Bir küçük burjuva illeti olan grupçuluk devrim düşmanlarına devrimin güçlerini kundaklama fırsatı verir!
“Biz işçi sınıfının birleşik cephesinden yana
ve sınıf düşmanına karşı olduğumuz süre,
ne şahıslara, ne bir örgüt ya da partiye,
hiç kimseye saldırmayacağız. Buna karşılık,
işçilerin eylem birliğini köstekleyen şahısları, örgütleri ve partileri eleştirmek, proletaryanın ve onun davasının menfaati icabıdır, görevimizdir.”
DİMİTROV
- GRUPÇULUĞUN SINIF KÖKENLERİ
Devrimci hareket içinde, gerçekten devrim isteği taşıyan ve bu doğrultuda mücadele eden bütün içten unsurları rahatsız eden siyasi grupçuluğun, özellikle de bu örgütsel anlayıştan can alan sekterliğin, kendini beğenmişliğin toplumsal ve ideolojik dayanaklarını küçük burjuva yapısında aramalıyız. Grupçu olmak ya da olmamak isteğe bağlı bir olay değildir; belirleyici olan maddi koşullardır, grup yapısında ısrar edenlerin sınıfsal içeriğidir. Küçük burjuvazinin örgütlenme anlayışındaki kısırlık ve bağnazlık, kaynağını, küçük üretim temelinde biçimlenmiş küçük burjuva dünya görüşünden alır. Çöken ve eriyen bir sınıf, doğası gereği telaşlı, kaypak ve saldırgan olur. Küçük burjuva, işçilere, emekçi kitlelere karşı küçümseyici, kendini beğenmiş ve bağnazdır. O, hiçbir zaman proleterleşmeyi ve proletaryanın davasını bir amaç olarak önüne koymaz. Zengin olma, sınıf değiştirme umudu ise süreklidir; bu umut ise onu zenginlere karşı yardakçı ve teslimiyetçi yapar. Onlarla, en küçük çıkarları için uzlaşmalara girmekten çekinmez.
Bütün dünya devrimlerinin deneyimleri, çöken sınıflardan biri olan küçük burjuvazinin, tutarlı bir örgütlenme anlayışına sahip olmadığını, disiplinli ve sağlam bir tutumu benimseyemediğini göstermektedir. Bir yanda emperyalistlerin, büyük burjuvazinin, toprak ağalarının baskısı, öte yanda gelişen ve güçlenen, şu ya da bu sınıfın kuyruğuna takılmanın çıkmazını kavrayan ve bağımsız bir güç olarak kendini vareden devrimci proletarya hareketi arasında kendine yer arayan küçük burjuvazinin saflarında süreli çözülmeler olur; bu süreçte proletaryanın devrimci saflarına yüzeysel devrimci heveslerle ve binbir hayallerle katılan bir takım unsurlar, beraberinde küçük burjuva özelliklerini ve zaaflarını da birlikte götürürler. İlişki kurdukları emekçi unsurları, kendi kavrayışları temelinde biçimlemeye çalışırlar fakat proletaryanın maddi koşulları, proletaryanın tarihi mücadelesinin bilimsel mirasları, küçük burjuva anlayışları mahkûm edecek değerli deneyimleri ve bilgileri proletaryaya ve onun devrimcilerine ulaştırır.
Küçük burjuva siyasi çizgi, örgütsel alana görünümü ve adı ne olursa olsun, içeriği anlamında grup biçiminde yansır. Yani adı “parti” de olsa, öz itibariyle gruptur, siyasi olarak grupçudur. “Parti” adı, kendi grubunu, kendi kendine parti ilan etmesinden başka bir şeyi ifade etmez. Grupçuluk anlayışı, küçük burjuva mülkiyet ve rekabet anlayışı temelinde, küçük burjuvaziye özgü hastalıklı duygularla beslenir. Dünya devrimci hareketi bize, küçük burjuva anlayışını aşamamış unsurların, çoğu kez partinin oluşturulması ve inşası süreci içinde bile kariyerist ve grupçu yapılarını ve eğilimlerini sinsice koruduklarını ve parti içinde siyasi hiziplerin kaynağını oluşturduklarını öğretir. Bugün, grupçu bir ruhla eğitilen grup taraftarları içinde, grup içinde grup oluşturma eğilimleri açıkça görülmektedir. Grupları sürekli huzursuz kılan nedenlerin başında, grup içi çelişmelerin keskinleşmesi gelmektedir. Her grup, bir diğerinin çöktüğünün, kendilerinin ise geliştiğinin propagandasını yapmaktadır. Kişiler, bir gruptan diğerine geçtikçe, nitelikleri ne olursa olsun övgüye layık görülmekte ve itibar sahibi edilmektedir. En olumsuz, en cüruf unsurlar için bile grup kapıları ardına kadar açıktır.
