaksiden (yıldız kümesinden) biri olan Samanyolu yıldız kümesi ile, içinde bir zerre bile olamayan güneş adlı yıldız arasındaki ilişkiyi anlamadan, evreni anlamak; güneş ile güneşin çekim alanına giren dünya arasındaki ilişkiyi anlamadan, güneşi anlamak; dünya ile, üzerinde varlık bulan insan arasındaki ilişkiyi irdelemeden, dünyayı anlamak; dünya ile insan arasındaki ilişkiyi anlamadan, insanı anlamak ve tanımak olası değildir. Ancak insan ile evren arasındaki ilişkiyi diyalektik bir formüle dayandırmadan hakikate ulaşmak da pek mümkün değildir. Zira bir tek insanda bile evrenin bütün halleri mevcut iken; kainatın adeta bir özeti olan insanı tamamıyla tanımak da bir o kadar mümkün olmayacaktır.
Sınırlı bilgiye sahip olan insanın bilgi kapasitesi sınırsız olduğundan, evrenin tüm sırlarını çözme çabası içindedir. Merak edip araştırdıkça, araştırıp irdeledikçe, irdeleyip sorguladıkça mevcut bilgilere yeni bilgiler ekliyor. Yeni bilgilerle birlikte yeni bilgisizlikler (bilinmezlikler) vuku buluyor. Yani bilgimizin sınırını, evrenin sonsuzluğu belirlemektedir.
Evrenin sonsuz ve sınırsız olduğunu iddia eden de bilgisi sınırlı olan insandan başkası değildir. Düz bir mantıkla olaylara yaklaştığımızda; okudukça/öğrendikçe evrenin sonsuzluğu ve sınırsızlığı içinde bilgimizin arttığını düşünürüz. Oysa bilgimiz artıkça bilmediklerimiz artar. Bilmediklerimiz artıkça bilgi sınırımız daralır.
İnsanın, evreni tanıma arayışı ile kendini tanıma arayışı arasında kaçınılmaz bir ilişki vardır. Gerek evren gerekse insan hakkındaki bilgimiz oldukça sınırlıdır. Evreni ne kadar tanıyor olmamız ile insanı ne kadar tanıyor olmamız arasında da bir ilişki vardır. Nasıl ki evreni bütünüyle tanımaya insanın/insanlığın (belki de milyar kuşak insanın) ömrü ve bilgisi yetmiyorsa/yetmeyecekse, bir tek insanı tanımaya da insanın/insanlığın ömrü yetmiyor/yetmeyecektir. Bir insanda, evrendeki sonsuzluk kadar bilgi potansiyeli/kapsamı mevcut iken, aynı insanda bir o kadar da bilgi boşluğu mevcuttur.
Evrendeki tüm zıtlıkları da insan da görmek mümkündür. İnsan için öğrenmenin/bilginin sınırı yoktur; öğrenmemenin/bilgisizliğin de. İnsan için iyiliğin sınırı yoktur; kötülüğün de. İnsan için güçlülüğün sınırı yoktur; güçsüzlüğün de. İnsan için doğruluğun sınırı yoktur yanlışlığın da. İnsan için sevginin sınırı yoktur; nefretin de. İnsan için dostluğun sınırı yoktur; düşmanlığın da… Doğrusu insan kainat kadar derin, evren kadar anlaşılmaz bir varlıktır.
İnsanı bir tek yönden ele almak parçalı bir yaklaşımdır; eksiktir. Nasıl ki evreni bir tek yönüyle ele almak evreni tamamen anlamaya yetmiyorsa; insanı bir tek yönden ele almak da onu tamamen tanımaya yetmeyecektir. Bu nedenle gerek evren gerekse insan bütün yönleriyle ele alınmalıdır. Zaten insanın hakikat arayışı da insanın içinde bulunduğu evreni tanıma çabasıdır. İnsan, evrenin içindeki insanı tanıdıkça, insanın içindeki evreni de tanıyacaktır. Bu iki kavramı ele alma nedenimiz, ikisi arasındaki kaçınılmaz diyalogdan (diyalektik bir bağdan) kaynaklanmaktadır. İnsanlığın yaşadığı tüm zamanları ve bu zamanlarda üretilen/öğretilen tüm bilgileri yan yana (ya da üst üste) koysak bile, insanı ve evreni bütünüyle tanımaya yetmeyecektir. Bütün bunların yanı sıra, evren ile insan arasında üçlü bir arayış/durum/ilişki söz konusudur:
Bir, insanın içinde bulunduğu evreni tanıma arayışı (evren, sonsuz bilinmezliklerle doludur).
İki, evrenin içinde bulunan insanı tanıma arayışı (insanın iç dünyası karmaşıklarla doludur).
Üç, insanın içindeki evreni tanıma arayışı (her insanın iç dünyasında farklı bir evren, farklı bir dünya vardır).
İnsana dair bütün arayışlar, hem insanın içinde bulunduğu evreni tanıma, hem de (her) insanın içinde var olan evreni tanıma arayışıdır. Çünkü insan demek başlı başına evren demektir evreni bütünüyle tanımayacağımıza göre insanı da bütünüyle tanımamız olası değildir.
Milyarlarca insandan biri olan yani insanoğlu/kızı olarak her birimiz, sınırlı bilgilerle, sınırsız/sonsuz evreni tanıma çabası içindeyiz. Fiziki olarak sayısız varlıktan daha küçük olmamıza rağmen, bizden trilyonlarca kez büyük olan evrenin sırrını, aklımız sayesinde çözmeye çalışıyoruz. Evreni bir bütün olarak ele alma ihtiyacından kaynaklı, evrene dair tüm bilgiler, bizim (insanın) düşüncesinin bir ürünüdür. Bu bilgiler hakikat olmayabilir. Ancak hakikate ulaşma çabalarıdır.
