Dergimizin toplatılması üzerine okurlarımızdan, birçok yazar ve şairden destek mesajları aldık. Bu toplatma kararı ile ilgili olarak Taner Cindoruk’un gönderdiği bir yazıyı yayınlıyoruz. Ancak yazıyı tartıştığı, eleştirdiği diğer bazı konular nedeniyle de destek mesajları bölümünde değil, ayrı bir yazı olarak yayınlıyoruz.
1…Ali Dağdeviren’in, ‘türkiye vahşi ve barbar ülkelerin başını çekiyor’…ve benzeri cümleleri biraz ağır kaçmış…ülkemi ve insanımı seviyorum…yurt içinde olduğum için, ülkeme yurt dışından bakamıyorum…elbette, sokakta dilenen bir insan bile beni tedirgin ediyor…hayat çoğu defa bir ekmeğin ucunda…söz gelimi, insanlar yalnız…bu yıl, tersane işçilerinin dramı anlatan ‘ kâğıttan gemiler’ adında bir oyun yazdım… aynı yıl, sokak çocukları ve sokak gençleri bağlamında arka hayatları ya da arka yüzleri konu edindiğim uyuşturucu karşıtı bir oyun yazdım…sanatsal kültürel değerlendirmelerim her zaman toplum duyarlığını göz önünde bulundurmaktadır…elbette, ‘gereği düşünüldü, düşünmek gereksizdir’ kapsamında düşünen zihniyetlerin de bir gün mutlaka tezlerini çürüteceklerini düşünüyorum…(fazla düşünüyorum ama olsun…bu da suç değildir herhalde)
2…gönderdiğiniz yazıyı okudum…öncelikle geçmiş olsun diyorum…ben size zaman içinde; ‘havalar sevmez kanı’, ‘kış salıncağı’, vs, toplumcu gerçekçi boyutlarıyla ele aldığım _düşünce özgürlüğünü savunan_ şiirler gönderdim. hiçbirini yayınlamadınız…tuttunuz içlerinden ‘çok içimden’ adlı bir aşk şiirimi yayınladınız…burada bir çelişki görüyorum…gözden kaçmış da olabilir…nitekim derginin niteliği bu çelişkiden her daim üstündür.
3…öteden beri, dergi içindeki şiirlerin şiirsel etkileri; sanatsal derinliğinden öte söylem ve slogan biçimleriyle daha ön plândaydı… bu da, kuşkusuz derginin siyasi yönünün ağırlıkta olmasıyla koşullu diye düşünüyorum…
4…insanı, toplumsal açıdan ve toplumu birey olma özgürlüğü açısından irdelemede; araştırma, deneme, öykü, vs yazılarınız geleceğe ışık tutacaktır kanısındayım… insan adaletinin onurunu; insan onurunun adaletini(sadece tanrının adil olmasının yeterli görülmediği dünyada); güney dergisi yüreğinde taşıdı…sorunlar…insanın hızla üretip yozca tükettiği haz…göç, sınıfsal yitiş, suret aramalar, kuşku…bana göre her ülkenin ruhunda bir kesik gibi duran eşitlik hakkı…değerlendirilmeli…ışığın insan beynindeki zaafı bazen kör olası bir sevişmeye yol açabiliyor…ve taş atan çocuklarla çevik kuvvet bu yüzden parklarda oyun oynayamıyor…doğuda siyah giyinen kadınlar oluyor…bir berdelde berdel iki; üç, kan var bütün kelimelerin altında ve kapanış konuşması, perde…bir kadını sevmek için gitmek yeterliydi…söz gelir bir güvercin kuğurmasına dönüşebilir öz…bir balıkçıda bütün bir deniz, karanfil sıcaklığında söyleşilebilir…bütün doğumlar gibi tıpkı, ölümler de kardeş olmalı denilebilir…neyse…uzattım…
5….annesi Türkçe ağlayıp babası Kürtçe susan bir toplu fotoğrafta büyüdüm ben…yaşamak sözbirliğimiz; kimse inanmadığımız bir yaşamı kimseye öğütemez…ve ancak bir çocuğun saflığına yetişebilir gülün yaprağını açması…elbette; yanık olmasın yüzümüzün öbür yarısı…yarısı dünyanın yanık olmasın…kaldı ki, on iki tane eylül yüzünden kaç karton dayak yedikti babamızdan…suç…ve onun anti yüce kardeşleri…düşünebiliyor musunuz; kimse kimsenin akrabası değil diye mezarlar var kimsesiz…suç ve onun tekeli…galiba insan korkuların efendisi…ben her ne sebepten ötürü olursa olsun uzlaşmanın, ayrımlaşmadan çok,toplumun solgun atan kalplerini, başka toplumların solgun atan kalpleriyle birleştireceği ilmini savunuyorum…dolayısıyla solgun atların uykusu horultusunu yaymakta yılmadığı gibi, biz insanların da uykusunu kaçıracaktır…şiddete, şiddetli pazar ekonomisine, geçimsizliğe, saçma sapan bulmaca eklerine, elektrik ve insan kesintisine, hayata haciz getiren her türlü avukata, ateşli vukuatlara, _metrolara sıkışmış keş, karanlık, uykusuz yüzlerin geride bıraktığı taze gevrek yalnızlıkların dışında_ karşıyım vapur seferlerinin akşam 9 30 da sona ermesine…ayrıca gergin belediye otobüsü şoförlerine de karşıyım…en çok da neye karşıyım biliyor musunuz? denize yakın fevkalâde helâ işletmecilerine…cam arkasında yüzleri absürt bir sürü adam…bende palyaçolar gece sokağa çıkmaz diye içip içip dışlanırdım hep…acının sülalesiyle evlenmişim haberim yok…neyse, uzatmayayım…ne su, ne sevda, ne aşk, ne de bir halk gülmekten tıkılmasın içeriye…namuslu insanlar namuslu zekâların ürünüdür…ve bu ürünlerin başında nöbet tutanı sevmekse devrim hoş geldin nöbete…’gel ne olursan ol yine gel’ peki ya iş?…bir iş bulur musunuz bana? ‘bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir, kırk kere bozmuş olsan da tövbeni, gel’…ya iş? işi düşünme, gel..
