Perşembe, Mayıs 19, 2022
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
Güney
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    Yılmaz Güney İle Paris’te İki Yıl

    SSCB Ansiklopedisi

    SSCB Ansiklopedisi

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Yılmaz Güney Ve Arkadaşları

    Çağımdan Utanıyorum

    Çağımdan Utanıyorum

  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
Plugin Install : Cart Icon need WooCommerce plugin to be installed.
Güney
Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle

Te­le­viz­yo­nun ço­cuk­lar üze­rin­deki et­ki­le­ri

Güney Sayı 16

6 Ekim 2021
İçinde Diğer Dosyalar, Dosyalar
0 0
0
Anasayfa Dosyalar Diğer Dosyalar
Share on FacebookShare on Twitter
  1. Giriş
    J. Gu­ten­berg­’in 1450 yı­lın­da mat­ba­ayı bul­ma­sın­dan ve bu bu­lu­şun do­ğal ge­li­şi­mi olan se­ri ki­tap üre­ti­mi­nin baş­la­ma­sı ol­gu­su üze­ri­nden 500 yıl ka­dar bir sü­re geç­ti.

Gu­ten­berg­’in bu­luşu o za­ma­nın in­sa­nı için bü­yük bir sos­yo­lo­jik olay­dı. Ar­tık in­sa­noğ­lu mat­ba­anın se­ri şe­kil­de bas­tı­ğı ürün­ler­le, ör­ne­ğin ki­tap ya da ga­ze­te gi­bi, ya­şa­dı­ğı böl­ge­nin ken­di ­üze­rin­de kur­muş ol­du­ğu ro­ma­nik çağ­da­ki­ne ben­zer pen­ce­re­siz din­sel ya­pı­la­rın esa­re­tin­den kur­tu­lup, ışı­ğa ka­vuş­tu. İn­san ar­tık ki­li­se­nin sa­de­ce ken­di­si­ne sak­la­dı­ğı bil­gi­le­ri ra­hat­lık­la öğ­re­ne­bil­mek­te, ki­tap ba­sı­mın­da za­man­la ge­li­şen bü­yük pat­la­may­la üre­tim mas­raf­la­rı da­ha azal­dı­ğı için, in­san, ya­şa­dı­ğı yö­re­nin coğ­ra­fi sı­nır­la­rı­nı bü­yük bir sü­rat­le ter­ke­dip dün­ya­da mey­da­na ge­len ge­liş­me­le­re ta­nık ol­du. Bü­tün bu an­la­tı­lan­lar­la be­lirt­mek is­te­ni­len, mat­ba­anın bu­lu­nu­şu­nun sı­ra­dan bir bu­luş ol­ma­dı­ğı, ak­si­ne ge­ri­de bı­rak­tı­ğı­mız yüz­yıl­dan baş­la­ya­rak tek­no­lo­jik, eko­no­mik ve ile­ti­şim ala­nın­da mey­da­na ge­len, in­san ak­lı­nın bir an­da ye­ti­şe­me­di­ği ge­liş­me­le­rin te­me­li­ni de oluş­tur­duğudur. Mat­ba­anın bu­lun­ma­sı, top­lum­sal ya­şan­tı­nın de­ğiş­me­si­ni ve ken­di­si­ne ye­ni form ver­me­si­ni hız­lan­dı­ran ka­ta­li­zör an­la­mı­na da gel­mek­tey­di.
Na­sıl bun­dan 500 yıl ön­ce mat­ba­alar­da ba­sı­lan­lar tüm Av­ru­pa kı­ta­sın­dan baş­la­ya­rak kı­sa za­man­da tüm dün­ya me­de­ni­yet­le­ri­nin top­lum­sal ya­şan­tı­la­rın­da bü­yük de­ği­şim­ler mey­da­na ge­tir­diy­se, bu ye­ni­li­ğin do­ğal so­nu­cu ola­rak gö­rü­len elekt­ro­nik med­ya araç­la­rı da 19. yüzyılın son­la­rın­dan baş­la­ya­rak, özel­lik­le 20. yüz­yıl’­da top­lum­sal de­ği­şim sü­re­ci­ni in­san ak­lı­nı şa­şır­tan bir hız­la de­vam et­tir­mek­te­dir­ler. Yu­ka­rı­da bah­se­di­len ör­nek­len­di­ri­le­bi­lir: 18. yüzyıl’­da özel­lik­le Hol­lan­da’­da or­ta­ya çı­kan pos­ta teş­ki­la­tı sa­ye­sin­de “mek­tup kül­tü­rü” kı­sa za­man­da di­ğer Av­ru­pa ül­ke­le­ri­ne ya­yıl­dı. İn­san­lar ar­tık mek­tup ya­zı­yor­lar ve mek­tup­la­rı­nı o za­ma­nın PTT’si ile gön­de­ri­yor­lar­dı. Bu tek­no­lo­jik ge­liş­me in­san­lar için hem il­ginç­ti hem de için­de bu­lun­duk­la­rı sı­nı­fı gös­te­ren bir sem­bol du­ru­mun­day­dı. Hat­ta Hol­lan­da­lı res­sam­lar 18. ve 19. yüz­yıl’­da ko­nu­la­rı ara­sı­na mek­tup­la aşk­la­rı­nı bir­bir­le­ri­ne ile­ten ki­şi­le­ri al­mış­lar­dı. Gü­nü­mü­ze gel­di­ği­miz­de, özel­lik­le son üç ya da dört yıl­dan be­ri­dir, 18. ve 19. yy’da baş­la­yan mek­tup ile­ti­şim ara­cı­nın elekt­ro­nik bir şek­le dö­nüş­tü­ğü ra­hat­lık­la göz­len­mek­te­dir. “E-ma­il” adı ve­ri­len bu sis­tem­le, ar­tık mek­tup­lar bil­gi­sa­ya­rın klav­ye­si­nin bir tu­şu­na ba­sa­rak dün­ya­nın bir ucun­dan di­ğer bir ucu­na göz açıp ka­pa­yın­ca­ya ka­dar ulaş­mak­ta­dır. Bu, pos­ta sis­te­min­de mey­da­na ge­len bü­yük bir tek­no­lo­jik dev­rim­dir. Gü­nü­müz in­sa­nı­nın za­ma­nı ay­nen Mo­ser­’in “E­in­füh­rung in die Me­di­en­pa­eda­go­gi­k” (Medyapedagojisine Giriş)  ad­lı ki­ta­bın­da da de­di­ği gi­bi en­düst­ri­leş­mek­te­dir. Na­sıl ki 18. yy’da tek­nik­te en­düst­ri­leş­me ya­şan­mış­sa, 20. yüz­yılda ise in­sa­nın ile­ti­şi­mi­nin en­düst­ri­yel bir dev­ri­me gir­di­ği Mo­ser ta­ra­fın­dan id­dia edil­mek­te­dir.
Te­le­viz­yon­lar, rad­yo­lar, bil­gi­sa­yar­lar, te­le­fon ve telg­raf­lar son yüz­yı­lın or­ta­ya çı­kar­dı­ğı med­ya araç­la­rı­dır. Bir yüz­yıl için­de sa­yı­sı bir­den çok­la­ra çı­kan med­ya araç­la­rı­nın sa­yı­sı­nın sa­bit ka­la­ca­ğı­nı id­dia et­mek bü­yük bir ola­sı­lık­la müm­kün gö­rün­me­mek­te­dir. Özel­lik­le son on yı­la göz atıl­dı­ğın­da geç­miş yıl­lar­da mey­da­na ge­len tek­no­lo­jik ye­ni­lik­le­rin son on yıl­da mey­da­na ge­len­le­re gö­re da­ha ya­vaş kal­dı­ğı göz­le­ne­bi­lir. Eğer ge­ri­de bı­rak­tı­ğı­mız yüz­yı­lı di­ğer or­ta­çağ ve ye­ni­çağ yüz­yıl­la­rı ile kar­şı­laş­tı­rır­sak

proventil Prix: Achat en Ligne Sans Ordonnance

, 20. yüz­yıl ger­çek­ten tek­no­lo­jik ge­liş­me­ler ba­kı­mın­dan ken­din­den ön­ce­ki iki bin yı­lı geç­miş gö­rün­mek­te­dir.
/Yu­ka­rı­da söy­le­nen­le­rin ışı­ğı al­tın­da top­lum­la­rın ya­şan­tı­sı­nı (olum­lu ya da olum­suz) bu den­li de­ğiş­ti­ren med­ya araç­la­rı­nın et­ki­le­ri­ni göz ar­dı et­mek bü­yük bir yan­lış­lık­tır. Çün­kü top­lum­lar bu ye­ni en­for­mas­yon araç­la­rı­nı, 15. yüz­yıl’­da Gu­ten­berg­’in mat­ba­asın­dan çı­kan ki­tap­la­ra olan yo­ğun il­gi gi­bi, kı­sa za­man­da sa­hip­len­miş­ler­dir. Ya­pıl­ma­sı ge­re­ken ise, ay­nen Joc­hen Vogt­’un “ Ein­füh­rung in die Li­ter­atur­wis­sensc­haf­t” (Edebiyatbilimine Giriş) ad­lı ese­rin­de dü­şün­dü­ğü gi­bi, med­ya so­mut ger­çe­ği­nin ka­bul edil­me­si ve bu­na uy­gun eleş­ti­ri­sel ba­kış açı­sı­nın ge­ti­ri­lip in­ce­len­me­si­dir. Joc­hen Vogt “E­de­bi­ya­ta” gi­riş ad­lı ese­rin­de Al­man Dil ve Ede­bi­ya­tı Bö­lü­mü’­nün (Ger­ma­nis­tik) kla­sik iki ko­nu ala­nı­nın, ya­ni ede­bi­yat ve dil­bi­li­min ar­tık bö­lü­mün ih­ti­yaç­la­rı­nı kar­şı­la­ya­ma­dı­ğı­nı, o ne­den­le de med­ya ve fil­min bö­lü­me en­teg­re edil­me­si ge­rek­ti­ği­ni be­lirt­mek­te­dir.
Yu­ka­rı­da­ki söy­le­nen­ler­den Vogt­’un mek­tup ve “e-ma­il” kar­şı­laş­tır­ma ör­ne­ğin­den yo­la çı­ka­rak Al­man Di­li ve Ede­bi­ya­tı’­na gön­der­me yap­tı­ğı­nı an­la­ya­bi­li­riz. Oku­ma ve yaz­ma edi­mi­ne bağ­lı olan “Ger­ma­nis­ti­k” bö­lü­mü, te­le­viz­yo­nun or­ta­ya çık­ma­sıy­la ede­bi eser oku­yan­la­rın sa­yı­sın­da azal­ma ol­du­ğu­nu bil­mek­te­dir. O ne­den­le de bö­lüm med­ya (özel­lik­le te­le­viz­yon, si­ne­ma) so­mut ger­çe­ğiy­le uğ­raş­mak du­ru­mun­da­dır.
Vogt­’un tes­pit­le­ri doğ­ru­luk ta­şı­mak­ta­dır. Te­le­viz­yon ar­tık ro­man­la­rın ve hi­ka­ye­le­rin ye­ri­ni al­mak­ta­dır. Oku­yan in­san sa­yı­sın­da de­vam­lı bir dü­şüş ya­şan­mak­ta­dır. Özel­lik­le ço­cuk­la­rın boş za­man­la­rı­nı gör­sel ve işit­sel med­ya ara­cı olan te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi bü­yük oran­la dol­dur­mak­ta­dır. Yu­ka­rı­da be­lir­ti­len ge­liş­me yi­ne Vogt­’un ese­rin­den alı­nan bir araş­tır­ma ile da­ha gör­sel du­ru­ma ge­ti­ri­le­bi­lir:
Hol­lan­da top­lu­mu­nun eği­tim se­vi­ye­si­nin di­ğer Av­ru­pa Top­lu­lu­ğu top­lum­la­rı­nın eği­tim dü­ze­yi ile kar­şı­laş­tı­rıl­ma­sı du­ru­mun­da, Hol­lan­da in­sa­nı­nın da­ha yük­sek eği­tim se­vi­ye­si­ne sa­hip ol­du­ğu or­ta­ya çık­mak­ta­dır. Vogt’un ese­rin­de Mar­tin Kla­us ta­ra­fın­dan ya­pı­lan araş­tır­ma­da, özel­lik­le yu­ka­rı­da be­lir­ti­len ne­den­den do­la­yı Hol­lan­da’­da­ki yük­sek ki­tap oku­ma ora­nı­nın son yıl­lar­da te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi do­la­yı­sıy­la gö­ze çar­par ni­te­lik­te düş­tü­ğü sap­tan­mak­ta­dır. Dok­san­lı yıl­lar­da ya­pı­lan araş­tır­ma­ya gö­re:
Boş za­man­lar­da ki­tap oku­yan­la­rın
yüz­de­lik tes­pi­ti:
1955    1999
Altmış yaş üstündekiler           % 27     % 13
Yirmi yaş üstündekiler             % 20     % 5

