- Sermaye kendini çoğaltmak için “ulusal sınırları” aşmak, “uluslararasılaşmak” zorundadır.
Kâr, daha fazla kâr, en fazla kâr dürtüsü ile hareket eden sermaye “ulusal sınır” tanımaz. O, bütün dünyada, hangi ulustan, milliyetten olursa olsun, hangi devlet sınırları içinde yaşarsa yaşasın mümkün olan en fazla sayıda işçiyi, emekçiyi sömürmek ister. Ulusal sınır tanımama, kendini ulusal sınırlar içinde hapsetmeme, bütün dünyayı operasyon alanı olarak kullanma anlamında sermaye enternasyonaldir.
2. Sermaye somut olarak ele alındığında, işçilerin ve emekçilerin karşısında birleşmiş tek bir sermaye yoktur. Sermaye, değişik kapitalistlerin (büyük sermaye açısından bugün esasta sermaye gruplarının) elinde birikmiş değişik sermayeler olarak vardır. Ve bu her bir sermaye, başka sermayeleri kendine tabi kılmak için ve “tek sermaye” haline gelebilmek, dünyada tek egemen olabilmek için diğer sermayelerle rekabet eder. Bu rekabet her biri güçlenmek ve tek egemen haline gelmek isteyen sermaye gruplarını, diğerlerine karşı geçici uzlaşma, anlaşma ve evet birleşmelere götürür. Her birleşme kendi içinde bir egemeni, bir de egemen olunanı bulunan çelişmeli bir birliktir. Süreç içinde ya egemen olan egemenliğini pekiştirir ve birleşmede güçlü olanın güçsüz olanı yutması biçiminde gerçek bir birlik meydana gelir; ya da birlik –yerini yeni birliklere bırakarak– dağılır. (Belli durumlarda güçleri birbirine yakın olan sermeye grupları –diğerlerine karşı daha güçlü olabilmek amacıyla– birleşebilirler. Böyle bir durumda da, uzun sürede bu birleşmede kimin egemen olacağı sorusu ve bunun kavgası mutlaka gündeme gelir.)
3.Sermaye onun operasyon alanı sözkonusu olduğunda hiçbir ulusal sınır tanımasa da, her sermaye gurubu kendi çıkarlarını en iyi bir biçimde savunabilmek için öncelikle bir devleti “kendi devleti” olarak kullanır. Ve sermaye uluslararası alanda o sermayenin kendi esas yayılma aracı olarak kullandığı devletin adıyla anılır. “ABD sermayesi, Alman sermayesi, Fransız sermayesi” vb. gibi.
4. Tarihi olarak, çıkış noktasında gerçekten de –bugün de hâlâ ulus devletlerinin adıyla anılan– “ulusal sermaye” vardır. Kapitalizmin gelişme süreci içinde “ulusal sermeye” önce kendini feodalizmin parçalanmışlığına karşı “uluslaştırır”, kendi “ulus devletini” kurar, “ulus devleti” sınırları içinde egemen olur, bu anlamda “ulusaldır”. Ulus devleti örgütlenmesi, çıkış noktasında sermayenin “kendi ulusundan” işçileri köylüleri sömürmesinin örgütlenmesinin aracıdır. Ve henüz “uluslaşmamış” kendi devletini kurmamış, bu anlamda kendi ulusundan işçileri ve köylüleri, kendi işçi ve köylülerini kendisinin sömürmesini örgütleyememiş “ulusal burjuvazi”, kendi ulus devletini kurmanın mücadelesini verir.
5. Fakat gelişme sürer. Gelişme süreci içinde büyüyen, gelişen ulusal sermaye; diğer “ulusal sermayelerle” rekabet ve çatışma içinde, ulusal sınırların dışına taşar, ideal durumda dünya egemenliğini hedefler. Sermaye uluslararası hale gelir. Bu yalnızca ulusal sermayenin operasyon alanının ideal durumda bütün dünya olması anlamında değil, aynı zamanda büyümek için değişik “ulusal sermayelerin” de içiçe geçmesi anlamında bir uluslararasılaşmadır. Örneğin çıkış noktasında “Alman sermayesi” olan Volkswagen tekelinin sermayesi, bir dizi Amerikan, Fransız, Japon vb. tekelinde önemli paylara sahipken; değişik Amerikan, Japon, Fransız sermaye grupları vb. de Volkswagen tekelinde önemli ölçüde sermayeye sahiptir. Bu Volkswagen tekelinin, hâlâ Alman devletini esas aracı olarak kullanmasının engeli değildir. Bu anlamda o hâlâ “Alman sermayesidir”. Fakat çıkış noktasındaki Alman sermayesinden çok değişik bir yapıdadır bu sermaye.
