İyi akşamlar efendim. Ülkemizin en ünlü televizyon kanalı olarak bir ilke daha imza atıyor ve mileniyumun ilk tele söyleşisini yapıyoruz.
Efendim bildiğiniz gibi ayranımız olmasa da tahtırevanla görkemli bir şekilde mileniyuma girmiş bulunuyoruz. Bu tarihi olayın önemi ve anlamı elbette hepimiz için oldukça fazla. Bu akşam stüdyo konuklarımızla ve telefonla ulaşacağımız sevgili seyircilerimizle bu önemli konuyu tartışacağız.
Şu anda gördüğünüz gibi, stüdyomuzda kendisi küçük sanatı büyük şarkıcımız Küçük Milli var. Evet sayın Milli, siz mileniyum hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Mileniyom… Eee… Aslını sorarsanız bizim oralarda şimdiye kadar duyulmuş bir şey değil bu. Lahmacun, kebap, isot gibi bir şey olmadığı kesin. Daha onbuçuk yaşımı yeni tamamladığım için mileniyomla bir kez olsun yüzyüze gelemedim. Belki birgün onunla karşılaşırsam hakkında daha olumlu düşünceler şeyedebilirim. Biliyorsunuz biz sanatçılar herkesle iyi geçinmek zorundayız. Onun için de mileniyoma sevgilerimi sunuyorum ve ona daha ne diyeceğimi bilemiyorum.”
Evet canım seyirciler, şimdi de stüdyo konuklarımızdan Ordünaryüs Profesör Sayın Mete Burnukırık’a aynı soruyu yöneltiyorum. Buyurun Burnukırık.
“Biliyorsunuz geçtiğimiz bin yılın son yüz yılının bir yerinde bizde soyadı kanunu çıkmıştı. Ondan önce kadınlar hiç bir şekilde anılmazken, erkekler babalarının adlarıyla, ya da aile lakaplarıyla anılırlardı. Benim babamın babası katıldığı bir savaşta burnunu kırdığı için babama Burnukırığın oğlu demişler. O da Burnukırık’ı soyadı olarak almış. Yoksa bizim burnumuzu kıracak adam daha anasından doğmadı.
Bir profesör olarak burnun ne kadar önemli bir organ olduğunu iyi biliyorum, bu açıklamayı da bunun için yaptım. Mileniyuma da insanlar öncelikle burunlarıyla girmişlerdir. Bazı artistlerimizin ve elimsende oynayan sosyete güzellerimizin mileniyum öncesinde seri bir şekilde burun ameliyatı olmalarının nedeni de burada yatmaktadır. Mileniyum bana göre burunla yüzdeüçyüz ilintilidir. Çünkü İsa dünyaya geldiği zaman ilk önce burnunu çıkarmıştır dışarıya. Zaten onun burnunun büyüklüğü de bilinmektedir. Bu nedenle günümüzde insanlar artık bir konuyu anlatacakları zaman Mileniyumdan Önce, yani MÖ, ya da Mileniyumdan Sonra, yani MS diyerek değil burundan önce BÖ, ya da burundan sonra BS diye başlamak zorundadırlar.”
İnterresant, sayın Burnukırık, gerçekten çok interasant. Evet sayın seyirciler, bu bilimsel açıklamadan sonra ilk telefonu alıyoruz. Aloo… Sizi tanıyabilir miyiz efendim?
“Aloo… iyi akşamlar efendim. Öncelikle bana bu şansı tanıdığınız için size, stüdyo konuklarına, seyircilere ve tüm ülke halkına, yurtdışında bulunan vatandaşlarımıza selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Bizim hanıma kalsa telefon ettirmeyecekti. Bu günlerde telefon faturaları bir hayli kabarık geliyor her nedense. Bu posta idaresinde akıl makıl kalmamış. Adamlar kazık üstüne kazık atıyorlar. Sonra de ülkemizde iletişim bozukluğu olduğunu söylüyorlar. Elbette bozuk olur iletişim. Milletin birbirine ulaşabilmesinin önü kesiliyor, sonra da huzursuzluğun kaynağı olarak millet gösteriliyor. Hıyarağalarına bunu…”
Şey efendim, yani mileniyum konusu…
“Tamam kesme kızım, onu söylüyorum zaten. Dırlanıp durma lan.”