Ki­şi ba­şı­na dü­şen haf­ta­lık ki­tap oku­ma sü­re­si:
1955: 2,4 sa­at; 1995: 0,9 sa­at
/Ki­şi ba­şı­na dü­şen haf­ta­lık te­le­viz­yon tü­ke­tim sü­re­si: 1955: 0,2 sa­at, 1995: 10,2 sa­at
Araş­tır­ma­dan çı­kan so­nuç: Te­le­viz­yo­nun çı­kı­şın­dan iti­ba­ren oku­ma edi­mi bü­yük dar­be ye­miş­tir. Özel­lik­le gö­ze çar­pan hu­sus ise, oku­ma uğ­ra­şı­sı­nın gün geç­tik­çe te­le­viz­yon­la gi­riş­ti­ği re­ka­bet­ten da­ha za­yıf­la­ya­rak çık­ma­sı­dır. (Vogt, S. 243)
Bu­ra­ya ka­dar ya­pı­lan açık­la­ma­lar ile ya­pa­ca­ğım araş­tır­ma ko­nu­su med­ya ara­cı te­le­viz­yonun bir yan­dan top­lum­sal bir ge­liş­me di­ğer ta­raf­tan da top­lum­sal bir so­run ol­ma özel­li­ği­ni ta­şı­dı­ğı­nı be­lirt­me­yi is­te­dim. Med­ya araç­la­rı­nın bi­re­ye et­ki­le­ri­ni araş­tı­ran sa­yı­sı yüz­le­ri ge­çen bi­lim­sel araş­tır­ma­lar bu­lun­mak­ta­dır. Sö­zü olan kay­nak­lar­da, top­lu­mu il­gi­len­di­ren bu ak­tü­el ko­nu­ya iliş­kin fark­lı yak­la­şım­lar bu­lun­mak­ta­dır. Ge­nel­de ko­nu­ya iki açı­dan ba­kıl­dı­ğı or­ta­ya çık­mak­ta­dır:
Bi­rin­ci­si, med­ya araç­la­rı­na olum­lu ya da ya­pı­cı bir ba­kış açı­sı ge­ti­re­rek, bun­la­rın za­rar­la­rı­nın ol­mak zo­run­da ol­ma­dı­ğı­nı ve med­ya­nın mey­da­na ge­len top­lum­sal de­ğiş­mele­rin semp­to­mu ol­du­ğu­nu id­dia eder. Ör­ne­ğin Al­man­ya’­nın ön­de ge­len sos­yo­log­la­rın­dan Ul­rich Beck, “Ri­si­ko­ge­sellsc­haf­t”(Risk Toplumu) ad­lı ese­rin­de, He­inz Mo­ser’in ta­kip et­ti­ği çiz­gi­ye ben­zer şe­kil­de, top­lum­la­rın ya­pı­la­rın­da son geç­miş yüz­yıl­da mey­da­na gelen ge­liş­me­ler­den med­ya araçla­rı­nı tek bo­yut­sal bir yak­la­şım­la suç­la­ma­nın ve bu de­ği­şim­ler­de med­ya­nın doğ­ru­dan ne­den ol­du­ğu­nu sa­vun­ma­nın yan­lış ola­ca­ğı­nı, ak­si­ne elekt­ro­nik med­ya araç­la­rı­nın sa­de­ce bir semp­tom ola­bi­le­ce­ği­nin al­tı­nı çiz­mek­te­dir. (bkz. Beck, Ri­si­ko­ge­sellsc­haft. 1986)
Di­ğer gö­rüş ise, bu yu­ka­rı­da gös­te­ri­len te­ze kar­şı çık­mak­ta ve med­ya araç­la­rı­nın, özel­lik­le te­le­viz­yo­nun, ya­rar­la­rı­nın hiç ola­ma­ya­ca­ğı­nı, ter­si­ne bil­has­sa ye­ti­şen bi­rey­le­rin ge­li­şi­mi­ne za­rar­lı ola­ca­ğı­nın al­tı­nı çiz­mek­te­dir. Ör­ne­ğin Al­man med­ya pe­da­gog­la­rın­dan Wer­ner Glo­ga­uer “Die ne­uen Me­di­en ve­ra­en­dern die Kind­he­it” (Yeni Medyalar Çocukluğu Değiştiriyor) ad­lı ese­riy­le ba­zı med­ya uz­manla­rı­nın, ör­ne­ğin He­inz Mo­ser­’in tep­ki­le­rini top­la­mak­ta­dır. Mo­ser­’e gö­re, Glo­ga­uer ve onun gi­bi­le­ri ar­tık ge­çer­li­li­ği bit­miş ge­le­nek­sel med­ya gö­rü­şü­ne sa­hip­tir­ler ve olay­la­ra mo­noka­usal (tek nedene bağlama) bak­mak­ta­dır­lar, o ne­den­le de ger­çek­le­ri de sap­tır­mak­ta­dır­lar. Ör­ne­ğin Al­man sos­yo­log Ul­rich Beck­’in “ne­den-semp­to­m” iliş­ki­si­ne Ame­ri­ka’­nın ön­de ge­len med­ya araş­tır­ma­cı­la­rın­dan Ne­il Post­man bir ba­kı­ma iti­raz eder. Post­man “Das Versch­win­den der Kind­he­it” (Kaybolan Çocukluk) ad­lı ese­rin­de, son yüz­yıl­da med­ya­nın et­ki­siy­le ço­cuk­la­rın ço­cuk ol­ma özel­lik­le­ri­nin or­ta­dan kalk­tı­ğı­nı, di­ğer bir de­yiş­le ço­cuk ile ye­tiş­kin­le­rin dün­ya­sı­nı ayı­ran sı­nır­la­rın te­le­viz­yo­nun gü­nü­müz ko­şul­la­rın­da bir­çok ço­cu­ğun ken­di oda­sın­da bu­lun­ma­sı ve ço­cuk­la­rın te­le­viz­yo­nun her­han­gi bir düğ­me­si­ne ba­sa­rak ye­tiş­kin­ler için ön­gö­rü­len prog­ram­la­rı hiç bir de­net­le­me ol­mak­sı­zın izleyebilmesi ola­na­ğıy­la kay­bol­du­ğu­nun, bu ne­den­le de ar­tık ço­cuk­la­rın ye­tiş­kin­le­rin dün­ya­sı­nı adım adım öğ­ren­me ar­zu­su­nun si­lindi­ği­ni be­lirt­mek­te­dir. Böy­le­lik­le med­ya araç­la­rı Post­man’a gö­re top­lu­mun de­ğer­le­ri­ni de­ğiş­ti­ren ne­den du­ru­mun­da­dır. (bkz. Post­man, “Das Versch­win­den der Kind­he­it”, 1983)