6. Sermaye çıkış noktasında, gelişmesinin –egemenlik kurma aşamasında– milliyetçidir. Çünkü henüz “ulusal pazarda” egemenlik esas sorunları olan sermaye sahiplerinin kendi “ulusal devletlerine” ihtiyacı vardır. “Ulus devlet” ve onu kurmanın ideolojik araçlarından biri olan milliyetçilik, kapitalizmin “ulusal” düzeyde etkin olduğu tekel öncesi kapitalizmin ürünleri ve araçlarıdır.
Milliyetçilik, “ulusal burjuvazinin” “kendi” işçi ve köylülerini kendi kumandasında feodalizme karşı birleştirmek için kaldırdığı ideolojik bayrak, işçileri köylüleri burjuvazinin kuyruğuna takmanın aracıdır. “Ulusal çıkarlar” denen şey, kapitalizm şartlarında gerçekte burjuvazinin çıkarlarıdır. Fakat emekçi yığınlara sanki bu çıkarlar kendi çıkarlarıymış gibi gösterilir. Milliyetçilik bu yanıltmanın aracıdır.
7.Kapitalizmin tekelleşme ve dünyaya yayılma ve egemen olma aşamasında, tekelci kapitalizm (emperyalizm) aşamasında milliyetçilik burjuvazinin elinde ulusal pazarı birleştirmek ve feodalizmi altederek ülkede tam egemenliğini kurmak için işçileri köylüleri kendi bayrağı altında toplama aracı olmaktan, sermayenin tüm dünyaya yayılmasının aracı olmaya doğru evrimlenir. Dışa karşı saldırgan, yayılmacı bir siyasetin, şovenist bir siyasetin aracı olur. Birçok halde milliyetçilik ırkçılıkla içiçe geçer. Tekelci burjuvazi kendi ülkesinde “kendi ulusunun” milliyetçiliğini alabildiğince körüklerken, kendi egemenliği altına almak için mücadele yürüttüğü alanlarda, kendi egemenliğini tehdit eden milliyetçiliğin gelişmesini engellemeye çalışır. Kendi ülkesi ve ulusu (metropol-emperyalist merkezler) için azgın bir milliyetçilik savunusu ile bağımlı ülkeler (periferi-çevre) için milliyetçiliğe karşı kozmopolitizmin savunusu ve yagınlaştırılması birbirini tamamlar. (Bu tabii emperyalist sermaye bağımlı ülkelerde hiç bir şart altında milliyetçiliğin gelişmesine destek vermez anlamına gelmez. Emperyalist sermaye de yekpare bir bütün değildir. Bağımlı ülkede egemenlik için birbiriyle dalaşan emperyalist güçlerden bir bölümü –egemen olmayan, egemenliği ele geçirmek isteyen bölümü– egemen emperyalist güce karşı yönelen milliyetçiliğe bir süre destek verebilir. Ya da eğer bağımlı ülke çok uluslu bir devletse –ki çoğu böyledir– ülke içinde ezilen ulus konumundaki bir ulusun milliyetçiliğini, ülkedeki egemen burjuvaziyi zayıflatmak ve kendine daha fazla bağlamak amacıyla destekleyebilir vb.)
8. Emperyalist sermaye enternasyonaldir fakat enternasyonalist değildir. O kendi ülkesinde, kendi “ulusu” için milliyetçi-şovenist; ezilen ülkeler açısından ise kozmopolittir.
Kozmopolitizm emperyalist sermayenin elinde, onu sanki genelde milliyetçiliğe karşıymış gibi ve enternasyonalistmiş gibi gösteren yanıltma amaçlı bir silahtır.
Kozmopolitizme karşı milliyetçilik silahına sarılmak, yabancı kapitaliste karşı kendi kapitalistinin çıkarlarını savunmak anlamına gelir.
