ARAF MAGAZİNİ
Susmaya gittim günün birinde
Tuttum toprağı fark yarattım ellerimle
Nasıl da muhteşem bir şey dilde çıkan nasır
Yüzüme bir seyirme gelir
Ne gelirse insanın yüzüne çok sevmekten
Bir rüya buldum bir ağacın dalında
sıktım gülüşümü fark yarattım apak
Kibele doğdu her kadından bir
sonra ertesi kadınlar
huzur soydum her meyveye
yakından bakarken
çocuklarla kumdan
blöf yaptım kendime
kazandım bin tane mim
düş gücümle oynadığın bir oyunda
içime saklandın
toprak çınladı zambak gerildi
kustuğun imdatlardan farksız
fark yarattım zamanın dışında
zaman ayarlı soykırımlar
canım hiç mutluluk çekmiyordu
bir gözümü çektim eski yerinden
gözlerimdeydi çok’tan büyük nicelikler
fark yarattım karıncaları sakinleştirerek
ilah gözüyle görüyordu guantumu
aşk gözüm
sözcükler deliniyodu sıvı halde ses ses
min külli şeyin kadir
İKİDE 1 MAYIS
demini bulmamış grilikti gençlik savrukluğumuz
romantikleşebiliyorduk suya indirdiğiniz yıldızlardan güç alarak
mezarlara sapıyordu attığımız sloganlar devlet dairelerinden geçip
gölgesi şehrin uzağına düştüğünde dükkanların iniyordu kepenkleri
hayallerimiz çin’den büyük
taksiyle gidemezdik çok yazardı
boşluğun öte yakasında oturuyordu
çünkü tarih
kitaplarda öten horoz lardan uyanıyorduk
kısalıyordu gençliğimiz ömrümüzden
kuş bakışıyla
Ç’lere dili dönmeyen tamburlara niye vuruyordu sardunyalar
kirimizi duayla ovuyordu büyükannemiz tülbentten
kuşlar infilak ediyordu hamamda terleyen gökyüzünde
nane molla bir hınçtı içimize çöreklenen
ülkemizdi gıyabında sevdiğimiz şarkıcıların perukalarında
üşüyünce gider yatardık koynunda
bir ütopyanın
Kervanlar orta doğudan zarar getiriyordu
hayırlı işler için
çarmıhtan çarmıha gün sayarken meryemceler
deniz taraklarıyla toprak dalgalandırılırken
su içiyordu deniz atları rüyamızın yenildiği yerden
ölüm ilanları veriyorduk kendimiz için
devrim evde ders çalışıyordu
bir sabah gelecek barış için
dünyanın ne kadar döneceğini bilmeden
marşlar ezberliyorduk başlıyorduk yeni bir şarkıya
rüzgardan gayrı tenoru gözümüz görmüyordu
kargalar için yazılmış sonatların
birbirinden önceki ayrılıklarla ilgisi yoktu
köyler boştu göçememekten yeminimizdeki
henüz dilim yoktu susmaya
gökyüzü dönüp dolaşıp 1 Mayıs’a geliyordu
kartallar yükseğe egemendi
postallar korkuya
insanlar azınlıktaydı insanlıkta
bindirildiğimiz sala ağır geliyordu cesaretimiz
Ben bir Futuristtim kardeşliğe inancım ondandı
1980’lerden çıkmak bilmiyordu takvim
barikatlardan silinerek geçiyorduk
kazıyorduk gözbebeklerinden aldığımız yaraları
herkesin yaptığını yapmamak tuhaflıktı
yapmadığını yapmak delilik
seni içeriyordu ikisi de dünyayla geçimsizlikte
bu uüzden gizlice tabanca sokuyordum aynalara
elime yüzüme bulaşan saçlarının her teliyle
övüyordum suçumu ve suçluluğumu
GÜZELLİK MARŞI
Güzelleşmek içindi saatlerce
güneşte yanması süsenlerin
bir patika yola herkesten önce koyulmuş
mart çiçeğinin kıskanması gelinciği
zamansız pınarların suyunda seyretmek ışığı
güzel demek için yaşamak
güzel olsun diye yaşam
güzelliğe tutunmak
seyretmek kendini mağara ağızlarında
bir mağara ağzında
kendine konduramadığı mucizeleri ummak mağaradan
çırptıkça uzayan harf kanatlı kuşlarla
uçuşan baba selamı,
bir komando
emziği düşen ağzından
bir çocuk
karşıki dumanla