Devrimci proletarya, proletarya devrimi ve proletarya diktatörlüğü mücadelesi yolunda, uzun bir tarihi dönemi ve toplumsal pratiğin her alanını kapsayan sınıf savaşları içinde, her tipten özel mülkiyet duygusunu, bu duyguların etki ve kalıntılarını ve bu duygu ve düşüncelere tekabül eden ve aynı zamanda bu duygu ve düşüncelerin örgütsel temelini oluşturan gruplaşmaları, hizipleşmeleri, can aldıkları mülkiyet biçimleriyle birlikte bir daha hortlamamak üzere yerle bir ederek zafere ulaşacaktır. Bunun için zorunlu ilk adım, grup yapılarını parçalamak doğrultusunda, tutarlı ve ilkeli bir ideolojik mücadele vermek olacaktır. Çünkü devrimci proletarya, düşmanlarını yenebilmek için grup öncülüğünü değil, partinin öncülüğünü zorunlu önkoşul olarak görür. Ayrıca, yalnızca proletaryanın öncülüğü ile de düşmanı yenemeyeceğini çok iyi bilir.
- GRUPÇULUK, DÜŞMANI TAKTİK PLANDA KÜÇÜMSEYEN, ÖZÜNDE SAĞ BİÇİMDE
“SOL” KÜÇÜK BURJUVA ANLAYIŞIN İFADESİDİR
Sınıf mücadelesinin yükselişi, bütün sınıfları, özellikle de burjuvaziyle proletaryayı, son hesaplaşma için her konuda hazırlığa, cepheler kurmaya, mücadele organ ve silahlarını yeniden gözden geçirmeye iter. Devrimci saflarda, mücadelenin belli bir aşamasına dek grupların varlığı doğaldır; hatta kaçınılmazdır. Grupları yetersiz kılacak, onları birleşmeye zorlayacak nesnel koşullar henüz gelişmemiştir. Bu dönem, kavrayış, arayış ve geçiş dönemidir. Gruplar, olanakları elverdiğince, sınıf mücadelesinin yaygınlaşmasına, siyasal ve toplumsal gerçeklerin açıklanmasına yardımcı da olurlar. Ve kabaca da olsa –olumlu ve olumsuz anlamda– safların berraklaşmasına hizmet ederler. Ama öyle bir tarihi dönem gelir ki, bir siyasi grup, adı ister “parti”, ister “dernek”, isterse bir yayın çevresinde “örgütlenmiş” insanlar topluluğu olsun, içeriği anlamında, gerçek bir proletarya partisi karşısında, onun gelişmesinin ve mücadelesinin önünde bir grup olarak kaldıkça, proletaryanın ve ezilen emekçi kitlelerin devrimci mücadelesine zarar verir. Doğaldır ki, devrimci süreç içerisinde, bütün istek ve dileklere karşın, birtakım gruplar varlıklarını sürdürmeye çalışacaklardır; birden çok “parti” de olacaktır. Hatta bazı grupların varlığı, olumsuz, bireyci, anarşist, bozguncu unsurları bağrında toplayacağı için, devrimci hareketin safından atılmışları, bir mıknatıs duyarlığıyla kendi çevresinde toparlayacağı için, devrimin güçlerinin arınması açısından yararlı da olacaktır. Kuşkusuz, değişmez tek gerçek, devrime damgasını vurabilecek partinin tek olacağıdır. Öte yanda, devrim kendisine yararlı olan her kıpırtıyı, her eylemi ve katkıyı, hangi biçimsel yapıdan gelirse gelsin, özenle kucaklayacaktır. Bu kucaklama işlemini doğru ve her eylemi birbiriyle bağlantısı içinde değerlendirecek olan partidir. Parti, ilk elde, çeşitli grup yapıları içine dağılmış proleter devrimcilerin grup yapıları içine sığmamaları sonucu kitleler içinde önderlik niteliklerini kazanmış ileri unsurlarla, bağımsız