Aaa, siz… ama bana hakaret ediyorsunuz.
“Kesinlikle, asla ve kat’a, hanım kızım. Size neden hakaret edecekmişim? Bizim karı arkadan vırlıyor. Kısa kesmem gerekiyormuş, fatura… Başlarım senin faturandan ulan. Şunun şurasında… Ağzına tükürdüğümün karısı, yanına gelmem mi lan…”
Kesildi… Telefon konuşmamızın kesilmesi normal değil mi sayın seyirciler. Ama şimdi hemen yenisini bağlıyor arkadaşlar. Umarız seyircimizin evinde şu anda bir aile faciası yaşanmıyordur. Aloo… Sizi tanıyalım.
“Tanıyıp ne idecen anam. Sen gelemen, ben gelemem, Ahmet disem ne, Mehmet disem ne? De ki derin devletin bir ferdiyem. Şu mileniyom pezevengi var ya, ben esas ona şiyedecem. Diyecem ki, ula dürzü, geldim, geliyom, girdim, giriyorum dirken anamızı ağlattın, papucumuzu elimize verdin. Gız mileniyum enterisi, garı mileniyum terliği, oğlan mileniyum topu, torun mileniyum oyuncağı, damat mileniyum şeyi, dirken cüzdanın içine ettiler. Üstüne üstlük bir de deprem vergisi, mileniyum vergisi… Şimdi allasen söyle, kim kime girdi yani? Girmesek daha iyi degil miydi? Geçen bizim küçüğü sünnet ettirdik. O da öyle söyledi. Pipisine bakıp ‘eskisi daha iyiydi’ dedi. Yani heç olmazsa eskisine alışmıştık. Şimdi bu yenisi başamıza neler getirecek bilinmez. O mileniyum dürzüsü şunu bilmeli ki…”
Arıza… Efendim bu telefon da arızadan kesildi. Ah bu arızalar… Billahi biz şeyetmedik yani. Aslında belki seyircimiz önemli şeyler söyleyecekti. Olmadı. Şimdi ülkemizin iktidar partilerinden birinin yöneticisi telefonda. Evet sayın Atar, sizce mileniyum…
“Mileniyum, en büyüktür bence. Susurluktan da, mafyadan da, çetelerden de, Yeşilden de büyüktür. Öyle kısa bir şey olduğunu hiç sanmıyorum. Biliyorsunuz uzunluğu bin yıldır. Bizim partimizin tarihi de bin yıllara dayanan onurlu bir tarihtir. Biz kii, Ortaasya’dan çıkarak, Osmanlı’dan bu yana ne mileniyumlar görmüşüz, bu mileniyuma da göğsümüzü elbette siper edecek, parti olarak ülkemize hayırlı uğurlu olması için elimizden geleni yapacağız. Herkes bilmeli ki en iyi mileniyum bizim partininkidir. inanmayanlara hergün göstermeye hazırız.”
Teşekkür ediyoruz efendim. Şimdi de bir muhalif partinin sözcüsü var mikrofonda. Buyrun efendim, sayın Yatsıyatar sizi dinliyoruz.
“Fesuphanallah! Günaha giriyorsun hanım kızım günaha. Ne mileniyonu? Zaten dünyada bina ve zina arttığı zaman kıyamet kopacağı çok önceden ulu din adamlarımız tarafından açıklanmıştı. Depremler neden oldu sanıyorsunuz? Daha başımıza ne belalar gelecek, biliyor musunuz? Sen öyle kıçını başını açıp milletin önüne çıkarsan daha çoook mileniyom olursun. Günah, yazık, ayıp… Çoluk çocuğun ahlakını bozuyorsunuz efendim. Mileniyon diye bir şey yoktur, olamaz da. Çünkü dünyanın bir başı, bir de sonu vardır. Yaradılış ve yokoluş vardır. Bu nedenle kafirlerin uydurmalarına kapılıp mileniyonla uğraşanlara da cehennem azabı layık görülmüştür. Tez elden tövbe…”
Stüdyo oldukça sıcaklaştı. Bu spotlar yapıyor herhalde. Of…Şimdi de sayın seyirciler, kameraman arkadaşımız ve sevgili iş arkadaşım bir kahvehanedeler. Onların halkımızla yaptığı söyleşiyi izliyoruz.
