BİLİYORSUN
Bir göğün altındayım
Ama aklımda bir başka göğ
Şu, seninle birlikte baktığımız
Artık genç değilim, biliyorsun
Senin öldüğün yaşı çoktan geçtim
Sık sık değil, ama hep
düşünüyorum
Seni
Yanlış bir haritaya doğmuş da
erken ölmüş çocukları
Her şey bir başka,
bir güzel olabilirdi
diyemiyorum
Artık genç değilim çünkü,
çoktan geçtim, senin öldüğün yaşı
Ama düşünüyorum
Seni
Tarih denen o uçsuz bucaksız kentte
Yolu
ölümün ve zulmün pusuya yattığı
sokaklara düşmüş çocukları
Bir yağmur altındayım
Ama aklımda bir başka yağmur
Hani şu ikimizin de sevdiği
DAHA ÇOK…
Sen uzun bir gecedesin, dönüşsüz
Ben kararmış gündüzlerle boğuşuyorum
Ne vakit ağardı sakallarım
Yaş aldıkça seni daha çok özlüyorum
Kalmak nerede, gitmek nereye
Yarın dünden farksız, bugün hem o hem bu
Ne vakit seyreldi saçlarım
Yaş aldıkça seni daha çok özlüyorum
Çocukken korkardım ölümden, hatırlarsın
Sana sığınırdım, sıcak ateşler yüreğinde
Ne vakit düştü bu çizgiler yüzüme
Yaş aldıkça seni daha çok özlüyorum
Bazen bir koku getiriyor seni bana, bir ses
Yürümek de durmak da zor kimileyin
Ne vakit yoruldu kalbim böyle
Yaş aldıkça seni daha çok özlüyorum
Unutup ellisini geçtiğimi, ellerini arıyorum
Tutunursam neye, düşersem nereye
Ne vakit zayıfladı dizlerim böyle
Yaş aldıkça seni daha çok özlüyorum
Artık tüneller kazmıyorum düşlere
Artık yavaş akıyor ömrümün suyu
Ölüm de korkutmuyor artık
Yaşlanıyorum ya, içimde hep o çocuk
Seni özlüyor, daha çok ve daha çok
DÜŞ YOLCUSU
Birazdan değer kalbine
akyumuşak elleri
gecenin
Kim görür ki başka
o yolcuyu,
senden yola çıkan
Gülü bardağ içinde
bir şehre doğru,
çocukluğu saklayan
GÜZEL
Geldi yalnızlığın kuşu, gecedir
Geldi, kondu duvara
Duvar bana bakıyor
Ben duvara
Duvar ve ben, bir de kuş, dünyaya
Bizden uzak dünyaya
Bir başka ucunda dünyanın
Şarkı söylüyor belki de biri
Biri belki şiir yazıyor
Karanlığa inat, resim çiziyor biri
Belki bu yüzden dönüyor dünya
Belki bu yüzden dönüyorum dünyaya yüzümü, hâlâ
Kalbim şarap bardağında çarpıyor
Gündüzleri ayığım, bu yeter
Geceler benim,
Hep aynı kedere demir attığım geceler
Hemen bitecekmiş gibi başlayıp,
hiç bitmeyecekmiş gibi süren bir savaşa değiyor gözlerim
Gözlerim, hep siyah
Sarhoşum, evet, yani kendimim, yani güzel
Güzel, çünkü hâlâ aklımda arkadaşlarımın adları
Adları, solan bir mezar taşında
Büyük kedereymiş bunca yol
Bilseydim yürür müydüm, bilemem
Bilmedim, yürüdüm
Herkesin terk ettiği yerde kaldım,
belki aptallık bu,
belki de sadakat
Neyse ne, duvar orada, kuş da
Sonra ne biliyor musun
Gözlerin düşüyor aklıma
Ay değmiş gözlerin
Git diyorum, git yat
Bir sebebin var işte uyanmak için
HAZIR TUT DENİZİNİ
Kürekleri kıyıda bıraktım
Pusula ahşap kutuda
Korkulacak ne var ki
kız kardeşim sayılır gece
Rüzgârla tanışıklığımız eski
Sessizlik, zarif sırdaşım
Uzak değil o yıldızlar
kalbimin göğünde ışıldar hepsi
Ay, yarı yüzü karanlık,
yarı yüzü şarabi aydınlık,
bilir sarhoş hallerimi
Bu dalgalar,
usul usul biraz,
biraz deli,
akrebin yelkovanı öptüğü
andan beri tanır beni
Biliyorum
ne bu, diye soruyorsun
Hiç, değil
Şu:
Boğulmaya geliyorum,
hazır tut denizini
KAÇ…
Kaç bahara değdi gözlerin
Kaç yazgüneşine gülümsedin
Kaç kez düştü kar, omuzlarına
Kaç hazan eskidi sesinde
Bitiyor işte serüven
Senle başlayıp, sende
Ne tatsız şey,
insanın kendine varması
kaçıp kaçıp kendinden
yine kendine sığınması
Ne tatsız şey
OTEL ODASI
Yıldızı çok bir otel odasında
Göğe dair bir şarkı takıyorum
Yorgun gece trenlerinin arkasına
Bir çocuk gülüyor
uzakta bir yerde
Sesinde rengarenk kelebek
Alıp göğsüme koyuyorum
Yıldızı çok bir otel odasında
Suya dair bir şiir serpiyorum
