“Her zaman iki sesle yaşadım — biri politik, biri müzikal”
Mikis Theodorakis
(The New York Times röportajından, 1970)
Derya Gümüş
Theodorakis’in ölüm haberini ilk okuduğumda…
Devrimciliğimin ilk yılları geldi aklıma… O yıllarda… —bugün de— müziğin, devrimci müziğin üzerimizdeki etkisini düşündüm. Ruhi Su’dan pek de yabancısı olmadığımız Anadolu’nun direngenliğini alıp İnti İllimani ile And dağlarına “çıktığımız”… Gasparyan’dan, Tütüncüyan’dan ya da Aram Tigran’dan Ermenilerin çığlığını duyarken, sıklıkla radyo üzerinden Kürt toprağına gidip kısa dalgadan yayın yapan istasyonlardan dengbejleri dinlediğimiz… Kimi zaman Baez, kimi zaman Mercedes Sosa ile… artık kimin müziğini bulduysak (ki nitelikli müziğe ulaşmak da pek kolay değildi!) onun, onların devrim şarkılarını dinleyerek dünyanın çeşitli halklara konuk olduğumuz… günleri anımsadım…
Müziksiz olmazdı…
O günlerde dinlediğimiz müzikler arasında olmazlar içinde bir olmaz daha vardı:
Biraz da Zülfü Livaneli üzerinden tanıdığımız Theodorakis…
***
Önce müziğiyle tanıdık…
Daha sonra faşizme karşı nasıl bir mücadele yürüttüğünü öğrendik… Gerçi O’nun müziği zaten başlı başına faşizme karşı mücadelede en büyük silahıydı ama onun ötesinde nasıl bir mücadele yürüttüğünü de süreçte anlatılanlardan, okuduklarımızdan öğrendik.
Ne cenderelerden geçmişti büyük sanatçı?
Bir bütün olarak yaşam öyküsünü değil ama yaşamından küçük kimi kesitlerle O’nun faşizme karşı mücadelesine notlar düşmek; sanatçı duyarlılığına vurgu yapmak, faşizme karşı mücadelede sanatçının etkinliği açısından günümüz sanatçılarına örnek olması… açısından yerinde olacaktır.
***
İkinci Dünya savaşında önce faşist İtalya Yunanistan’ı işgal etmeye kalkar. Ve büyük direnişle karşılaşır. Theodorakis genç yaşında direnişçi güçlere katılır, esir düşer. Bir süre sonra serbest bırakılır. İkinci Dünya Savaşı sürmektedir. Naziler İtalyan ve Bulgar faşistleri ile birlikte Nisan 1941’de Yunanistan’ı işgal ettiğinde tekrar direnişçilerin saflarında yeralır. 1941-1944 arasında işgale karşı yürüyen direniş hareketine katıldı ve ilk kez 18 yaşında (1943) tutuklanır ve işkence görür. Ölüm cezasına çarptırılır. Son anda ölümden kurtulur.
İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra Yunanistan’da iç savaş çıkar. İç savaş sürecinde de (1946-1952 arası) birçok kez tutuklanır. İç savaş sona erdikten sonra Fransa’ya sürgüne gider. Burada müzik çalışmalarını sürdürür.
***
Yıl 1961. Theodorakis Yunanistan’a döner ve kendi öncülüğünde kurulan Lambrakis Gençlik Örgütü’nün başkanlığına seçilir. Kısa bir süre sonra da milletvekili seçilerek parlamentoya girer. 1967’de askeri bir darbe ile “Albaylar Cuntası“ denilen karanlık bir döneme geçilir. Darbenin hemen ertesi günü yasak gelir: Theodorakis’in müziklerinin çalınmasını ve dinlenmesi yasaktır artık!
Theodorakis’in faşizme karşı mücadelesi bu kez cunta faşizmine karşıdır. “Yurtsever Cephe”yi kurarak faşist rejime karşı mücadelesini sürdürür. Ancak kısa bir süre sonra yakalanır. Cezaevi süreci ve ardından toplama kampına götürülür. (Ocak 1968). Dünya çapında sürdürülen ve Şostakoviç, Leonard Bernstein gibi ünlü besteciler ve Arthur Miller gibi ünlü yazarların katıldığı bir dayanışma kampanyası sayesinde cezası sürgüne çevrilir. 1970 yılında kamptan alınıp sürgüne gönderilir.
