Biri Bizi Gözetliyor…Orada Neler Oluyor?
Bir yarışma tipi… “Big Brother”, “Girlscamp”, “House of Love”, “to club”, “Inselduell”, “Expedition Robinson”, “Bus”, “Loft Story”… gibi farklı isimlerle, kimi nüans farklılıklarıyla ama özde birbirlerine çok benzeyen; ABD’de, Almanya, Fransa, Hollanda ve daha birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de hatırı sayılır oranda bir seyirci kitlesini ekranların karşısına çiviliyor.
Bizdeki “Biri Bizi Gözetliyor”, adıyla başladığı yayın serüvenini “Orada Neler Oluyor” ile –şimdilik– tamamladı.
İsmi ne olursa olsun, yarışma –değişik sayıdaki– katılımcının toplumdan belirli bir süre için –örneğin 100 gün, 300 gün vs. gibi– soyutlanarak yaşamlarını konteynerden bozma hazırlanan evlerde, yarışmacılar dışında kimsenin kalmadığı “ıssız” adada, bazen hareket halindeki bir “otobüste” vs. “normal” bir biçimde sürdürmeleri; ama bu yaşantının onlarca kamera tarafından çekilerek televizyondan –veya İnternet üzerinden– yayınlanması esasına dayanıyor. Yani katılımcılar herşeyiyle özel yaşantılarını gözler önüne seriyorlar. Peki ne için? Her yarışmanın olduğu gibi bu yarışmanın da bir galibi var; eleme sistemiyle sona kalan yarışmacı ortaya konulan bir miktar paranın –örneğin “Big Brother”in ödülü 250 bin mark– sahibi oluyor. Bu arada yarışmaya katılanların “ünlüler” sınıfına dahil olma “ödülü” de cabası…
İnsanların hayatını bir program gibi televizyon ekranlarına taşımak fikrinin yaratıcısı olan John De Mol; kişilerin özel yaşantılarını, dikizcilik merakını dikkate alarak yapılan kimi filmlerden –“Truman Show”, “Ed TV” gibi– esinlenmiş. Proje ilk kez Eylül 1999’da Hollanda’da gerçekleştirilir. Daha sonra kazanılan başarı üzerine program Almanya’ya taşınır. De Mol’ün sahibi olduğu “Endemol” isimli şirket “Big Brother”ı hazırlayıp Şubat 2000’de yayınlamaya başlar. Programın isminin “Big Brother” (“Büyük Birader”) olması da tesadüfi değil: Georg Orwell “1984” isimli kitabında denetim toplumunu anlatırken kullandığı “Big Brother is watching you!” (“Büyük birader seni gözlüyor!”) cümlesindeki “Big Brother” dikizleme esasına dayanan programın da “ironik” adı oluyor…
***
Bu “yarışma programı” aslında televizyonun kendi biçimlendirdiği seyircinin bütün ihtiyaçlarına cevap veren bir program formatındadır.
Örneğin program her gün yayınlanan, katılımcıların gittikçe gelişen insani ilişkilerini yansıtan; kavgaların, sevinçlerin, dedikodunun, karalamanın, kazanmanın, kaybetmenin, darılmanın, barışmanın… kısaca katılımcılar arasındaki ilişkiler yumağının aktarıldığı bir “günlük dizi”dir.
Bu program formatında “yarışma” vardır. Herkes bir arada yaşamaktadır fakat bunun bir amacı vardır; herkes kazanmak için oradadır; bunun için karşısındaki her bir katılımcı bir rakiptir. Yarışma yönüyle diğer yarışma programlarından özde bir farklılığı yoktur. Herkes yarışma sonunda verilecek ödülün peşindedir. Daha da olmadı, bu programın açacağı “şans kapılarından” nasiplenip, ün kazanmak, bunu da sonuçta paraya, “kariyere” tahvil etmek amaçtır.
Bu “yarışma programı” bir yanıyla milli piyango, toto, loto gibi şans oyunlarıyla da büyük bir benzerlik göstermektedir. Çünkü bu programa katılmak için başvuran adayların sayısı yüzbinlerle ifade edilirken katılımcı olanların sayısı onbeş-yirmiyi geçmemektedir. Katılımcı olmaya hak kazanan kişi “milli piyangoda büyük ikramiyelerden birisinin kendisine çıkma olasılığı kadar bir şans elde etmiştir.”
