Küresel dünyada “güzelliğin” bedeli ne?
Kâr uğruna kadınlar hastalıklı bir güzellik anlayışının peşinde koşturuluyor.
Emperyalist metropollerden bütün dünyaya yayılan ve istisnasız bütün ülkelerde ve tüm sosyal sınıf ve tabakalarda etkili olan “güzellik dikta-
toryası” kültür emperyalizminin bir başka yüzünü oluşturuyor…
Radyodan konuşan spiker kadının müjde dolu sesine kulak veriyorum: “Kadınlar! Son bir araştırmaya göre erkekler çok zayıf kadınlardan hoşlanmıyorlarmış! Duydunuz mu? fiimdi gidip rahat rahat çukolatalı pastanızı yiyebilirsiniz…” Ve ardından öyle bir oh, öyle bir oh çekiyor ki… Anlıyorsunuz hemen, zavallı kadının kimbilir kaç yıldır çektiği ızdırapları… Ohhh! (rahatlama ve nispetle karışık bir oh!) Oh çekiyor, sadece kendisi için değil… bir türlü “yeterince zayıf” olmayı beceremeyen(!), her aynaya bakışında şurasında-burasında “fazlalık” gören, neredeyse “bütün bir kadın cinsi” için!
Fakat şansı yok şimdilik bu spikerin!… Çünkü hangi kadın tipinin revaçta olduğunu, ideal vücut ölçülerini, neyi giymesi, nasıl süslenmesi gerektiğini bugüne bugün moda ve güzellik sanayii belirliyor!
Böylece geliyoruz, küreselleşen dünyada zengin “batıdan” bütün dünyaya yayılma eğilimi gösteren yeni bir salgına: Zayıflama salgınına!
Kaderin oyununa bakın ki, 21. yüzyılda, her türlü bolluğun olduğu ABD ve Avrupa’da açlık çekiyor kadınlar! ‹şe bakın, yokluktan değil, hem de isteyerek çekiyorlar, kendi arzularıyla açlığı seçiyorlar! Ve bazıları öyle bir yere vardırıyorlar ki bunu, gerçekten hastalanıyorlar ve sonuçta ucunda ölüm bile olan bir hastalığın –zayıflık hastalığının– pençesine düşüveriyorlar.
“Ne güzel incecik!” diye imreniyor, “zayıflık hastalığına” yakalanmayı beceremediği için neredeyse hayıflanan biraz etine dolgunlar… Evet zayıf, hatta bir deri-bir kemik, ama güzel değil – çünkü hasta! Anlıyor musunuz? Has-ta!
Batıda önce orta sınıfın kadınlarında başgösteren bu hastalık giderek diğer katmanlara da yayılmış durumda. Onyıllardır kadın nesillerini bitmez tükenmez diyet programlarıyla uğraştıran ve nesilden nesile giderek incelen bir “ideal kadın vücudu” ölçüleri dayatan moda ve güzellik sanayii, ‘inceliği’ götürebileceği son noktaya kadar götürmüş, kelimenin gerçek anlamıyla “iskelet modası”na vardırmış durumda. Özel makyajlarıyla da bilinçli olarak esrarkeşleri andıran, gözleri çukura kaçmış, elmacık kemikleri dışarı fırlamış, basen kemikleri belli, ipince ve uzun… telden bir elbise askısı kadar ince uluslararası mankenlere bir gözatın yeter… Renkleri beyaz, siyah ya da sarı… Farketmiyor, hepsi bir tornadan çıkmış gibi… Onlar, “güzel”in ölçüsü, “ideal kadın vücudunun” simgesi…
Bir düşünün ölçülerin hangi hızla değiştiğini… Bir zamanların seks sembolü Marilyn Monroe’nun o vücutla bugün Holywood’da kolay kolay şansı olmazdı!