Ancak sürgünde de mücadeleye devam eder. Mücadelede en büyük silahı müziğidir. Dünyanın tanıdığı bir müzisyen olarak çeşitli ülkelerde verdiği konserlerde Albaylar Cuntası’nı dünya kamuoyunda teşhir eder.
70’li yıllar sadece Yunanistan’da değil İspanya, Türkiye, Şili gibi ülkeler de cunta yönetimler altındadır. Theodorakis bu ülkelerin anti-faşistleriyle de dayanışma içinde olur. Neruda’nın, Lorca’nın şiirlerini besteler. Canto General (“Evrensel Şarkı”) (Pablo Neruda) büyük bir yankı uyandırır.
***
Theodorakis faşizme karşı savaşan bir militan, politik bir sanatçı, vurduğu yerden ses getiren önemli ve dürüst bir aktivistti…
İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmi yerle bir eden Sovyetler Birliği’ne ve onun önderine karşı Batılı emperyalistler ve onların beslemeleri tarafından yürütülen saldırı kampanyalarına karşı açık tavrında görebiliriz örneğin…
Yunanistan’da PASOK yanlısı bir gazete olan “Ta Nea”’nın komünizm karşıtı bir yayını üzerine bir mektup kaleme alır. Mektubunda “Stalin ve Kızıl Ordu yetişmeseydi bugün bizim elimizde ne kalırdı? Bunu hiç düşündünüz mü?” diye sorar. Şöyle devam eder:
“Gazetenizi son dönemde esir alan komünizm karşıtı histeriden dolayı büyük endişe duymaktayım. Genç bir komünistken özgürlük için saflarında bulunduğum Demokratik Yunanistan Ordusu ile onur duyuyorum. Daha sonrasında askeri cunta zamanı demokrasi için Yurtsever Cephe saflarında olmamla da aynı şekilde…”
Mektubunda Ta Nea’nın SSCB ve Stalin’e ilişkin saldırılarına karşı ise şunları yazar:
“Ve bugün sizin hatırlamak istedikleriniz yalnızca onun (Stalin’in – BN) suçları… Ona dair duymadığım tek şey onun sabah kahvaltısında haşlanmış insan eti yediği oldu. O’na, Stalin’e, Stalingrad, Moskova, Leningrad ve Berlin’de zaferler kazanmış Kızıl Ordu’nun mareşaline dair söyleyecek başka sözünüz yok mu? Stalin ve Kızıl Ordu yetişmeseydi bugün bizim elimizde ne kalırdı? Bunu hiç düşündünüz mü? Hitler’i dünyayı binlerce Auschwitz’lerle doldurmasına kim engel olacaktı? Yunanistan’ı toplama kamplarıyla dolu bir şekilde hayal edebiliyor musun? Orada, Avrupa’da ve özellikle ırkçı devletlerde neden Stalin’e ve komünizme saldırıldığını biliyorum. Çünkü o onların sevgili Führerleri Adolf Hitler’i alt etti.”
Theodorakis mektubunu şöyle bitiriyordu:
“Ben inanıyorum ki kızgınlığımın sebebini çabucak anlayacaksınızdır; çünkü benim için olduğu kadar binlerce kişi için de, kızıl bayrak altındaki mücadelemiz, halkımızı özgür, bağımsız ve mutlu etmek için tek amacımız olan hayatlarımızın en kutsal dönemidir.” (Kaynak: https://haber.sol.org.tr haber sitesi, Özgür Cem Boynueğri’nin haberi, 28.08.2017)
Faşizmi yenen Sovyetler Birliği ve onun önderi hakkında bu kadar berrak bir düşünceye sahip birisidir…
***
“Theodorakis Müziği” olarak adlandırılan kendine özgü bir müzik oluşturmuş olan Theodorakis çok üretici ve dünya çapında çok başarılı bir sanatçıdır. Aralarında senfoni
, oda müziği, kantatlar, oratoryolar, ilahiler, bale müzikleri, operalar, sahne müzikleri, tiyatro oyunları için müzikler… film müzikleri gibi alanlarda binden fazla esere imza atmış bir sanatçıdır. Zorba filmine yaptığı müzik ile sirtaki dansının dünya çapında ünlenmesine yol açmıştı.