devrimcilerle, devrimci bir program temelinde ilkeli birleşimini emreder. Parti, proletaryanın yeni bir dünya kurma savaşımı içinde pişmiş (başlangıçta çeşitli zaaflar taşımış olsalar bile) en ileri, en bilinçli, en deney sahibi fedakâr unsurların, Marksist-Leninist ideoloji ve teori temelinde birliği demektir. Devrimini gerçekleştiren bütün ülkelerde genellikle böyle olmuştur. Küçük küçük Marksist gruplar, bağımsız kişiler, mücadele içinde birleşmişler ve proletaryanın partisini oluşturmuşlardır. Burjuvaziye ve her türden gericiliğe karşı mücadelede, olumsuzluklardan ve zaaflardan olabildiğince arınarak, siyasi, ideolojik ve örgütsel inşayı gerçekleştirmişlerdir. Kitlelere önderlik etme görevini yerine getirerek devrimi başarıya ulaştırmışlardır.
Bir partinin ya da bir grubun siyasi çizgisinin niteliğini belirleyen temel ölçüt, partinin (ya da grubun) ülkedeki toplumsal, ekonomik ve siyasi yapıyı doğru değerlendirip değerlendirememesi, objektif koşullara en uygun sübjektif etkenleri oluşturup oluşturamaması, bu doğrultuda sağlıklı adımlar atıp atamaması, sınıflararası ilişkileri ve çelişkileri doğru değerlendirip değerlendirememesi, sloganlarının doğruluğuna kitleleri kendi deneyimleriyle inandırıp inandıramaması, ulusal sorun karşısında doğru tavır takınıp takınamaması, kitlelerle canlı bağlar kurup kuramaması, kısacası, Marksizm-Leninizm’in evrensel gerçeği ile ülkenin somut devrimci durumunu yaratıcı bir biçimde birleştirip birleştirememesidir.
Bir parti, doğru bir siyasi çizgiye ve bu çizgiyi hayata geçirecek, emekçi kitlelere götürebilecek ve onları örgütleyebilecek kadrolara sahipse, er geç devrimi gerçekleştirmeyi başarır; bir grup, doğru bir siyasi çizgiye ve bu siyasi çizgiyi özümlemiş sağlıklı kadrolara sahipse, belli bir mücadele süreci içerisinde, diğer grupları, siyasi, ideolojik ve örgütsel değişime uğratır; o grupların en ileri unsurlarını kendi bayrağı altında toplar ve partileşmeyi sağlar. Ya da bir grup gerçekten doğru siyasi bir eğilime sahipse, kendi siyasi çizgisinin eksik ve zaaflarını kavrar, bağnazlığa düşmeden diğer grupların doğrularıyla kendi doğrularını birleştirir; bu yeni siyasi, ideolojik ve örgütsel bileşim, partinin çekirdeğini oluşturur.
Siyasi çizginin doğruluğu ya da yanlışlığı, sübjektif değerlendirmelerle belirlenmez. Bir grubun ya da kişinin kendisi için yaptığı değerlendirmeler, bizim için değerlendirmenin sadece bir yönünü oluşturur. Kağıt üzerinde genel doğrular yeterli değildir. Asıl değerlendirme, toplumsal pratik içerisinde, sadece grupların ve kişilerin kendi istemleri doğrultusunda değil, üretim mücadelesi, sınıf mücadelesi temelleri üzerinde yükselen hayatın yeni güçleri tarafından, bizzat hayatın içinde yapılacaktır. Çeşitli değerlendirmeler ve tespitler arasındaki farklılıkların kökleri bir yanıyla Marksizm-Leninizmin kavrayış düzeyi, özellikle ve öncelikle de ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısının derinliklerinde aranmalıdır.