Limansız vapurların güvertesine
Bir kadın soyunuyor
uzakta bir yerde
Kalbi kanatsız güvercin
Alıp gökmaviye salıyorum
Yıldızı çok bir otel odasında
Aşka dair bir kitap koyuyorum
Bir bankanın çelik kasasına
Bir adam uyanıyor
uzakta bir yerde
Elleri kömür karası
Alıp beyaz güvercin çiziyorum
Yıldızı çok bir otel odasında
Yarın güzel olmalı yazıyorum
Hırpalanmış bir dünyanın aynasına
SAĞALMAZ YARA
Sağalmaz yaraların bir dediği var, Hasan
Söz, inatçı bir kuştur, bulur dalını
Buğday Meydanı’nda ipe çekilmiş yürek
Aşıp yılları, gelir sende sızlar
Tarihe kalan nedir ki başka:
Alçaklık ve asalet
Kanunların bir hükmü yok, Hasan
Kitaplar yazmasa da iki şey hep kalır
Alçaklık, zaman aşımına tâbi değildir
Asalet, ruhtur, gelip sende can bulur
Biz, gideriz bir gün Hasan
Ama Reşik Hüseyin kalır
Sağalmaz yara, illa ki sızlar bir yerde
Ölmek bir şey değil, Hasan
Ama yüreğinde evlat acısıyla ölmek
Buna rağmen dağ misali ipe gitmek
Çok şeydir, çok şey Hasan
Reşik Hüseyin kardeşimizdir, daha gömmedik
Sağalmaz yaraların bir dediği var
Yoksa nedir bu bizde kanayan
SENİNLE GÜZEL
Gece gel
Kimseler duymasın, deyi değil
Ay seninle başka güzel
Ben sana şiirler okurum,
başkalarının yazdığı değil
Şarkılar söylerim, sevdaya dair
Sesim öyle güzel, sen dinlersen
Bak bunlar benim yaralarım, çok eski
Bak bu hayat, boktan,
Ama yaşarım,
sen seversen beni
Gece gel
Kimseler bilmesin, deyi değil
Sessizlik seninle güzel
Ben sana öyküler anlatırım,
sonu mutlu biten
gözyaşı olmayan,
gözlerin öyle güzel
Gece gel
Kimseler görmesin, deyi değil
Yıldızlar seninle güzel
Bak bunlar benim düşlerim
Bildiğim en kırık kanatlı kuşlar
Bu hayat iki yüzü keskin, sapsız bıçak
Ama kanarım,
dudakların öyle güzel
Gece gel
Kimseler sezmesin, deyi değil
Kavuşmak seninle güzel
Ben sana kalpler çizerim,
incinmiş çokça, ama sevmeyi bilen
İnanmak belirsiz yarınlara,
seninle güzel
VADİ
Yeşille çıldırmış vadi
Atları hür
Atları
her şeyden güzel
Rüzgârı dingin,
bebelere
ninniler söyleyen
Suyu has
Suyu duru
Koca Yaşar’ın dediğince
İçine kitap düşse okunurdu
Gecesi
nazlı narin,
gözleri kara gelin
Dağı aşkbeyaz,
yamacı kış
gönlü yaz
Ama artık hepsi,
hepsi
bir resim şimdi
YOLCUYUM, GELMEYENE GİDEN
Toprağını arayan gül ayaklarında
Her şey bir şeye benziyor
O alıp götürüyor seni, hep kaldığın yere
Bütün sığınakların yıkılmış
Ortadasın, çırılçıplak
Gelip gelip hatıralarda duruyor ellerin
Bu tekne, hangi kıyıya…
Bu şehir güzeldi eskiden, sen vardın
Gidilmeyecek bir yere açılıyor kapı,
kalınmayacak bir yere kapanıyor
Gün sessizliğe bükülüyor
Parmaklarında serçeler, kanatsız
Kış daha bir uzuyor
Bu tekne, hangi kıyıya…
Sen şair misin diyor kadın
Yok diyorum,
yolcuyum,
gelmeyene giden
Bunlar da şiir değil,
yara,
kimi benim, kimi ben’im
Birer sigara yakıyoruz
Gece ışıyor
Duyuyoruz sesini
Denize değen küreklerin
Bu tekne, belki…
YORGUN
Hazan rengi
bir masa
yorgun
taşımaktan
sessizliğin yükünü
Üstünde
çay tabakları içinde
iki mum
birazdan sönecekler
uzun bir geceye
ışımaktan yorgun
İki kadeh
yorgun
camlarında
suskun dudak izleri
sarhoşlar
dünyanın en kederli şarabını
içmiş gibi
Bir ucunda masanın
iki el
aramaktan yorgun
öte ucunda
yalnızlık
çağırılmamış konuk
hiç gitmeyen
Genç değilim artık, biliyorsun
Çoktan geçtim senin öldüğün yaşı
Sık sık değil, ama hep
Görüyorum
Hayatın ölümcül sorusuna
Dağlarda
cevap arayan çocukların yüzlerini
Bir evdeyim şimdi
Ama kalbimde bir başka ev
Şu, seninle düşler kurduğumuz
Biliyorsun, genç değilim artık
Çoktan geçtim o yaşı, senin öldüğün
Sık sık ne
Hep ne
Ama öyle, düşünüyorum
Seni
Çok eski bir yaraya
Ömrüyle
çare arayan çocukları