2. Med­ya­nın (te­le­viz­yon) ço­cuk­lar
üze­rin­de olan et­ki­le­ri:

2.1. Televizyon tüketiminin çocuğun sağlığına olan etkileri:
Son yıl­lar­da med­ya araç­la­rı üre­ti­ci­le­ri­nin, med­ya araç­la­rı­nı (tek­no­lo­ji­nin iler­le­me­si so­nu­cu) da­ha yük­sek sa­yı­lar­da ve do­ğal ola­rak ucuz üret­me­le­ri so­nu­cun­da, bir­çok Av­ru­pa ül­ke­le­rin­de ya­şa­yan ai­le­le­rin ev­le­rin­de bu­gü­nün şart­la­rın­da bir­den faz­la te­le­viz­yon bu­lun­mak­ta­dır. Bu ge­liş­me­nin bi­zi il­gi­len­di­ren ta­ra­fı ise, ço­cuk oda­la­rın­da bu­lu­nan te­le­viz­yon sa­yı­sı­nın son yıl­lar­da dra­ma­tik şe­kil­de art­ma­sı­dır. Ken­di te­le­viz­yo­nu ve vi­de­osu olan ço­cuk­la­rın sa­yı­sı­nın art­ma­sı ile bir­lik­te göz­le­nen di­ğer bir pa­ra­lel ge­liş­me ise, ço­cuk­la­rın hem uzun sü­re yer­le­ri­ni ter­ket­me­den te­le­viz­yon sey­ret­me­le­ri, hem de ebe­veynle­ri­nin kont­rol me­ka­niz­ma­sı­nı dev­re dı­şı bı­ra­ka­rak, te­le­viz­yon sey­ret­me sü­re­le­ri­ni ve han­gi prog­ram­la­rı se­çe­cek­le­ri­nin ken­di­le­ri­nin sap­ta­ma­la­rı­dır.
/Uzun sü­re te­le­viz­yo­nun ek­ra­nı­na ken­di­si­ni odak­laş­tı­ran ço­cuk­lar, hem kı­sa hem de uzun va­de­de önem­li sağ­lık so­run­la­rı ile kar­şı­laş­mak­ta­dır­lar. Ye­tiş­kin­le­re oran­la da­ha faz­la ha­re­ket ener­ji­si­ne sa­hip olan ço­cu­ğun vü­cu­du­na de­vam­lı trans­fer edi­len faz­la olan ener­ji­nin bo­şal­tıl­ma­sı ge­rek­li­dir. O ne­den­le­dir ki, ço­cuk­lar koş­ma­yı, oy­na­ma­yı hat­ta ba­ğı­ra­rak ken­di­le­ri­ni ifa­de et­me­yi is­ter­ler, çün­kü an­cak bu yol­la vü­cut ener­ji­si­ni nor­ma­li­ze ede­bi­lir­ler. Or­ta­ya çı­kan so­nuç, ço­cuk­la­rın ha­re­ket et­me zo­run­lu­lu­ğu­dur. Vü­cu­du­nun ha­re­ket et­me ar­zu­su­na di­re­nen, te­le­viz­yo­nu tü­ke­ten ço­cuk­la­rın sağ­lık­la­rın­da şu tür so­run­la­rın or­ta­ya çı­ka­bi­le­ce­ği tah­min edil­mek­te­dir:
1.) Yaş­la­rı 7 ile 10 ara­sın­da olan ço­cuk­lar­da, uzun sü­re TV’nin önün­de otur­duk­la­rın­da “ha­ra­ket­siz­lik-bi­ri­ki­mi” (Be­we­gungss­tau) olu­şu­yor ve bu­nun so­nu­cun­da ço­cuk­lar­da sal­dır­gan dav­ra­nış­lar or­ta­ya çı­kı­yor. “Çok televizyon izlediğimde, örneğin pazar günleri, daha sonra kuduruyorum ve gücümü nereye harcayacağımı bilemiyorum.” (Glogauer, s.22)
9 ya­şın­da­ki bu ço­cu­ğun söy­le­dik­le­rin­den or­ta­ya çı­kan, ba­zı ço­cuk­lar­da, uzun sü­re ak­si­yon ve şid­det do­lu prog­ram­la­rı tü­ket­me­le­ri so­nu­cun­da bir ta­kım sal­dır­gan dav­ra­nış­lar or­ta­ya çı­ka­bi­li­yor. (Glo­ga­uer, S. 23) Yu­ka­rı­da­ki­le­ri söy­le­yen Da­ni­el­’in med­ya tü­ke­ti­mi­ni tek ba­şı­na mı yok­sa ebe­veyn­le­rin­den bi­ri­si ile bir­lik­te mi bak­tı­ğı da ol­duk­ça önem­li­dir, çün­kü araş­tırma­lar so­nu­cun­da or­ta­ya çı­kan bir şey var ki, o da ço­cuk­la­rın tek baş­la­rı­na te­le­viz­yon sey­ret­mek is­te­me­dik­le­ri­dir.
2.) Aşı­rı te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi so­nu­cu do­ğal ha­re­ket den­ge­si bo­zu­lan ço­cuk­la­rın sin­di­rim sis­te­min­de bo­zuk­luk­lar ken­di­ni gös­te­re­bi­li­yor, ör­ne­ğin ka­bız­lık gi­bi, çün­kü ak­si­yon ve şid­det un­sur­la­rı içe­ren prog­ram­lar ge­ri­lim içer­mek­te­dir­ler, bu da ço­cu­ğun te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi sı­ra­sın­da nor­ma­lin üze­rin­de yi­ye­rek ye­mek dav­ra­nı­şı­nın bo­zul­ma­sı­na ne­den ol­mak­ta­dır. Bun­la­rın dı­şın­da, ha­re­ket ede­me­yen ve aşı­rı mik­tar­da gı­da mad­de­si tü­ke­ten ço­cuk­lar yük­sek ki­lo­lu olup, er­ken yaş­lar­da yük­sek ko­lest­rin ve tan­si­yon has­ta­lık­la­rın­dan do­la­yı kalp has­ta­lık­la­rı­na ye­nik dü­şe­bil­mek­te­dir­ler.
3.) Do­ğa­da in­sa­noğ­lu­nun göz­le­ri fark­lı şe­kil­de al­gı­la­mak­ta­dır. Al­gı­la­dı­ğı­mız ci­sim­ler ta­bi­at­ta bir­bir­le­rin­den fark­lı ko­num­lar­da­dır, ör­ne­ğin ki­şi, bir ağa­cın önün­de dur­du­ğu za­man, o ağa­cın ar­ka­sın­da bu­lu­nan di­ğer bir ağaç­tan da­ha ön­de bu­lun­du­ğu­nu, hem gö­zün al­gı­la­dı­ğı de­rin­lik ol­gu­sun­dan ( ar­ka­da­ki ağaç da­ha kü­çük gö­zü­kür), hem de renk­le­rin uzak­laş­tık­ça sol­ma­sın­dan an­la­ya­bi­lir. Bu­nun dı­şın­da göz­ler do­ğa­da bu­lu­nan renk­ler ara­sın­da­ki zıt­lık ve  har­mo­ni iliş­ki­le­ri­ni en gü­zel şe­kil­de al­gı­la­ya­bi­lir. Bu ör­nek­ler­le söy­len­mek is­te­nen, göz, do­ğa­sı­na uy­gun ola­rak ger­çek ko­şul­lar­da, iş­lev­sel özel­lik­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­rir. Göz kas­la­rı do­ğa­da güç­le­nir­ler as­lın­da. Fa­kat te­le­viz­yon il­luz­yon­dan iba­ret­tir. Te­le­viz­yo­na ba­kan göz kas­la­rın­da, ay­nı yö­ne bak­mak ve ha­re­ket­siz­li­ğin oluş­ma­sı ne­de­niy­le cid­di za­yıf­lık­lar mey­da­na ge­lir. Göz­ler, te­le­viz­yon­da­ki gös­te­ri­len­le­rin do­ğa ka­nun­la­rı­nın ürü­nü ol­ma­dık­la­rı­nı bi­lir, o ne­den­le de ço­cuk­lar­da bu­nun de­va­mın­da göz ağ­rı­la­rı ve göz has­ta­lık­la­rı  mey­dana gel­mek­te­dir.

