Ben mi yanlış anladım?
Nefes, son dönemde gördüğüm, birbirine taban tabana zıt yorumların konusu olan, ilginç bir film.
| Nefes: Vatan Sağolsun (Türkiye 2008-2009)
Yönetmen: Levent Semerci
Senaryo: Levent Semerci, Hakan Evrensel, M. İlker Altınay
Görüntü Yönetmeni: Levent Semerci, Levedo, Vedat Özdemir
Oyuncular: Mete Horozoğlu, Birce Akalay, İbrahim Aköz, Serkan Altıntaş, Okan Avcı, Engin Baykal, Vedat Dinçkaya, Ertunç Atar, Baris Aydın, Barış Bağcı, Muharrem Bayrak, Cem Bilgin, Ekin Bulut, Hakan Bulut, Tahsin Ömer Çetin, Banu Çiçek,Cüneyt Deniz, Utku Duman, Engin Hepileri, Koray Kaya, İlker Kızmaz, Özgur Eren Koç, Melih Kokucu, Doğukan Polat, Doruk Şengezer, Rıza Sönmes, Ozan Tekcan, Göktay Tosun
Nefes’e gittiğimde bu filmin Türkiye’de son dönemin en iyi kasa yapan filmi olduğu; çok kısa süre içinde 1 milyona yakın seyirci çektiği bilgisi vardı. Bu arada Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’un filmi görüp çok iyi bulduğu ve herkesin görmesini tavsiye ettiği de medyada yayınlanmıştı. CHP Genel Başkanı Baykal da yanında kimi CHP milletvekilleri ile bu filme gitmiş, çıkışında bu filmin “Açılımın ne kadar yanlış olduğunu gösteren iyi bir film” olduğunu söylemişti. Ayrıca bu filmin gelirinin Mehmetçik Vakfına bağışlandığı da yayılan bilgiler arasında idi.
Filme bu ön bilgilerle ve filmin ırkçı-Türkçü-militarist bir savaş propoganda filmi olduğu önyargısı ile gittim. Birlikte filmi seyrettiğim arkadaşımla iki saat sonra film bittiğinde önce birbirimize şaşkınlıkla baktık, ‘bu ne ya’ dedik. Sonra Başbuğ’u, Baykal’ı anıp, bir film ancak bu kadar yanlış anlaşılabilir dedik.
Ben Nefes’i esasında “kazananı olmayan” ve acilen bitirilmesi gereken bir savaşı anlatan, bu anlamda yürüyen savaşa karşı, “açılım”dan yana olan bir film olarak seyrettim. Nedir Nefes’in anlattığı?
“Nefes: Vatan Sağolsun”, 2365 metre yükseklikteki Karabal Jandarma Karakolu’nda konuşlandırılmış bir yüzbaşı (Mete Yüzbaşı: Mete Horozoğlu) komutasındaki kırk askerin öyküsünü anlatıyor.
Karakol taşlık bir dağın tepesindedir, etrafında ve yakınında hiçbir yerleşim birimi yoktur. Çevrede bir gözetleme, nöbet mevzii vardır. Etraf başka dağlarla çevrilidir. Başı göğe değen, bulutlar içinde bir alandır bulunan alan. Doğa vahşidir. Karakol’un önünde parçalanmış bir Türk bayrağının asılı olduğu bir bayrak direği, onun hemen önünde bir Atatürk büstü bulunmaktadır. Sürekli şiddetli rüzgara bayrak dayanmamaktadır. Kısaca burada ne işleri var dedirtecek bir coğrafyada bulunmaktadır karakol.
Film Komando Yüzbaşısı Mete ve emrindeki askerlerin karakola intikali sırasında PKK pususuna düşmeleri, bu pusuda Yüzbaşı Mete’nin çok sevdiği bir askerinin vurularak ölmesi ve zorlu bir yürüyüş anlatımı ile başlar. İntikal sırasında gelen askerler aynı zamanda nöbette uyuyan bir eri uyandırırlar. Ertesinde yapılan içtimada Yüzbaşı Mete, askerlerin hepsinin tek tek isimlerini sorarak, her birine “Sen öldün” der. “Sen öldün çünkü senin burada güveneceğin tek şey olan asker arkadaşın nöbette uyudu!” Ardından nöbette uyuyan askeri af ettiğini ve fakat bundan böyle bir hata yapan olursa onu kendi eliyle vuracağını da söyler. Bu çok iyi çekilmiş ve oynanmış etkileyici sahnelerde, profesyonel bir askerin ağzından sorunun “vatan” vb. değil, bu coğrafyadan sağ salim dönmek olduğunu, bunun için ise orda olanların tek güvencesinin kendileri olduğunu; hata yapılırsa ölümün kaçınılmaz olduğunu, ölenlerin şehit ilan edilip “45 saniyelik ün”e kavuşacaklarını, her şeyin bu kadar olduğunu öğreniriz.
Devamında damında “Türküz, Güçlüyüz, Kazanacağız” yazan karakoldaki hayatı izleriz. Aslında bu yazının kendisi bile tam bir anlamsızlıktır. Kendi kendine verilen gaz, biraz da Kürtlere kendi coğrafyalarında “egemen biziz” provokasyonudur. Karakoldaki askerler etnik olarak Türkiye/Kuzey Kürdistan coğrafyasının zenginliğini yansıtır. Kürdü, Türkü, Çerkezi, Arabı vd. ile aynı dar, ıssız, vahşi alanda birleşmiştir kaderleri. Karakoldaki hayat, damdaki yazının tekzibidir. Buradaki hayatı belirleyen ölümü beklemektir. Tabii ki ölmeden dönmek, sevdiklerine kavuşmak hepsinin hayalidir. Fakat bu hayal pamuk ipliğine bağlıdır. Dış dünya ile ilişkileri telsiz /telefon üzerinden sağlanmakta, telsiz /tel bir çok halde gençlerin sevdikleri ile konuşmaları için kullanılmaktadır. Ve PKK kendi doğru bulduğu zamanlarda -ki bu doğru zaman Mete Yüzbaşının eşi ile konuştuğu anlardır -devreye girmekte, Karakol’u tehdit eden PKK komutanı “Doktor” devreye girerek “Gidin buradan, yoksa öleceksiniz” içerikli mesajlar vermektedir. Aslında bir er dışındakilerin ‘aman aman gelsinler de çatışalım’ şeklinde bir tavrı yoktur. Genel tavır bitse de sağ sağlam gitsek tavrıdır.
