11 Eylül 2001. Dünyanın New York’ta iki gökdelenin, Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerinin, intihar eylemcileri tarafından birer uçan bombaya dönüştürülmüş iki ayrı yolcu uçağının çarpması sonucu yanışını ve çöküşünü ‘canlı yayın’da izlediği tarih.
11 Eylül’den sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı çok söylendi. Bir yandan hiçbir şey, sömürü sisteminin egemenliği konusunda hiçbir şey değişmedi. 11 Eylül öncesinde dünya ne ise, yine o. Yine sömürü imparatorlukları sürüyor. Diğer yandan fakat birçok şey de değişti. Fakat değişiklikler işçilerin, halkların, ezilenlerin lehine değişiklikler değil. 11 Eylül emperyalistler açısından, en başta da Amerikan emperyalizmi açısından, dünya hegemonyası dalaşında halklara karşı saldırılarını “terörizme karşı savaş” adı altında maskeleme bahanesi oldu. Terörizme karşı savaş adına on yıllardır savaş halinde yaşayan Afganistan halklarının başına yüzbinlerce ton bomba yağdırıldı; Filipinler’de, Nepal’de gelişen halk mücadelelerini bastırmak amacıyla “anti-terör birlikleri” devreye sokuldu. Şimdi “terörizme karşı savaş” adına sırada Irak’ın vurulması, Saddam rejiminin devrilmesi, yerine ABD emperyalizmine uşaklıkta kusur etmemek temel özelliği olacak olan bir yönetimin yerleştirilmesi var. “Terörizme karşı savaş” bütün ülkelerde egemenlerin işçilere-emekçilere-ezilenlere karşı saldırılarını yoğunlaştırmalarının kod adı oldu adeta. 11 Eylül’den bu yana İsrail işgal altında tuttuğu Filistin bölgelerinde, Filistin/Arap halkına karşı savaşını yoğunlaştırdı. Filistin’de şimdi son on yılların en yoğun katliamları yaşanıyor. Rusya, Çeçenistan’da halka karşı yürüttüğü terörist savaşın “anti-terör mücadelesi” olduğu iddiasını emperyalist dostlarına onaylatma fırsatı yakaladı nihayet. Son olarak Kasım ayı içinde Moskova’daki tiyatro baskınında, anti-terör savaşından ne aldığını, bunu nasıl yürüttüğünü bütün dünyaya gösterdi. Emperyalist dünya medyasından, zehirlenerek bayıltılan tiyatro işgalcisi Çeçenlerin beyinlerine kurşun sıkılarak ‘yargısız idam’ yoluyla öldürülmelerine fazla bir itiraz gelmedi. İtiraz sesleri en uç noktada “kurtarma operasyonu” adı verilen gazlı cinayet operasyonunda rehinelerden de ölü sayısının çok yüksek olmasına, ha bir de gazın ne olduğu konusunda bilgi verilmemesine yöneldi. Moskova’nın ortasında kitle imha silahları kullanılırken, emperyalist büyük güçlerin depoları kitle imha silahları ile ağzına kadar doluyken, ve kitle imha silahları teknolojisinin satıcıları kendileriyken, şimdi “kitle imha silahları”nı yok etme adına Irak’a müfettişler gönderilmesi ve bu gerekçenin Irak’a saldırının bahanesi yapılacak olması, emperyalist medyayı fazla rahatsız etmiyor. Lafta “hukukun üstünlüğü”, “Batının demokratik değerleri”nin savunuculuğu söz konusu olduğunda mangalda külk bırakmayanlar, Moskova somutunda olduğu gibi açık yargısız idamlar konusunda sus pus oluyorlar. Devlet başkanları düzeyinde “başarılı operasyon” tebrikleri alıp/veriliyor! Aslında yargısız infaz konusunda emperyalist dünyada kimsenin kimseye söyleyecek fazla sözü yok. Çünkü hepsi terörist ilan ettiklerine karşı her türlü yöntemi kullanmaktan yana; ve hepsi terörizme karşı mücadele adına, demokratik hakları budamaktan yana, ve alabildiğince buduyorlar. Emperyalist metropollerde 11 Eylül’den bu yana bir yandan terörist eylemler öcüsü ile tam bir panik havası yaratılıyor; ve bu panik havası içinde, terörist saldırıları engellemek vb. adına bir dizi faşist önlemler alınıyor. ABD’de 11 Eylül’ün hemen ertesinde biraz ‘İslamcı’ ve ‘Arap’ görünüşlü binlerce kişi göz altına alındı. Bunların bir bölümü hâlâ yargılanmaksızın tutuklu bulunuyor. Terörist ilan edilenlere karşı muamelenin nasıl olması gerektiğini ABD savaş tutsaklarını Guantanamo’ya taşırken ve onları elleri ayakları gözleri bağlı kafeslere tıktığında gösterdi. Rusya, tiyatro baskınından bu yana ‘Kafkas’ görünüşlüleri toplayıp, göz altına alıyor. Sorguluyor. Hakkında herhangi bir suçlama yapılma imkânı olmayanları sınırdışı ediyor, sürüyor, “geldikleri yere” – yani savaştan harap olmuş ülkelerine ve yeniden savaşın içine geri gönderiyor. Demokrasileri ile çok övünen Batı Avrupa’nın emperyalist metropolleri de, 11 Eylül’den bu yana, ‘yabancı’, en başta da Arap ve Müslüman görünüşlü insanlar açısından tam bir cadı kazanı. Çıkarılan yeni güvenlik yasaları, alınan yeni “güvenlik önlemleri” ile, burjuva hukukunun “sanık suçu ispatlanmadıkça suçsuz sayılır”, “kuşkulu hallerde sanık lehine” ilkeleri rafa kaldırılıyor. Adeta suçlananın suçsuzluğunu ispatlama yükümlülüğü ilke haline getiriliyor. Sistemin özünde var olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı artık çok kaba biçimleriyle dışavuruyor kendini.
