Matrix tamamlandı…(mı?!)
İlk bölümü 1999’un sonunda vizyona giren Matrix’in ikinci ve üçüncü bölümleri kısa aralıklarla 2003 sinema sezonunda gösterildi, gösteriliyor.
Yapımcıları tarafından en başından itibaren bir üçleme olarak planlandığı ve üçüncü bölümle kesinlikle tamamlandığı, ne kadar başarılı olursa olsun “devamı” gelmeyecek dediği Matrix’in üçüncü ve kesinlikle “son” olduğu söylenen bölümü bütün dünyada aynı anda vizyona giren ilk film oldu. Güya film korsan kasetçilerden korunmak amacıyla yapılan bu iş, filmin dünya haber bültenlerine bile girmesini sağlayan iyi bir reklam hilesiydi aslında. (Neyse ki Erzurum’da bir sinema Müslüman halkımızın iftar vaktini düşünerek, dağıtımcının verdiği saatten bir saat önce başlayarak, dünyada Matrix III’ü en önce gösteren sinema ünvanını kazandı ve o da böylece dünya sinema tarihinde hak ettiği yeri aldı!) Yürütülen reklam kampanyası, ikinci ve özellikle üçüncü ve son bölüm hakkında yayılan gizem dolu dedikodular, gerçekten etkileyici idi. Zaten oldukça geniş olan Matrix müritleri merakla beklediler devam filmlerini.
İkincisinin adı “Yeniden Yüklenmiş Matrix”ti. Bu ikincide birinciye göre “yeni” olan tek şey, birinci bölümde varmış gibi görünen “seçme” işinin de (ilk filmde gerçeği bilen Morpheus “Mesih” olduğunu düşündüğü Neo’ya biri kırmızı diğeri mavi iki hap veriyordu. Bunlardan biri acı da olsa gözleri açan, gerçeği görmeyi sağlayan, diğeri ise sanal dünyada “mutlu” yaşamaya devam etmeyi sürdürmeye yarayan bir haptı. Neo görünürde kendi özgür iradesiyle onu gerçeğin çölüne taşıyacak hapı seçiyordu.) aslında önceden verilmiş olduğunun, “kader” olduğunun, Neo’nun aslında başka bir seçim yapması imkânının olmadığının ortaya konarak kaderciliğin açık propagandasının yapılmasıdır.
Filmin birinci bölümünde gerçek var mı yok mu tartışmasına, ikinci bölümde gerçek -varsa eğer- o gerçek içinde de insanın gerçek seçimi yoktur. Matrix’in -aslında bütün işlevleri kendilerine egemen olan makinelere, muazzam bir eletronik beyine enerji sağlamak olan insanlara, sanal bir dünya yaratan programın- dışında bir dünya yoktur. Varsa, bizzat o bir başka Matrix olabilir. Sonuçta kendini özgür sanan insan, Matrix dışı sanan insan, Matrix’e karşı mücadele ettiğini düşünen insan, bunu “kaderi” olduğu için -yani öyle programlanmış olduğu için- yapmaktadır.
Bir de tabii neredeyse 20 dakika süren bir otoyol savaşı sahnesi var. Milyonlarca dolarlık bir filmde olmaması gereken basit hatalar (Morpheus’un kılıcının boyutu sürekli değişiyor; yine otoyol sahnelerinden birinde Morpheus hızla giden kamyon üzerinde ajanlardan biriyle dövüşürken -herhalde rüzgâr makinesi unutulmuş olduğundan- etraf sütliman, en küçük bir rüzgar izi yok; Niobe’nin camı kırıldıktan sonra Morpheus yandaki kamyona atlıyor. Bir sonraki sahnede nasılsa cam kırık değil!) dışta tutulursa gelinen yerde sinema tekniğinin nelere kadir olduğunu gösterme açısından ilginç. Gerisi, tekrar! Ha bir de uçmaya başlıyor Neo! O uçar da Smith uçmaz mı? O da uçmaya başlıyor. Neo, Matrix’te programın da kontrolu dışına çıkmış olan ve bir bilgisayar virüsü gibi kendini çoğaltan Ajan Smith’le dövüşünde öldükten sonra da sevgilisinin öpücüğü ile yeniden diriliyor. (İsa’nın çarmıha gerildikten sonra, kutsal ruhun göğe yükselişi ve sonra yeniden dönüşü!) ve bu kez ol sevgilisini kurtarmak için acelesi olduğu için, basitçe uçuyor. İnsan istedikten sonra, niye olmasın! Hele hele bu insan seçilmişse! Kurtarıcı ise! Mesihse! Bu kadarı da saçma, olmaz demeyin! Anlatılan gerçekte dünyanın en eski masallarından biridir. Hangi din burada anlattıklarımdan başka şeyler anlatıyor? Aslında Matrix’te anlatılanlar hiç yeni değil. Yeni olan tek şey kullanılan teknik!