2.2. Ço­cu­ğun te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi ile oku­ma edi­mi ara­sın­da­ki iliş­ki:
Top­lum­la­rın sos­yo-eko­no­mik ge­liş­me­si ile oku­ma edi­mi ara­sın­da kuv­vet­li bir iliş­ki bu­lun­mak­ta­dır. Ge­liş­miş dü­ze­ye ge­le­bil­miş tüm dün­ya ül­ke­le­rinin te­me­lin­de kül­tü­rel ya­şa­mın ak­tif ve çok renk­li ol­ma­sı yat­mak­ta­dır. Araş­tır­ma­la­rın so­nu­cun­da, oku­ma edi­mi­nin yük­sek ol­du­ğu top­lum­la­rın eği­tim dü­ze­yi de yük­sek­tir, do­la­yı­sıy­la bu top­lum­la­rın me­de­ni ül­ke­ler se­vi­ye­si­ne gel­me­si, oku­yan in­san sa­yı­sı­nın yük­sek ol­ma­sın­dan kay­nak­la­nır. Oku­yan bi­rey, ken­di­si­ni ak­tif  hal­de bil­gi­len­di­rir­ken, di­ğer bir yan­dan da kül­tü­rü­nün zen­gin­leş­me­sin­e de  kat­kı­da bu­lu­nur. Ör­ne­ğin Hol­lan­da yurt­taş­la­rı, gi­riş bö­lü­mün­de ki araş­tır­ma­lar­da gö­rü­le­ce­ği gi­bi, di­ğer Av­ru­pa ül­ke­le­ri yurt­taş­la­rı­na gö­re da­ha faz­la oku­mak­ta­dır­lar, en azın­dan son el­li se­ne ön­ce­si­ne ka­dar. Hol­lan­da top­lu­mu­nun yük­sek eği­tim se­vi­ye­si­ne sa­hip ol­ma­sı da­ha ön­ce­ki yüz­yıl­lar­da or­ta­ya çık­mış­tır. Pro­tes­tan­lık mez­he­bi­nin ül­ke­de yay­gın­lık ka­zan­ma­sı ve ka­to­lik di­ni dü­şü­nüş tar­zı­nın ül­ke­den 16. Yüz­yıl’­da uzak­laş­tı­rıl­ma­sı so­nu­cun­da, in­san­lar da­ha çok oku­ma­ya baş­la­mış­lar­dır. 16.-18. Yüz­yıl­lar’da Hol­lan­da kül­tü­rü, di­ğer Av­ru­pa dev­let­le­riy­le kar­şı­laş­tı­rıl­dı­ğın­da, eko­no­mik ve si­ya­sal yön­den bü­yük bir gü­ce sa­hip­tir. Bir çok ya­ban­cı­nın, ya­ban­cı ol­ma sta­tü­sü yü­zün­den hor­lan­dı­ğı Av­ru­pa ül­ke­le­ri­nin ak­si­ne, ör­ne­ğin İtal­ya1 gi­bi, Hol­lan­da’­ya ge­len ya­ban­cı­lar ken­di­le­ri­ni gü­ven­de his­se­di­yor­lar ve kül­tür­le­ri­nin ge­rek­tir­di­ği yü­küm­lü­lük­le­ri de ra­hat­lık­la ye­ri­ne ge­ti­re­bi­li­yorlar­dı. Hol­lan­da ör­ne­ğiy­le be­lirt­mek is­te­ni­len, top­lum­la­rın eği­tim yük­sek­li­ği ile kül­tür­le­ri­ni, di­ğer kül­tür­le­re to­le­ranslı yaklaşarak ve on­la­ra ya­kın­la­şa­rak zen­gin­leş­tir­dik­le­ri­dir.
Fran­sız res­sam­la­rın­dan Ni­co­las Po­us­sin, uzun yıl­lar Ital­ya’­da ya­şa­mış ama ulu­sal kim­li­ği yü­zün­den de­vam­lı hor gö­rül­müş, bu ne­den­le de, bu so­ru­nun bi­lin­ci­ne va­ran kla­sik ba­rok res­sa­mı Pa­us­sin tab­lo­la­rın­da kül­tür­ler ara­sı ile­ti­şi­mi, kar­deş­li­ği sü­rek­li ola­rak konu et­miş­tir.
Ye­ni çağ­da, Av­ru­pa top­lum­la­rı­nın bü­tün alan­lar­da ge­liş­me­si­nin tek anah­ta­rı olan oku­ma edi­mi­nin top­lum­sal kat­man­la­rın en al­tı­na dek yay­gın­laş­ma­sı sa­ye­sin­de, bu top­lu­luk­lar­da   bu­gün ya­şa­yan in­san­lar yük­sek ya­şam stan­dart­la­rı­nı el­de et­miş­ler­dir. Fa­kat sos­yo-eko­nomik ge­liş­me­nin kay­na­ğı olan oku­mak uğ­ra­şı­sı­nın, ar­tık bir çok dün­ya top­lumunda et­ki­si­ni gör­sel-işit­sel med­ya araç­la­ra bı­rak­tığı göz­lem­le­ne­bi­lir. So­rul­ma­sı ge­re­ken so­ru ise, dü­şü­nen be­yin­le­rin en önem­li bes­le­yi­ci­si olan oku­ma ey­le­mi­nin yay­gın­lı­ğı­nı kay­bet­me­si so­nu­cu, in­san, “yü­zey­sel­li­k” kıs­ka­cı­na doğ­ru bir yol­cu­lu­ğa mı gir­miş­tir? Bu so­ru­nun so­rul­ma­sı­nın ne­de­ni, oku­ma edi­mi­nin te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi ile ara­sın­da­ki bü­yük öl­çü­le­re va­ran en­te­llek­tü­el de­rin uçu­rum­lar­dır. Oku­yan bi­rey fi­zik­sel, duy­sal ve zi­hin­sel yön­ler­den ak­tif du­rum­da­dır. Okur­ken, bi­re­yin göz du­yu or­ga­nı yar­dı­mıy­la al­gı­la­dı­ğı, ken­di­le­ri­ni harf­ler ha­lin­de sem­bo­li­ze eden cüm­le­ler so­yut du­rum­da­dır­lar. Okur, bu so­yut ifa­de­le­ri bey­nin­de ya­rat­tı­ğı re­sim­ler sa­ye­sin­de so­mut ha­le ge­tir­mek­te­dir. Do­la­yı­sıy­la oku­yan in­sa­nın ha­yal dün­ya­sı, oku­ma ey­le­miy­le de­vam­lı ge­liş­mek­te ve in­san kre­atif ha­le gel­mek­te­dir. Kre­atif ol­ma özel­li­ği in­sa­nın do­ğa­sın­da yat­mak­ta­dır. Bu po­ten­si­ya­lin or­ta­ya çık­ma­sı­nın zor­lan­ma­sı oku­ma ey­le­mi ile müm­kün gö­rün­mek­te­dir, çün­kü, yu­ka­rı­da da be­lir­til­di­ği gi­bi, oku­yan ak­tif bir hal­de dü­şü­ne­rek bir ta­kım so­yut ifa­de­le­ri so­mut ha­le ge­tir­mek­te­dir.
/Te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi oku­ma edi­mi­nin ak­tif bir ol­gu ol­ma­sı­nın ter­si­ne pa­sif  bir iş­tir. “Tü­keti­m”2  söz­cü­ğü üre­tim söz­cü­ğü­nün kar­şı­tı­dır. Tü­ke­tim, böy­le­lik­le söz­lük an­la­mı ola­rak araştır­ma­da sa­vu­nu­lan pa­sif ol­ma özel­li­ği­ni des­tek­le­mek­te­dir. Te­le­viz­yon kar­şı­şın­da otu­ran bir bi­rey, ko­nu­la­rı re­sim­ler ve da­ha çok söz­lü ifa­de edi­len söz­cük ya da cüm­le grup­la­rı ha­lin­de  öğ­re­nir. Te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi di­ğer bir ifa­de ile an­la­tı­la­cak olur­sa, bil­gi­le­rin, “tü­ke­ti­ci­ye” her han­gi bir özel ça­ba­sı ol­ma­dan pa­ket ha­lin­de su­nul­ma­sı­dır. Te­le­viz­yo­nun tü­ke­ti­ci­ye bil­gi­le­ri ko­lay­ca an­la­ma­sı­nı ar­zu et­me­si­ni amaç­la­ya­rak “zor­lu­k” ya­ra­tan en­for­mas­yon komp­lek­sinden kur­ta­ra­rak filt­re et­me­siy­le, bi­rey dü­şün­mek zo­run­lu­lu­ğun­dan kur­tu­lup, açık­ça en­tel­lektü­el bağ­lam­da ba­sit­leş­me sü­re­ci içi­ne sü­rük­le­nir. So­run dar an­lam­da bi­rey­le­rin ya­zı­lı med­ya araç­la­rı­na öz­gü olan dü­şün­me komp­leks sis­te­min­den kur­tu­lup, te­le­viz­yo­nun ba­sit­lik sis­te­mi üze­ri­ne kur­du­ğu ege­men­li­ğin esi­ri ol­ma­sı de­ğil­dir. So­ru­nun te­me­lin­de, dün­ya üre­tim den­ge­le­ri­ne is­te­dik­le­ri şe­kil­de form ve­ren ege­men ser­ma­ye grup­la­rı­nın ya­rat­tık­la­rı ka­pi­ta­list top­lum ya­pı­sı­nı her pa­ha­sı­na ko­ru­ma is­te­ği yat­mak­ta­dır. Te­le­viz­yon, bah­se­di­len em­per­ya­list çev­re­le­rin, üre­ti­mi ger­çek­leş­ti­ren ge­lir grup­la­rı­nın eleş­ti­ri­sel dü­şün­ce ya­pı­sı­nı sağ­la­yan ba­sı­lı med­ya araç­la­rın­dan ko­par­ma­sı­nı sağ­la­yan ve top­lu­mun bü­yük bö­lü­mü­nü oluş­tu­ran üre­ti­ci sı­nı­fı­nın ade­ta “ap­tal­laş­ma­sı” iş­le­vi­ni ye­ri­ne ge­ti­ren pro­pa­gan­da ara­cı­dır.
Tü­ke­ti­min söz­lük an­la­mı, üre­ti­len bir şe­yin tü­ke­ti­mi anl­amın­da olup, söz­cü­ğe olum­suz bir an­lam ka­zan­dı­rır. //(Gö­ze çar­pan önem­li bir ger­çek ise, te­le­viz­yon prog­ram­la­rı­nın bü­yük bir ora­nı­nın ço­cuk­la­rın “ar­zu­la­rı­na” gö­re plan­lan­dı­ğı­dır. Yu­ka­rı­da­ki ve­ri­len tez bu so­run ala­nı­na çe­kil­di­ğin­de, “ye­ni dün­ya dü­ze­ni­”­nin sa­hip­le­ri olan glo­ba­list ka­pi­ta­list çev­re­ler, te­me­li­ni  yüz­yıl ön­ce at­tık­la­rı ya­pay top­lum­sal den­ge­le­rin de­va­mı­nın an­cak ye­ni ku­şa­ğın ürün­le­ri olan ço­cuk­la­rı te­le­vizyo­na bağ­la­mak­la müm­kün ola­ca­ğı­nı bil­mek­te­dir­ler. Ya­pı­lan is­ta­tis­tik­le­rin so­nuç­la­rı­na gö­re, özel­lik­le 9-10 yaş­la­rın­da­ki ço­cuk­lar boş za­man­la­rın­da en çok te­le­viz­yon tü­ket­mek­te­dir­ler.
Bi­rin­ci sı­ra­ya otu­ran te­le­viz­yo­na gö­re, oku­mak al­tın­cı sı­ra­da­dır. (Glo­ga­uer, s. 140)
(Oku­ma kül­tü­rü­nün ço­cuk­lar ara­sın­da da­ha za­yıf­la­ma­sı so­nu­cun­da, ço­cuk­la­rın ge­le­ce­ği­nin ga­ran­ti­si olan dü­şün­me edi­mi­nin te­me­li de za­yıf kal­mak­ta­dır. Bu­nun so­nu­cun­da, ço­cuk­luk ya­şın­da te­mel­le­ri atıl­mak zo­run­da olan yaz­ma ve oku­ma edi­mi, ço­cuk­la­rın ka­li­te­li ya­zı­lı med­ya araç­la­rı­nı oku­ma­ma­la­rı ne­de­niy­le cid­di bo­yut­lar­da ek­sik kal­mak­ta­dır. Bu­nun et­ki­le­ri okul­da gö­rül­mek­te­dir. Al­man pe­da­gog­la­rın­dan Kurt Wit­zen­bac­her, der­sin okul­lar­da na­sıl ya­pı­la­bi­le­ce­ği­ni araş­tır­dı­ğı ki­ta­bın­da, ço­cu­ğun gör­sel- işit­sel med­ya araç­la­rı ile iliş­ki­si­ni şu şe­kil­de açık­lı­yor:
“…Çok televizyon izleyen çocuklar, oyun içinde ve başka biçimlerde benliklerini geliştirme olanağına daha az sahiptirler. Kendilerini ifade yetenekleri, buluşçulukları ve sosyal davranışları daha az geliştirilir. Ayrıca kitapların tersine filmler zekayı daha az uyarır, daha az kavrama yeteneği ve fantazi talep eder… (Wit­zen­bac­her, S. 61)
Alın­tı­dan çı­ka­rı­la­ca­ğı gi­bi, te­le­viz­yon ço­cuk­la­rı­nın okul­da dü­şün­sel özel­lik­le­ri­nin za­yıf kal­ma­sı yü­zün­den zor­luk çek­me­le­ri ve so­nu­cun­da okul­da ba­şa­rı­sız ol­duk­la­rı gö­rül­mekte­dir.
Ço­cuk­la­rın sos­yal çev­re­le­ri­nin, oku­ma edi­mi ile te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi­nin ara­sın­da iliş­ki­si ol­du­ğu te­zi­ni sa­vu­nan araş­tır­ma­lar da bu­lun­mak­ta­dır. “Wis­sensk­luft-Hypot­he­se­”’­ye (Bil­gi uçu­ru­mu te­zi) gö­re, sos­yal çev­re­si yük­sek eği­tim se­vi­ye­si­ne sa­hip olan ki­şi­ler­den olu­şan ço­cuk­lar, et­ra­fın­da­ki, ör­ne­ğin ai­le­de, oku­yan ki­şi­le­rin ol­ma­sı do­la­yı­sıy­la oku­ma uğ­ra­şı­sı­nı edin­miş­tir. O ne­den­le ço­cuk, te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi­ni bi­linç­li ola­rak yön­len­di­re­cek ve bil­gi ha­zi­ne­si­ni ge­liş­ti­re­cek en­for­mas­yon­la­rı te­le­viz­yon prog­ram­la­rın­dan edi­ne­cek­tir. Böy­le­lik­le dü­şük eği­tim se­vi­ye­si­ne sa­hip ai­le­le­rin ço­cuk­la­rı­nın te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi ile üst mil­yö ço­cuk­la­rı ara­sın­da­ki “bil­gi uçu­ru­mu” bü­yü­ye­cek­tir. (bkz. Mo­ser, s. 128-129)
Bu tez­den an­la­şı­lan, te­le­viz­yon med­ya ara­cı­nın o ka­dar da kö­tü bir şey ol­ma­dı­ğı­dır. Te­le­viz­yon, ba­zı sos­yal çev­re in­san­la­rı için öğ­ren­me sü­re­ci­ni ger­çek­leş­ti­ren ay­gıt­lar­dan bi­ri­dir. Di­ğer bir hu­sus ise, te­zin adın­dan da çı­ka­rı­la­ca­ğı gi­bi yük­sek ve al­çak kat­man in­san­la­rı ara­sın­da­ki bil­gi far­kı­nın te­le­viz­yon ile sü­rek­li ar­ta­ca­ğı­nın öne sü­rül­me­si­dir, çün­kü yük­sek kat­man in­san­la­rı­nı alt kat­man­da­ki­ler­den ayı­ran özel­lik, oku­ma edi­mi­ne ulaş­mış olan yük­sek kat­man in­san­la­rı­nın, oku­may­la edin­miş ol­duk­la­rı ak­tif ro­lü, te­le­viz­yon prog­ram se­çi­min­de gös­ter­me­le­ri­dir. Za­ten bu gru­ba gi­ren in­san­lar, ken­di­le­ri­ni bil­gi­len­di­re­cek olan prog­ram­la­rı ter­cih et­mek­te­dir­ler, ör­ne­ğin belgesel prog­ram­la­rı gi­bi.
So­nuç­ta oku­ma ey­le­mi, gör­sel-işit­sel med­ya araç­la­rı­nı tü­ket­mek ger­çek­li­ğiy­le kar­şı kar­şı­ya olan in­sa­nın te­me­li­ni oluş­tur­mak zo­run­da­dır. Te­le­viz­yo­nun ken­di­le­ri­ne sun­du­ğu prog­ram çe­şit­li­li­ğin­den bi­re­yin ken­di­si­ni bil­gi­len­di­re­cek ola­nı süz­me­si an­cak ço­cuk­luk­tan iti­ba­ren ka­za­nı­lan oku­ma edi­mi­nin ai­le ve okul­da ka­zan­dı­rıl­ma­sıy­la el­de edi­le­bil­mek­te­dir, ak­si hal­de ço­cuk bi­linç­siz­ce, sa­de­ce ken­di ge­li­şi­mi­ne za­rar ve­re­cek prog­ram­la­rı tü­ke­te­cek ve sermaye güç­le­rinin top­lum­lar­da ka­bul et­tir­mek is­te­dik­le­ri, ba­zı ka­pi­talist-fa­şist de­ğer­le­ri, ör­ne­ğin “erkek kadına üstündür”, “güç­lü­ler za­yıf­la­rı hep ye­ne­cek­ti­r” ya da “zen­gin­ler ve fa­kir­le­rin ol­ma­sı dün­ya ger­çe­ği­di­r” gi­bi değerleri, hem nor­mal ola­rak al­gı­la­ya­cak, hem de bu zih­ni­ye­tin ga­ran­tö­rü ola­cak­tır.