“25 yıl önce modellerin ağırlığı ortalama kadınların ağırlığının % 8 kadar altındaydı. Bugün Naomi, Kate ve diğerleri yaklaşık % 20 oranında daha hafif çekiyorlar. Hatta vitrindeki yapma mankenler dahi inceldiler. Bundan 20 yıl öncesine göre kalçalarından 10 santim ve bacaklarından ise 5 santim incelmiş durumdalar. Canlı-gerçek genç kadınlarla karşılaştırıldığında ise onlardan 13,5 santim kalçadan ve 10 santim bacaklarından daha inceler.” (Emma dergisi, Ocak 2001)
ABD ve Avrupa’da standartlaşan ‘ipince ve upuzun kadın güzeldir’ anlayışı medya aracılığıyla hızla bütün dünyaya yayılıyor… “Marie Claire”, “Elle” vb. kadın moda dergileri Afrika’dan Uzak-Asya’ya, dünyanın her yerine “ideal kadın vücudu” standartıyla birlikte bu ölçülere varabilmenin “sırları”nı da taşıyor: Patates diyeti, muz diyeti, “yarısını ye diyeti”, yağ ve kalori tabelaları, falan fişman! Ve tabii ki, milyarlarca dolarlık bir pazar oluşturan özel diyet ürünlerini!
Moda her zaman vardı deyip geçemiyoruz! Birtakım ‘aptal kadınların işi’ diye dudak da bükemiyoruz! Çünkü, giderek daha geniş kesimlere ulaşan bir salgın sözkonusu… Yaygınlaşma diyorsak, tabii ki yeme lüksünden vazgeçme şansına sahip olanlar arasında bir yaygınlaşma. Bir kere daha tüm zıtlığıyla barbarlık karşımızda sırıtıyor: Bir yanda yoksulluk tehdidiyle sürekli açlıkla yüzyüze olan, “diyet” yapma lüksüne sahip olmayan milyarlar… diğer yanda bolluk içinde başka “yokluklar” çekip hastalananlar…
Ancak hafife alınacak yanı da yok bu salgının! Masum diyetlerle başlıyan yeme bozuklukları özellikle genç kızları tehdit ediyor ve zamanında teşhis konulup tedavi edilmezse zayıflık hastalığına (anoreksi) ya da yeme-çıkarma hastalığına (bulimi) dönüşebiliyor. Ve bunlar insan sağlığını gerçekten tehdit eden hastalıklar…
Yeme bozuklukları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkların boyutu ve ciddiyeti ABD ve Avrupa’da yapılan araştırmalarla ortaya konmuş durumda. Türkiye’de de anoreksi ve bulimi artık bilinir-görülür olmasına rağmen, henüz bu salgının yaygınlaşma boyutları hakkında bir araştırma yapılmış değil. Ancak diğer ülkelerdeki gelişmelere bakarak hızla yaygınlaşma olasılığının bizde de olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Almanya’da ilk olarak 1984 yılında 18 yaşındaki her iki genç kızdan birinin “diyet deneyimi” olduğu tespit edilmiş ve sorunun ciddiyetine dikkat çekilmişti. Bugün ise “diyet deneyimi” 11-13 yaş grubuna inmiş durumda. Yapılan bir araştırmaya göre 11-19 yaşındaki kızların üçte ikisi vücut ölçülerinden memnun değil ve “zayıflamak” istiyorlar. 7 ile 10 yaş arasındaki her dört kızdan biri diyet yapıyor!… Akıl alacak gibi değil, henüz oyun yaşındaki çocuklar kalori tabelalarını ezberliyor, ne yiyip ne yemeyeceklerini buna göre belirliyorlar! 15 yaşından küçük her iki kızdan biri kendisini “şişman” buluyor; ki bunlar aslında normal ölçülerdeler ve hatta normalin altında zayıflar!!! 16 yaşın ertesinde ise yeme bozukluğu gerçek bir salgına dönüşüyor:
“Kızların yüzde 90’ı zayıflamak istiyor; kadınların yüzde 73’ü normal vücut ağırlığının altında bir ağırlığı daha atraktif buluyor.” (Münih Max-Planck Enstitüsü’nün araştırması)
Yetişen her yeni nesili daha erken yaşta vuran ve o ölçüde de ruhsal ve bedensel olarak sakatlanma olasılığını artıran gerçek bir salgın! Sosyo-psikolojik kökenli yeme bozuklukları, anoreksi (zayıflık hastalığı) ve bulimi (yeme bağımlılığı) artık çoktan hastalık olarak ciddiye alınmakta ve ABD ve Avrupa’da bunların tedavisi için özel klinikler açılmaktadır. Özellikle anoreksi (zayıflık hastalığı) tedavi edilmediğinde sonu ölüm olan bir hastalık olarak değerlendirilmektedir. Her geçen gün biraz daha eriyen ve belirli bir noktadan itibaren artık istese de yemek yiyemeyen ve mutlaka tedavi edilmek zorunda olan genç kadınlar… Vücutlarını bilinçli olarak eriten bu kadınlar ciddi sağlık sorunları yaşıyorlar: Demir eksikliği ve kanda fazla kolesterin, ödemi, kalp rahatsızlıkları, beynin yeterli beslenmemesinin yolaçtığı rahatsızlıklar, hormon dengesinin bozulması (örneğin adetten kesilme) ve kemik erimesi… Kimileri ise yıllar yılı süren yetersiz beslenme sonucunda kalp ve böbrek yetmezliğinden ölüyor ve kimileri ağır depresyon geçirerek intihar ediyor.
Yeme bozukluğu olarak başlayan bir diğer hastalık bulimi. Bulimi, anoreksi kadar “ölümcül” değil. Bulimikler de az ve kontrollü yiyorlar ve sürekli diyet yapıyorlar ama zayıflık hastalığına kapılanlar kadar ‘aşırılıkta tutarlı’ olamıyorlar. Bulimikler arada bir kontrolü kaybediyor, kendilerini tutamayıp aşırı yiyorlar ve sonra da kalorilerden kurtulmak için yediklerini kusuyorlar… Yeme-çıkarma olayının mideyi, yemek borusunu ve dişleri tahriş etmesi bir yana, her ihtimalde sağlıksız besleniyorlar ve depresyona eğilimli oluyorlar.
Evet, işin başında belki biraz başkalarına özenti, belki biraz da oyun olan “masum” diyetler özelde gelişme çağındaki kızların ruh ve beden sağlığını tehdit eder durumda… Kemik torbasına dönmüş olmasına karşın kendisini insan içine çıkamayacak kadar şişman gördüğünden okula dahi gitmeyenler, her yemek sonrası çıkarmak için tuvalete koşanlar, sofrada yemeyen ama gece yarısı açlığa dayanamayıp buzdolabında ne var ne yoksa silip-süpürenler, boş zamanlarını kendisine yemeyi yasakladığı pastaları-tatlıları hazırlamakla geçirip bunları arkadaşlarına nerdeyse zorla yedirenler, dakka başı ‘hayır göbeğin yok!’, ‘hayır, popon büyük değil!’ türünden onay bekleyip insanı çileden çıkaranlar, uzun lafın kısası yemek konusunda ciddi davranış bozuklukları içinde olanlar…
Peki bütün bunlar neden?