Program yer yer bir talk-show niteliğindedir de… Yarışmacılar çeşitli konular –ki tartışılan konular suya sabuna dokunmayan, çoğunlukla kişisel özelliklere yönelik konulardır; çoğu zaman dedikodu temelinde tartışmalar yürütülür– üzerine tartışmakta, görüşlerini ortaya koymaktadırlar. Bu haliyle televizyonların son yıllarda seyirciye vermiş olduğu “talk-show kültürü” bu program üzerinden de sürdürülmektedir.
Programın özelliklerinden birisi seyirciyi aktif olarak yarışmaya katmasıdır. Bu, seyircinin izlediği kişiler hakkındaki değerlendirmesinin bir ifadesi olarak telefonla puanlamaya katılması şeklinde olmaktadır. Yarışmadan elenmesini istediği veya yarışmayı kazanmasını istediği kişi lehine telefona sarılan izleyici bu “katılımla” “belirleyici” bir fonksiyondadır. Her ne kadar “seçme” dışında herhangi başka bir katılım sağlamasa da izleyiciye bu bile “yetmekte”; izleyici kendisini yarışmanın bir parçası konumunda hissetmektedir.
Bu yarışmada seks, dikizcilik/röntgencilik vardır. Yarışmaya katılanlar arasında bir flörtün yaşanması merakla beklenir, yer yer bu pohpohlanır, çöpçatanlık yapılır; bu çiftlerin sevişmeleri izlenir. Genelleme yapıldığında tümüyle dikizcilik/röntgencilik üzerine kurulu olan programda kimin, nasıl, ne kadar soyunduğu, duş yaparken vücudunda nerelerini ne kadar gösterdiği izleyici için “merak” konusudur!
Katılımcılar arasında oluşan dedikoduculuk bu “merakı” körükleyici bir unsur olmaktadır. Birarada yaşadığı kişilerin elenmesi –ve bunun sonucunda kazanma– yöntemine dayalı bir yarışma programında, sevmediği, istemediği kişi ya da kişiler hakkında dedikodu üretmek –tabii “değerlendirme yapma” adına– programın doğal kuralı gibidir.
Yarışmayı izleyenlerin az da olsa bir bölümünün yarışmayı “sıkıcı” bulduğunu, böyle “hiçbir özelliği olmayan bir programı seyretmenin özel bir yanı olmadığı” vs. türünden laflarla sık sık karşılaşılmıştır. Bu bir olumsuzlama olmakla birlikte izleyiciye, “Aslında hiçbir özelliği olmayan böylesi bir yarışmada ben de olabilirim, ben de yapabilirim” deme fırsatı da vermektedir. Böylece yarışma izleyiciyi bu yolla da “tavlayıp” “bunu da kendi hanesine pozitif bir yan olarak yazmaktadır.
Bu program formatı, yukarıda da değindiğimiz gibi milyonlarca kişiye kendisini izletme “başarısını” göstermiştir. Bu yönüyle “iyi kazanan” bir programdır. Örneğin “Big Brother” programının yapımcısı De Mol programın yayın hakkını RTL2 televizyonuna 18 milyon marka satmıştır. Programın izlenmesine paralel olarak getirdiği reklam gelirleri
, sponsor firmaların ödediği ücretler yayın hakkı için ödenen bu paradan kat be kat fazladır. Yine bu tür programlar, “Art Homeshopping-Show” programları arasında yerlerini almışlardır: Bu programların adı, logosu, sloganı vs. ile havludan kahve tasına, şapkadan nevresime kadar üretilen çeşitli ürünler epeyce revaçtadır.
***
“Immediast Bildirge”de (Medyanın devlet ve şirketlerin elinden alınarak halkın denetimine geçmesini isteyen ve bunun için mücadele yürüten “İmmediast” grubunun amaçlarını ilan ettiği bildirge) Timothy Leary’den yapılan bir alıntıda şunlar söylenir:
“21. yüzyılda, ekranı kontrol eden kişi bilinci, bilgilenmeyi ve düşünceyi de kontrol eder. Ekran zihnimizin aynasıdır. Ekranı edilgin bir biçimde seyrediyorsanız, programlanmışsınız demektir. Kendi ekranınızı düzeltiyorsanız, aklınızın denetimindesiniz.