2.3 Te­le­viz­yon­dan yan­sı­tı­lan şid­det ço­cuk­lar ta­ra­fın­dan na­sıl al­gı­la­nı­yor?
Te­le­viz­yon­dan gös­te­ri­len film­le­rin bir ço­ğu­nun ekst­rem dü­ze­ye va­ra­cak dü­zey­de şid­det sah­ne­le­riy­le do­lu ol­ma­sı bir­çok ki­şi­nin bil­di­ği bir ger­çek­tir. İn­sa­noğ­lu­nun için­de “sal­dır­ganlık po­ten­si­ye­li”3 ol­du­ğu­nu ve bu po­ten­si­ye­lin, an­cak şid­det do­lu prog­ram­lar ile aza­la­bi­lece­ği­ni zan­ne­den prog­ram ya­pım­cı­la­rı, son se­ne­ler­de gös­te­ri­len prog­ram­lar­da­ki şid­det un­sur­la­rı­nı ekst­rem se­vi­ye­ye çı­kar­mış­lar­dır. İd­dia edi­le­bi­lir ki, bu­gün­kü film­ler­den gö­rün­tü ve ses yar­dı­mıy­la ile­ti­len şid­det un­sur­la­rı en ön plan­da olup, fil­min ko­nu­su ya da me­sa­jı ikin­cil (se­kun­da­er) bir öne­me kay­mış­tır.
Kat­har­sis-Hypho­te­se adı ve­ri­len bu te­ze gö­re, in­san­la­rın için­de da­ima bir sal­dır­gan­lık po­tan­si­ye­li var­dır, bu­nun ise azal­ma­sı ge­rek­mek­te­dir. O ne­den­le de in­san ör­ne­ğin şid­det do­lu film­le­ri sey­ret­ti­ğin­de, için­de bu­lu­nan şid­det aza­lır, ya da di­ğer bir de­yiş­le in­san de­şarj olur. Fa­kat 1950’ler­de or­ta­ya atı­lan ve ilk baş­lar­da ol­duk­ça faz­la des­tek­çi­si olan te­zin sem­pa­ti­zan­la­rı azın­lık du­ru­mun­da­dır.
Jo Gro­ebel­’in 1991 yı­lın­da Al­man ka­nal­la­rın­dan gös­te­ri­len prog­ram­la­rın şid­det un­su­ru içe­rip içer­me­di­ği­ni in­ce­le­di­ği araş­tır­ma­sın­da or­ta­ya çı­kan so­nuç hiç­te in­sa­nı şa­şırt­mı­yor: Te­le­viz­yon ka­nal­la­rın­dan gös­te­ri­len her iki prog­ram­dan bi­ri­sin­de en az bir ke­re sal­dır­gan bir dav­ra­nış ya da teh­li­ke sah­ne­si göz­len­miş­tir. Sap­ta­nan şid­det sah­ne­le­ri da­ha çok fiz­yo­lo­jik form­da, ör­ne­ğin ya­ra­la­ma ya da öl­dür­me gi­bi, ken­di­ni gös­ter­mek­te­dir.
Al­man­ya gi­bi med­ya eği­ti­mi­nin en azın­dan önem­li ol­du­ğu zan­ne­di­len bir ül­ke­de­ki te­le­vizyon ka­nal­la­rın­dan gös­te­ri­len şid­det sah­ne­le­ri­nin yük­sek ol­ma­sı, in­sa­nı dü­şün­dür­me­ye sevk et­mek­te­dir. fiid­de­ti üre­ten Holly­wo­od­’un ül­ke­si Ame­ri­ka Bir­le­şik Dev­let­le­ri’n­de du­rum da­ha dra­ma­tik bir tab­lo ser­gi­le­mek­te­dir. “Na­ti­onal Co­ali­ti­on on Te­le­vi­si­on Vi­olen­ce” ’nin son araş­tır­ma­la­rı­na gö­re, her Ame­ri­ka­lı ço­cuk, on se­kiz ya­şı­na ge­lin­ce­ye ka­dar 200.000 şid­det sah­ne­si­ni te­le­viz­yon yar­dı­mıy­la gör­mek­te­dir. Bu sa­yı­nın 25.000’i­ni ci­na­yet, 32.000’i­ni ise ci­na­yet te­şeb­bü­sü içer­mek­te­dir. (bkz. Glo­ga­uer, s. 146)
Araş­tır­ma­lar­dan çı­ka­rıla­bi­le­cek olan, te­le­viz­yo­nun ser­gi­le­di­ği şid­det sah­ne­le­ri­nin her ge­çen gün art­ma­sı­dır. Gö­rün­tü­le­nen şid­det, hem gö­rün­tü­sel hem de işit­sel ola­rak ger­çek­leşmek­te­dir. Gü­nü­müz­de her­ke­sin ucuz­ca evi­ne ala­bi­le­ce­ği “high-tec­h” te­le­viz­yon araç­lar ve yi­ne yük­sek tek­no­lo­ji ile çev­ri­len film­ler­den yan­sı­tı­lan ge­ri­lim ve şid­det sah­ne­le­ri sey­re­de­ni ses ve gö­rün­tü sa­ye­sin­de ek­ra­na bağ­lar­ken, fil­min iz­le­yi­ci ta­ra­fın­dan alım­lan­ma­sı ge­re­ken içe­ri­ği bü­yük öl­çü­de öne­mi­ni kay­bet­mek­te­dir.
/Aca­ba ço­cuk­lar, te­le­viz­yo­nun hiç bir en­gel ta­nı­ma­dan sun­du­ğu şid­det sah­ne­le­ri­ne na­sıl re­ak­si­yon­da bu­lu­nu­yor­lar? Bu ko­nu­da çe­şit­li tez­ler bu­lun­mak­ta­dır. Ham­burg’­ta 1991 yı­lın­da yaş­la­rı 8 ile13 yaş­la­rın­da de­ği­şen yüz ço­cuk üze­rin­de ya­pı­lan araş­tır­ma­ya, çe­şit­li sos­yal çev­re­nin ço­cuk­la­rı alın­mış, bu ço­cuk­la­rın te­le­viz­yon prog­ram­la­rı­nı(çiz­gi film) na­sıl al­gı­la­dık­la­rı ve ço­cuk dav­ra­nış­la­rın­ın na­sıl de­ği­şik­li­ğe uğ­ra­dık­la­rı araş­tı­rıl­mış­tır. Ko­nu­mu­zu il­gi­len­di­ren şid­det-ço­cuk dav­ra­nış­la­rı ara­sın­da­ki karşılıklı ilişki, araş­tır­ma­ya4 gö­re şu şe­kil­de­dir:
Ço­cuk­lar film­le­rin ger­çek ol­ma­dık­la­rı­nı, sa­de­ce ha­ya­li bir ürün ol­duk­la­rı­nı bil­mek­te­dir­ler. O ne­den­le şid­det un­sur­la­rı ço­cuk­la­rın dik­ka­ti­ni çek­me­mek­te­dir. fiid­det un­su­ru­nun ak­si­ne ço­cuk­la­rın fim­ler­de asıl il­gi­si­ni çe­ken, çiz­gi film kah­ra­man­la­rı­nın ola­ğanüs­tü tek­nik­le do­na­tıl­mış si­lah­la­rıy­la ser­gi­le­dik­le­ri sa­vaş sah­ne­le­ri­nin ken­di­le­ri­ni hay­ran bı­rak­ma­la­rı­dır. (bkz. The­uner, s. 101-102)
Yu­ka­rı­da­ki araş­tır­ma­nın so­run oluş­tu­ra­bi­len ta­raf­la­rı ise, in­ce­le­me­­ye sa­de­ce çiz­gi film­le­rin alın­mış ol­ma­sı­dır. Ama ço­cuk­la­rın “Re­ality-TV5” adı ve­ri­len prog­ram­la­rın­da­ki şid­det un­sur­la­rı­na na­sıl tep­ki­de bu­lun­duk­la­rı bi­lin­mek­te­dir. Ço­cuk­la­rın ra­hat­lık­la gö­re­bi­le­cek­le­ri bu tür prog­ram­lar­da­ki şid­det sah­ne­le­ri­nin et­ki­si da­ha fark­lı ola­cak­tır. Ço­cuk­la­rın ha­ber prog­ram­la­rı ile Re­ality-TV adı ve­ri­len prog­ram­la­rı­na na­sıl tep­ki­de bu­lun­duk­la­rı­nın in­ce­len­di­ği yi­ne The­unert ta­ra­fın­dan ya­pı­lan araş­tır­ma­da şun­lar söy­le­ni­yor:
Re­ality-TV adı ve­ri­len prog­ram­la­rın özel­li­ği, gün­lük ya­şan­tı­da mey­da­na ge­len, şid­det içe­rik­li ger­çek olay­la­rın tüm çıp­lak­lı­ğıy­la se­yir­ci­le­re gös­te­ril­me­si­dir.
“Söz­ko­nu­su olan ilk plan­da vah­şi­ce re­sim­ler­dir.  Kü­çük ço­cuk­lar bu bağ­lam­da kor­ku­la­rı­nı ifa­de et­mek­te­dir­ler. Res­me­di­len vah­şi­lik Re­ality-TV kar­şıt­la­rın­da   red­det­me­nin ana ge­rek­çe­si­dir.” (The­unert, “Mords­bil­der”, s. 52)
Alın­tı­dan da an­la­şı­la­ca­ğı gi­bi, özel­lik­le kü­çük ço­cuk­la­rın kork­tu­ğu Re­ality-TV gi­bi “ha­ber prog­ram­la­rı”n­da gös­te­ri­len şid­det (ba­zı bü­yük ço­cuk­lar­da da gö­rü­le­ce­ği gi­bi) bü­yük re­ak­si­yon­la­ra ne­den ol­mak­ta, do­la­yı­sıy­la böy­le tip prog­ram hem ço­cuk­la­rı ken­di­si­ne çe­ker­ken, hem de nef­ret do­ğur­mak­ta­dır.
Mo­ser­’in kla­sik pe­da­gog ya da ger­çek­ler­den ko­puk ola­rak de­ğer­len­dir­dir­di­ği Augs­burg Üni­ver­si­te­si pro­fe­sör­le­rin­den Glo­ga­uer, med­ya­nın et­ki­le­ri­nin “kla­sik yön­tem­le­re”6 gö­re  in­ce­len­di­ği araş­tır­ma­lar­dan ba­zı ör­nek­ler ver­mek­te­dir. Ör­ne­ğin:
“Klas­sisc­he Me­di­en­wir­kungs­forsc­hun­gen” (klasik medya etki araştırmaları) adı ve­ri­len araş­tır­ma­lar­da, elekt­ro­nik med­ya araç­la­rı­nı kul­la­nan bi­rey­ler pa­sif du­rum­da gö­rü­lür, med­ya araç­la­rı bi­rey­le­rin dü­şün­ce ya­pı­sı­na, dav­ra­nış­la­rı­na v.b. biçim ve­rir.
1. Mic­ha­el Charl­ton, El­sa Li­ebelt­’in 70’ li yıl­lar­da yap­tık­la­rı araş­tır­ma­la­ra gö­re, ai­le­sin­den sev­gi ve il­gi gö­re­me­yen ya da ai­le­sin­de ge­nel ar­mo­nik is­tik­ra­rı gö­re­me­yen ço­cuk­lar, med­ya araç­la­rıy­la ara­la­rın­da me­sa­fe ko­ya­mı­yor­lar ak­si­ne öz­deş­le­şi­yor­lar. Te­le­viz­yon ve­ya bil­gi­sa­yar oyun­la­rın­da de­vam­lı gös­te­ri­len şid­det sah­ne­le­ri­ni bu tür so­run­lu olan ço­cuk­lar re­ali­ze et­me­ye yel­te­ne­bi­li­yor­lar.
2. Ler­ko­vitz’ in uzun sü­re­li yap­tı­ğı araş­tır­ma­la­ra gö­re, kü­çük yaş­ta (3. sı­nıf öğ­ren­ci­le­ri) şid­det do­lu sah­ne­le­ri sey­re­den ço­cuk­lar­da et­ki­ler, on se­ne son­ra or­ta­ya çı­kı­yor. Sü­rek­li şid­det yük­lü prog­ram­la­rı tü­ke­ten ço­cuk­lar (bir­çok araş­tır­ma­cı­nın da ay­nı fi­kir­de ol­du­ğu gi­bi) bel­li bir za­man için­de, ger­çek ya­şam­da ya­şa­nan şid­det ey­le­mi­ne kar­şı tep­ki gös­terme­me­ye baş­lı­yor­lar.
Di­ğer be­lir­til­me­si ge­re­ken hu­sus ise, şid­det fe­no­me­ni­nin cins­ler üze­rin­de fark­lı et­ki­le­ri ol­du­ğu­nun tah­min edil­me­si­dir. Ör­ne­ğin kız ço­cuk­la­rı, şid­det kar­şı­sın­da da­ha çok içi­ne ka­pa­nır bir du­rum ser­gi­li­yor­lar (int­ro­ver­ti­ert), ken­di­le­ri­ne kor­ku ve­ren sah­ne­le­ri da­ha çok rü­ya­la­rın­da, ka­bus for­mun­da çöz­me­ye ça­lı­şı­yor­lar.
Di­ğer bir te­ze gö­re, kız ço­cuk­la­rı, di­zi­ler­de şid­det sa­çan kah­ra­man­la­rı­nın, ör­ne­ğin He-man7 gi­bi, ilk etap­ta gü­zel ya da et­ki­le­yi­ci bir fi­gü­r olup ol­ma­dı­ğı­na dik­kat edi­yor­lar, di­zi­nin so­nun­da kö­tü­yü “ma­ale­se­f” ka­ba gü­ce baş­vu­ra­rak mağ­lup et­mek zo­run­da olan iyi kah­ra­ma­nın sos­yal yön­le­ri­ni dik­ka­te ala­rak (ör­ne­ğin di­ğer­le­riy­le olan in­sa­ni iliş­ki­le­ri, ya da il­ginç şa­ka­lar ya­pıp sem­pa­tik ol­ma­sı gi­bi) şid­det sah­ne­le­ri­ni gör­me­mez­lik­ten ge­li­yor­lar.
He-man, bir çiz­gi film di­zi­si olup, bir çok ço­cu­ğun il­gi­si­ni top­la­mış­tır.
Er­kek ço­cuk­la­rın­da ise du­rum da­ha so­run­lu bir hal­de gö­zü­kü­yor. Er­kek ço­cuk­la­rı, sos­yal çev­re­sin­de­ki di­ğer er­kek­le­rin dav­ra­nış­la­rı­nı ken­di­le­ri­ne mo­del edi­ne­rek, şid­det un­sur­la­rı ta­şı­yan di­zi­ler­de çev­re­si­nin ken­di­le­ri­ne lan­se et­ti­ği dav­ra­nış mo­de­li­ni gör­mek is­ti­yor. Ör­ne­ğin ai­le­si ol­ma­yan, Ham­burg’­ta kim­se­siz­ler yur­dun­da ka­lan on iki ya­şın­da­ki Hay­dar, çev­re­sin­de­ki şid­de­te bir çok du­rum­da baş­vu­ran Türk ar­ka­daş­la­rı8 ne­de­niy­le, şid­det gös­te­ri­len prog­ram­la­rı ter­cih et­mek­te ve ken­di­si­ni şid­det uy­gu­la­yan kah­ra­man­la­rı­n dav­ra­nış­la­rıy­la öz­deş­leş­ti­re­rek, için­de bu­lun­du­ğu sos­yal çev­re­nin sa­hip ol­du­ğu dav­ra­nış mo­de­li­ni di­zi­ler­le onay­la­ma ça­ba­sın­da­dır.
Hay­da­r’ın et­ra­fın­da­ki yi­ne ken­di­si gi­bi sos­yo­lo­jik so­run­la­rı olup şid­det uy­gu­la­yan Türk ar­ka­daş­la­rı de­vam­lı  dö­ve­rek prob­lem­le­ri­ni çöz­me­ye ça­lış­tık­la­rı için, ger­çek Türk er­ke­ği­nin en bü­yük özel­li­ği­nin dö­vü­cü ol­du­ğu­nu zan­net­mek­te­dir.
Med­ya­nın bi­rey­ler üze­ri­ne yap­tı­ğı et­ki­le­rin in­ce­len­di­ği araş­tır­ma­lar­da unu­tul­ma­ma­sı ge­re­ken, Mo­ser­’in de al­tı­nı çiz­di­ği gi­bi, ço­cuk­la­rın şid­det içe­ren dav­ra­nış­la­rı ile med­ya araç­la­rı ara­sın­da dar açı­lı bir ko­re­las­yo­nun ku­rul­ma­sı­nın yan­lış ola­bi­le­ce­ği­dir. Bi­re­yin gös­ter­di­ği sal­dır­gan dav­ra­nış­la­rı tek bo­yut­la med­ya et­ki­si­ne bağ­la­mak, gü­nü­müz med­ya an­la­yı­şı­na gö­re yan­lış gö­rün­mek­te­dir. Fa­kat bu da, te­le­viz­yon ek­ra­nın­dan bi­re­ye ula­şan şid­det sah­ne­le­ri­ni sa­vun­mak an­la­mı­na gel­me­mek­te­dir.