söylemesi sürdüğünü yaşamın
son sözü
güzellik ölmedi demek daha
namluların altında süren yaşamı yavşanın ebegömecinin yaban gülünün
boynu devrilmiş bir puhu görerek
gözlerinden bilir kelebeklenen sancıyı
bakamaz bir daha ağaca kuşa dağa
guzel goremez gozleri bir daha
asmaya gulumseyemez eskisi gibi
kükürdü sesinden tanıyan ellerinden
akmasın dünyanın diye kiri
eşelemez toprağı
siperi artık bir ardıcın gölgesi
dünya kararır dağlar karanlık
Oteller Akdeniz’inin sesini duyamaz
guzellik tıpkı anasının sesi
kararan gözlerinin
sürmesi çalındığında
müfreze yürürken uzağa
neydi güzellik
olacak son sözleri
ıslığın
KALP YOKLAMASI
Selam sevgilim
bu sabah kaosumuz çiçek açtı
fotoğraflara baktım eski yerimde değilim
hava yağmurlu mesela ben yıldırım düşen yere yetişemedim
hobiler edindim biliyor musun
yeni figürler öğrendim hiçlik hakkında
içimden seni sayıyorum
birden fazla çıkmıyorsun
ne yaparsam yapayım
insansız şeyleri sevmeyi denedim
takıntılıdır ay
sana bir gece uydurur anında
can sıkıntımdan
Dünyaya gelene kadar ağlayan bebekler
kıştan yaza göç ederdi mesela
ispinoz gölgeleriyle arkadaşlık ederek
vakti vakit ederdim
gelip geçen kırsal bir fenomendi büyümek
saatler dakikaları kovalar ama yetişemezdi
bir cumhuriyet yüzyılı eklenirdi takvime
can sıkıntımdan
Şehirlerinize düşerdi yolum mesela
kahvelerde eski eşkıyalar oturur
gözleri kalabalık halde dikilir yollara
yüzleri yarım
ne de olsa çıkacaklardı dağa yeniden
doğmak için
vakti gelince
sonlar bekler doğru vakti
her şey daha dün gibi
dünleri sorma çocuk gibiler
yakamdan paçamdan düşerler
gök sektirirler raylarda taş diye
gençlik giysilerini üstümüze geçtiğinde
Eşkıyalar aslında kalp hastasıdır
kalp sesinden bir
adam vururlar yalandan
can sıkıntımdan bir de
YALANLANMAYAN ŞİİR
sonraki gün bıyık bıraktım ilk iş
zamanı ve
fakir fiilinin düşmek halini
sonra gidip sonrayı oldum
tabi bu bir
gerçekleştirmekti gerçeği
işte bunu da gördüm
en büyük hayalimdi doğum
ne sandım ki oturup bilgiyle yazılan bir şiir mi olmayacaktı
olmayacağı varsa
lütfen uzatır mısınız boşluğumu
G maddesine
zaten sonra bir şey de olmadı ki
ben oldum epeyce
yolculuklarım olmadı
senin kadar
hatta hiç
biterevetyolbaşlarbaşlamaz
öyle baktım kıpırdamamaya
gerideydi acı ve derinde
yankı yönüne dönmeden
yüksek ateşle yanan bir okul
salgına uğrayan iyimserlik
avuç avuç günahlar
hüsnüsonsuzluk ile
burada hiç ve otekiler bedava
hiç vergisi öpücüklünün de öpücüklüsü
yanık bir mezopotamya tanrıyı sömürmek
zorumuz ne aşkım, adağım
bu zor kimden yana
bana sayıkla sayıklamalarımı
ateşten ateş et
öyle yaşanırdı ki bilmece gitmedim
bu duygusal ilerilere
sürdürdüm yanağımdaki çıbanı
bir çıbanla büyüdüm kesmeden yalanı
yalandı öncelikle
sonradan bir şey daha olmadı
hatta bir şey daha
belki bundan gururlu ışık
çok seçimlere ve düş kırıklıklarına gerek yok
olmuyor ilk denemede olgunlaşma şeyi
bir kitap yedim doydumla da olmuyor
ben sıranızdan ayrı düşenim
öğren
çocuk çocuk
iki dilimin birisi benim
karar vermedim öteki kimin
kimim
ikinci dil’imde
ki hiç
sayısal değil mi o kadar görevlendirme
tarih diyorsun şuradan geçti haydi göstersene
boşuna görme hiç
en büyük hayalimdi doğum
bak gözlerim ne denli kirli
bu işte doğum lekesi
sağdım emeklerle