Değişmek ya da değişmemek isteğe ve iradeye bağlı değildir; istemek ve irade, değişimin sadece bir unsurudur. Tayin edici olan, hayatın maddi zorluklarıdır, gereksinimleridir. Her sınıf, tarihi zorunluluk gereği, kendi çıkarları doğrultusunda siyasal ve toplumsal değişimi ya da değişmemeyi amaçlayan bir mücadele içinde yer alır. Bu nedenle, her sınıf, değişimi –ya da değişmemeyi– kendi yararına gerçekleştirebilecek örgütlenmelere, çalışma ve mücadele biçimlerine, sınıf dayanaklarına ve çeşitli ittifaklara ihtiyaç duyar. Sınıf mücadelesi, toplumsal yapıyı temelinden sarsar. Bu alt üst oluş içinde, küçük burjuvazi, kendi dar dünyasına tekabül eden grupçu örgütlenmede ve bir avuç insan yığınıyla yetinmede ısrar edecektir. O, örgütsel başarısızlığın ana nedenlerini araştırmak, hatalarının köklerini bulmak yerine, körü körüne, hırçınlığını ve bağnazlığını sürdürecek, gözlerindeki perdeyi aralamakta direnecektir. Öte yanda, proletaryayı modern üretim koşullarından ötürü en devrimci sınıf haline getiren özelliklere ve nedenlere baktığımız zaman, proletaryanın grupçuluğa ve her türden dar anlayışa ve idealizme karşı mücadelesinin içeriğini anlayabiliriz. Proletaryanın yalnızca öncüsüyle (parti ve sınıf olarak proletarya) devrimi gerçekleştiremeyeceğinin temel nedenlerini kavradığımız zaman, proletaryanın dünya görüşü, buna uygun düşen örgütlenme ve ittifaklar anlayışı ve mücadele biçimleri ile grupçuluk ve grupçuluğun mücadele biçimleri ve birlik arasındaki uzlaşmaz çelişmeleri de görürüz.
Grupçuluk, devrim güçlerini hayatın her alanında böler, cılız düşürür. Gençlik kesimlerinde, sendikalarda, demokratik kitle örgütlenmelerinde ve hatta cezaevlerinde durum böyle değil midir? Grubun çıkarları ile devrimin çıkarlarını özdeş görenler, kendi geçmişlerine ve bugüne kadar temel sorunlarda bile kaç kez görüş değiştirdiklerine bakmalıdırlar. Bu arkadaşlara göre “En temel siyasetler bile, değişir, fakat gruplar değişmez.”
Grupçuluk, özde sağ, biçimde “sol” bir anlayışın sonucudur. Çünkü küçük burjuva örgüt anlayışı, düşmanı taktik olarak küçümseyen siyasal ve örgütsel anlayışın ifadesidir. Mao, emperyalizmi konu edinirken, onun ikili tabiatını belirtir; onun hem kağıttan kaplan, hem de gerçek kaplan olduğunu özellikle vurgular. Bu iki yanı, hem kof hem de güçlü yanı birlikte ele almak, fakat birbirlerine karıştırmamak gerekir. Emperyalizmin ve her türden gericiliğin, uluslararası proletaryanın ve ezilen ulus ve devrimci halkların devrimci ulusal kurtuluş savaşları ve toplumsal kurtuluş mücadeleleriyle yıkılacağına inanmamak, sağ oportünizmin teorik temellerini oluşturur. Diğer yanını, yani, günümüz koşullarında, emperyalizmin uluslararası örgütlenme düzeyini, askeri, ekonomik ve siyasal gücünü, bir yığın yenilginin deneyimlerinden çıkardığı dersleri, karşısındaki güçlerin mücadele tecrübesizliğini (ulusal anlamda) hesaba katmamak da maceracılığın teorik temellerini oluşturur. Maceracılar, bir vuruşta emperyalizmin ve işbirlikçilerinin güçlerini yıkacaklarını sanırlar, küçücük başarıları abartırlar, devrimci ruhun ve kararlılığın tek başına tayin edici olduğunu düşünürler. Nesnel koşullarla, öznel koşulların uyumunun gerekliliğini ve belirleyici olduğunu unuturlar. Bu nedenlerle, grupçulukta ısrar, örgütsel anlamda maceracılık sayılmak gerekir.
