Karikatürist olacağım!
Bu da nereden çıktı diye soru sormayın bana, yasaktır! Üstelik, yazımı okurken acaba görüntüsü nasıl, kim bu diye de düşünmeyin.
Böyle şeyleri düşünmek de yasaktır size… Soru sormanın kaynağı düşünmek mi? O zaman düşünmek yasak kardeşim bu memlekette!
Size sormak yasak ama ben yine de iyi niyetimi bozmayıp karikatürist olmaya nasıl ve neden karar verdiğimi –siz soru sorup suçlu konuma düşmeden–, anlatayım size. Yani sizi düşündüğümden ha! “Kendim için bir şey istiyorsam namerdim!”
Doğrusunu istiyorsanız benim karikatürist olmam mümkün değil. Yetenekli değilim. Hiçbir umut yok. Okuldayken pekiyi notu alamadığım tek ders resim işiydi. El yazımı ise kendim bile okuyamıyorum. Yani anlayacağınız “çizgi sanatı” bir yana kalem tutmaya bile elim yetmiyor… ‹yi ki bilgisayar var da üzerinde harflerin işaretlendiği karelere basıp yazabiliyorum. Yine de karikatürist olmaya karar verdim! Yeteneksizliğimden dolayı karikatürist olmaya karar vermem niye yanlış olsun ki? Ne de olsa bir amaç ilanı… Tutarsa tutar, tutmazsa da kime ne?
Bu kararı ilan etmemin esas nedeni, karikatürün Türkiye’de bir “çizgiyle eleştiri” sanatı mı, yoksa başbakanın geçim kaynağı mı olduğu konusunda kendi kendimle yürüttüğüm tartışma oldu.
Her ne kadar kendim karikatür çizemiyorsam da, karikatürün “Çizgiyle mizahın sanatı… Bu sanat dalını toplumun çelişkilerini eleştiren; toplumun kendisini gülerek gördüğü bir ayna olarak nitelemek yanlış olmayacaktır.
Karikatür, çizginin gücü ile söylenmesi gerekenleri bir çırpıda söylemenin sanatı…
Ve karikatür sanatı muhalifliğin de bir aracı…” (Derya Gümüş, Güney sayı 31, sayfa 26) olduğunu düşünen ve savunan biriyim. Bir anlamıyla karikatür, eleştirmek, alay etmek, güldürmek içindir. Bu, aynı zamanda sözkonusu karikatüristin düşüncesini ifade etme aracıdır da.
Düşüncesini ifade etme özgürlüğünün bir ölçüsü de karikatür üzerindeki yasakların, baskıların azlığı, ya da yoğunluğudur. Kısacası karikatür üzerindeki sansürün sınırıdır.
Aslında Türkiye’de sansürün yakın tarihi, “burun”, “yıldız”, “ihtilal”, “hürriyet” gibi kavramların yasaklandığı “Abdülhamit tipi sansür”e kadar dayanmaktadır. “Ön sansür” olarak da kabul edilen “Abdülhamit tipi sansür” yerine, toplumsal gelişmelere, küreselleşmeye uygun olarak sansürün biçimi de değişmiş durumda. Artık herhangi bir yazı, kitap veya karikatür yayınlanmadan önce yasaklanmıyor, el konulmuyor… Daha modern(!) bir yöntem uygulanıyor!
Sözkonusu yazı ya da karikatür yayınlandıktan sonra, “manevi şahsiyete yönelik, şahsi haklarına tecavüz niteliğindeki tahkir ve tezyif edici, haksız ve hukuka aykırı” olduğu gerekçesiyle, hem de kişilik haklarını ve şahsiyetini koruma adı altında çıkarılan yasaya dayanarak sözkonusu yazı ya da karikatür sahibi hakkında dava açılır ve mahkemeyle milyarlarca lira (şimdi binlerce YTL) tıpış tıpış cebe atılır! Tabii ki yazının ya da karikatürün sahibi, veya yayın organı da bu kadar parayı verebiliyorsa, aynı mealdeki yazı veya karikatürleri yayınlamakta “özgürdür”! Kapitalizmdeki özgürlüğün sermayenin yayılma, çoğalma özgürlüğü olduğu bu basit örnekte bile ortaya çıkmaktadır. Buna da “düşünce özgürlüğü” diyorlar! Ne büyük sahtekârlık!
Üstüne üstlük, 24 Temmuz 1908’den beri Türkiye’de sansürün kaldırıldığı iddia edilerek, sözkonusu tarih “sansürün kaldırılışının” günü veya “Basın Bayramı” olarak kutlanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan, hükümetin başı olarak Türkiye’de kültür, sanat, edebiyat alanındaki emekçilerin ürünlerinin, düşüncelerini ifade etmeleri önündeki engellerin, yasakların kaldırılması görevini yerine getireceğine, kendisine bir geçim kaynağı sağlamak peşinde ve sağlamış da görünüyor…
Evrensel Gazetesi çizerlerinden Sefer Selvi’nin 5 Nisan 2004 tarihindeki karikatürü hakkında dava açıp karikatüre –tabii ki çizerine ve yayıncısına da– ceza verilmesini sağlaması, başbakanın yeni bir geçim kaynağını keşfetmesinde önemli rol oynamış görünüyor.