6….içinden bir tren geçmeyecekse öpme kimseyi diyen gülüşleri sevdim…Yılmaz Güney’in gözleri gibi sevdim ben bu ülkeyi…Şener Şen’in koşuşu, Münir Özkul’un susuşu kadar sevdim…Edirne kapısından Hakkari ovasına kadar…bazen bir otobüs penceresinden her şeyi anlatır size hayat…hatlar karışık da olsa iyidir bazı yolculuklarda ıslanmak…ıslanırken güneşi tasarlamanın hünerini sevdim…okul duvarlarından atlayıp bacağımı burktuğum günlerin hatırına, bütün güllerin aynı anda koktuğu akşamüstlerini sevdim…oyunları caddelerde eskitmeyen çocukları sevdim…o çocukları akşam vakti olunca çağıran anneleri sevdim…ellerimin arasında hep bir umut vardı…ki paslanmışken tornası umutsuzluğun…
7….giz yaşamı kutsallaştırdıkça bir o kadar da görünen gerçekler masklaşır…buna dikkat etmeliyim…çünkü herkes başka türlü benzetir hayata sevdiğini…ben ne kadar bir şeyi anlamlandırma çabasındaysam, karşımdaki o kadar tedirgindir!inanca, cinselliğe, sıradan idealist ve varoluş çıkmazında boğulma iklimine uygun Ayn Rand kitaplarına rağmen bir anlamı var bu hayatın…ıssızlık mı acaba…kimse asalak veya ahmak olmak için kötü niyete bulaşmaz. kimse şerefi için orospu olmaz. ama herkes şerefsizce satın alır birilerinin şerefini ki; giz burada en önemli şeytandır…Tanrı iyidir, iyi yürekli…bütün dinler gibi o da heveslidir insanı yazmaya. sonsuz bir irkiliş var bu yer yüzünde…bütün kuşların özeti, bütün güllerin şehveti, bütün ayrılıkların dehşeti var…bunun tadını çıkarmalıyım…yüreği kar toplamamış hüzünlerin birikimi bizi kutuplaştırır, ırklılaştırır, ıraklaştırır…( ki ırak’tan ötürü seviyorum ben bu ırak kelimesini) zaten kayboluşla kaybedişin ayrı şeyler olduğunu öğrendiğinde başlıyorsun ıraklara dalma eylemine… yeryüzü ikiye ayrılır; bir yeryüzü, iki maden ocağı…
8….çünkü, her şeyin çünküsü vücut bulur belkide…belkide her şeyin bir çünküsü vücut bulur…belki çünküye eştir vücut da, akla temas bakımından…akla temas istiyorum insanlığın göz pınarından…açlık bir kusur mu ki bayraklarla örtülsün üzeri…
9..çünkü, yazgım yok…dişlerinizin arasındadır yazgı…ateşin terlediğidir umut…nalları eşitsiz koşmaya gelmedim ki buraya…örtüler, örtüleri kaldırın. göçmesin dilinden, yumağından hiç kimse…
10…çünkü, aşıklar öpüşebilir parklarda, öpüşsün/ bu değil benim ürperişim/ asıl ürperiş, kapanan kepenklerin dibi…
11…çünkü, yaşım on…yarın büyüyeceğim daralacak pantolon…özgürlük pazarlarında kısılmayacak sesim. çürük maşalara poz vermeyecek güneş, kav örtünmeyecek kadınlar güz masallarına…üstü beden kalmayacak paranın…yarın büyüyeceğim…bunları söylemek istedim…
12….saygılar
Taner Cindoruk