Ne milliyetçiliğe karşı kozmopolitizm, ne de kozmopolitizme karşı milliyetçilik… Bunların her ikisi de kapitalizmin savunusudur. Birincisinin savunulması, emperyalizmin savunulmasıdır. Bu ilericilik, demokratizm, enternasyonalizm vb. adına yapılırsa en büyük sahtekarlıktır. Birincisinin savunulması kapitalin genel gelişme yasalarına karşı çıkmaktır, donkişotça bir tavırdır, siyasi tavır olarak emperyalizme karşı çıkmak adına kendi burjuvazisinin kuyruğuna takılmaktır.
Hem kozmopolitizme ve hem de burjuva milliyetçiliğine karşı sarılınacak bir bayrak vardır: Gerçek enternasyonalizm; proleter enternasyonalizmi!
9. Emperyalist sermaye enternasyonalleştiği ölçüde kültürde de bir enternasyonalleşme sözkonusudur. Bu en büyük emperyalist güçlerin kendi kültürlerini dünya çapında yaygınlaştırması, egemen kılması anlamında bir enternasyonalleşmedir. Bugün emperyalist güçler içinde en güçlü olanlar kendi kültürlerini bütün dünyaya insanlığın demokratik, özgürlükçü ortak kültürü olarak dayatmaktadır. Bu kültürün her alanında yaşanan bir olgudur. Bu bir yanıyla ulusal kültürler/dolayısıyla uluslar arasındaki farklılıkların giderek azalmasını beraberinde getirmekte, gerçek anlamda emekçiler arasındaki enternasyonalizmin objektif koşullarını daha olgun hale getirmektedir. Diğer yanıyla kültürdeki zenginliği-çeşitliliği düzlemekte, bunu da ezilen ulusların kültürlerini ezerek yapmaktadır.
Örneğin dil alanında günün en güçlü emperyalist ülkesi ABD’nin dili, bütün dünya dillerine girmekte, pek çok kavram, hemen her dilde Amerikan aksanlı ‹ngilizce ile ifade edilmektedir.
Örneğin yemek kültürü bağlamında “fast food” kültürü bütün ülkelerde hızla gelişmektedir.
Örneğin giyinme kültürü bağlamında, dünyanın hemen her yerinde belli kıyafetler adeta üniforma haline gelmekte, özellikle gençler arasında marka bağımlılığı güne damgasını vurmaktadır.
10. Emperyalist kültür bugünün dünyasının egemen kültürüdür. Bu kültür tek tek ülkelerde, o ülkelerin “ulusal” kültürünü kendine bağımlı kılmakta, kendine uydurmakta, eritmektedir. “Ulusal kültür”lerden kendi kullanabileceği, zararlı olmayan ögeleri alıp bunları da “enternasyonalleştirmekte” kendi kültürünün parçası haline getirmektedir.
‹nsanlığın kültür zenginliğini yok eden emperyalist kültürün egemenliğine karşı mücadele gerekli ve zorunludur. Bu mücadele, emperyalist kültürün egemenliğinin, emperyalizmin egemenliğinin sonucu olduğunun bilinciyle, bir bütün olarak emperyalist sistemi yıkma mücadelesinin bir parçası olarak kavranıp yürütülmek zorundadır.
Bu mücadele milliyetçi bir bakış açısıyla ve geriye dönük bir özlemle yürütüldüğünde, emperyalizme karşı çıkmak adına yürütülse bile gerici bir mücadele olur.
Emperyalizme karşı milliyetçi (yani kendi ulusal burjuvazisinin egemenliği, kendi “öz kültürünün” egemenliği vb.) temelde bir mücadele, tarihin gelişme çizgisinin karşısında donkişotça bir mücadeledir. Böyle bir mücadele kuşkusuz emperyalizme karşı direndiği ölçüde, içinde doğru bir yan barındırmaktadır. Emperyalizmin kimi kötülüklerine karşı çıkmaktadır. Fakat ona getirdiği alternatif sonuçta emperyalizm öncesine dönme alternatifidir, “ulusal devlet” sınırları içinde kapitalizme dönme alternatifidir. Olmazlığı ötesinde gerici bir alternatiftir. (Bu emperyalizmin ilerici olduğu vb. anlamında okunmasın!!! Emperyalizm gericiliğin “modern”, “güncel” olanıdır!)
