“Neler oluyor bize?” Neler olmuyor ki? Olumsuzlukları saymakla bitmeyen bir ülkede her şey mümkün!
Bu yüzden de “Burası Türkiye!” denmiyor mu? Şimdi yine başlamış bir tartışma yürüyor ve “kimliğimiz” “alt-üst” edilmeye çalışılıyor! Son dönemde Türkiye’de gündemi işgal eden ve yoğun biçimde yürüyen tartışmalardan biri, “alt kimlik”, “üst kimlik” tartışmasıdır. Her şeyden önce bilinçlere çıkarılması gereken şey, bu tartışmanın, bu kadar yoğun yürütülmesinin perde arkasında yatan gerçeğin, Türkiye’de egemenler arasında yürümekte olan iktidar dalaşı olduğudur. Tartışmanın kendisi yeni bir şey değil, tarafların savundukları da!
“Bir kaşık suda fırtına koparanlar” tartıştıkları “kimlik” meselesini de alt-üst ediyorlar bu arada. Tartışma “üst kimlik” “alt kimlik” biçiminde başladığında bile, “kimliğimize” haksızlık edilmektedir. En başta üst-alt ilişkisi, yine egemenin kim ya da ne olacağı tartışmasının bir ifadesidir. Eşitsizlik burada en başta korunmakta ve savunulmaktadır. Birilerinin kimliğinin üst, diğerlerinin, ya da “öteki”nin kimliğinin alt kimlik olarak savunulması bile demokratik bir tavrın olmadığını ortaya koymaya yeterlidir.
Bunun da ötesinde insanların değişik türden kimliklerinin varlığı da reddedilmektedir bu “alt-üst” kimlik tartışmasında.
Örneğin, bir insanın ulusal kimliği, siyasi kimliği, meslek kimliği vb. kimlikleri sıralayabilirsiniz ve bunların hepsine de farklı farklı cevaplar verme durumunda kalacaksınız.
Örneğin kimlikle ilgili soru listesini şöyle hazırlayabilirsiniz: “İsminiz nedir? Cinsiyetiniz? Ulusal kimliğiniz? Mesleğiniz? Hangi siyasi düşünceye sahipsiniz?” vb. Bunların da her birinin alt kesimlerini oluşturan sorular sorabilirsiniz. Mesela siyasi kimlikte, sağcı mı, solcu mu, ortayolcu mu? diye sormak mümkün. Peki ama tüm bunlara bir tek “üst kimlik” ile cevap vermek mümkün mü? Açıktır ki hayır!
Bu nedenlerden dolayı bile, anda yürüyen “alt-üst kimlik” tartışmasının çerçevesinin reddedilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. Üst kimlik-alt kimlik savunusu, somut tartışmalarda egemen kimlik ile ezilen kimlik tartışmasının sadece bir aynasıdır.
Yürüyen tartışmada ezen, egemen kimlikle, ezilen, tabi kimlik arasındaki eşitsizliğin ortadan kaldırılması meselesi gündemde yoktur. Ve bu nokta kendi aralarında çelişmeli olan ve iktidar dalaşında birbirine karşı her türlü oyunu oynayanların, ortak noktasıdır. Onlar, eşitsizliğin sürdürülmesi noktasında birleşmektedirler.
Onlar yine Türk milleti dışındaki millet ve milli azınlıkların ulusal kimliklerini tanımama bağlamında da birleşmektedirler. Hepsine göre, gayrimüslimler dışındaki tüm etnik gruplar Türk ulusunun parçalarıdır. Onlara göre Türkiye’de Lozan Anlaşması ile kabul edilen “din’i azınlıklar” dışında –ki bunlar Rum, Ermeni ve Museviler olarak kabul edilmekte ve Süryaniler dıştalanmaktadır– hiç bir azınlık yoktur, Türk ulusu dışında bir ulus yoktur.
Bunlar arasında geçen tartışmanın özü, “alt kimlik” olsun mu olmasın mı da değil şimdilik. “Üst kimlik” ne olacak meselesinde ipler kopuyor…
Başbakan Erdoğan’ın yeniden dillendirdiği “üst kimlik”, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”dır.