“Burası ‘Gir-Çık Mileniyum Kıraathanesi’ sayın izleyiciler. Evet, şimdi okey oynayan vatandaşlarımıza yaklaşıyoruz ve soruyoruz. Efendim sizce mileniyum…”
“Kafamı karıştırma bacım, zaten zarardayım.”
“Yani siz milenuyum hakkında…”
“Hiç kimse hakkında söyleyecek sözümüz yok bizim. Biz vatandaş olarak her daim devletimizin yanında yer aldık. O dediğin işi olsa olsa Kürtler, anarşitler, komunistler, kökü dışarıda olanlar yapmıştır. Bizim öyle işlerle ilgimiz olamaz.”
“iyi ama, siz girmediniz mi yani mileniyuma?”
“Niye girecekmişiz kardeşim? Biz o kadar namussuz muyuz? Biz bugüne kadar devletimizin yasakladığı hiç bir şeye girmedik, girmeyiz de. Acan mısın, nesin! Ortalığı karıştırma!”
“Sayın seyirciler, şimdi de Milli Piyango bileti kuyruğunda bekleyen halkımıza yöneltiyoruz aynı soruyu. iyi günler, mileniyum hakkında…”
“Mileniyumunu yiyeyim anam.”
“Bize çıkar mı acaba o mileniyum. Bileti nerede satılıyor?”
“Biz mileniyomla değil milyonlarla ilgileniyoruz efendim.”
“Evet sayın izleyiciler, şimdi deprem bölgesindeyiz. Efendim mileniyum…”
“Mileniyum mu? Siz hiç dayak yediniz mi?”
“Elbette halkımızı anlayabiliyoruz sayın seyirciler. Evleri yıkılmış, yakınlarını kaybetmişler, ama ünlü bir gazetecimizin dediği gibi; çadırda da olsa mileniyuma girmenin zevki içinde bulunuyorlar.”
Arkadaşlarımıza bu güzel söyleşiler için teşekkür ediyor, yeniden stüdyoya dönüyor ve Sayın Cumhurbaşkanımıza bağlanıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız bize birazcık…
“Anladım efendim, mileniyumu soracaksınız. Yeni bir bin yılın başlangıcında durup çevreye bakarken kendimi düşünüyorum da, aslında iyi işler başardığımızı görebiliyorum. Aslında dün dündü, bugün mileniyom. Beni yeniden seçmeseler de önümüzde tertemiz bir sayfa duruyor. Son dönemde kırkbin ölü ile savaşı, yetmişbeşbin ölü ile depremi, yüzbin ölü ile trafiği allahın izniyle halletmiş bulunuyoruz. Mileniyum öncesinde fedakarca hamile kalan yurttaşlarımız, mileniyuma girerken doğurdukları mileniyum çocuklarıyla ülkemiz nüfusunda oluşan bu açığı kapatmış bulunuyorlar. Onun için yabancı devletlere el açmamız gerekmiyor. Biz bildiğiniz gibi önümüze hedef olarak koyduğumuz herşeye girmiş bulunuyoruz. Bu nedenle mileniyuma giremezsiniz demek abesle iştigalden başka bir şey değildir.”
Ne güzel konuşuyor babamız. Telefon varmış, onu da alıyoruz. Buyrun efendim.