Kültür alanında örneğin;
* Her dilde bugün kaçınılmaz olarak var olan ve yine kaçınılmaz olarak yaygınlaşan ‹ngilizce deyimleri (ve başka yabancı dildeki terimleri) “dilimiz bozuluyor” gerekçesiyle temizleme kampanyaları, dilde “öz dil” kampanyaları açmak, dilde enternasyonalleşmenin hem kaçınılmaz olduğunu kavramamak, hem de dilde enternasyonalleşmenin doğru ele alındığında insanları birbirine yaklaştırdığını, onların anlaşmalarını kolaylaştırdığını görmemek anlamına gelir.
Dil insanların birbiriyle anlaşması için bir araçtır. Bütün dünyadaki insanların ortak kullanacağı, hepsinin anlayacağı bir dil eninde sonunda gelecektir ve bu esasta kötü değil, iyi bir şeydir. Sorun emperyalizmin bu “enternasyonalleşmeyi” nasıl ve hangi amaçla gerçekleştirdiği sorunudur ve karşı çıkılıp teşhir edilmesi gereken bunlardır.
* Örneğin “fast food”un gelişmesine ve yaygınlaşmasına, “kendi öz yemek kültürümüz kayboluyor” gerekçesiyle karşı çıkmak, hem yine yemek kültüründe de enternasyonalleşmenin kaçınılmaz bir gelişme olduğunu kavramamak, hem de doğru ele alındığında “fast food”un olumluluklarını görmeme anlamına gelir. “Fast food”un bazı temel özellikleri gerçekte kullanılabilir ve “ev işinin” “yemek yapma” bölümünün toplumsallaştırılması için kullanılabilir özelliklerdir. Nedir bu kullanılabilir özellikler:
“Fast food”un en temel özelliklerinden biri, onun kitlesel yemek ihtiyacını kısa sürede çözmesi, kitleye yönelik, kollektif yemek yenilen alanlar yaratmasıdır.
Burda görece olarak ucuz bir biçimde kitlesel olarak doyum sağlanabilmektedir. “Fast food” alanları adeta toplumsal mutfak ve yemekhaneler olarak işlev görmektedir.
Ev işinin bütünüyle toplumsallaştırılmasında, yemek işinin “ev işi” olmaktan çıkarılması, toplumsal mutfak ve yemekhanelerin kurulması gereklidir. Kuşkusuz bu mutfak ve yemekhaneler maksimum kâr amacına değil, emekçilerin ihtiyaçlarını en iyi biçimde gidermek amacına hizmet edeceklerinden, bugünkü “fast food” olayından çok değişik olacak, onların sundukları yemekler çok daha çeşitli, çok daha temiz (ve henüz para ilişkisi sürdükçe çok daha ucuz) olacaktır. Ve tabii bu toplumsal mutfak ve yemekhaneler, bugünkü “fast food” tekellerinin tersine, üretimlerini doğayı mahvetme, insanı ve doğayı aşırı derecede sömürme üzerine kurmayacaktır. Bugünkü “fast food” olayında reddedilmesi gereken tam da bunlardır. “Fast food”lara karşı çıkılırken, onların toplumsal mutfak ve yemekhane işlevlerini reddetmek, onlara milliyetçi (“Bizim ulusal yemeklerimiz…”) ve geriye dönük bireyci (“Evimizde yaptığımız daha iyi, hem de ah eskiden ne güzeldi!” vb.) gerekçelerle karşı çıkmak yanlıştır.
Diğer bütün alanlarda da burda verdiğimiz örneklere benzer örnekler verilebilir.
11. Emperyalist kültürün egemenliğine karşı mücadele bugünün ve dünün bakış açısıyla değil, yarının, geleceğin bakış açısıyla, sosyalist bakış açısıyla yürütülmek zorundadır.
Emperyalist kültürün gerçek alternatifi “ulusal kültür” vb. değil, proletaryanın enternasyonalist, demokratik-sosyalist kültürüdür.
Bu sosyalist kültür kendi içinde insanlığın şimdiye kadar yarattığı tüm kültür değerlerini, onları eleştirici bir şekilde değerlendirerek barındırır. O gerici olanı eleştirir, reddeder; ilerici olanı alır, eleştirir, geliştirir, kendi kültürünün ayrılmaz parçası haline getirir.