Yansımalar
Türkiye yoksuIları O’nu, “Şafak Türküsü” ile tanıdı… O, bu ilk çalışmasında 12 Eylül karabasanı altındaki Türkiye’de hapishanelerin sesi oluyor, cuntanın baskısını üzerinde hisseden emekçi yığınlar ise duygularına seslenen bu “protest müzik” insanını bağırlarına basıyorlardı.
80’leri 90’lı yıllar izledi… Cezaevi gerçeği kısmen gündemden uzaklaşmaya, yerini başka sorunlara bırakmaya başladı. Kürt sorunu bunların başında geliyordu. 90’lı yıllara doğru gelişen Kürt ulusal mücadelesi, kendisine demokrat-devrimci diyen sanatçılarla diğerleri arasındaki ayrışmayı hızlandırdı. Kürt ulusal sorunu karşısındaki tavır bir anlamda turnusol kağıdı görevini görüyordu. Ahmet Kaya bu ayrışmada ilk dönemlerde sallantılı bir tavır takındı. Ancak son birkaç yılda Ahmet Kaya Kürt olduğunu ifade ediyor, kendi dilinde şarkılar söylemek istediğini söylüyor; kimliğini sahipleniyordu.
O, kendi dilinde kaset yapacağını söylediğinde sahibinin sesi Türk medyası dişlerini göstermekte gecikmedi; Ahmet Kaya’nın kendi dilini, kendi kimliğini sahiplenmesi karşısında bile ne kadar tahammülsüz olduğunu göstermekle kalmadı; saldırgan bir tavır içine girdi, ona karşı nasıl düşmanca bir tavır aldığını açıkça ortaya koydu. Ahmet Kaya bu tür bir açıklama yaptığı Magazin Gazetecileri Derneği’nin galasında oradaki medya soytarıları tarafından “10. Yıl Marşı” eşliğinde linç edilmeye çalışılmış, “vatan haini” ilan edilmiş, çatal bıçak yağmuruna tutulmuştu.
Ahmet Kaya’nın kendi kimliğini sahiplenmesi karşısında bile bir şoven histeriye kapılan ve Ahmet Kaya’ya saldıran medyanın “Ahmet Kaya’yı gözden düşürmesi” çabası bağıntısında O, ölmeden önce yaptığı son röportajında şunları söylüyordu:
“Ben medyanın gözünden düşmedim. Medya benim gözümden düştü. Çünkü medyayı harekete geçiren benim. Ahmet Kaya’yı medya yapmadı ki! Benim kasetim birbuçuk milyon sattığı zaman, tek bir televizyon kanalına çıkmıyordum. Hayatım boyunca TRT’ye çıkmış bir adam değilim. Tek bir gazeteci benimle ilgilenmiyordu, çünkü sosyalisttim. Çünkü sisteme terstim. Çünkü varolan sistemin değişmesini istiyorum. Hâlâ öyleyim, hâlâ o sistemden inanılmaz rahatsızlık duyuyorum. (Özgür Politika, 18 Kasım 2000)
Ahmet Kaya’nın, Kürt ulusal sorunu karşısındaki yaklaşımı, dilini kullanma ve kimliğini sahiplenme tavrı medya gibi savcıları da harekete geçirdi: Hakkında çeşitli davalar açıldı, mahkum edildi. Cezaevinde yattı. Hakkında verilen 3 yıl 9 ay ağır hapis cezası bulunan Ahmet Kaya hakkında açılmış kimi davalar ise sürüyordu. O, sürgünü bir kez daha parmaklıklar ardına girmeye tercih etti; sürgüne, Fransa’ya gitti.
Ahmet Kaya yukarıda kısa bir bölümünü aktardığımız son röportajında söylediklerine şunları da ekliyordu:
“O yüzden demokratik cumhuriyet diye bar bar bağırıyorum. ‘Devlet yıkılsın, bu ülke yıkılsın gitsin’ demiyorum. Hayatım boyunca bu kelimeyi kullanmadım. Ama o sistem değişmeli. Sosyalizm bir ütopya olabilir, ama o benim ütopyam.” (agg)
Siyasi olarak böyle bir kafa karışıklığı içinde bulunuyordu Ahmet Kaya… Ama O, kendisine “büyük” sıfatlar yakıştıran aydın ve sanatçıların korkudan sindiği bir dönemde Kürt kimliğini sahiplenme ve bunu dile getirme duyarlılığını gösterdi… Türküleriyle emekçilerin sesi, soluğu, duygusu, tepkisi oldu…
16 Kasım 2000… 43 yaşındaki Ahmet Kaya geçirdiği bir kalp kriziyle Paris’te yaşama veda etti.
“Asi türkülerle” uğurluyoruz…
DERYA GÜMÜŞ, 20 Kasım 2000