“Ah canım, güzelim, sizi ne kadar severek izliyorum biliyor musunuz? Ben ev kadınıyım. O mileniyum var ya… Hani diyorum ki biraz yardım etseniz… Valla şu sıra mutfak masraflarını bile kurtaramıyor adam. Yani azıcık ipucu versen ne olur kız? Sevaba girersin billahi. Çoluk çocuk şimdi televizyonun başında. Bizim herif diyor ki sen çok iyi kalpliymişsin. Seni tanıyormuş… Tanıyor muymuş? Nereden tanıyorsun sen o karıyı lan rezil? Paralar nereye gidiyor şimdi belli oluyor, alçak, namussuz. Koskoca işadamısın, bir de beni bu şırfıntıya yalvartıyorsun. Seni mahkemelerde süründürtmem mi ben şimdi…”
Şeyy, hanımefendi…
“Konuşma lan karı, gelirsem oraya o milenyumu senin…”
Aaa, halkımız da yani iyice delirmiş gibi oluyorlar. Mileniyum bazılarına iyi gelmemiş galiba sayın seyirciler. Hah, bir telefon daha var. Buyrun efendim.
“Bak kardeşim, mileniyum milemiyom diye bir şey yoktur. Eğer varsa bu teres neden durdu durdu da bugünlerde ortaya çıktı? Ondan önce geçen bin yıl neden mileniyum olmadı da bu oluyor? Ne oldu yani? Savaş dersen ölen ölene, kıtlık, açlık, sefalet, rezalet, diktatörlükler, cuntalar, idamlar, kurşuna dizmeler… Ne fazlası var yeni yüzyılın da, içine girildi diye seviniliyor? Kimi kandırıyorsunuz siz. Yok yeni dünya düzeni, yok mileniyum, yok anasının tekkesi. Halkın yaşamında ne değişti yani? Çık çarşıya bir kere, herşey mileniyum. Hıyarların üzerine bile mileniyum yazdılar fiyatları iki kat arttı.”
Ama beyefendi, yani siz şimdi tüm dünyanın düşüncesinin…
“içine ederim efendim, içine. O dünyada akıl olsaydı bugüne kadar düşünürdü be. Dünya yetmedi, ozonu deldiler, uzayı helaya çevirdiler, dünyanın dengesi bozuldu, siz hâlâ oturmuş zırzır ediyorsunuz.”
Ama hakaret edemezsiniz beyefendi.
“Ederim. Bu da mileniyum hakareti. Hiç bir yasada cezası yoktur. Al cebine koy, bozdur bozdur harca.”
İşte, oluyor böyle şeyler efendim. Seyircilerimizin sinirlerinin zaman zaman bozulması gayet doğaldır değil mi yani? Son bir telefon daha bağlıyor arkadaşlarımız. Aloo…
“Geçtiğimiz yüzyılda kaybettiğimiz arkadaşlarımızın anısı önünde saygıyla eğilerek, marksist, leninist, maoist, stalinist, enternasyonalist partimizin sondan bir önceki kongre kararını açıklıyoruz: Bize göre mileniyum emperyalizmin üçüncü bunalım dönemini bitirip, dördüncü bunalım dönemine girdiği bir dönemin başlangıcı olarak, faşist sistemlerin kriz dönemlerinden basit rahatlama dönemlerine girmesi için sosyal demokrasinin elbirliğiyle çalıştığı, globalleşmiş yönetim sistemine doğru yürürken, Avrupa Birliği safsatası altında sınırlar açılıyor gibi gösterilerek daha sıkı bir sistemin temellerinin atıldığı, yoksul halkların bir türlü ayağa kalkamadıkları…”
Bu da tam birinci şubelik yani değil mi sayın seyirciler. Bıraksan bir mileniyum boyu konuşacak adam. Ben de işbirlikçilikle suçlanıp, işimden olacağım. En iyisi Küçük Milli bize son türküsünü söylesin, değil mi yani.
“Günler oldu gülemiyom
Ne halt yedim bilemiyom
Ellerin elleri oldu
Ben yarimi göremiyom.
Mileniyom mileniyom
Neden sana giremiyom
Millet giriyor asıra
Polis basıyor nasıra
Ne yarar ki bu basura
Bulsam bile süremiyom.
Mileniyom mileniyom
Neden sana giremiyom.”
Böylece programızı tamamlamış oluyoruz.
Nice mileniyumlara sayın seyirciler, nice mileniyumlara…
- Kadir Konuk