Herşeyin başında kadın cinsine dayatılan “güzel olmalısın!” emri geliyor. Erkek egemen “küresel dünyada” kadınlara bütün araçlarla herşeyden önce güzel olmaları gerektiği anlatılıyor… Bir kadın için hayatta başarılı olmanın anahtarı güzellik! Zengin bir koca bulup bütün lükslerden faydalanmak, gününüzü gün etmek mi istiyorsunuz? Güzel olmalısınız! Hadi o kadar değilse de hali vakti yerinde olsun, güzel bir yuva kuralım, çocuklarımızın geleceği sağlam olsun mu diyorsunuz? Güzel olmalısınız! Ne münasebet ben erkek eline bakmam, çalışma hayatımda başarılı olmak istiyorum mu diyorsunuz? Tamam üniversite bitirmişsiniz, hatta bir-iki-üç yabancı dil biliyorsunuz, kendinizi çok iyi yetiştirmişsiniz –çok iyi, çok iyi… Ama yetmez! Güzel de olmalısınız! ‹ş dünyası erkekler dünyası, beğenilmek için herşeyden önce güzel olmalısınız! Sabah akşam çakıla çakıla bir yerleşti mi bu kafanıza… gerisi kolay…
Güzel olmanın yolu yordamı ve de bedeli moda ve güzellik sanayiinden sorulur! Global dünyanın metropollerinde işleri-güçleri kadınların “güzelleştirilmesi” olan, sabahtan akşama kadar buna kafa patlatan ne dehalar var! Bırakın onlar belirlesinler güzelliğin ölçülerini… Eh siz de biraz gayret edin artık canım, biraz çeki-düzen verin kendinize, modern kadın olun, salıvermeyin kendinizi bu kadar… Size sunulan binbir türlü olanaktan faydalanın! ‹şte satın alabileceğiniz diyet tarifeleri, işte diyet ürünleri, karın-bacak-kalça kaslarını toplamak için aletler, jimnastik programları, zayıflama ve spor stüdyoları ve daha neler neler…
‹radeniz zayıf, nefsinizi kontrol edemiyorsunuz, öyle mi? Farketmez, onun da çaresi var… ‹şte estetik salonları! Yağları çeker sizleri yeniden şekillendirirler… Dudaklarınız ince, göğüsleriniz küçük, kalçanız yaygın, yüzünüz fazlaca kırışık öyle mi? Çok şükür, böyle dolaşmak zorunda değilsiniz, herşeyin çaresi var, hatta ‘orijinalden daha iyisini yaparlar!’ Siz paradan bahsedin! Çağımızın en hızlı gelişen sektörlerinden biri estetik değil mi?!
Emperyalist metropollerden bütün dünyaya yayılan ve istisnasız bütün ülkelerde ve tüm sosyal sınıf ve tabakalarda etkili olan “güzellik diktatoryası” kültür emperyalizminin bir başka yüzünü oluşturuyor. En temel araçları ise dünyanın en ücra bölgelerine, en küçük köylere dahi giren televizyon. Televizyonu en fazla izleyenler, zamanlarını çoğunlukla erkeklerden daha fazla evde geçirdiklerinden kadınlar… Bu nedenle dünyanın her yanında televizyonlarda bütün bir öğleden önce programları kadınlara yönelik pembe diziler vb. ile dolu. Ve bu programların büyük bölümü özelde kadın kitlelerinin tüketim isteklerini uyarmaya yönelik. Kadın kitlelerini aşk-ihanet-entrika masallarıyla avutmaya/uyutmaya yarayan pembe diziler aynı zamanda moda ve güzellik sanayiinin en yeni ürünlerinin pazarlandığı reklam dizileri işlevini görüyor. Çinli işçi kadın, Hindistanlı köylü kadın, Suudi Arabistanlı hemşire, Türkiyeli ev kadını, Kongolu öğretmen, Güney Afrikalı satıcı kadın vs. vs… dünyanın her yerinde aynı pembe dizileri izliyor, aynı moda ürünlerinin tüketimine çağrılıyorlar. Ve başta televizyon olmak üzere bütün bir medyanın çabasıyla aynı güzellik anlayışıyla bombardıman ediliyorlar. Sonuçta emperyalist metropollerde belirlenen güzellik standartı dünya standartı oluveriyor: Güzel olmak demek, batılı olmak demek! Bu şartlandırılmanın akıl almaz sonuçlarını gazetelerden okuyoruz:
Çin’de her yıl yüzbinden fazla kadın estetik ameliyatı oluyormuş. Tek istekleri ise batılılara benzemek. Göğüs büyütme, dudak şişirme gibi estetik ameliyatlara ülkemizden de alışkınız. Ama ölçü batılılara benzemek olunca, Çin’de başka ameliyatlar gündeme geliyor. Çinli kadınların en çok başvurdukları estetik ameliyatı çekik gözlerden kurtulma ameliyatıymış, sonra da burun büyültme geliyor –çünkü Çinli kadınların burunları batılı standartlara göre biraz küçükmüş… Bununla kalsa iyi, kimi cilt rengini açtırıyor ve kimi ise ameliyatla boyunu uzattırıyormuş! Çinli estetikçiler bacak boyunu 10 santime kadar uzatabildiklerini iddia ediyorlarmış. Hangi acılara ve hangi paraya mal oluyor bu, orasını bilemiyoruz… Ancak bu işte büyük paraların olduğunu sezen kimi üçkağıtçının insan sağlığıyla oynamaktan bir nebze olsun çekinmediğini de gazetelere sızan estetik fiyaskosu haberlerinden izliyoruz.