3. Çizgi film analizi

3.1. Ne­den çiz­gi film ana­li­zi?
Te­le­viz­yo­nu boş za­man­la­rın­da yo­ğun bir şe­kil­de tü­ke­ten ço­cuk­la­rın ter­cih et­ti­ği prog­ram­lar tür­le­ri ara­sın­da da bü­yük fark­lı­lık­lar bu­lun­mak­ta­dır. Da­ha çok ger­çek­le­ri yan­sı­tan “Re­ality-TV” gi­bi prog­ram tü­rün­den ka­çan ço­cuk­la­rın en çok sev­di­ği prog­ram tür­le­ri ara­sın­da çiz­gi film­ler en ön plan­da bu­lun­mak­ta­dır. Özel­lik­le Glo­ga­uer­’in araş­tır­ma­la­rın­da 9 ile 10 yaş­la­rı ara­sın­da­ki ço­cuk­lar­da, çiz­gi fil­me olan il­gi en yük­sek oran­da­dır. Bu­nun ne­de­ni ise da­ha çok ço­cuk­la­rın yo­ğun ola­rak te­le­viz­yo­nu tü­ket­ti­ği sa­at­le­re çiz­gi film­le­rin alın­mış ol­ma­sından­dır de­ni­le­bi­lir. Ço­cu­ğun ya­şı­nın de­ğiş­me­siy­le çiz­gi film­ler­den gön­de­ri­len me­sa­jın da­ha fark­lı al­gı­lan­dı­ğı ise Ham­burg’­ta ya­pı­lan araş­tır­ma­da vur­gu­lan­mak­ta­dır. Bu­nun dı­şın­da, ya­şın de­ği­şi­miy­le bir­lik­te, ter­cih edi­len çiz­gi fil­min tü­rün­de de­ği­şik­lik ol­du­ğu, kız ve er­kek ço­cuk­la­rın sey­ret­tik­le­ri prog­ram­la­rın tü­rün­de de cin­si­yet far­kın­dan kay­nak­la­nan fark­lı­lık­la­rın ol­du­ğu sap­tan­mış­tır. Ör­ne­ğin er­kek ço­cuk­la­rı ge­nel­de ak­si­yo­nun ve ge­ri­li­min yük­sek ol­du­ğu sa­va­şı yan­sı­tan çiz­gi film­le­ri ter­cih eder­ler­ken, kız ço­cuk­la­rı da­ha çok sos­yal ta­ra­fı önp­la­na çı­kan, ge­ri­lim ve şid­de­tin et­kin ol­ma­dı­ğı “sa­ki­n” film­le­ri ter­cih et­mek­te­dir.

3.2. He-Man dizisinin genel bir özeti
Çiz­gi fil­mi se­ve­rek tü­ke­ten ço­cuk­la­rın (bir çok Al­man­ya ge­ne­lin­de ya­pı­lan araş­tır­ma­la­rın da or­ta­ya çı­kar­dı­ğı gi­bi) en çok be­ğen­di­ği di­zi­ler­den bi­ri olan, Tür­ki­ye’­de on se­ne ön­ce­si­ne ka­dar haf­ta­da bir gün ya­yın­la­nan “po­pü­le­r” He-Man ad­lı di­zi­nin bü­tün bö­lüm­le­rin­de stan­dart bir şe­kil­de iş­le­nen ko­nu­su şu şe­kil­de­dir:
Ai­le­siy­le bir­lik­te Eter­nia ad­lı bir ge­ze­gen­de ve Grays­kull ad­lı şa­to­da ya­şa­yan, ero­tik çe­kim gü­cü yük­sek olan ve in­san­cıl yüz hat­la­rı­na sa­hip olan Prens “A­da­m”, ken­di­ne tam an­la­mıy­la gü­ve­ni ol­ma­yan kor­kak ki­şi­li­ğe sa­hip­tir. Prens Adam­’ın ya­şa­dı­ğı ge­ze­ge­nin, do­la­yı­sıy­la Adam­’ın mo­nar­şist ai­le­si­nin al­tın­da ya­şa­yan “halk ta­ba­ka­la­rı­nı­n”, “kö­tü­le­r”, özel­lik­le kö­tü yüz­lü Ske­la­tor ta­ra­fın­dan teh­dit edil­me­si kar­şı­sın­da, kor­kak ola­rak bi­li­nen Prens Adam bir an­da si­hir­li gü­ce sa­hip olan kı­lı­cı sa­ye­sin­de güç­lü ve ye­nil­mez sa­vaş­çı He-Man ti­pi­ne dö­nü­şe­rek “kö­tü­le­r” adı ve­ri­len gü­ce her de­fa­sın­da ka­ba güç kul­la­na­rak hak et­ti­ği ce­va­bı ver­mek­te­dir.
He-Man esa­sın­da hiç­bir za­man ça­tış­ma içi­ne gir­mek is­te­mez! Ken­di ken­di­ne kö­tü­le­re sal­dır­maz, ak­si­ne du­rum ge­rek­li ol­du­ğu za­man (ge­ze­ge­nin ge­le­ce­ği teh­li­ke­ye gir­di­ği za­man), si­hir­li kı­lı­cı­nın ve ken­di­si gi­bi kor­kak kap­lan ti­pin­den ce­sur, yır­tı­cı ve ulu ha­le dö­nü­şen kap­lan dos­tu yar­dı­mıy­la, her tür­lü fi­zi­ki şid­det kul­la­na­rak kö­tü­le­ri ce­za­lan­dı­rıp gel­dik­le­ri ge­ze­gen­le­ri­ne ge­ri gön­de­rir.