Amerikalılar günde yedi saat yüzlerini gönüllü bir şekilde ekrana yapıştırır ve Big Brother’ın oraya koyduğu bilgiyi sorgusuz emerler. Amerikalılar aile ve dostlarının gözlerine baktıklarında daha fazla zamanı monitörlere bakarak geçirirler” (Medya Denetimi – Immediast Bildirgesi, Noam Chomsky, tümzamanlar yayıncılık, Ekim 1993, sayfa 26)
Evet; “Big Brother” şimdi bilinçlerin esir alınması uğraşında “Big Brother”, “Girlscamp”, “Inselduell”, “Biri Bizi Gözetliyor”… gibi programları izleyici için “uygun buluyor”. Peki, bu programlarla verilen bilinç ne? Sözkonusu ettiğimiz bu programların salt “masum” birer “yarışma programı” olma özelliği mi var? Bu programların işlevi ne?
Bu tür yarışma programları ideolojik ve toplumsal olarak bir işlev görüyor. Tam kontrollü bir toplum yaratma çabalarının bir parçası olarak bu programlar toplumda gözetleme ve gözetlenmeyi gayet “normal”, “kazandırıcı”, öykünecek bir şey olarak yerleştirmeye çalışıyor, hakim sınıfların iktidarının ve onların devletinin tam denetimli bir toplum oluşturarak kendi ömrünü uzatma istemine ideolojik malzeme taşıyor; böyle bir toplumun oluşmasına katkıda bulunuyor. Her anı denetlenebilen, köleleştirilmiş, uyuşturulmuş, sürü bireylerin ağırlıkta olduğu bir toplumda, sömürü sistemini daha uygun koşullarda, “tehlikesiz” bir şekilde devam ettirmek isteyen hakim sınıflar; geleceğin tam denetimli böylesi toplumu oluşturma yönündeki çabalarını bugün bilinçlere düşledikleri toplumun kalıplarını, klişelerini, sembollerini bu tür yarışma programlarıyla da yerleştirerek sürdürmektedirler.
Tam denetimli toplumun en önemli ayağını “zihinlerin denetimi” oluşturmaktadır. Bunu gerçekleştirme yönünde emperyalistlerin ve onların işbirlikçilerinin ne denli bir çaba içerisinde oldukları da “artık” sır değildir. Yukarıda sözünü ettiğimiz kitapta aktarılan bir CIA belgesi bu konuda yürütülen çabanın açık bir örneğini gözler önüne sermektedir. CIA’nın yazdığı ve Nikaragua’daki Kontralara dağıttığı psikolojik el kitabından şunlar aktarılmaktadır:
“Aslında siyasal bir savaşta, insan aslî hedef olarak düşünülmelidir. Gerilla savaşının askeri hedefi olarak algılanan insanın en kritik noktası zihnidir. Zihnine bir kez ulaşıldı mı, “siyasal hayvan”, mermilere gerek bile kalmadan yenilgiye uğratılabilir…
Gerilla savaşının siyasal savaş olarak kavranması, Psikolojik Operasyonları sonuç almada en belirleyici etkene dönüştürür. O zaman hedef halkın, bütün halkın zihni olur: Bizim birliklerimiz, düşman birlikleri ve sivil halk…” (age, sayfa 12)
Yukarıda değindiğimiz gibi, televizyonlarda izlediğimiz “Biri Bizi Gözetliyor”, “Orada Neler Oluyor”, “Big Brother”, “Loft Story” vb. türünden yarışma programları tam da bilinçlerin denetim alınmasına hizmet etmekte, bu yolla hakim sınıfların tam denetimli toplum idealine katkıda bulunan televizyon formatı olarak özellikle ideolojik temelde işlev görmektedir. Bu programlar bir bilinç yaratmaktadır: “Denetime açık ol! Kendini denetlettir! Böylece ün ve para kazanırsın!” Programların söylediği budur.
Bir çok ülkede pıtırak gibi bu tür yarışma programlarının ortaya çıkması ve yaygın olarak izlenmesi ne tür bir tehlike içinde bulunulduğunun açık bir ifadesidir. Bu tehlike bu tür programların hedef kitlesi de (14-49 yaş arası grup) dikkate alındığında daha da vahim hale gelmektedir. Toplumun en aktif kesimi bu programlar üzerinden de “denetim toplumunun üyeleri” olma yönünde eğitilmektedir.
Çeşitli interaktif araçlar bu tür bir programla paralel biçimde; aynı hedefe hizmet eden bir temelde işlev yürütmektedir. İnternette para karşılığında kendi yaşamını teşhir edenler, sözkonusu programların internet üzerinden de yirmidört saat izlenebilir olması –ve oldukça ilgi toplaması– buna iki örnektir.
