“6-7 Eylül Olayları” bir sergiyle anıldı…
6-7 Eylül Olayları adıyla tarihe geçen, esas olarak Rumlara karşı yönelen ama sadece onlara karşı değil, aynı zamanda Ermeni ve Yahudilere de yönelen olayların 50. yıldönümünde, 6-26 Eylül tarihleri arasında Tarih Vakfı, İnsan Yerleşimleri Derneği, Helsinki Yurttaşlar Derneği işbirliğiyle KARŞI SANAT ÇALIŞMALARI salonunda bir sergi düzenlendi. Sergiye, olaylarla ilgili soruşturma ve mahkeme sürecinde Baş Hakim olarak görev alan ve sonradan Askeri Yargıtay Başsavcılığı yapan emekli Tümamiral Fahri Çoker’in, ölümünden sonra yayınlanmak koşuluyla Tarih Vakfı’na bağışladığı yaklaşık 250 fotoğraf ile soruşturma ve mahkeme süreciyle ilgili belgelerden oluşan arşiv temel oluşturdu.
Serginin 1. günü olan 6 Eylül’de, açılıştan 40 dakika sonra İP’li oldukları söylenen bir grup sergiyi basarak Türk Bayrağı açtı. Ardından ‘Ülkücü’ olduğ ileri sürülen ikinci grup sergiyi bastı. ‘Türkiye Türk’tür Türk kalacak’, ‘Şerefsizler! Siz, bizi arkadan vuranlarla işbirliği yapıyorsunuz’ diye bağıran grup, ‘Büyük Salon’daki 15 fotoğrafı indirerek, duvarlara yumurta fırlattı. Eylemlere polis müdahale ederek göstericileri dışarı çıkardı. Serginin gezilmesine ise devam edildi. (Bilgiler için bkz.: www.karsi.com)
Her ne kadar sergiyi değerlendiren Apoyevmetsini Gazetesi Genel yayın Md. Mihail Vasilidis “6 Eylül 1955 günü duyduğum dehşetin binde birini anımsayınca bile, bu sergiye müteşekkirim. Olaylar iki tarafa da zarar verdi. Bizler (Rumlar) 180 binlerden 1800 lere düştük. Ancak olayları yaşatan saldırganlar da 50 yılda eridi. 100 binlerden (6.9.1905’te) 7-8 kişiye düştü. Açılış günü sergiye saldıranlar bu kadardı.” (a.y.) dese de, Türkiye’de bugün o güne göre fazla değişen bir şey olmadığını gösteren bir dizi olay yaşanmaya devam ediyor. Devlete hakim olan “Türkiye Türklerindir” ırkçı zihniyetinin bütün Cumhuriyet tarihi boyunca hiç değişmediğini söylemek yanlış olamayacak. Türk bayrağının sözde yakılması olayında ve Bozüyük’te Kürtlere karşı girişilen linç girişiminde de görülebildiği gibi, veya tarihte daha da gerilere gidersek Ermeni tehciriyle anılan soykırımda ve 40’lı yıllarda “Varlık Vergisi” olayında da görülebildiği gibi, bu tür ırkçı saldırılar ne münferit idi ne de tesadüfi, tam tersine Türk olmayan ulusa ve müslüman olmayan ulusal azınlıklara karşı kışkırtma olaylarında devletin bizzat işin içinde olduğu ve esas sorumlu olduğu yeterince belgelenmiştir.
Sergide Aziz Nesin’in “Salkım Salkım Asılacak Adamlar” kitabı ve sergiye temel oluşturan “6-7 Eylül Olayları, Fotoğraflar-Belgeler, Fahri Çoker Arşivi” kitabının yanı sıra satışı yapılan Dilek Güven’in kaleme aldığı, son derece titiz çalışması “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları Bağlamında 6-7 Eylül Olayları” kitabında sayısız belgeyle, olayların hiç te istenmeyerek halkın galeyana gelmesiyle çıkmadığını, tam tersine bizzat devletin ve hükümetin en yetkili organları ve yöneticileri tarafından başından beri en ince ayrıntısına kadar düşünülüp organize edildiğini gözler önüne sermektedir. Hükümetçe ve devletçe istenmeyen tek şey belki sadece olayların kendi kontrollerinden de çıkarak, uluslararası planda Türkiye’nin prestijine zarar verecek boyutlara ulaşmasıdır.
6-7 Eylül Olayları nasıl gelişti?