Terörist saldırı öcüsü ve terörizme karşı savaş çığlıkları, içte faşistleşmenin, dışa dönük olarak ise emperyalist saldırı savaş histerisinin ve somut savaş hazırlıklarının yapılıyor. Emperyalist metropol insanları, güya İslamcı teröristlerin tehdidi altında olan ‘hayat tarzları’nı korumaya ve tabii bunun için de “devletinin ve yöneticilerinin” peşine takılmaya çağrılıyor. Bu arada işçilerin-emekçilerin giderek daha da kötüleşen maddi hayat şartları konusunda, var olanı korumaya yönelik savunma eylemleri bile yapmaları “terörizme karşı kutsal savaş”ı zayıflatan tavırlar olarak mahkûm edilip, zaten geri düzeyde olan sınıf mücadelesi sıfırlanmaya çalışılıyor. “Düzenimiz var olanların en iyisidir… Görev bunu korumaktır… şimdi egoist talepler ileri sürmenin zamanı değildir. Şimdi yurtseverlik zamanıdır. Şimdi fedakârlık zamanıdır. Şimdi kemerleri sıkma zamanıdır ” vb. vs. kampanyaları yürüyor. Belki tarihin şimdiye kadar gördüğü en yoğun beyin yıkama kampanyaları yürüyor. Ve bu kampanyalarda ne yazık ki, burjuvazinin paralı açık propagandacıları yanında, yer yer bir zamanların ‘solcu’su, şimdilerde ise düzenle barışmış olan kimi “aydın”lar da rol alıyor. Bunun bir örneği, “Anti-terör savaşı” denen emperyalist saldırılara destek için yayınlanan ve 150’nin üzerinde ünlü ABD’li “kültür yaratıcısı”nın imzası olan bildirge.
Yürüyen kampanyalar ne yazık ki oldukça başarılı oluyor. Emperyalist metropollerdeki işçilerin-emekçilerin büyük çoğunluğu egemenlerinin yalanlarını kendi doğruları olarak kabulleniyor. ABD’de yapılan kamuoyu yoklamaları, Irak’a karşı olası bir saldırı için kamuoyu desteğinin anda %75’in üzerinde olduğunu gösteriyor. Avrupa’daki kamuoyu yoklamalarında bu oran %50’in çok altında. Fakat bunda da belirleyici olan, Avrupa’daki egemenlerin, -İngiltere dışta tutulduğunda- anda Irak’a karşı ABD saldırısına karşı olması ve egemen medyanın bu yönde beyin yıkaması. Bu değişik tavırların geri planında emperyalistler arası rekabet yatıyor. Beyinler her yerde egemenlerin işgali altında. Ve her yanda cadı kazanları kaynıyor, kaynatılıyor.
Tabii egemenlerin egemen kıldığı bu cadı kazanı havasından kendini kurtarmayı başaranlar da var. Bunlar az, ama çoğalıyor, çoğalacak. Bu bağlamda her ülke aydını açısından belirleyici olan “kendi” egemen sınıflarına karşı tavırdır. Avrupa’da ya da ülkemizde anti-Amerikancılık, tek başına doğru tavrın habercisi/işareti değildir. Her ülkede somut olarak aydın kişi, kendi ülkesinin egemenlerinin yaptığı rezilliklere karşı ne tavır takınıyor, belirleyici olan odur.
Nâzım gibi “vatan haini” damgasını yemeye hazır mısınız? Ve gerçekten onun anladığı anlamda vatan hainliğine hazır mısınız?
İşte belirleyici olan budur.
Bugün dünyanın her yanında böyle “vatan hainleri” var.
Onlardan birinin, ABD’li yazar Eliot Weinberger’in Lettre International’in 58. sayısında yayınlanmış bir yazısını sunuyoruz aşağıda…
Weinberger, aslında kapitalist sisteme, ABD demokrasisine kökten karşı olan biri değil. Bir sosyalist, bir komünist değil. Fakat bu sistemin bugün Bush yönetiminin yaptığı gibi her türlü zincirden boşanmış, azgınca, saldırgan bir biçimde yürütülmesine karşı, bunu eleştiriyor. Bu bile onun “vatan hainleri” sınıfına sokulmasını beraberinde getiriyor.