Emperyalizmi ve işbirlikçilerini taktik olarak önemsemeliyiz. Onlardan korkmalıyız. Gerek emperyalistlerin kendi aralarındaki, gerek yerli gericiliğin iç çelişmelerini, gerekse ezen ülkenin burjuvazisi ile ezilen ülkenin burjuvazisi arasındaki çelişmeleri doğru değerlendirmeli ve bunlardan devrimci bir tarzda yararlanmalıyız. Faşistlerin kendi aralarındaki çelişmelerin doğru değerlendirilmesi de devrime yarar sağlar. Grup yapıları içinde hapsolmak değil, çok güçlü, geniş kitleleri kucaklayacak siyasi bir örgütlenmeye gitmeliyiz. İşi çok ciddiye almalıyız. Kitlelerin içinde kök salmalıyız; faşist-revizyonist-reformist ve her türden gerici ideolojilere karşı yılmadan usanmadan savaşmalıyız. Sayıca az olmak grupçuluğu belirleyen ölçü değildir. Kadroları çok dar olan bir parti bile devrime önderlik edebilir. Önemli olan siyasi çizginin doğruluğu ve çizginin kadrolarca kavranıp kavranamamasıdır.
Düşmanın taktik gücünü küçümsemek bizi, kendi gücümüzü abartmaya ve dolayısıyla da yenilgiye götürür. İşte küçük burjuva düşmanı küçümsediği için, kendini olduğundan güçlü görür ve gösterir. Yaptıklarıyla övünme ve gösteriş hastalığı, onu sırlarını saklayamaz hale getirir ve legalizmin bataklığına batar. Deve kuşu örneği, kafasını kuma sokunca kendisini gizlediğini sanır ve gövdesini unutur.
- GRUPÇULUK, KENDİNİ “EN DOĞRU”
KABUL EDEN SÜBJEKTİF ANLAYIŞIN İFADESİDİR
Bugün ülkemizde bazı siyasi grupları, diğer gruplardan ayıran temel ve ortak sav şudur: “En doğru benim, birlik isteyen safıma gelsin.” Bu anlayış, ülkemiz devrim sürecine, dink beygirlerinin gözbağıyla bakmanın ve topyekün inkarcılığın bir sonucudur. Onlar, her dönemde, bütün yanlışlarına karşın kendilerini “en doğru” görmeye alışıktırlar. Onların bir kısmı, yakın bir gelecekte “proletaryanın mücadele platformu” diyerek sundukları ve tek doğru olarak kabul ettikleri temel görüşlerinin bir kısmını değiştirecekler, fakat doğruluk savından vazgeçmeyeceklerdir.
Marksizm-Leninizmin, küçük burjuva temellerine sahip ve kendilerini bu temelde biçimlemiş unsurlarca, proletarya adına sahiplenilmesi ve kavranmak istenmesi, onları ya gerçekten değiştirecektir ya da Marksizm-Leninizmin doğru çözümlenememesi ve ülke gerçeğinin kavranmaması, onları çeşitli grupçuklar halinde, proleter devriminin önünde bir engel haline getirecektir. Bu nedenle, onlar kitlelerle birleşmek, devrim yolunda mücadele eden devrimcilerle birleşmek yerine, birleşebileceği fakat grupçuluğu yıkacağından korktukları güçlere saldıracaklardır.
Marksizm-Leninizmi, küçük burjuvazinin elinde proletaryaya ve onun çeşitli alanlardaki savaşçılarına karşı bir silah olarak kullanmak isteyenler yanılırlar. Çünkü Marksizm-Leninizm, ancak proletaryanın ve onun devrimci savaşçılarının elinde, gerçek partisinin elinde devrimin bir silahı olur ve sınıfsız toplum doğrultusunda verilecek mücadelelerin yolunu aydınlatır. Marksizm-Leninizm, henüz ülkemizde proletaryanın ve yoksul köylülüğün elinde bir silah olmaktan çok, küçük burjuva aydınların çeşitli kesimlerinin elinde, kısır çekişmelerin aracı olarak kullanılmak istenmektedir. Marksizm-Leninizm kısır çekişmelerin, kariyerizmin aracı olamaz. O, başta işçi sınıfı ve yoksul köylülük olmak üzere ezilen ulus ve halkların elinde, pratikte somutlaşan devrimin bir silahı olabilir.