Erkek egemen toplumlarda, egemen güzellik anlayışına göre kadınların beden ve ruh sağlıklarıyla oynanması tarihin bütün dönemlerinde olagelmiştir. Küçük ayaklar makbul olduğu için Çinli kadınların ayak parmaklarının kırılarak sarıldığını ve kadınların düpedüz kötürümleştirildiğini anımsayınız… Ya da 19. yüzyılda Avrupa’da üst tabakada yaygın olan ve kadınların iç organlarının deforme olmasına yolaçan korsa modasını… Bütün bunlarla günümüzdeki erkek egemen-emperyalist güzellik anlayışının yöntemleri arasında özde bir fark yoktur şüphesiz… Ancak günümüzde kadın bedeninin metalaştırılması ve sömürgeleştirilmesinin boyutları ve yaygınlığı gözönünde bulundurulduğunda kadınların ruh ve beden sağlığının bugün her zamankinden daha fazla ve daha yaygın biçimde tehdit ve tehlike altında olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Eskiden böylesi adetler belirli bir tabakayla veya belirli bir bölgeyle sınırlı kalıyordu. fiimdi ama bütün bir dünyayı ve hemen hemen tüm sınıftan kadınları tehdit ediyor. Emperyalizm bu alanda da dünyayı düzleme eğiliminde… Afrikalı, Asyalı, Latin Amerikalı, Avrupa, Avusturalya, Kuzey Amerikalı… çeşitli kıtaların ve çeşitli ülkelerin kendine özgü rengi, boyu-posu, yapısı, süsüyle güzel olan insanlarını, güzel olan kadınlarını kendi belirlediği kalıba dökmek istiyor. Ne için? Kâr ve sadece kâr için! Etnik moda adı altında Afrika boncuğu, Hint hızması, Çin kumaşı vb. gibi şu ya da bu aksesuarın da kullanılır olması bu gerçeği değiştirmiyor. Çeşitlilik yüzeysel kalıyor… ‹çten içe ama, bu dünyanın çeşitli kültürlerinin yemek alışkanlıklarından tutun, kadınların vücut biçimlerine kadar mevcut olan farklılıkları emperyalist metropollerde belirlenen güzellik anlayışıyla düzleniyor. Ve tabii ki, herşeyden önemlisi: Moda ve güzellik sanayii bilinen araçlarla her gün yeniden ve yeniden kadınların yaptıklarıyla, düşündükleriyle, söyledikleriyle değil de, dış görünüşleriyle değerli olduğuna dair erkek egemen anlayışı pekiştiriyor.
Moda ve güzellik sanayii ve onun taşıyıcısı olarak medya ve reklam sektörü kadınları uysal tüketim köleleri haline getirmek için bilinçli olarak onların özgüvenleriyle oynuyor. Model olarak sergilenen kadınların her geçen gün daha da incelmesi, ortalama kadınlar açısından erişilemez beden ölçülerinde olmaları da bu oyunun bir parçasıdır. Bu modellerin ölçülerinde olmak için gerçekten de yememek gereklidir ve onlar da böyle yaptığından çoğu anoreksi ya da bulimi hastalığından mustariptir. Sözkonusu olan kadınların kâr uğruna hastalıklı bir güzellik anlayışının peşinde koşturulmasıdır. Bir de bu uğurda harcanan muazzam enerjiyi düşünün! Kadın cinsi açısından ne büyük kayıp!
GÜLFER UĞUR, 15 Eylül 2001