III. Bölüm ikincinin bıraktığı yerden alıp, Matrix’in -yani sanal dünya programının- nasılsa kendi dışında kalan insanların sığındığı siyonu (Siyon, vadedilmiş vatandır. İnsanlar bu vatanda dine uygun yaşayıp, kurtarıcıyı bekleyecekler, kurtarıcı -Mesih- geldiğinde nihayet vadedilmiş düzen, tanrının düzeni kurulacaktır. Ya da başka bir deyimle, kıyamet kopacak, dinine bağlı insanlar cennete varacaktır vs.) yok etmeye yönelmesi; ve kurtarıcımız Neo’nun siyonu kurtarması mücadelesini resimliyor. Bu mücadelede tabii kendi kurdukları düzeni yok olmaktan korumaya çalışan siyondaki insanlar da var. Fakat onlar gerçekte çaresiz. Makinelerin kendilerini yok etme saldırısına karşı, kendilerini daha modern makinelere karşı görece daha geri makinelerin yardımıyla korumaya çalışıyorlar. Fakat muazzam teknik üstünlük karşısında gerçekte tek umutları “kurtarıcı”dır.
Ve kurtarıcı, en yakın müritlerinin aktif desteği ile siyonu, kendini feda ederek kurtarır sonunda. Ama ne kurtarma?! Sonunda Matrix’in yapımcılarının katına yükselir Neo, her tarafından yansıyan ışıklar bir haç oluşturur. Neo, Matrixle birleşip sonsuzlaştığında, program saldırı makinelerini durdurur. Siyon kurtulur! Haleluya! Yarabbi şükür. Matrix biter! Mi?!…
Bu konuda yapımcıların verdikleri sözlere pek inanmamak gerektiğine inanıyorum.
Eğer Matrix iyi iş yaparsa -ki ilk veriler yapacağını gösteriyor- “kurtarıcı”nın yeniden insanlar arasına inmesini kimse engelleyemez!
Kutsal ruh o, ne yapacağı belli olmaz!
Ama Matrix III’te her olasılık açık bırakılmıştır.
Bitimde kız çocuğunun kâhine sorduğu “Neo gelir mi?” sorusuna kâhinin verdiği cevap bilgece -ya da tüccarca da diyebilirsiniz-: “Bilinmez ki!”!!!
Bilinmezi bilinir kılacak bilimin adı modern çağda “pazar analizi”dir! Matrix’in çekeceği müşteri nedir? Getirdiği kâr nedir? Olası bir Matrix devamının getireceği olası kâr nedir? Kârın büyük olacağı hesaplanırsa bizi Matrix 4, 5 vb.’den Matrix’in Neo’su bile kurtaramaz.
Ama biz kendi kendimizi kurtarabiliriz. Kimse bizi zorla Matrix’e sokmuyor. Kendimiz gidip para verip seyrediyoruz. (Benim özrüm var! Meslek gereği seyretmek durumundayım.) Gidip seyretmeyiz. Matrix hal olur! O hal olur da, dediğim gibi her gün her saat her dakika beynimizin idealist saçmalıklarla doldurulmasından, dinden vb. nasıl kurtulacağız?
24 Şubat 2000 tarihli bir yazımda, en yeni bilim kurgu filmleri üzerine yazdığım “Burjuvazinin gelecek için olumlu bir düşü yok” başlıklı yazımda Matrix’in birinci bölümü üzerinde de durmuş şunları yazmıştım:
“Matrix’te, gerçek dünya, gerçek insan yok! ‘Gerçek dünya’ sandığımız, nerden gelip de dünyayı ele geçirdikleri belli olmayan insan suretli kimi yaratıkların bilgisayar programlarında ‘tasarladıkları’ bir Matrix! Buradaki kendilerini gerçek insan sanan insanlar, gerçekte yoklar. Yalnızca programcılarının tasarlayıp yansıttıkları gölgeler bunlar! Gerçek insanlar ise -daha cenin aşamasında- yalnızca dünyaya hükmeden insan suretli yaratıkların enerji ihtiyacını karşılamak için kullandıkları bioenerji maddeleri! -Tabii bunlar da gerçek olmayabilir- bunlar da tasarlanmış dünyanın yansımaları olabilir!-