Grupçuluğa karşı, gerçek anlamda bir proletarya partisi için mücadele, proletarya ile burjuvazi arasında varolan uzlaşmaz çelişmenin partileşme süreci içindeki yansımasıdır. Burjuva kökenli etkilenme ve eğilimlerle, bu anlayışların biçimlediği parti anlayışlarıyla proletaryanın anlayış ve iradesinin çarpışmasıdır. Grup ve “parti” yapısını kendi varlığının nedeni ve mücadelesinin amacı gören küçük burjuva, bu dar bataklığı korumak için ölümcül bir mücadele yürütecektir ve gerçek anlamda bir proletarya partisi istedikleri için grup yapılarıyla çelişen herkesi, barışçı ya da barışçı olmayan yollarla ve çeşitli suçlamalarla yok etmeye çalışacaklardır. Onlar, her zaman için, geçerli ve değişmez tek harekettir. Marksizm-Leninizm, yalnız onların elinde bir silahtır. Oysa devrimin pratiği gösterir ki, Marksizm-Leninizm hiçbir zaman gericiliğin elinde, proletaryanın elindeki Marksizm-Leninizm silahını yenemez. Oportünizmin ve revizyonizmin temel hedefi her zaman Marksizm-Leninizm olmuştur ve olmaktadır.
Onlar, kendi dışlarındaki devrimci hareketlere karşı kör ve sağırdırlar. Ve tarih, onlarla başlar ve onların inisiyatifinde gelişir. Kendi dışlarında hiç kimsenin devrime, devrimci mücadeleye katkısı olamaz. Kendi dışlarındaki hareketler zararlıdır. Ve bu anlayış taraftarlara yerleştirilmek istenir. Bunun sonucu olarak da, taraftarlar, devrimci mücadeleyi kendi dışlarında yok sayarlar.
…………
- ZORUNLU BİR GÖREV:
GRUPÇULUĞA KARŞI MÜCADELE
Grupçuluğu yenebilmek için öncelikle grupçuluğun içeriğini kavramamız gerekir. Grupçuluğu küçümsemek, dudak bükmek, grupların taktik gücünü hesaba katmamak bizi ideolojik mücadelede körlüğe, zaaflara, arkadan hançerlenmelere götürür. Grupçuluğun kendiliğinden yıkılacağını düşünmek de kesinlikle yanlıştır. Grupçuluğu var eden sınıfsal, siyasal, teorik ve felsefi temelleri sarsmadan, bu temelleri yerle bir etmeden grupçuluğun zararlı etkilerini kıramayız. Bu sözümüzden, küçük burjuvaziyi bir sınıf olarak yerle bir etmek istediğimizi anlayanlar çıkacaktır. Biz, küçük burjuvazinin var olduğu müddetçe, çeşitli hastalıkların kaynağını oluşturacağının bilincindeyiz. Fakat bu sınıfı yok etmek değil, değiştirmek amacını taşıyoruz. Bu, özünde devrim, sosyalizmin inşası ve sınıfsız topluma geçiş sürecinin mücadeleleri sonucudur. Bununla birlikte, küçük burjuvazinin siyasi ve ideolojik etkinliğinin etkisiz hale getirilmesi için mücadele, grupçuluğa karşı mücadele ile birleştirilmelidir. Grupçuluğa gelişigüzel, siyasetsiz bir biçimde saldırmak, küfretmek, onu yıkmak bir yana, aksine onu güçlendirir. Grupçuluğun panzehiri bilgi, devrimci içtenlik, pratik mücadelede ve olabildiğince eylemde birlik için esneklik, proleter alçakgönüllülük ve devrimin çıkarlarını her şeyin üstünde tutmaktır. Marksist-Leninist bilgi, kitlelere kavratılabilirse, grupçuluğu yerle bir edecek bir silah olur. Cenaze törenlerinin bile, gruplar arasında çıkar mücadelesinin bir alanı haline getirildiği günümüzde, grupçuluğa karşı kör olanlar halka hesap vermek zorunda olduklarını akıldan çıkartmamalıdırlar.