İnsanın en büyük eksiklerinden bir tanesi de kendini akıllı veya sadece akıldan ibaret bir varlık olarak görmesidir. Zira insan sadece akıldan ibaret bir varlık değildir. Akıl, insanı diğer varlıklardan ayıran temel özelliklerden sadece bir tanesidir. Evrenin halleri sadece insanda mevcut değildir. Evrenin diğer hallerini herhangi bir varlıkta da bulmak mümkündür. İnsan kainatın tamamı değil; kainatın bir parçasıdır. Bir kelebek, bir yıldız, bir karınca, bir ağaç da kainatın bir parçasıdır; ancak kainatın tamamını ihtiva etmez. Başka bir ifadeyle, evren bütün; diğer varlıklar ise birer parçadır. Parçalar evrenin bir kısmını; evren ise parçaların tümünü ifade eder.
Evreni ve evreni bütünleyen varlıkları/parçaları tanımak için insanın iki temel dayanağı vardır. Biri bilgi/bilim/bilmek; diğeri ise öğrenmek/ilim (Arapçadaki -e’lleme kökünden gelmektedir). Bilmek (-bil kökünden türemiştir) yaparak, yaşayarak yapılan bir eylem/fiildir. Öğrenmek ise, öğrenilen ve öğretilen bir eylemdir. Bilen kişi, bildiği şey hakkında öğrenmeye muhtaç değildir. Öğrenmek isteyen kişi ise, bilgiye(bilmeye) muhtaçtır. Öğrenmek, bilmenin ön koşulu; bilmek ise öğrenmenin son aşamasıdır. İkisi de birbirini bütünler.
Yukarıdaki örnekleri vermemizin nedeni şudur. Öğrenmek soyuttur; bilmek ise somuttur. İnsandaki hakikate ulaşma düşüncesi/inancı da aynı şekilde soyut ve göreceli iken; hakikatin kendisi somuttur. Ancak her şeye rağmen, hakikati, bilgimiz dışında tanımlamak da mümkün değildir. Düşüncemizi, inancımızı ve her türlü davranışımızı belirleyen şey, sınırlı bilgimizden başka bir şey değildir. Hakikati ve kavramları tanımlamak da bu sınırlı bilgimizden ibarettir. O zaman her insanın mevcut halini, sınırlı bilgisi belirler. Aslında hakikat dediğimiz şeyi bilgimiz tayin eder. Zira fikir, düşünce ve inanç da bilgiye dayanır. Ahlakın, adaletin, vicdanın ve aklın yolu da bilgiden geçer. Bilmeden düşünmek, düşünmeden üretmek, inanmak ve hareket etmek de mümkün olmamaktadır.
Bilgi bir hakikat ise; hakikat öğretilen bir şey mi yoksa bilinen bir şey midir? İnsan, bilgiye aklı sayesinde ulaşır. O halde öğretilen bilgi dışında başka bilgiye ulaşmak da mümkündür. Yani bilgi, varlığa ulaşma yöntemidir. Ve sonradan üretilen bir şeydir. Hiçbir insan, yüklü bir bilgiyle doğmamıştır… Bir insanın bilgisi yaşamla başlar; yaşamla son bulur. Ve bilgiye de en iyi irdeleyip sorgulayarak ulaşılır. Sorgulanmayan bilgi, ezberletilmiş, öğretilmiş bilgidir. Öğretilmiş bilgiye ne bir şey ekleyebilir ne de eksiltebilirsiniz. O halde aklımızla yeni bilgiler üretmemiz de mümkündür.
Evrende esas olan varlıklar arasındaki kaçınılmaz ilişkidir. Evren de var olan her şey işlevseldir. Hiçbir varlık gereksiz de değildir. Evrenin yasalarına göre (önem ve değer gözetmeksizin) her varlık eşittir. Değer ve önem ise, insanın olgulara yüklediği niteliktir. Nitelik ise, olması ile olması gereken arasındaki farktır. İnsanı evrensel bir varlık olarak ele aldığımızda, sadece akıllı olduğundan ötürü onu şerefli/onurlu/değerli görmek eksiklik olur. Bir insan akıllı olması evrenin bir yasasıdır. Ama aklı sayesinde her şeyden üstün önemli ve değerli olduğu anlamına gelmez. Zaten bunu söyleyen de insandan başkası değildir. Öte yanandan kainatın bir parçası olan bir inek, bir ağaç, bir ırmak, bir yıldız (Güneş), akılsız olmalarına rağmen evrenin birer parçasıdırlar. İnsana göre pek değerli olmasalar da önemlidirler.
Sonuç olarak, evren bir bütün; insan, akıllı bir evrendir. İnsanı evrenden (ve evrende yer alan diğer varlıklardan) ayırmak, bağını koparmak mümkün değildir. Bu diyalektik ilişkiyi ancak akıl ve bilgi sayesinde kurabiliriz. Bilgiden yoksun akıl, akıldan yoksun bilgi hiçbir işe yaramamaktadır. Gerek tüm evreni içinde barındıran insanı, gerekse bütün varlıkların cümlesi olan evreni tanımak istiyorsak, bizi hakikatle buluşturacak olan aklın, vicdanın ve ahlakın karması/bileşkesi olan insana değer vermemiz ve evrenin diğer bileşenleri olan bütün varlıkların birbirleriyle olan kaçınılmaz ilişkilerini önemsememiz gerekir.