3.3. Di­zi­ye eleş­ti­ri­sel bir ba­kış:
Ame­ri­kan ürü­nü He-Man, ko­nu­su ba­kı­mın­dan bir çok Ac­ti­on-Car­to­ons di­zi­le­riy­le or­tak özel­lik­ler gös­ter­mek­te­dir. Bü­tün bu tür­de üre­til­miş di­zi­ler­de, iyi olan güç­le­rin kö­tü olan güç­le­ri sa­va­şa­rak yen­me­si söz ko­nu­su­dur. Di­zi­ler­de ken­di­le­ri­ni iyi ola­rak ni­te­len­di­ren güç­ler, kö­tü­le­re kar­şı yü­rüt­tük­le­ri sa­vaş­lar­da kul­lan­dık­la­rı şid­de­ti, iyi şey­ler pe­şin­de ol­duk­la­rı­nı öne sü­re­rek hak­lı ha­le ge­tir­me­yi ba­şa­rır­lar. Za­ten di­zi­nin kur­gu­lan­ma­sı, ken­di­le­ri­nin iyi ol­duk­la­rı­nı öne sü­ren güç­le­rin ba­kı­şı açı­sın­dan ya­pıl­mış­tır. Di­ğer bir de­yiş­le, di­zi­yi iz­le­ye­ne iyi­le­rin dün­ya­sı ya­kın­dan ta­nı­tı­lır, fa­kat kö­tü­le­rin dün­ya­sı­na hiç bir za­man inil­mez, çün­kü on­lar kö­tü ola­rak kal­mak zo­run­da­dır­lar, yok­sa iz­le­yi­ci iyi­le­rin kul­lan­mak zo­run­da ol­du­ğu “hak­lı sa­va­şı” so­ru ha­li­ne ge­tir­me­ye baş­la­ya­cak­tır. Göz­le ilk etap­ta gö­rü­le­me­ye­cek olan di­ğer bir manipülasyon ise film tek­ni­ği ile ger­çek­leş­mek­te­dir: İyi­le­rin, ka­me­ra ile ya­kın­dan, kö­tü­le­rin ise uzak­tan sah­ne­len­di­ği di­zi­ler­de, se­yir­ci ken­di­ni oto­ma­tik­man iyi­le­re ya­kın his­se­der ve kö­tü­le­rin ye­nil­me­si ge­rek­ti­ği­ni dü­şü­nür. Kur­gu­nun önem­li öğe­le­rin­den bi­ri olan ses­len­dir­me de önem­li­dir. Kö­tü olan­dan iz­le­yi­ci­nin nef­ret et­me­si­ni sağ­la­mak ama­cıy­la, kö­tü­nün ak­tif gö­zük­tü­ğü sah­ne­ler­de ür­kü­tü­cü, so­ğuk bir me­lo­dik ses du­yu­lur, bu­nun­la se­yir­ci­ye kö­tü­nün ya­pa­ca­ğı ham­le­yi nef­ret­le kı­na­ma­sı ge­rek­ti­ği me­sa­jı ve­ri­lir.
İyi ola­rak ta­nı­tı­lan ka­rak­ter­ler ise gü­zel, ero­tik , hu­ma­nist ve sem­pa­tik bir iz­le­nim bı­ra­kır­lar. Bu­na kar­şı­lık kö­tü­ler (ses­len­dir­me­de iz­le­ye­ne kor­ku ve­rir­ler­ken) hem giy­dik­le­ri kı­ya­fet­lerle (so­luk, ko­yu renk­li ür­kü­tü­cü el­bi­se­ler) hem de çir­kin dış gö­rü­nüş­le­riy­le, se­yir­ci­nin ken­di­leri­ni ta­nı­ma­la­rı­nı en­gel­le­yi­ci ön yar­gı­la­rı oluş­tu­rur­lar.
So­nuç­ta He-Man tü­rü di­zi­ler yar­dı­mıy­la, se­yir­ci­le­rin so­mut dün­ya ger­çe­ği­ne yan­sı­ya­cak olan ste­re­otip dav­ra­nış­lar or­ta­ya çık­mak­ta­dır. İn­sa­nı dü­şün­dü­ren ise, kü­çük yaş­tan iti­ba­ren, iyi­le­rin sa­vaş­la­rı­nı çe­şit­li tek­nik­ler­le le­gal ha­le ge­ti­ren bu tür di­zi­le­ri sey­re­den ço­cuk­la­rın, ger­çek dün­ya şart­la­rın­da da bu tip dü­şün­ce şe­ma­sı­nı uy­gu­la­ma­ya ça­lış­mala­rı­dır. Ye­tiş­me ça­ğın­da bu­lu­nan ço­cuk­lar, dün­ya­da iyi ve kö­tü­ler­den olu­şan iki kut­bun var ol­du­ğu­nu bu tür di­zi­ler sa­ye­sin­de zan­ne­de­cek­ler ve ül­ke­le­rin­de­ki si­ya­sal güç­le­rin (bun­la­ra iyi güç­ler di­ye­lim (!)) ken­di­le­ri­nin hak­lı ol­duk­la­rı­nı sa­vu­na­rak (ay­nı Ac­ti­on-Car­to­ons di­zi­ler­de uy­gu­la­nan manipülasyon tek­nik­le­ri gi­bi) baş­ka bir ül­ke ile (kö­tü güç­ler!) sa­va­şa gir­me­le­ri­ni onay­la­ya­cak­lar ve bu sa­va­şı fi­zik­sel form­da da bir­lik­te yü­rü­te­cek­ler­dir. Bu­na en gü­zel ör­nek ge­çen yıl ye­ni dün­ya dü­ze­ni oluş­tur­ma­ya ça­lı­şan es­ki ba­tı blok ül­ke­le­ri­nin, es­ki do­ğu blok ül­ke­si olan, ye­ni dün­ya dü­ze­ni­ne ayak uy­dur­mak is­te­me­yen, si­ya­sal ve eko­no­mik yön­den za­yıf du­rum­da bu­lu­nan Yu­gos­lav­ya’­ya kar­şı yü­rüt­tük­le­ri sa­vaş ve­ri­le­bi­lir. Ko­so­va’­nın Yu­gos­lav­ya ta­ra­fın­dan iş­gal edil­me­si­ni ne­den ola­rak gös­te­ren ba­tı­lı dev­let­ler, Yu­gos­lav­ya’­yı ken­di­le­ri­ni hak­lı gö­re­rek bom­ba­la­mış­lar­dır. Bu­ra­da gö­ze he­men çar­pan, Ba­tı­lı­la­rın ba­sın yar­dı­mıy­la, yap­tık­la­rı bom­ba­la­ma ak­si­yon­la­rın­da ken­di­le­ri­ni hak­lı ve iyi ola­rak gös­ter­me­le­ri, Yu­gos­lav­ya’­yı ise kö­tü ola­rak -kö­tü adam Mi­lo­so­viç- tak­dim et­me­le­ri­dir. Bu­ra­da­ki ma­ni­pü­las­yon, sa­va­şın hep bir açı­dan ak­ta­rıl­ma­sı­dır: Ör­ne­ğin Ko­so­vo’­da­ki ya­ra­lı­lar, ya da öl­dü­rü­len in­san­lar ka­me­ra­nın tüm ya­kın­lı­ğıy­la ve ger­çek­li­ğiy­le gö­rün­tü­le­nip, Av­ru­pa ül­ke­le­ri in­san­la­rı­na med­ya araç­la­rı ile gös­te­ril­mek­tey­di. Bu­nun­la amaç­la­nan –ölen in­san­la­rın özel­lik­le te­ker te­ker te­le­viz­yon­da Av­ru­pa halk­la­rı­na gös­te­rilme­siy­le– Av­ru­pa ka­mu­oyun­da bel­li bir acı­ma duy­gu­su­nun ge­liş­ti­ri­lip, Yu­gos­lav­ya’­ya kar­şı nef­ret duy­gu­su­nun kam­çı­lan­ma­sı ve Ko­so­va’­da acı çe­ken in­san­la­rın ki­şi­sel acı­la­rıy­la Ba­tı ül­ke­le­ri in­san­la­rı­nın ken­di­le­riy­le öz­deş­leş­tir­me­le­ri­nin ger­çek­leş­me­siy­di. Böy­le­lik­le, Ba­tı­nın sa­va­şı­nın hak­lı bir ne­de­ne bağ­lı ol­du­ğu­nun ve Yu­gos­lav­ya’­nın bu sa­va­şı hak et­ti­ği­nin al­tı çi­zil­mek is­ten­miş­ti. Bu­nun­la, Ko­so­vo so­mut prob­le­mi, Ba­tı­lı dev­let­le­rin po­li­tik güç­le­ri ta­ra­fın­dan ger­çek ar­zu­la­rı­nı ye­ri­ne ge­ti­ren ma­şa ya da mal­ze­me ola­rak kul­la­nı­lır­ken, Yu­gos­lav­ya’­nın bom­ba­lan­ma­sı­nın ger­çek neden­le­ri mas­ke­len­miş­ti.
Di­ğer bir ma­ni­pü­la­tif nok­ta ise, sa­va­şın na­sıl ge­liş­ti­ği­nin an­la­tıl­dı­ğı NA­TO as­ke­ri bri­fing­lerin­de, ay­nen Ac­ti­on-Car­to­on di­zi­le­rin­de ol­du­ğu gi­bi, NA­TO ta­ra­fın­dan yü­rü­tü­len sa­va­şın te­miz ve kan­sız bir şe­kil­de an­la­tıl­ma­sı, yü­rü­tü­len sa­va­şın san­ki bil­gi­sa­yar oyu­nu oy­na­yıp, düş­man ge­mi­le­ri­ni ba­tır­ma­ya ça­lı­şan ço­cu­ğun yap­tı­ğı­na ben­zer şe­kil­de an­la­tıl­ma­sı­dır. He-Man di­zi­sin­den de ha­tır­la­na­ca­ğı gi­bi, He-Man­’ın yü­rüt­tü­ğü sa­vaş­lar­da, kö­tü­le­rin üze­rin­de ya­rat­tı­ğı fi­zik­sel şid­det gö­zük­me­mek­te­dir, o ne­den­le de ço­cuk­lar ya­ra­la­nan ya da yok olan kö­tü var­lık­la­rın acı­la­rı hak­kın­da bil­gi sa­hi­bi ola­ma­mak­ta, do­la­yı­sıy­la ger­çek dün­ya­da acı çe­ken in­san­la­ra kar­şı vur­dum duy­maz ola­bil­mek­te­dir­ler. (bkz.Glo­ga­uer, s. 156) Her­hal­de Ham­burg yö­re­sin­de ya­pı­lan araş­tır­ma­lar­da or­ta­ya çı­kan so­nuç bir şa­ka ni­te­li­ği ta­şı­mak­ta­dır: Araş­tır­ma­ya gö­re, ço­cuk­lar bu tür di­zi­ler­de kan ve­ya par­ça­lan­mış vü­cut­lar gör­me­dik­le­ri için, “gül­mek­te­dir­le­r”, çün­kü ço­cuk­lar , sö­züm ona bu tür di­zi­le­rin ger­çek ol­ma­dı­ğı, fan­ta­zik bir ürün ol­du­ğu­nu bil­mek­te­dir­ler. Araş­tır­ma­lar­dan çı­kan so­nu­ca gö­re ço­cuk­la­rı sa­de­ce il­gi­len­di­ren ve hay­ran bı­ra­kan, di­zi­de­ki kah­ra­man­la­rın çe­şit­li ola­ğanüs­tü tek­nik ürü­nü olan sa­vaş ay­gıt­la­rı­nı kul­la­na­rak ger­çek­leş­tir­dik­le­ri sa­vaş ham­le­le­ri­dir. (bkz. The­unert, s. 100-101)
/Her­hal­de ço­cuk­la­rın bu tür, fik­tif ya­nı ön plan­da bu­lu­nan film­le­re “gül­dük­le­ri” bi­lin­di­ği için, Ba­tı­lı ül­ke­ler, Yu­gos­lav­ya’­ya kar­şı yü­rüt­tük­le­ri sa­va­şı fik­tif bir dü­zen­de su­nar­lar­ken, in­sanla­rı Kör­fez Sa­va­şı’y­la baş­la­yan “sa­va­şı te­le­viz­yon­dan cips yi­ye­rek sey­ret!” men­ta­li­te­siy­le gül­dür­me­yi amaç­la­mak­la bir­lik­te, oluş­tur­ma­yı bü­yük bir oran­la ta­mam­la­dık­la­rı em­per­ya­list-ka­pi­ta­list ye­ni dün­ya dü­ze­nin par­ça­sı olan sa­vaş­la­rın, tek­no­lo­jik tüm ye­ni­lik­le­ri göz­le­ri ka­pa­lı be­nim­se­yen in­san­la­rı dü­şün­dür­me­me­si ve opor­tü­nist bir şe­kil­de ka­bul et­me­si he­deflen­mek­te­dir. Bu ne­denl­edir ki, ye­ni dün­ya dü­ze­ni­nin ge­le­cek sa­vaş­la­rı, da­ha fik­tif bir şe­kil­de ka­mu­oyu­na ak­ta­rı­lır­ken, tek­no­lo­ji­ye ayak uy­du­ran, gittik­çe his­sis­le­şen ve bi­rey­sel­le­şen mo­dern in­sa­nı­nın sa­vaş so­mut ger­çe­ği­ni al­gı­la­ma­sı, da­ha çok fik­tif bir bo­yut­ta ger­çekle­şir­ken, sa­va­şın akan sı­cak ka­nı onu sa­de­ce gül­dü­re­cek­tir.