Buna isyan bayrağını çekenler ise, “üst kimliğin” Anayasa’da da belirlendiği gibi “Türklük” olduğudur. Yani çelişki, “üst kimliğin” “TC vatandaşlığı” olmasını savunmakla, “Türklük” olduğunu savunma arasındadır. Bu aynı zamanda kendisini “Türk” mü, “Türkiyeli” mi kavramının tartışılmasında da ortaya koyuyor.
Aslında bu iki tanımın da –kendi aralarındaki farklılıklara rağmen– sonuçta ortak özelliği, yürütülmesi gereken tartışmanın özünün şu ya da bu milli azınlığın veya ulusun ulusal varlığının tanınması olduğu gerçeğinin üzerini örtmek oluyor. Koleranın ne kadar kötü olduğunu tartışarak, insanları vereme razı etmeye çalışıyorlar. Bunların ama hastalığı ortadan kaldırmak diye bir amaçları yok. Hastalık sürüyor…
Hastalık, Türk milleti dışındaki millet ve milli azınlıkların ulusal varlığının reddidir, inkârıdır. Türk şovenizmidir, Türkçülüktür, ırkçılıktır… Sorun buna karşı olabilmektedir.
Proleter kültürün, demokratizmin, proletarya enternasyonalizminin savunucularının, en baştan, tartışmanın içeriğinin de çerçevesinin de aldatıcı olduğunu; bunun eşitsizliğin andaki biçimiyle korunması ile başka biçimlerde sürdürülmesi arasındaki bir farklılık olduğunu ortaya koyması ve herkese kendi kimliğinin verilmesi talebini yükseltmesi doğru olanıdır.
“KİMLİK” MAHKEMELİK…
Bu tartışmanın yeni olmadığını belirttik yukarıda. Yaklaşık iki sene önce de benzeri bir tartışma yürümüştü. O dönem de Erdoğan “üst kimliğin TC vatandaşlığı” olması gerektiğini savunmuş ve tartışmalar bugünkü gibi yoğun olmamıştı.
2004 Ekim ayı başında kamuoyuna yayınlanan “Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu”nun “Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” başlıklı rapor ile tartışmalar kızışmaya dönüştü… Yine “Türklük hissiyatları” zedelenen “özbeöz Türk”lerin tepkileri, başta Başbakan olmak üzere yetkililerin sözkonusu rapora sahip çıkmama yönlü tavırlar takınmasını beraberinde getirdi.
Kamuoyuna sunulan rapora hükümet sahip çıkmadı, tersine raporu hazırlayanlara karşı değişik yaptırımlar gündeme getirildi. En başta sözkonusu komisyonda önemli rol oynayan Baskın Oran ile İbrahim Kaboğlu hakkında soruşturma açıldı. (Görevlerinden alınması tabii ki atılacak ilk adımdı, atıldı.)
Gelinen yerde, Aralık ayı ortalarında basına yansıdığı kadarıyla, sözkonusu soruşturmayı sonuçlandıran Ankara Cumhuriyet Savcılığı, her iki kişi hakkında da “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik, devletin yargı organlarını alenen aşağılama” “suçundan” 1.5 yıl ile 5 yıl arasında değişen ceza talebiyle dava açtı. Sözkonusu dava 15 Şubat 2006 tarihinde 28. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlayacak.
“Alt kimlik-üst kimlik” tartışmasının Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu şahsındaki durumu şimdilik böyle. Bunlara mahkeme yolu görünürken, “üst kimliğin” “TC vatandaşlığı” olması gerektiğini savunanlara da belli işaretler verilmektedir.
“KİMLİK” ÇEŞİTLEMESİ Mİ…
“Alt kimlik-üst kimlik” tartışmalarında kültürel zenginliklere yenileri de eklenmiyor değil. Sözkonusu Kürtler ya da Lazlar, Çerkezler olunca, onların kimliğini ifade etmek için resmi ideoloji savunucuları tarafından sürekli tekrarlanan bir şey vardır: Onlar Türk milletinin mozaiğinin parçasıdır…
Bu düşünce 82 yıllık cumhuriyet tarihinde hep savunulagelmiştir. Türkiye tek milletten, Türk milletinden oluşur, geri kalanlar ise –gayrimüslim azınlıklar dışındakiler– Türk milletinin değişik renklerini, mozaik parçalarını oluştururlar.