Yayınlanan haberlere, çizilen karikatürlere dava aç ve köşeyi dön! biçiminde de ifade edilebilecek tavır, kendisini 9 Mayıs 2004 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ve Musa Kart’ın çizdiği “kedi” karikatürü ve Seka işçilerinin attığı sloganları haber olarak yayınlayan Evrensel Gazetesi hakkında başbakanın açtığı davalarda da gösterdi.
Musa Kart’ın çizdiği “kedi” karikatürü hakkında başbakan tarafından açılan davada, Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi Cumhuriyet Gazetesi yayımcı sorumlusu Yeni Gün Aş, sorumlu müdür Mehmet Sucu ve karikatürü çizen Musa Kart’ı 5 bin YTL (5 milyar türk lirası) cezaya mahkum etti.
Burası Türkiye! “Kedi” sözkonusu olunca kimilerinin aklına “nankörlük” gelir… kimileri de “bir kedim bile yok, anlıyor musun” diye şarkı söyler!
Başbakan Erdoğan yeni bir geçim kaynağı bulduğundan olsa gerek, hem “nankörlüğü” aklına getiriyor, hem de “cebe girecek” YTL’ler için “şarkı söylüyor”… Şarkı söyleyemediği durumlar da yok değil. Sakarya Gazetesi yazarı Önder Baloğlu, “Dokuzuncu Sütun” adlı köşesinde Musa Kart’ın çizdiği “kedi” karikatürünü yayınladı.
Başbakan Erdoğan 10 bin YTL’lik tazminat davası açtı. Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava, 23 Aralık 2004 tarihinde sonuçlandı. Başbakan Erdoğan’ın şikayeti reddedildi. Davanın reddedildiği kararda şunlar da söylendi:
“Mizah inceliği ile fotomontaj yoluyla hiciv içeren söz konusu karikatürün eleştiri sınırları içinde kaldığı ve bu yüzden hukuka uygun bulunduğu; okuduğu şiir yüzünden cezaevinde uzun süre yatmak zorunda kalan sayın Başbakanın bu tür eleştirilere daha hoşgörülü yaklaşması kanaatiyle aşağıdaki kararı vermek gerekmiştir. Davanın reddine, yargılama giderlerinin davacı taraf üzerine bırakılmasına…” (Hürriyet, 24 Şubat 2005)
Evet, burası Türkiye! Aynı davada ayrı kararlar verilmesi, genelde yasaların karar verenler tarafından nasıl yorumlandığını ortaya koymaktadır. Bir yandan Türkiye’nin alışık olduğu katı, baskıcı, yasakçı yasalar ve yorumları, diğer yandan kendini AB’ye uydurmaya çalışan, giderek katı, yasakçı anlayışı yumuşatan ve yasaları “tahammül” sınırları içinde ele alan ve yorumlayanlar… Anda hâlâ egemen olanlar ise yasakçılar!
Şimdi Başbakan Eskişehir 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde alınan karara itiraz etmiş ve ceza davası açmış durumda. Musa Kart ve Cumhuriyet Gazetesi temsilcileri de Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin aldığı kararı temyize göndermiş durumda. Sonucun ne olacağını birlikte göreceğiz. Ama şimdiden açık olan şey, “kişi haklarını, manevi şahsiyeti” koruma adı altında biçimi değiştirilerek düşünceyi ifade etmeye yasak getirilmiştir.
Bu, açıkça düşünceyi ifade etme özgürlüğünün –ki, bu benim için esas olarak kapitalist sömürücü bir sistemde egemenlere karşı ifade edilen, edilecek olan demokratik, devrimci düşünceyi ifade etme özgürlüğünün– kısıtlanması demektir. Başbakan Erdoğan, düzen çerçevesindeki bir eleştiriye bile tahammül edemeyecek kadar “demokrat”tır!
Evet, işte benim karikatürist olmaya karar vermeme yol açan gelişmenin perde arkası budur. Karikatürcü olmaya karar vermem en basit demokratik bir hakka yapılan saldırıyı protesto etmemdendir.
Bence, karikatüristleri, iyi karikatür yapmadığı için, daha usta karikatüristler cezalandırmalıdır! Cezası da, daha iyisini yapana kadar, durmadan karikatür çizmek olmalıdır!
Karikatürün konusuna/içeriğine –genelde sanatta konu ve içeriğe– sınır çizilecekse eğer bu sınır, “seksist/pornocu, faşist/ırkçı, sömürü sisteminin propagandasını yapmamak” olarak çizilmeli.
Şu kahrolası barbar dünyada gülmek, gülebilmek hakkımızı kimseye kaptırmayalım! Kara kara düşünmesi gerekenler egemenler, sömürücüler! Çizgiyle eleştiri silahımızı da sistemin kökünü kazımaya yöneltelim!
Sakın ha, bu arada kendi kendimizle alay etmeyi de unutmayalım!
ÖKKEŞ DERE, 21 Mart 2005