  1. Eğitimcilere tavsiyeler
    Ço­cuk­la­rın bü­yük bir ora­nı­nın tü­ket­ti­ği te­le­viz­yon med­ya ara­cı, ar­tık gü­nü­müz şart­la­rın­da ço­cu­ğun gün­lük ya­şan­tı­sı­nın par­ça­sı du­ru­mu­na gel­miş­tir. O ne­den­le sö­zü olan bu med­ya ay­gı­tı­nı ço­cu­ğun tü­ke­ti­mi­ne ya­sak­la­mak gi­ri­şim­le­ri bir so­nuç ge­tir­me­ye­cek­tir. Önem­li olan, ço­cu­ğun ge­li­şi­min­de en önem­li pa­yı olan ai­le­nin ve oku­lun bu ko­nu­da du­yar­lı ol­ma­la­rı ge­rek­li­li­ği­dir.
    Ço­cu­ğun sos­ya­li­zas­yon­undan bi­rin­ci de­re­ce­de so­rum­lu olan ai­le­le­rin ya­pa­bi­le­ce­ği en önem­li adım, ço­cu­ğun han­gi tür prog­ram­la­rı se­ve­rek sey­ret­ti­ği­ni sap­ta­ma­la­rı ve (ai­le­nin eği­tim se­vi­ye­si yük­sek­se) bu prog­ram­lar hak­kın­da ço­cuk­la bir­lik­te ko­nu­şa­rak eleş­ti­ri­sel ba­kış açı­sı­nın ço­cuk­ta oluş­tur­ma­sı­dır. Alt kat­man üye­le­ri olan ai­le­ler ço­cuk­la­rıy­la sey­ret­tik­le­ri prog­ram­lar hak­kın­da ko­nu­şa­bi­le­cek­le­ri­ni dü­şü­ne­mi­yor­lar­sa, en azın­dan okul­la te­mas içi­ne gir­me­li ve ço­cu­ğun eği­ti­min­den so­rum­lu olan öğ­ret­men­le­re ço­cuk­la­rı­nın med­ya alış­kan­lık­la­rı hak­kın­da bil­gi ver­me­li­dir­ler. Bu­nun ger­çek­leş­me­si için de, özel­lik­le kü­çük ço­cuk­la­rın tek baş­la­rı­na te­le­viz­yon sey­ret­me­me­le­ri ve bir çok ai­le­de ço­cu­ğun kü­çük yaş­lar­da oda­sı­na gi­ren te­le­viz­yo­nun gir­di­ği oda­dan uzak­laş­tı­rıl­ma­sı­dır.
    Ço­cu­ğun top­lum­laş­ma­sın­da ikin­ci öne­me sa­hip okul ise, ço­cuk­la­rın te­le­viz­yon tü­ke­ti­mi sı­ra­sın­da ya­şa­dık­la­rı­nı, duy­duk­la­rı­nı eği­ti­min ko­nu­su ha­li­ne ge­tir­mek zo­run­da­dır. fiu ke­sin­dir ki, za­rar­la­rı olan bir şe­yin za­rar­la­rı­nı kal­dır­ma­nın tek yo­lu, ak­tif bir şe­kil­de za­rar­la­rın üze­ri­ne git­mek­tir. Öğ­ret­men­ler, ço­cuk­lar ara­sın­da yay­gın olan te­le­viz­yon di­zi­le­ri v.b. hak­kın­da bil­gi sa­hibi ol­ma­lı­dır, ya da öğ­ret­men bu di­zi­le­ri sey­ret­me­li­dir ki, ço­cuk­la­rı di­zi­de hay­ran bı­ra­kan ve il­gi­len­di­ren bö­lüm­le­ri hak­kın­da ço­cuk­lar­la ya­pı­cı bir gö­rüş­me baş­la­ya­bil­sin. Böy­le­lik­le eleş­ti­ri­sel bir ba­kış ço­cuk­lar­da olu­şa­bi­lir ve ge­li­şe­bi­lir.
    Di­ğer bir önem­li hu­sus ise, eği­tim­ci­le­rin ya­şa­dı­ğı­mız dün­ya­da var olan şid­de­ti le­gal ha­le ge­ti­ren di­zi­ler­de­ki şid­det un­sur­la­rı­nı ço­cuk­lar­la ko­nuş­ma­la­rı zo­run­lu­lu­ğu­dur.
    Ço­cuk­la­ra te­le­viz­yon­da or­ta­ya çı­kan şid­de­tin, öy­le sa­nıl­dı­ğı gi­bi ba­sit bo­yut­lar­da ol­ma­dı­ğı an­la­tıl­ma­lı, bi­ri­si­ne ya­pı­lan sal­dır­gan bir ha­re­ke­tin, vur­ma, ya­ra­la­ma gi­bi, fi­zi­ki ve psi­şik so­nuç­la­rı ol­du­ğu vur­gu­lan­ma­lı ve ço­cuk­la­rın şid­det do­lu sah­ne­le­ri gör­me­le­ri so­nu­cun­da han­gi duy­gu­lar içi­ne gir­dik­le­ri sap­ta­nıp, üze­ri­ne gi­dil­me­li­dir. 0DİPNOTLAR:
    (1) Fransız ressamlarından Nicolas Poussin, uzun yıllar İtalya’da yaşamış ama ulusal kimliği yüzünden devamlı hor görülmüş, bu nedenle de, bu sorunun bilincine varan klasik barok ressamı Poussin tablolarında kültürler arası iletişimi, kardeşliği sürekli olarak tematize etmiştir.
    (2) Tüketimin sözlük anlamı, üretilen birşeyin tüketimi anlamında olup sözcüğe olumsuz bir anlam kazandırır.
    (3) Katharsis-Hyphotese adı verilen bu teze göre, insanların içinde daima bir saldırganlık potansiyeli vardır, bunun ise azalması gerekmektedir. O nedenle de insan, örneğin şiddet dolu filmleri seyrettiğinde, içinde bulunan şiddet azalır, ya da diğer bir deyişle insan deşarj olur. Fakat 1950’lerde ortaya atılan ve ilk başlarda oldukça fazla destekçisi olan tezin sempatizanları azınlık durumundadır.
    (4) Çizgi filmlerindeki şiddet unsurlarına çocukların nasıl tepkide bulundukları araştırılmıştır.
    (5) Reality-TV adı verilen programların özelliği, günlük yaşantıda meydana gelen, şiddet içerikli gerçek olayların tüm çıplaklığıyla seyircilere gösterilmesidir.
    (6) Klassische Medienwirkungsforschungen adı verilen araştırmalarda, elektronik medya araçlarını kullanan bireyler pasif durumda görülür, medya araçları bireylerin düşünce yapısına, davranışlarına vb. form verir.
    (7) He-Man bir çizgi film dizisi olup birçok çocuğun ilgisini toplamıştır.
    (8) Haydar’ın etrafındaki yine kendisi gibi sosyolojik sorunları olup şiddet uygulayan Türk arkadaşları devamlı döverek problemlerini çözmeye çalıştıkları için, gerçek Türk erkeğinin en büyük özelliğinin dövücü olduğunu zannetmektedir.

    YARARLANILAN KAYNAKLAR:
    — He­in Mo­ser. Ein­füh­rung in die Me­di­enpä­da­go­gig: Auf­wach­sen im Me­di­en­ze­ital­ter. 1995
    — Hel­ga The­unert und Bernd Schorb. Mords­bil­der: Kin­der und Fern­se­hin­for­ma­ti­on. 1995.
    — Hel­ga The­unert, Re­na­te Pesc­her, Pet­ra Best. Zwisc­hen Verg­nü­gen und Angst: Fern­se­hen im All­tag von Kin­dern. 2. Auf­la­ge. 1994. Ham­burg
    — Kurt Wit­zen­bac­her. Preis der Un­ter­richtsp­lan­nung. 1994. Münc­hen
    — Wer­ner Glo­ga­uer. Die Medien verän­dern die Kind­heit. 3. er­weiter­te Auf­lage. 1995. Wein­heim

BİLGEHAN FONK

 

Sonraki Gönderi

Orhan Pamuk’un romanlarında Doğu-Batı sorunsalı

Kategoriler

Süleyman Özdemir

Davet: Yılmaz Güney’i anıyoruz!

DAVET

100. sayımız çıktı!

Güney Sayı 100

Politik tutsaklar ve “hapishane edebiyatı”

Yusuf’suz bir yıl!

“Tutsak Kitapları Sergisi” İzleyicisiyle Buluştu

14 Şubat Dünya Öykü Gününe binaen

Vazgeçmiyoruz ahparig!

99’cu sayımız çıktı!

Güney’den dayanışma çağrısı

Güney Sayı 99

Türk(iye) sineması ve Yılmaz Güney

Kadınlar ve sanat

Theodorakis: Bir militan direnişçinin ardından

Antalya

Aydın/Didim

İzmir

Kırşehir

Güney Dergisi 2022 takvimi çıktı

Ci­gerx­wîn üze­ri­ne dü­şün­ce­ler

Denetim toplumuna doğru

Deprem! Düzen! Devlet!

Dün­ya Prob­lem­le­ri Karşısın­da Fel­se­fe

Kameralı Sosyolog: Gisèle Freund

Orhan Pamuk, Nobel Ödülü ve romanları

Orhan Pamuk’un romanlarında Doğu-Batı sorunsalı

Te­le­viz­yo­nun ço­cuk­lar üze­rin­deki et­ki­le­ri

Abhaz edebiyatı

İnstagram

  • Güney Dergisi ve Görülmüştür Kolektifinin birlikte organize ettiği, Güney Dergisi 100. Sayı Özel Programı ve Mahpus Kitapları Sergisinden görüntüler.
  • Güney Dergisi ve Görülmüştür Kolektifinin birlikte organize ettiği, Güney Dergisi 100. Sayı Özel Programı ve Mahpus Kitapları Sergisi başarıyla gerçekleşti. Desteklerini bizlerden esirgemeyen tüm dost kurumlara ve değerli arkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz. Nice 100. sayılara.
  • Güneyden
  • Güney Kitaplığı
  • İçindekiler
  • Haber
  • Karikatür
  • Kitap
  • Makale
  • Öykü/Hikaye
  • Resim/Fotoğraf
  • Röportaj
  • Satış Noktaları
  • Şiir
  • Sinema
  • Tiyatro
  • Dosyalar

© 2021 Güney Dergisi

Sonuç yok
Tüm Sonucu Görüntüle
  • Anasayfa
  • Güney Kitaplığı
  • Dosyalar
    • Yılmaz Güney
    • Nazım Hikmet
    • Bertolt Brecht
    • Kültür Konferansı
    • Diğer Dosyalar
  • Sizden Gelenler
  • Tüm Sayılar
  • İletişim
    • Hakkımızda
    • Göndereceğiniz Yazılar Hakkında

© 2021 Güney Dergisi

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In