Değişik millet ve milli azınlıkların ulusal kimliklerinin inkâr ve reddedilmesinin bir açıklamasıdır mozaiğin parçası olmak…
Başbakan Erdoğan da bunu savunmaktadır. Fakat andaki iktidar dalaşı, Erdoğan’ın bunu savunmasını yetersiz kılmaktadır… 82 yıl bize bu düşünceyi empoze etmekle uğraşanların andaki kimi temsilcileri, bu mozaik düşüncesini artık yetersiz bulmaktadır. Mozaiğin parçalanma ihtimalini içinde barındırdığını ifade ederek yeni ifadelendirmeler icat etmektedirler.
Açık ırkçı, Türkçü ve Turancı ve de faşist cenahtan olan Altemur Kılıç gibileri Türk milletinin mozaik değil, ebru olduğunu keşfederken Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu Türk milletinin kimliğini “Mozaik değil şerbetiz” diye ortaya koymaktadır.
“Alt-üst kimlik” konusunda Parti Başkanı ve Başbakanına kızan AKP Balıkesir Milletvekili Turhan Çömez ise, “Bir çadır gibi Türkiye’nin elbisesi vardır. Bu çadır Türk kimliğidir, altı üstü olmaz” diyerek Türk kimliğini çadıra benzetmeye kalkıştı. Çadır, şerbet, ebru ve mozaik… Tüm bunlar Türk milletini ifade eden üst kimlikler olarak ortaya atılıyor. Hepsi de, Türk milleti dışındakileri inkâr ve reddediyor.
Türk kimliğinin bu kadar çeşitliliğe sahip olduğunu bilmiyorduk önceden. Artık cumhuriyet savcılarının bu tür tespitleri “Türklüğe alenen hakaret” çerçevesinde kabul edip etmeyeceklerine karar vermeleri ve buna göre de bu “kâşif”lere mahkeme yolunu göstermeleri gerekmiyor mu diye de düşünmemek mümkün değil…
Bu tür tartışmalara karşı, ırkçılığı teşhir etmeye çalışan kimi yazarlar da tartışmaya başka renkler kattı… “Üst kimlik” meselesinin sebze ya da meyve, alt kimliklerin ise hıyar, domates ya da elma, armut olmadığını anlatmaya çalıştılar.
BAYKAL BAŞI ÇEKİYOR…
Baykal’ın siyasetçiliği aslında Türkiye’de siyasetçilerin yeteneksizliğinin en iyi örneklerinden biri. CHP’nin geçmişte “Kürt sorunu” ile ilgili hazırladığı kimi raporlarda da benzeri şeyler savunulsa da, Erdoğan’a muhalefette Baykal, CHP’nin bu tavırlarını yokmuş gibi göstererek “kimlik” tartışmalarının muhalif başını çekiyor…
“Türk üst kimliği Türkiye’nin kırmızı çizgisidir. Kuzey Irak’taki kırmızı çizgilere benzemez. Türkiye’de Türk milleti alt kimlik değildir.” (Hürriyet, 15 Aralık) dedikten sonra, “Başbakana Türklüğün bir üst kimlik olduğunu söyletmeye çalışıyoruz.” tespitini yaptı.
Baykal’ın bu tavrı, diğer tavırlarıyla birlikte 82 yıllık Kemalist cumhuriyetin yaklaşımını sürdüren bir tavır olduğu açıktır. Bu tavır, örneğin Kürtlerin kimliğini inkâr etme tavrıdır da aynı zamanda. Aynı Baykal Şemdinli’de konuşurken ama “Ayrımcılık yok, birbirimizi yok saymak yok. Hepimiz birbirimizin kimliğine saygı göstereceğiz.” (Hürriyet, 9 Aralık 2005) biçiminde tavır takınabilmektedir. Ne büyük sahtekârlık!