Grupçuluk, düşünen, inceleyen, en doğru örgütlenme ve mücadele biçimlerini araştıran anlayışa, araştıran ve inceleyen anlayış da grupçuluğa düşmandır. Grup, kendi içinde, gruba ve grup yönetimine eleştiri yönelten unsurları, özellikle de grupçu işleyişi ve bunun sakıncalarını iyi bilen unsurları, “ihanet”le, “döneklik”le suçlar ve onları “afaroz” eder. Bunun yanı sıra, demokratik merkeziyetçilik, demokrasi, eleştiri, özeleştiri, cereyanların göğüslenmesi gibi sözleri de ağızlarından düşürmezler. Kuşkusuz yeni bir dünya özleyen ve bu özlemi hayatın içinde proleter anlamda değişme ve değiştirme olarak kalıba dökmek isteyenler, gelişmenin önündeki engellerden biri olan grup yapılarını yıkmak için mücadele edeceklerdir. Amaç grup yapılarını yıkmak değil, devrimdir. Grup yapılarının yıkılması, bu mücadele sürecinin yan ürünleri olarak değerlendirilmelidir.
Grupçuluğa karşı mücadele ederken, karşılaşılacak en önemli engellerden biri de, grup yapılarını korumada ısrarlı olanların kullanacakları grupçu şiddettir. Grup çıkarlarını korumak için gösterilen tepki, kimi zaman ideolojik ve teorik yetmezlik nedenleriyle kaba bir şiddete dönüşür. Devrimcilere ve halka karşı da kullanılan bu şiddete bazı gruplar “devrimci şiddet” adını takarlar. Oysa bu, devrimci şiddet değil, devrime karşı bir şiddettir. Küçük burjuvazinin, çöken bir sınıf olmasından kaynaklanan, proletarya ve tüm emekçi halka karşı kullandığı gerici bir şiddettir.
Şiddetin başlıca iki türü vardır.
1) Çöken sınıfların gerici şiddeti;
2) Gelişen güçlerin, gelişmelerinin önündeki engelleri aşmak için kullanmak zorunda kaldıkları, kitlelerin gücüne ve bilincine dayanan şiddet; devrimci şiddet.
Şiddetin devrimci ya da karşıdevrimci olmasını belirleyen esas etmen, onun sınıf içeriği ve şiddetin yöneldiği hedefin niteliğidir.
Biz, çökenlerin, burjuvazinin ve toprak ağalarının gerici şiddetini değişik biçim ve nitelikleriyle her gün çevremizde soluyoruz; özellikle de son günlerde. Bu şiddetin içinde, kendilerine “proleter devrimci” diyenlerin katkısını da görürsek şaşmayız. Çünkü bu şiddet de özünde çöküşün çaresizliğinden kaynaklanmaktadır. Tepedeki bir avuç “bilgin”in dar, bağnaz anlayışları tabana yansıdıkça, daha da daralmakta, gericileşmektedir. Tepedekiler, grupçuluğu teorik, felsefi ve ideolojik kılıfla ayakta tutmaya çalışırlarken, tabandakiler grupçuluğu, ideolojik ve teorik yetmezlikleri nedeniyle gerici bir şiddetle, yaymaya ve korumaya çalışıyorlar.
Partileşme süreci içinde bulunan ülkemiz proleter devrimci hareketi bağrında taşıdığı Marksist-Leninist eğilimli gruplar arası ideolojik ve siyasi mücadele sonucu, yanlış çizgilerin aşılması, doğru birikimlerin, tahlillerin ve tespitlerin birleştirilmesi ile işçi sınıfının en ileri unsurlarının bu temelde birliğinin sağlanması üzerine, doğru çizginin oluşturulması ve doğru çizgi çevresinde toparlanılması ve çizginin geliştirilmesi temelinde, devrimci partisine kavuşacaktır ve emekçi kitlelerin birliğini sağlayacak doğru adımları atacaktır. Doğru bir mücadele ve doğru birikimler temelinde sağlanmamış birlikler, ilkesiz birlikler, adına “parti” de dense, hayatın gerçekleri karşısında çöker, dağılır. .
1978 Aralık’ında, Güney’in 12. sayısında yayınlandı.
(Yılmaz Güney, Siyasal Yazılar, Güney Yayınları,
1. Basım Ekim 2000, sayfa 163-174)