6 Eylül 1955’te saat 13.00’de devlet radyosu Yunanistan’ın Selanik kentinde Atatürk’ün doğduğu eve bomba atıldığı haberini duyurdu. Bunun üzerine İstanbul Ekspres gazetesi öğlen baskısında olayı “Atamızın Evi Bomba ile Hasara uğradı” başlığıyla manşetten duyurdu. “Kıbrıs Türktür Cemiyeti”nin çağrısı doğrultusunda öğleden sonra ilkönce öğrenci birlikleri toplanmaya başladı ve daha sonra çevre illerden de gelenlerle beraber sayısı 100.000’i bulan bir kitle Beyoğlu İstiklal Caddesinde bir araya gelerek Rumlara ait dükkanları tahrip ve daha sonra da talan etmeye başlamışlardır. Olayları düzenleyenlerin, kimsenin öldürülmemesi yönündeki telkinlerine rağmen, 6 Eylül akşamı başlayan ve yaklaşık 9 saat süren olaylar boyunca ve sonrasında (aralarında iki Ortodoks papaz da olmak üzere) 13 ile 16 arası Rum ve en az bir Ermeni vatandaşı hayatını kaybetmiş, 32 Rum da ağır yaralanmıştır. Fiziksel zarar, 4.348 Ruma ait işyeri, 110 otel, 27 eczane, 23 okul, 21 fabrika ve 73 kilise ve mezarlıklar ile 1000’in üzerinde Rumlara ait evin tahrip edilmesi ya da yakılması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Ekonomik zarar, Türk Hükümeti’ne göre 69,5 milyon Türk Lirası, İngiliz diplomatik kaynaklarına göre 100 milyon İngiliz Sterlini, Dünya Kiliseler Birliği’ne göre 150 milyon Amerikan Doları, Yunan Hükümeti’ne göre ise 500 milyon Amerikan Doları olarak hesaplanmıştır. Demokrat Parti (DP) hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası civarında tazminat ödemiştir.
Bu olaylar sonucunda oluşan göç dalgası ile Türkiye’de yaşayan Rum azınlığı neredeyse yok olmuştur. 1924 yılında 200.000’i bulan İstanbul’daki Rum nüfus, 2005 yılında 1500 kişiye düşmüştür. (Kaynak: Vikipedia Özgür Ansiklopedi, tr.wikipedia.org)
Sergi sırasında bir de Can Dündar’ın hazırladığı bir 6-7 Eylül belgeseli videodan gösterildi.
Sergiye ilgi son günlerinde dahi azalmamıştı.
Eylül 2005
Tanıkların ağzından 6-7 Eylül Olayları:
“…Olaylardan üç saat evvel, yani saat dörtte, bize Emniyet Müdürlüğü merkezinden bir emir geldi. Saat beşten sonra hiçbir polis memuru karakolları terk etmeyecekti. Bu haber üzerine biz 5. Şube olarak hepimiz binada kaldık. Saat altıya doğru her taraftan, özellikle Beyoğlu’ndan saldırılarla ilgili haberler geliyordu. Dükkanlar yağmalanıp kiliseler yakılıyormuş. Polis şefimiz Celal Kosova o zaman Avrupa’daydı. Onun vekili olan Necati Eğinç’e sorduk. Kendisi ikinci bir emre kadar hiçbir müdahalede bulunmamamızı söyledi. Kapıları kilitleyip içerde bekledik. Burnumuzun dibinde adamlar dükkanları ve evleri yerle bir ederken görüyorduk ama hiçbir şey yapamıyorduk.” (Yassıada, Yüksek Adalet Divanı Tutanakları, 6-7 Eylül Hadiseleri, Tarık Berkan Tümerkan, Polis Memuru, s. 260, aktaran Dilek Güven, a. g. e., s.23)
Halkların arasındaki kardeşliği ve dayanışmayı gösteren örnekler de vardı:
“…Bizim sokakta şoför Nusret yaşardı. O gün 40 kişilik bir grup bizim evlere doğru gelmeye başladı. Nusret bunların önünü kesti ve ne istediklerini sordu. Onlar Rumların evlerine saldıracaklarını söylediler. Nusret, burada Rumların oturmadığını söyledi. Gruptan birkaç kişi yine de yürümeye devam edince Nusret bağırdı ve ancak onun cesedinin üzerinden yollarına devam edebileceğini söyledi. Ve grup hemen geri döndü. Nusret, 50 metrelik bir sokağı kurtarmıştı. Yan sokakta ise arkadaşım Zafer’in teyzesi Rum komşusunun kapısına dikildi ve adamlara şöyle dedi: ‘Pavli Efendi’nin evine girmek için ilk önce bana saldırmanız gerekir.’ Adamlar hemen geri döndüler. Bu sokaktaki 60 Rum evinden sadece ikisi tahrip edilmişti.” (Dokdadis Donios ile mülakat, aktaran Dilek Güven, a. g. e, s.24)
ZİYA ÇELİK