Tüm bu noktalardan sonra kimilerinin “özgür bir toplumda yaşadığımızı” gerekçe göstererek bu tür bir programda da insanların kendilerini teşhir edebileceklerini, buna karşı çıkılmaması gerektiğini ileri sürebilir; bu tür bir karşı çıkışın ilkellik olduğu yönlü itirazlarda bulunabilir. Bu bağlamda birkaç şeyi belirtmek gerekli… Elbette kimileri kendisini göstermek istiyor olabilir; “teşhirci” olabilir vs. vs. Buna karışılamaz. İsteyen bunu yapsın, yapıyor… Burada problem kitle iletişim araçlarında ve bunlar üzerinden yapılan teşhircilik ya da bunun nasıl kullanıldığı, yapılan işin nasıl bir bilinç verdiğidir. Tartıştığımız budur… Kimsenin özel yaşantısını nasıl gözler önüne serdiğinin hesabını tutmak, muhafazakâr bir tavırla niye böyle bir davranış içine girdiğini tartışmak ve karşı çıkmak vs. değil…
Bizim sorunumuz, denetim toplumunun oluşturulması çabasına dikkat çekmek, insanları böylesi bir tehlikeye karşı uyarmak ve uysal köleler değil, düşünen, karşı çıkan, sorgulayan, doğruları bulan; insanı temel alan yeni toplumu yaratma yönünde çaba harcayan insanların yaratılmasına bu noktada da katkıda bulunmak…
***
Bizdeki “Biri Bizi Gözetliyor”, adıyla başladı yayın serüvenine… Program Türkiye’de Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından yasaklanmıştır. Yasaklanma gerekçesinin, –bizim yukarıda dikkat çektiğimiz– bu programın denetleme toplumu yaratmaya yönelik olması özelliğine karşı çıkmak vs. olduğu düşünülmesin. Hayır, RTÜK bunu düşünmüyor bile… Onun gerekçesi RTÜK’e göre çok daha yenilikçi ve modern olan “Biri Bizi Gözetliyor”cular karşısında çok daha “geri”: Programın Türk aile yapısına, örf ve âdetlerine ters düşmesi… Buradan yola çıkıp RTÜK’ün –ve onun savunduğu Türk örf ve âdetlerinin– programa karşı ileriyi temsil ettiği vs. düşünülmesin. Hayır, karşı çıkış çok daha ilkel gerekçelere dayanmaktadır. Örneğin programdaki öpüşme-sevişme sahnelerine karşı çıkmaktadır RTÜK… Öyle ya, Türk örf ve âdetlerinde sevişmek yoktur! Amerikan dizilerinde, filmlerinde vs. seks izlenebilir, ama Türk kadını ve erkeği bir programda milletin gözü önünde, “rol yapmadan” öpüşür veya sevişirse bu Türk örf ve âdetlerine aykırı bir durum oluşturur. Karşı çıkış bu kadar ilkel bir nedene dayanmaktadır.
RTÜK’ün yasağı sonrasında mekânını ve ismini değiştirerek konteynerden çıkıp Ege sahillerinde yayına devam etti. Bu kez adı, “Orada Neler Oluyor” olmuştu. Onbeş kişilik katılımcı 2 Haziran 2001 tarihinde kendi aralarında bir final düzenleyerek oylamayla birinciyi tespit ettiler. Birinciliği kazanan ödül olarak bir arabanın da sahibi oldu.
Şimdilik bu yarışma programının Türkiye serüveni “bitti”… Ancak bu önümüzdeki dönemde bu türden bir programın –RTÜK yasağını delmek için belki kimi yeni düzenlemelerle– yeniden hazırlanmayacağı anlamına gelmez… Hakim ideolojinin istediği toplumsal formatın oluşumuna/gelişimine katkıda bulunduğu ve bu toplumda bireylerin bilinçlerini “esir aldığı” sürece bu tür programlar –kimi yanlar törpülenerek, ya da bir başka deyişle daha da “Türkiyelileştirilerek”– yayınlanacaktır. Emperyalizmin / kapitalizmin ideolojik alandaki projeleri arasında yeralan, yayınlandığı ülkelerde kazandığı “başarıyla” bu ideolojiye katkı sunarak rüştünü ispatlayan böyle bir program formatına Türkiye daha ne kadar ilkel gerekçelerle karşı çıkabilecektir?
Bunu ileride göreceğiz…
Derya Gümüş