orada olmak vardı ama olmak uzaktı
ten vardı ve tat bir buçuk bulut
süte gelen çığlık
halk yok
halk yok
şiirsel
kalabalık
MÜLGA ŞİİR
yani en büyük buluşumuz
doğrulanmış yalanlar
can meselesi çoraplarımızda solan tokat sesi
karşıda uzakta hiçbir şeyi göstermeyen temmuz ışıkları geceden
bir şeyi hiçten
şey olan şeyi
şey için gereken bir şeyi
hiçbir şeylikten gocunmayan çöp adamları
Range Rover gölgesizliğinin bıçağı uykumuzda
dikiş attıkça zonkluyor göğsümüzdeki kurbağa
bugün hiçbir şey okumadığımdan olsa gerek hıçkırıklıyım
mentollü bir baş ağrısı kasığımda
cırcırlar sakızlı bir şarkının yarısında ölür sevmeden
demişim
her şarkı yarısında kanlanır çünkü insanda
gerisi gelmiyor ağlarken yediğim cipslerdeki karıncaların hiçbirinin
ben yokmuşum gibi koşmuşum
bir karpuz günü
leğende bir çocuğu yoğuruyor anneler
bir çiçek örmüşler entarilere toprağa sofra bezine
bir köyde bağdaş kurmuş
bir sıra yoktan yok edilmiş anneler
hamarat bir yel bu
unutuyor tuttuğu yalanları çünkü bazenler
daha sevimli duruyor kokulu bebe teninde
dikenler o yüzden kadın boyu
cami köşelerinden korkunç çıkışları
annelerine güvenen erkeklerin
çoğu ramazan çoğumuzun adı karşılıklı
kasketleriniz ömrümüze devrik
köyümüz başlayan yeriniz
bazen başlamaması gereken
ticari kaygılarla kıvrılmış uzağa
yüzümüzün yarısı daha eski
her bakire beş dakika daha yeni doğum tarihlerinizden
çıbanlarımız gömleğinizin üstündeki
iç derinliğimizin akrabası
menteşe gıcırtısı boğulmuş boğazınızda
camda ihmal edilmiş bir sinek ölüsü gibi mutlu
boğarken sesimizi hiç açık bırakmamışsınız sırtımızdaki kamburun düğmesini
yalandan bir iki laf etmişiz soyunuz sürsün diye
nasılsın demiş mesela
meydanda sağa yatmış bir çınar
gövdesi zambaktan
turizm için ayrılmış bir koca çınar
hiç demişiz içimizden
merhabasına otların
sonraya bırakmışız dışınızı
biliriz ki karşıda uzakta köylerde
büyüklerimiz
sıcağı sürmüşler ayıp yerinize
gangren olmasın diye tüyümüz
ağaçların yaprakları içinde biri
en yeşili güneşten
biri en sarı sonra en bordo sonra en kara üzüm renginde düşer
vedalaşmaz düşerken bir yaprak ötekilerle
ötekileriz sınırınızda soğuktan
hiçbirimiz kendi adımızı verip çağırmayı diğerinizi
diğersiz olmak için istemişiz hekimden hocadan
fellik fellik etmişiz yünleri yapağıları kalpli olanlardan
vakit hep öğle üstü kış başı dünyada bir yerdir deniz
balıklar suyumuza göre balıktır suyunuza göre kadın
İyi yüzer mor ışık suda şekilsiz
her köy gibi mezarınız bir ağıtla başlar
bir ademle sürer köyünüz bir sürüyle uzar gönüllü ölüm
bir başakla biter köy
bir dere koşar sessizliğe
bir urgan el arar
baş verir günün ilk susuşu
sular geri gelir yine gitmeye doğru
ağustos kadar ağır bir ateş gider ayaklarınızdan
görülmüşü duymuş olur avcunuzdaki acaba
testere sesiyle seğirten bir trenin kaçıncı yabancısıyız
kimin için bağışladınızsa kendinizi
tavuskuşunun sevabıyla bakın nazar boncuklarından
beton evler gibi kabahatli
arka pencereden yolcu edilen bir hemşehrimiz ışığınız
sevdanın yerleşim yeri sonbahar
yazılı camında ters duran babanızın resmindeki gibi ölüyor kalbinde kriz
sıcak bir bazlamadan dökülen gözyaşı enginliğinde
ezilmiş gibi ağırdan
bir köy kadar dermë çatma
ermişlerin gücüyle
buralar böyle
yanık denizler ülkesi
şiir mülgadır daha öteye