Mete Yüzbaşı, yürütülen savaşın galibi ve mağlubu olmayacağını görmüş olan, savaşa adeta hiç olmadı bir anlamı olsun dercesine, kendi özel anlamını yükleyen (pusuda öldürülmüş arkadaşının intikamını almak) bir konumdadır. Yaptığı konuşmalarda, sorduğu sorularda hep yürüyen savaşın anlamsızlığı vardır.
En son bölümde artık çatışma anının yaklaştığı bir dönemde yazdığı veda mektubunda o güne kadar söylemek isteyip de bir türlü söyleyemediklerini yazar dul bırakacağı eşine: Hep vatan sevgisi filan dedim, aslında vatan dediğimde kast ettiğim sendin. Bir türlü söyleyemedim bunu sana… vb. ni yazar.
Sivil hayat’ta bir bankacı olan bir erle konuşmasında, aslında vatan denen şeyin parası olanların vatanı olduğunu koyar ortaya.
Bir başka erle konuşmasında ise “en büyük asker bizim asker” vb. ajitasyonunun gerçekle uyuşmadığını, fakat halkın buna inandığı ve yaptığı sürece bu savaşın süreceği anlamına gelen şeyler sözler. “Bizi buraya gönderen sensin” der.
İki saat 10 dakikalık filmin nerede ise 2 saat’i final sahnelerindeki karakolun basılma sahnesine hazırlar seyirciyi. Karakoldaki askerlerle birlikte seyirci de PKK saldırısını bekler. Ölümü beklemektir aslında bu.
Bu hazırlık sahnelerinin birinde Türk askeri pusu atar PKK’ye. Bir kadın gerilla (Komutan Dr.’un sevgilisi) yaralı olarak düşer Türk askerinin eline. Karakola taşınır. O yaralı haliyle konuşturmaya çalışır Mete Yüzbaşı kadını. Açıkça işkencedir bu. Açıkça gösterilir filmde. Karakoldaki doktor engellemek ister Mete Yüzbaşıyı. Ona da saldırır. Sonunda başka erlerin ve subayların araya girmesi ile sonlanır işkence ve saldırılar.
Son bölümdeki kanlı saldırıda her iki taraf ta korkunç kayıplar verir. Doktor Mete Yüzbaşıyı vurur, ama kendi de vurulur. Galibi /mağlubu yoktur çatışmanın.
Gece yaşanan çatışmanın ertesinde gün ağardığında ağır zarar görmüş bir karakolu görürüz. Yaralı kurtulanlar ne olduğunu anlamaya çalışan şaşkınlık içindedir. Dam çökmemiştir, ama karakol harabedir. Yaralı erlerden biri çatışmada kırılıp yere düşmüş Atatürk büstünü alır kucağına, sarıp sarmalar bir çocuk gibi. Bir başka er, yaralı bir PKK gerillasını görür. Silahını doğrultur üzerine. Bir an vuracağını sanırsınız. O da ne yapacağını bilmemektedir aslında. Fakat sonunda ateş etmez. Silahını indirir.
Savaşın geride kalanlarda yaptığı yıkıntıyı da, ölüm habercilerini pencereden gördüğünde, o gerçekten kaçmak için çalınan kapıyı açmayan, yere yığılan yüzbaşı Mete’nin eşinin somutunda görürüz. Sonra şehit cenazelerinde ellerinde eşlerinin fotoğrafı kimi metanetle, kimi tabuta sarılıp ağlayarak “Vatan Sağ Olsun” diyen kadınlardır bunlar. 45 saniye değil, 52 saniyelik ünleri vardır!
Aslında bu savaşın anlamsızlığını anlatan, bu savaşı bitirin, bitirelim diyen sahnelerdir bunlar. Fakat Baykal gibi okuyanlar da var ve bunlar hiç de az değil!
Ben yönetmenin niyetinin ne olduğunu bilemem. Fakat yaptığı bence sonuçta yürüyen savaşın insanlara nasıl acı verdiğini gösteren ve bitirilmesi gerektiği mesajını oldukça açık bir biçimde veren, savaşa karşı bir film. Savaşa karşı tavrı bizzat savaş içinden üreten, savaşı onu doğrudan yaşayanların bir bölümünün tanıklığında anlatan filmlerin ortak bir kaderi var: Bunlar savaşa karşı filmler olarak okunabileceği gibi, savaş propagandası filmleri olarak da okunabiliyor. Full Metal Jacket; Apocalypse Now bunun böyle olduğunun en ünlü örnekleri. Şimdi bu örneklere Türkiye’den de katılan bir film var: Nefes!
Film gerçekten büyük çabalarla üretilmiş, tekniği ile, olağanüstü fotoğrafları ile, çok güzel, hiç biri aksamayan oyunculuğu ile mükemmel bir film. Levent Semerci bundan sonrası için de büyük umutlar veren bir işi yapmış. ❧
Anuş Pazarcıyan, Sinema Notları, Sayı 51