Enternasyonalistti, halklar arasında dostluk köprülerinin kurulmasında önemli çabalar gösterdi.
Alman faşizminin Yahudi soykırımına karşı müziği ile tavır takınmış, Mauthausen Toplama Kampı’nı konu alan “Mauthausen Baladı”nı (sözler Iakovos Kampanellis’e ait) bestelemişti.
Yine aynı Theodorakis, yıllar sonra İsrail devletinin Filistinlilere yönelik saldırılarına karşı da sesini yükseltecektir. Tıpkı Afganistan için, Irak için… yaptığı gibi.
***
Politik bir kişilikti. Komünistti. Bir dönem savrulmuştu siyasi olarak. Ama yaklaşık bir yıl kadar önce 5 Ekim 2020’de, Theodorakis’in Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Genel Sekreteri Dimitris Kuçubas’a yazdığı bir mektup kamuoyuyla paylaşıldı. Mektubunun ilk bölümünde Theodorakis;
“Yoldaş Dimitri,
Şu anda, hayatımın sonunda, hesap vaktinde, ufak detaylar hafızamdan siliniyor ve geriye ‘kallavi meseleler’ kalıyor.
Böylece görüyorum ki hayatımın en kuvvetli ve olgun yıllarını KKE bayrağı altında geçirmişim.
Bu nedenle bu dünyadan komünist olarak göçmek istiyorum.” diye yazmıştı… (Aytek Soner Alpan’ın Türkçe’ye çevirdiği ve kendi Twitter hesabından paylaştığı mektuptan.)
Theodorakis’in komünist partisine ve komünizme (“nasıl bir komünist partisi?” ve “nasıl bir komünizm”den bağımsız olarak) bağlılığını ölmeden bir yıl kadar önce bu sözlerle ifade etmesi O’nun ömrünün son yıllarındaki politik savruluşundan bir geri dönüş olarak değerlendirmek mümkün.
***
“Kör ölür badem gözlü olur” diyenlerden değiliz… Ünlü kişiliklerin/sanatçıların öldükten sonra sadece övülecek yanlarını değil, varsa yerilecek yanlarını da söyleyenlerdeniz… Theodorakis bağlamında da tutumumuz aynı…
Her insan gibi Theodorakis de yanlışlar yaptı.
Örneğin; O’nun ömrünün son yıllarında “ulusalcı sol”a meyletmesini…
Örneğin; Muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi’nden önce milletvekili, sonra sağcı Miçotakis hükümetinde Bakan olmasını da, Makedonya konusunda takındığı ulusalcı/milliyetçi tavrı da…
Ya da örneğin, “Sırp Kasabı” Miloseviç “hayranlığı”nı da vs. vs. “es” geçemeyiz…
Bunu söylerken ama değerlendirmeyi “toptancılığa” götürüp O’nu bir bütün olarak silip atamayız da…
Ayrım noktamız şudur: Onun komünist düşünceleri savunduğu, emperyalizme, kapitalizme, faşizme karşı sanatçı kimliğiyle mücadele ettiği dönemi bize, ezilenlere, “çemberin bu tarafındakilere” aittir…
Biz, bizim olan yanı alır, devrime, komünizme, insanlığa bırakılmış miras olarak kavrar, öğrenir, sahiplenir, yaygınlaştırırız…
Gerisi?!!!
Onu da ölümünün arkasından üç günlük yas ilan ederek sahtekârca O’nu sahiplenmeye çalışan… Bunu O’nun özellikle ömrünün son yıllarında siyasi savrulmalarının arkasına gizlenerek yapmaya çalışan… Ama O’nu sahiplenmeye çalışırken O’nun faşizme, kapitalizme karşı mücadelesini, yaptığı müzikle ezilenlerin mücadele cephesinin bir parçası olduğunu görmek/göstermek istemeyen… Yunanistan hâkim sınıflarının yerine biz mi söyleyelim?!
Bırakalım, onu Yunanistan’ın hâkim sınıfları düşünsün… O’nun faşizme karşı mücadelesini onlar ayıklasın… Onlar komünizm için mücadeleyle geçen bir ömrün kimi “tortularını” temizleyip sahiplenmeye çalışsın…
Ellerinde ne kadarı kalırsa artık…
14 Eylül 2021