Hem Türk olmayanların kimliğini red ve inkâr edeceksin, hem de “birbirimizin kimliğine saygı göstereceğiz” diyeceksin? Bize göre tabii ki bu diğer burjuva siyasetçilere olduğu gibi Baykal’a da yakışır bir tavırdır. Burjuva siyaseti sahtekârlık, yalan dolan üstüne kurulu bir siyasettir.
Baykal’ın çok okumuş ve bilmiş olan bir siyasetçi olduğunu da bu arada öğrenme şansını yakaladık. Baykal, Erdoğan’a “kimlik” dersi verirken, “İstiklal Marşı’nın şairi Mehmet Akif, Arnavut olmasına rağmen ‘Türk Milleti’ denilince göğsü en çok kabaran insandır. Mehmet Akif Türklüğü içine sindirmiştir, Başbakan da sindirecektir.” (Hürriyet, 14 Aralık 2005) görüşünü savundu.
Hürriyet gazetesi köşe yazarlarından Ahmet Hakan, Mehmet Akif’in esasen dinci olduğu, din kimliğini savunduğu ve ne Türklüğü, ne de başka bir milletten olmayı diğer milletlerden üstün görmediği konusunda Baykal’ın yardımına yetişti… Ahmet Hakan, Baykal’ın Erdoğan’a karşı verdiği örneğin tam da Erdoğan’ın kullanabileceği bir örnek olduğu konusunda Baykal’ı uyardı… Bu arada tabii ki Baykal’ın Akif’i okumadığını, işkembe-i kübra’dan attığını da geçerken ortaya koydu.
Türkiye’de egemenlerin temsilciliğini yapan siyasetçiler arasında yürüyen tartışmalar, bu kültür seviyesine sahip olanlar tarafından belirleniyor.
Dinin çimentoluğu, kimliğin çadırlığı ya da şerbetliği gibi yüksek buluşlarla kitlelerin beyinleri işgal altında tutulmaya çalışılıyor.
Tartışmalarda “üst kimliğin” “TC vatandaşlığı” olmasını savunanlara karşı öne çıkan temel yaklaşım, Türkçülüktür. Kimi yerde açık ırkçılık, şovenizm, kimi yerde inceltilmiş ya da kaba biçimi görünmektedir. Ama hepsinin de ortak yanı Türk şovenizmidir.
“Üst kimlik” “TC vatandaşlığı” olsun diyen yaklaşım, açık ırkçı yaklaşımdan biraz da olsa ayrıdır. Bu tavır birleştirici olanın bir devletin vatandaşlığı olması gerektiğini, etnik kökenlilerin bu vatandaşlık temelinde kendi etnik kimliklerini de ifade etmelerine izin verilmesi gerektiğini savundukları yerde; 82 yıllık inkâr ve red siyasetinden belli bir değişikliğin gerektiğini de savunma durumundadırlar. Bu ama, bunların gerçekte Türk milliyetçisi tavırlardan koptuğu anlamına gelmiyor. Hepsinin temel dürtüsü Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl daha sıkı ve sağlam korunacağıdır.
Dalaş, “Türk”lüğün vurgusunu yapan şoven tutucu kesim ile liberal burjuva siyasetin savunucusu milliyetçi kesim arasında yürüyor. İşçilerin, emekçilerin bunlar arasındaki dalaşta taraf olma diye bir görevi, ya da zorunluluğu yoktur. Türk milletinden işçilerin, emekçilerin doğru olandan yana tavır takınma ve ezen milletten olmaktan kaynaklı görevlerini yerine getirmeleri günün acil görevidir. Türkiyeli işçiler, emekçiler somut tartışılan konuda, “alt-üst kimlik” tartışmalarını reddetmeli, Türk milleti dışındaki millet ve milli azınlıklara, herkese kendi kimliğinin tanınması için mücadele etmelidir. Demokratizm kültürü bunu gerektirir.
TAHSİN GÖKSEL, 22 Aralık 2005