Fakat bu arada sistemin nasıl işlediğini -nasılsa?- çözmüş olan, yeraltında, denizde yaşayan gerçek insanlar vardır. Bunlar, sisteme karşı bir gerilla savaşı yürütmektedirler. Yaptıkları iş, görüntüleri, gerçeğe dönüştürmek için savaştır. Burada filmin kurgusundaki mantıksızlık çıkıyor ortaya. ‘Gerçek’ yok aslında. Gerçek sanılan dünyada yaşayanlar, gerçekte bir düşüncenin yansımasından ibaret, madde yok! Fakat yine de, gerçek insanlar, henüz ‘ruhlaştırılmamış’, yansı haline getirilmemiş, kaçmayı becermiş insanlar, yani maddi dünya var! Ve bunlar, olmayanları, olmayanlara dönüştürmeye çalışıyor. Dönüşme işi de telefon yoluyla oluyor. Telefonla temas kurulduğunda, ruh, telefon sinyalleri üzerinden gerçek dünyadaki yerini alıyor veya yine telefon üzerinden, ‘kötülere karşı savaşmak için’ ruhlar, yansımalar dünyasına gidiyor! Bu kadar saçmalamak olmaz demeyin! Eski yunan filozofu Platon’un gerçek dünyayı, kapısından güneşin vurduğu bir mağaranın duvarında yansıyan bir gölgeler olduğunu savunduğunu ve bugün de savunulanın gerçekte bundan başka birşey olmadığını bilin yeter. Fakat Platon’a da haksızlık etmemek gerek, o bu dünyada gölge olarak var olduğu sanılan herşeyin bir örneğinin bir başka dünyada -bir yaratıcının kafasında düşünülüp yaratılmış olarak- var olduğunu varsayıyordu. Sonuçta onda da madde düşünce idi, bir tanrısal düşüncenin yansımasıydı ama bu dünyada olmasa bile bir başka yerde vardı. Şimdilerde Hollywood ‘Matrix’le bir adım daha ileri gidiyor! Madde, maddi dünya yok. Herşey düşünce, her şey sanal! Kimbilir, belki ‘Matrix’i görmek için gittiğiniz sinemanın koltukları da sanaldır. Ödediğiniz para da sanaldır. Siz de bir gölgesinizdir! Matrix’in mesajı bu! Burjuvazinin Hollywood üzerinden verdiği mesaj bu. Film, film dili, oyunculuk, görsel zenginlik, efektler vb. bakımdan usta işi! Milyonlarca dolar harcanarak yapılmış, fakat verilen parayı bir kaç misliyle kazanan, kitle etkisi büyük olan bir film. Çoğu insan bu filmi bir bilim kurgu, bir macera filmi olarak seyrediyor. Filmde bırakalım dakikayı, saniyelik bile düşünme imkanınız olmayan bir tempo var. Ve o tempo içinde en ağır dozda idealizm mesajını şırıngalıyorlar size. Bu arada tabii, İncil’e, Tevrat’a göndermelerle, ‘kurtarıcı’, ‘mesih’ arama düşünceleriyle ‘devrimcilik’ de hallediliyor! Sonunda filmin baş kahramanı, kendine sıkılan ‘gerçek’ kurşunları eliyle tutarak, düşüncenin maddeye üstünlüğünü, aslında maddenin olmadığını bir kez daha gösteriyor.
Bu filmi de tabii, tekniğin insana egemenliğine karşı bir ‘mücadele’ bir ‘eleştiri’, sanal dünyaya karşı gerçekliğin egemenliği için mücadeleye çağrı filmi vb. olarak görebilirsiniz. Böyle görmek isteyenler de kuşkusuz pazarda önemli bir yer tutuyor ve bunları da memnun etmek gerek. Hollywood idealizmin en kabasını en ince yöntemlerle sunarken, pazarın bu bölümünün ihtiyaçlarına da cevap veriyor.
Geçen yılın üzerinde en fazla konuşulan ve ‘çok beğenilen!’ bu iki bilim kurgu filmi de, gerçekte burjuvazinin geleceğe ilişkin bir olumlu düşünün olmadığını gösteren filmler. Onlar, doğru okunursa, burjuvazinin halini, andaki durumunu geleceğe taşıyan umutsuzluğun, yenilginin, kötümserliğin filmleri. Bu anlamda ve bu yanıyla ‘namuslu’ filmler de bunlar. Eğer burjuvazinin iktidarı sürerse, varılacak yerler, milyarlarca insanın, küçük ve tekniğe egemen bir azınlığı beslemek için “bioenerji deposu” olarak kullanıldığı, dünyanın yaşanamaz bir çöp yığını haline geldiği bir gelecektir.” (Güney, sayı 12, sayfa 62)
Buna ikinci ve üçüncü bölümden sonra da eklenecek bir şey yok.
Ya kaderle, dinlerin “yalan dünya-gerçek dünya” masallarıyla uyumaya devam edeceğiz. Ve gerçekte olmayan, bu anlamda “sanal” dünyadaki cennet beklentisi içinde, kendimize biçilen rolü oynayıp biricik gerçek dünyanın cehennemleştirilmesinin parçası olmaya devam edeceğiz!
Ya da o masalları bir yana koyup bu biricik, maddi, gerçek dünyayı cehenneme çevirme yönünde dev adımlarla ilerleyen sisteme elimizden gelen bütün araçlarla çomak sokup, o sistemi yıkma mücadelesinde yerimizi alacağız! Neo filan da beklemeyeceğiz. Neo ya sen ben biz hepimiziz. Ya da Neo yok !
Anuş Pazarciyan, 12 Aralık 2003